Kitap Dizisi:4 |  ÜRÜN |
AÇIKLIĞA DOĞRU

     Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı Susurluk raporu sansürlü olarak açıklandı. Söyledikleri ve söylemedikleri ile raporun çok öğretici olduğu görülüyor. Raporun kabul ettiği çok önemli gerçekler var. Sosyalistlerin yıllardır ortaya koyduğu tespitler resmen itiraf ediliyor.


     Devlet aygıtı içerisinde bilinçli bir tercihle Amerikan emperyalizminin özel harp ve düşük şiddette çatışma doktrinine uygun bir yapılanmanın kurulduğu, bu yapılanmanın nizami ve gayri nizami öğeleri içerdiği, CİA ve MOSSAD'la eğitim, silah ve istihbarat ilişkisi kurulduğu, resmi görevliler, politikacılar, faşist parti, mafya, bankacılık sistemi ve iş çevreleri arasında yasadışı bir kaynaşmanın meydana geldiği, siyasal cinayetlere karar verenlerin ve uygulayanların karapara aklama, uyuşturucu kaçakçılığı ve kadın satışı dahil yasadışı işlerle içli dışlı oldukları, yargı kararıyla suçluluğu kesinleşmiş ve aranan faşist katillerin en saygın kurumlarda devlet yetkilisi olarak görevlendirildikleri, yurt dışında devletler hukukuna aykırı örtülü eylemler yapıldığı, Azerbaycan'da darbe düzenlendiği artık devlet raporlarında yer alan bilgiler haline geldi. Bakın Kutlu Savaş ne diyor: (Bütün alıntılar 23 Ocak 1998 ve 28 Ocak 1998 tarihli Radikal'den yapılmıştır.)
     "Kamuoyu siyasetçi, yeraltı dünyası, kamu kuruluşları ilişkisi ve kişisel menfaat etrafında yoğunlaşan ve büyük ölçüde para, menfaat ve güç sağlamaya dönük illegal faaliyetlerden rahatsızdır. Bu faaliyetlerin terörle mücadele ve ülke menfaatleri olarak gösterilmesi ve bu perdenin arkasına gizlenmesi ayrı bir rahatsızlık konusudur."
     "İstanbul'da Özgür Gündem gazetesinin bombalanması, Behçet Cantürk'ün öldürülmesi, Diyarbakır'da yazar Musa Anter'in öldürülmesi, İstanbul'da Tarık Ümit olayı ile Azerbaycan'da ihtilal denemesi, Bodrum'da Hikmet Babataş cinayeti, Gaziantep'te Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması, bankaların trilyonluk kredileri gerçekte Ankara'da cereyan eden olayın muhtelif veçheleridir."
     "Susurluk Ankara'daki tercihlerden kaynaklanmış, OHAL bölgesinde gelişmiş ve ülkenin büyük merkezlerine taşınmış, oralardaki uygun olay, kişi ve grupları bünyesine alarak genişlemiştir."
     "Devletin tüm kurumları yapılanlardan haberdardır."
     "Devlet içinde bir infaz grubu kurulmuştur. Ancak böyle bir yetkiyi kim kullanacaktır? Şu husus bilinmektedir. Olağanüstü Hal Bölgesinde adam öldürme konusunda karar mercii başçavuşlara, komiser yardımcılarına ve daha önemlisi bu yetki dünkü terörist yarınki potansiyel suçlu itirafçılara kadar inmiştir."
     "Mahkemelere kadar gitmiş kişilerin elden ele teslim edilerek devlet elindeyken köprü altında ölü olarak bulunmasının faili meçhul olmayacağı aşikârdır."
     "Sağcı ve solcuların, sivilin, üniformalının, doğru ile eğrinin bu kadar ve bu noktada buluşmasının nedeni bu kargaşanın yarattığı verimli, fakat kirli faaliyet alanlarını ortaya çıkarmasındadır. Bu noktada yetkililer olayları engellememiş, hatta teