Amerikan Emperyalizmine
Boyun Eğme, Suriye'yi ve İslam Dünyasını Kurban
Etme1 Mayıs 2003
Sayın İlhan Selçuk
Cumhuriyet gazetesi Yayın Kurulu Başkanı
Pencere sütununda çıkan
19 Nisan 2003 tarihli
"Petrol Kavgasında Bizim
Yerimiz.." ve
20
Nisan 2003 tarihli
"Fotoğrafın Dili" başlıklı yazılarınızı derin bir
üzüntüyle okuduk. Ele aldığınız konunun ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın
geleceğini etkileyecek derecede önemli olduğunu, buna karşılık yaptığınız
değerlendirmelerin kanımızca çok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek yanlışlar
içerdiğini düşünerek size bu açık mektubu yazmaya ve görüşlerimizi hem sizinle,
hem değerli halkımızla paylaşmaya karar verdik.
Lütfen bu mektubumuzu, işçilerin, köylülerin, aydınların, emeğiyle
yaşayan herkesin emperyalizmin, kapitalizmin sömürüsünden ve zulmünden
kurtulmasını amaçlayan; insanlığın sömürüsüz, savaşsız, eşitliğe ve özgürlüğe
dayalı bir dünyada güle oynaya, doya doya yaşaması özleminizi paylaşan; kaderini
Türkiye ve dünya halklarının kaderiyle birleştirmiş bir grup devrimcinin değerli
bir dosta yönelttikleri samimi bir eleştiri olarak kabul ediniz.
Biz, sizin tarihsel kişiliğinizle, yurdumuzun, Ortadoğu’nun ve dünyanın geleceği konusunda
kafa yoran Türkiye aydınları üzerinde sahip olduğunuz etkiyi biliyoruz. Sizden
tarihsel kişiliğinize ve etkinize uygun sorumlu değerlendirmeler beklemek
hakkımızdır.
Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi, zulme karşı
direnenleri düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül
yaralar.
Bildiğiniz gibi, Amerikan
emperyalizminin elebaşıları, Amerikan ve İngiliz orduları eliyle giriştikleri
gayri meşru, haksız ve adaletsiz sömürgeci saldırıyla Irak’ın istilasını daha
tamamlamadan Suriye’ye yönelik tehditlerinin dozunu arttırmaya başladılar ve
Amerikan isteklerine boyun eğmezse sıranın Suriye’ye geleceğini belirttiler.
Yani, uluslararası hukukun yerleşik kurallarına, Birleşmiş Milletler
Anasözleşmesi’ne, Nürnberg Sözleşmesine ve Cenevre Anlaşması’na aykırı biçimde
egemen bir devleti işgal etmekle tehdit ettiler.
Bütün dünyayı
köleleştirme hırsıyla hareket eden “
en büyük haydut devlet”in
Hitler tipi bir
zorbalıkla davranması karşısında şaşırmadık. Ama sizin böyle bir ortamda, yaşamı
boyunca anti-komünizmin bayraktarlığını yapan, Milliyetçi Cephe hükümetlerinin
baş destekçisi, 12 Eylül faşizminin mutemet adamı,
Kenan Evren
cuntasına “
anayasa taslağı” hazırlayan,
Tansu
Çiller’in güvenoyu alamayan düşük kabinesinde dışişleri bakanlığı
koltuğunu bir süre işgal eden, ırkçı ve despotik görüşlerini gizleme gereği
duymayan
Coşkun Kırca gibi Amerikan emperyalizminin ve İsrail
siyonizminin “
yakın dostu
” bir kişiyle aynı görüşleri paylaşmanıza çok şaşırdık.
19 Nisan tarihli yazınızda şöyle diyorsunuz:
“Coşkun Kırca Akşam
gazetesindeki köşesinde (18 Nisan 2003) Suriye’ye ilişkin bir durum saptaması
yapıyor.
Diyor ki:
Suriye Arap birliği ister..
Hatay’ı
sahiplenir..
Lübnan’ın bir bölümünü işgal etmiştir..
Lübnan Şam’ın
uydusudur..
Esad rejimi aile iktidarıdır..
Rejim bir
despotluktur..
Suriye bugün bile PKK-KADEK üyelerini barındırmayı
sürdürmektedir.
Bu saptama gerçekçidir...”
Hayır, sayın
Selçuk! Coşkun Kırca’nın saptaması asla
gerçekçi değildir. Türkiye kamuoyunu Suriye’ye karşı açılacak bir Amerikan
savaşına hazırlamak üzere düzenlenen sistemli bir provokasyon girişiminin ilk
işaretlerinden biridir. Amerikan emperyalizminin psikolojik savaş birliği olarak
hareket eden büyük sermaye medyasının -sizin deyiminizle “boyalı
basın
”ın- Amerikan güdümündeki propaganda kampanyasının
basit bir öğesidir.
Üstelik Coşkun
Kırca bu kampanyanın tek kalemi değildir. Benzerleri arasından tek bir
örneğe değinelim. Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeni İsmet
Berkan da Suriye'yi Türkiye'nin düşmanı ilan etmiş, Hatay sorununu ve
Abdullah Öcalan'ın uzun yıllar Suriye'de barınmış olduğunu
hatırlatarak sıra Suriye'ye geldiğinde Türkiye'nin Irak'a yönelik savaş
tezkeresinin reddinde olduğu gibi "yanlış yapmaması
gerektiğini
" iddia
etmiştir.
Amerikan sömürgeciliğinin korosuna Türkiye halkını emperyalist sermayenin
"küreselleşme, özelleştirme, kuralsızlaştırma,
sendikasızlaştırma" programına mahkum etmiş ve bunun cezasını
seçimlerde hezimete uğrayarak çekmiş ANAP da katılmıştır. ANAP'ın şimdiki genel
başkanı Ali Talip Özdemir Cumhuriyet'in 20 Nisan tarihinde
-yani sizin ikinci yazınızın çıktığı tarihte- verdiği habere göre, şöyle
konuşmuştur: "Suriye düşman bir ülke. Gözü Hatay ve Türkiye'nin Fırat
sularında. Sen buna destek veriyorsun. Biz, 'tezkereye hayır demeyin' dedik.
Türkiye, dış politikada yalnız kaldı."
Sayın Selçuk,
Ülkemizdeki -haydi en yumuşak deyimiyle
söyleyelim- "Amerikan lobisi"nin tek bir merkezden yönetilen
Suriye düşmanı kampanyasının propaganda malzemelerine kapılarak, Suriye'yi
Amerikan emperyalizminin önüne atmak, sadece kardeş Suriye halkına değil,
Türkiye halkına da onulmaz zararlar verecek bir "gaflet, dalalet ve
hıyanet
" olur. Önümüzdeki dönemde, Suriye'ye,
İran'a, Filistin'e, genel olarak Araplar'a ve Müslümanlar'a yönelik karalama
kampanyasının daha da şiddetleneceğini ve hatta çeşitli provokasyonların
tezgâhlanacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Amerikan yönetiminin
borazanlığını yapan Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi Vakfı ve Georgetown Stratejik
ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi gibi emperyalist-militarist kuruluşların
belgelerine bir göz atmak bile yeterli. Gazetenizin değerli yazarları da bu
belgelere ve planlara sayısız kez değindiler.
Bütün Ortadoğu sömürgeleştirilmeden, petrol
kaynakları ve enerji ulaşım yolları denetim altına alınmadan, bölge Amerikan
emperyalizmi ve İsrail siyonizmi için ölüm sessizliğine büründürülmeden Amerikan
savaş makinesinin kendiliğinden duracağını kimse beklemesin. Amerikan
emperyalizminin durdurulması gerekiyor. Dünyanın mutlak egemeni olmak isteyen
Amerikan kapitalist tekellerinin militarizmine karşı halkların en geniş
birliğini kurmak, ABD'ye karşı en geniş direniş cephesini örmek gerekiyor. Böyle
bir ortamda yapılması gereken şey, bölge halkları arasındaki önyargıları ve
anlaşmazlıkları körüklemek değil, bu önyargıları gidermek ve anlaşmazlıkları
çözmektir. "Böl ve yönet
" emperyalizmin klasik taktiğidir. Bize düşen, bu
taktiği boşa çıkarmak ve baş zorba Amerikan emperyalizmine karşı bölge
halklarının birliğini sağlamaktır.
Sayın Selçuk,
İşte böyle bir ortamda siz şöyle
yazıyorsunuz:
"Afganistan'a değin uzanan bir hegemonyanın hırsına
kapıldığı ileri sürülen Bush takımının Irak'a saldırısı, uluslararası hukuka aykırıdır ve
Birleşmiş Milletler şartını dışlamaktadır; Türkiye'nin bu girişime 'mesafeli'
kalması anlaşılabilir bir tutumdur.
Ancak İslam dünyasının devletleri de laik
Türkiye Cumhuriyeti'ne dostça bakmıyorlar...
Müslümanlık adına duygusallığa
kapılarak 'stratejik müttefikimiz' ile gereksiz bir sürtüşmenin aptallığını
benimsemenin de âlemi yok!.."
Gerçekten hayretler içinde kaldık, sayın
Selçuk. Ne oldu size? Sizin kavram dünyanızda ABD ne zamandan beri stratejik
müttefikimiz oldu? ABD, Türkiye halkının değil, kapitalizm dinine iman etmiş,
para ve iktidardan başka bir ilkesi olmayan ve halkımızı amansızca sömüren küçük
bir azınlığın, TÜSİAD oligarşisinin ve bu oligarşinin uzantılarının stratejik
müttefikidir. Türkiye halkı açısından bakıldığında, Türkiye ile ABD arasındaki
ilişki, bir stratejik kölelik ilişkisidir. Türkiye, ABD'ye bağımlı kılınmıştır
ve Amerikan işbirlikçisi büyük sermayedarlar eliyle bu bağımlılık daha da
pekiştirilmek isteniyor. Ama bütün bu temel gerçekleri biz yıllar boyunca sizden
duymaya alışmıştık, sayın Selçuk! Şimdi ne oldu da bambaşka şeyler
söylüyorsunuz?
Hitler'in Nazi imparatorluğunun izinden giden Amerikan
emperyalizminin sömürgeci planlarına karşı çıkmayı nasıl olur da
"aptallık" olarak nitelersiniz? Zulme karşı direnmek, saldırıya
uğrayan komşularımıza arka çıkmak, ulusal bağımsızlığı hem bizler için, hem
bölge halkları için savunmak ne zamandan beri "gereksiz bir sürtüşmenin
aptallığını benimsemek
" oldu? İnanın, bu
yazdıklarınızla, sizi sevenleri üzüntüden perişan ettiniz. Bölge halklarına
karşı Amerika'yla birlikte hareket etmeyi vicdanınıza nasıl kabul
ettirebildiniz?
Sayın Selçuk,
Belki de vicdanınızı rahatlatmak için
"zaten İslam dünyasının devletleri laik Türkiye Cumhuriyeti'ne dostça
bakmıyorlar" gerekçesini öne sürüyorsunuz. Ama bu gerekçenin ne kadar
çürük olduğunu siz bizden daha iyi bilirsiniz. Şimdi işgal altında olan Irak da,
işgal tehditi altında bulunan Suriye de Arap ve İslam dünyasının laik
ülkeleridir ve laiklikle hiçbir sorunları yoktur. Hatırlayacaksınız, Suriye,
kimi İslamcı çevreler tarafından, "sapık Alevi zihniyetinin iktidarda
olduğu ülke" olarak tanımlanmıştı. Suriye'nin Amerikan işbirlikçisi
"Müslüman Kardeşler" örgütüne karşı mücadelesini de unutmuş olamazsınız. Arap ve
Müslüman dünyasında ülkelerinin ulusal bağımsızlığını gerçekleştirmiş, doğal
kaynaklarını ulusallaştırmış, köklü bir toprak reformu yaparak köylüleri toprağa
kavuşturmuş ve laiklik ilkesini hayata geçirmiş
"devrimci-milliyetçi
" akımlar konusundaki
yazılarınız arşivlerde duruyor.
Ama sorun
laiklik-İslamcılık konusu da değildir. Sorun daha derindedir. Bütün bölge
ülkeleri "yeniden sömürgeleştirilme
" tehditi altındadır. Emperyalizme karşı ulusal bağımsızlığı
koruma veya kazanma söz konusu olduğunda, ülkelerin bütün temel akımlarının
-laik olsun, dinci olsun, bütün anti-emperyalist çevrelerin- bir araya gelmesi
politikanın doğası gereğidir. Siz Türkiye Kurtuluş Savaşının deneyimini bizden
daha iyi bilirsiniz. Öyleyse, ABD'nin propaganda cephaneliğinden alınma bir
gerekçeyle, Suriye'yi ve İslam dünyasını ABD'ye kurban etmek size de, bize de,
Türkiye halkının bütününe de yakışmaz.
Sayın Selçuk,
Çok iyi bildiğiniz gibi, ABD emperyalizminin derdi
bir ülkenin laik veya dinci olması değildir. Onun derdi, kendisine uşaklık
yapılıp yapılmadığıdır. Amerikan kulluğunu yaşam tarzı haline getirmiş
çevrelerin, işbirlikçi kapitalist düzeni, laikliği veya dinciliği meşruiyet
kaynağı olarak kullanarak koruması ABD'nin umurunda değildir. Ama, ABD
emperyalizmi, kendi hegemonyasını sürdürmek, kendisine karşı bir cephe
oluşmasını önlemek için "tavşana kaç, tazıya tut
" yöntemini durmadan uygular.
Bize düşen görev, bu
yöntemi boşa çıkarmak, iç bölünmelerimizin emperyalizm tarafından bir koz olarak
kullanılmasını önlemektir. Emperyalizmin bu yöntemini bilerek, her zamankinden
daha sorumlu davranmaktır. Böyle bir ortamda kılık kıyafet konusunu önemli bir
sorun gibi gündeme getirmeniz, talihsiz olmuştur. İşgalci sömürgecilerin
"bilimsel ve işlevsel" kıyafetiyle işgale uğrayan ve
sömürgeleştirilen Iraklıların "kara çarşaf ve beyaz entarisi"
arasında kurduğunuz Oryantalist karşıtlık hiçbir anlam taşımıyor. (Şunu da
belirtelim, televizyonu yarım saatliğine seyreden biri bile Iraklılar'ın kılık
kıyafetinde geniş bir yelpazenin var olduğunu, eğer derdiniz buysa,
"bilimsel ve işlevsel" kıyafetin de epeyce yaygın olduğunu
görebilir.). TÜSİAD oligarşisinin elemanlarına, borsa vurguncularına, bütün
medyayı kuşatmış olan "Amerikan Türkleri
"ne bakın.
Maşallah hepsinde kılık kıyafet son modaya uygun, ama hepsi emekçi halkın kanını
emiyor; halk açlık ve sefalet içindeyken hepsi har vurup harman savuruyor;
ulusal onurdan da yoksunlar, sömürgecilerle bir olup kendi yurttaşlarını eziyor
ve aşağılıyorlar.
Sayın Selçuk,
Talihsiz bir başka değerlendirmeniz de şu:
"Irak
bağımsızlığını savaşmadan verdi..
Çünkü bağımsızlığı savaşmadan
almıştı.."
Hayır, sayın
Selçuk , bin kere hayır.
Irak bağımsızlığını savaşarak, İngiliz emperyalizmine karşı yıllarca savaşarak
aldı. Doğrudan sömürge yönetimini sürdüremeyeceğini anlayan İngiliz
sömürgecilerinin oluşturduğu yarı-sömürge rejimini de yıktı ve İslam
dünyasındaki en radikal ulusal devrimlerden birini gerçekleştirdi. Irak halkının
bu savaşında komünistler de, Baasçı milliyetçiler de, İslamcılar da yer aldı.
İster bütün dünyada ulusal kurtuluş hareketlerinin en kapsamlı tarihini
bulacağınız Komünist Enternasyonal arşivlerine bakın, ister Arap halklarının
tarihini anlatan bir kitaba bakın, bu gerçeği göreceksiniz. Gazeteniz
yazarlarından Attila İlhan, Mustafa Kemal
'in Irak halkının İngiliz sömürgeciliğine karşı yürüttüğü
mücadeleye ilişkin gözlem ve değerlendirmelerine yer veriyor; hiç olmazsa onlara
bakabilirsiniz.
Irak'ın bağımsızlığını savaşmadan verdiği yolundaki iddianız
ise daha da acı. Çünkü Irak halkı dünyanın en büyük askeri gücüne karşı en
olumsuz koşullarda direndi ve direniyor. Irak halkının ülkesinin işgal
edilmesini önleyememiş olmasını olağanüstü bir durummuş gibi niteleyemezsiniz.
İşgal her halkın başına gelebilir. Türkiye halkının da başına gelmişti. Osmanlı
yöneticileri emperyalistlerle teslim anlaşmasını bile imzalamışlardı.
Emperyalist ordular İzmir ve İstanbul'a Osmanlı ordusundan hiçbir karşılık
görmeden girmişlerdi. Ama yurtseverler, yeraltı koşullarında yürüttükleri
mücadeleyle işgali kırmış, emperyalistleri kovmayı başarmışlardı.
Ulusal kurtuluş savaşlarının
mantığı konusunda siz bir uzmansınız, sayın Selçuk
. Niçin
Irak'taki savaşın ilk evresini her şeyin sonuymuş gibi gösteriyorsunuz? Irak
halkı, bugüne kadar yürüttüğü direniş sırasında kahramanlıklar da yarattı, kimi
komutanlarının ihanetiyle de karşılaştı. Ama ihanetle karşılaşmamış bir halkı
nerede bulacaksınız, sayın Selçuk? Bizim kurtuluş savaşımızdaki hain
yöneticileri sorsak isim isim sayabilirsiniz. Ama sonucu, tıpkı Türkiye'de
olduğu gibi, Irak'ta da teslimiyetçi hainler değil, direnen yurtseverler
belirleyecektir.
Bu bağlamda, ABD'ye karşı
direnen ve yeraltına çekilerek halkına direniş çağrısı yapan Saddam
Hüseyin'e "geri zekâlı diktatör" diyerek hakaret
etmeniz hiç yakışık almıyor. Düşmüşe, zor durumdaki insana vurulmaz.
Saddam Hüseyin
'in politikalarına karşı eleştirilerimiz ne kadar ağır olursa
olsun, işgal ordularına karşı direnmeye devam eden, bir şeyler yapmaya çalışan
herkesin halkın o geniş yüreğinde bir yeri olacaktır. İşgalcilerin ölü ya da
diri yakalanması için başına inanılmaz ödüller koyduğu, her köşede fellik fellik
aradığı bir yöneticiye hakaret etmeniz, Türkiye'nin ulusal kurtuluş savaşı
deneyimini bu kadar iyi bilen size hiç uymuyor. Bırakın bu pis işi, medyada
yeterince çok olan Amerikancı kalemler yapsın.
Sayın Selçuk,
Başa dönüp Coşkun Kırca 'dan yaptığınız alıntıya bir kez daha
değinmek istiyoruz.
Emin olun, ABD genelkurmayının psikolojik harekât
merkezlerinde birileri ihtiyaç anında kullanmak üzere, sadece ülke adını
değiştirerek, Suriye yerine Türkiye yazarak, şöyle bir senaryo
hazırlamışlardır:
"Türkiye, Türk birliği ister. Musul ve Kerkük'te gözü
vardır. Kürt yurttaşlarının haklarını vermemektedir. Kıbrıs'ın bir bölümünü
işgal etmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ankara'nın uydusudur. Rejim, bir
oligarşidir. Rejimin devrilmesi, Türkiye'nin işgal edilmesi
gerekir."
Birileri de,
sayın Selçuk , bu saptamayı gerçekçi bulsa ne
düşünürdünüz? Mutlaka çok üzülür ve bu senaryoyu boşa çıkarmak üzere, tıpkı
bizim yapacağımız gibi, tıpkı bütün yurtseverlerin yapacağı gibi, direnirdiniz
ve emperyalizme karşı ulusal bağımsızlığımızı korumak için her fedakârlığa
katlanırdınız.
Öyleyse, sayın Selçuk,
yapmamız gereken, Amerikan emperyalizminin planlarına boyun eğmek değil,
Amerikan planlarına karşı direnmektir. Irak'ın ardından Suriye'yi ve bütün İslam
dünyasını ABD'ye kurban etmek değil, başta komşularımız olmak üzere bütün bölge
ve dünya halklarıyla dayanışma içine girmektir. "Kurtuluş yok tek
başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz" sloganı boş bir söz değildir,
sayın Selçuk
; ezilen ve sömürülen
halkların bin yıllık deneyiminden süzülmüş bir bilgeliktir.
Bu bilgeliğe
uygun olarak, ülke içindeki yurtsever çevreler arasındaki önyargı ve sorunları
da, bölge halkları arasındaki önyargı ve sorunları da hızla gidermeliyiz.
Zamanımız dar. Amerikan emperyalizmine kullanabileceği hiç bir koz
bırakmamalıyız ve elimizi gerçekten çabuk tutmalıyız.
Sizin de bu sorumluluk
içinde davranacağınıza inanıyoruz.
Saygılarımızla.
ÜRÜN SOSYALİST DERGİ
YAYIN KURULU
Adres: Sıraselviler cd. Billurcu sk. Asaş Han No 3/6 Beyoğlu-İSTANBUL
Tel:
0212-245 28 11 posta@urundergisi.com
www.urundergisi.com
PENCERE - İLHAN SELÇUK
Petrol Kavgasında Bizim Yerimiz?..
Coşkun Kırca Akşam gazetesindeki
köşesinde (18 Nisan 2003) Suriye'ye ilişkin bir durum saptaması yapıyor. Diyor
ki:
Suriye Arap birliği ister..
Hatay'ı sahiplenir..
Lübnan'ın bir
bölümünü işgal etmiştir..
Lübnan Şam'ın uydusudur..
Esad rejimi aile
iktidarıdır..
Rejim bir despotluktur..
Suriye bugün bile PKK-KADEK
üyelerini barındırmayı sürdürmektedir.
Bu saptama gerçekçidir...
Ne
yazık ki ülkemiz komşuları bakımından olumsuzluklarla kuşatılmış bir coğrafyaya
sahip...
Şimdi bu coğrafyada olan nedir?.. Afganistan'a dek petrol
haritasını denetlemek tasarımını güden Amerika Irak'ı işgal etmiştir.
Sıra
kimde?..
**
Bu soruya 'Suriye' diye yanıt veriliyor; ABD işgal ederek ya
da etmeyerek Şam'ı avucunun içine almakta kararlı görünüyor.
Türkiye bu
gelişmeyi çeşitli yorumlarla değerlendirebilir.
Kimine göre Amerika'daki
şahinlerin Anadolu'ya bakışı da hiç hoş değildir; ''stratejik müttefikimiz''
Irak'ta kukla bir Kürt devleti kurarak Anadolu'yu parçalamaya mı yönelecek?..
Kimine göre de Amerika emperyalizmin bastonuyla çöl kumları üzerine çizilmiş
devletleri, zalim diktatörlerden ve sultanlardan kurtararak, halklara soluk
aldıracak daha demokratik rejimler kurmak yoluna girecek...
Petrol, bu
tasarımın yakıtı olacak!..
''Liberal emperyalizm'' döneminde bölgedeki
devletler ABD'ye daha bağımlı; kişiler daha özgür olacak..
İslam dünyasının
düzeni 21'inci Yüzyıl başlangıcında dışardan gelen bir gücün buyurganlığında
yeniden saptanacaksa, Türkiye'nin yeri bu oluşumda nedir?..
Ve Anadolu
üzerindeki tasarım nedir?..
*
Konu tartışmalıdır; piyasaya çeşitli
yorumlar sürülüyor; Amerika'nın bölgemizde kurmak istediği düzende Türkiye'nin
bölünmesini öngören siyasetleri benimsediği söyleniyor. Ancak bu kadar düşmanca
bir girişime karşı tepeden tırnağa direnecek bir Türkiye'yi yeniden ateşleyecek
ulusal bilincin yaratacağı kudretle çatışmayı göze almak Washington'ın işine
gelir mi?..
Bush 'un petrol coğrafyasındaki projesinde Türkiye'nin
konuşlanmasını saptarken neler düşündüğü konusunda yeterince bilgi sahibi
miyiz?..
**
Afganistan'a değin uzanan bir hegemonyanın hırsına kapıldığı
ileri sürülen Bush takımının Irak'a saldırısı, uluslararası hukuka aykırıdır ve
Birleşmiş Milletler şartını dışlamaktadır; Türkiye'nin bu girişime ''mesafeli''
kalması anlaşılabilir bir tutumdur.
Ancak İslam dünyasının devletleri de
laik Türkiye Cumhuriyeti'ne dostça bakmıyorlar...
Müslümanlık adına
duygusallığa kapılarak ''stratejik müttefikimiz'' ile gereksiz bir sürtüşmenin
aptallığını benimsemenin de âlemi yok!..
PENCERE - İLHAN SELÇUK
Fotoğrafın Dili
Cumhuriyet'e 1962'de girdim, demek ki kırk bir yıl
olmuş...
İlk kez bir fotoğraf yayımlanıyor bu köşede...
18 Nisan günlü
gazetemizde yukardaki resmi görünce çarpıldım...
Fotoğraf sanatsal açıdan
başyapıt değeri taşımakla kalmıyor, on ciltlik bir tarihsel gerçeği bir ''an'' a
sığdırıyor...
İlk bakışta, kara çarşaflı Arap kadınının üstünü arayan
Amerikan askerinin erkek olduğunu sandım, dikkatle bakınca kadın olduğunu
gördüm...
Amerika'nın Irak'ı işgali, televizyonlarda görselliğe dönüştükçe,
hepimizde ağlama duyguları körükleniyor; 21'inci yüzyıla inanılmaz bir tragedya
ile başladık; utanmasam ben de gözyaşlarına boğulacağım, insanlığın bu denli
ayaklar altına alınmasına katlanmak güç...
**
''Liberal emperyalizm''
güney komşumuzda en çok iki giysiyle karşılaştı..
Kara çarşaf..
Ve beyaz
entari..
Çarşaf, kadının örtüsü..
Entari, erkeğin elbisesi..
Irak'ı
işgal eden 'liberal emperyalizm' in kılığı ise bilimsel ve işlevsel...
İklim
koşullarına uygun dokuda ve renkte çizilip üretilen Amerikan askeri
üniformasının estetik açıdan başarısına da diyecek yok!..
Batı'da şu
günlerde bu tür giyimler moda olmazsa şaşarım; kapitalizmin piyasa tezgâhı
fırsatı kaçırmaz diye düşünüyorum.
**
Saddam çoğunlukla asker
kılığındaydı..
Geri zekâlı diktatör!..
Asker üniforması içindeki Saddam
kafası, vatanını savunmadan kaçtı...
Zilletin bu derekesi görülmemiştir.
Erkeğinin kaçtığı yerde işgalci Amerikan askerinin sıraya dizip üstünü
başını aradığı kara çarşaflı ne yapsın?..
Kadıncağız köleliğe daha Amerikan
işgali gerçekleşmeden boyun eğmiş...
Entari giyen erkek, kadınına kara
çarşafı giysi diye buyurmuş...
Ne kadın, ne erkek...
İkisi de özgür
değiller!..
Çünkü aklın özgürlüğü ne erkeğin beyaz entarisinde barınabilir,
ne de kadının kara çarşafında...
Bu ortamda asker de asker olamıyor...
Çünkü çağdaş asker, akıl ve bilim üzerine yükselen savunma sanatının
ürünüdür.
**
Irak bağımsızlığını savaşmadan verdi..
Çünkü
bağımsızlığı savaşmadan almıştı..
İngiliz emperyalizminin bastonu çöl
kumları üstüne Irak sınırlarını çizmişti..
Irak şimdi Amerikan-İngiliz
emperyalizminin yine pençesindedir...
Yalnız Irak mı?..
Tüm İslam
dünyası, uygarlığın 'Aydınlanma Devrimi' ne sırt çevirdiği için geri, düşkün,
karanlık, boynu eğik, bağımlı ve zavallı...
Yukardaki fotoğraf, bu
zavallılığın suretini, işgalci kadının bej üniformasıyla köle kadının kara
örtüsü arasındaki çelişkide vurgulayıp (kör kör parmağım gözüne) bilincimize
sunuyor.
Cumhuriyet, 20.04.2003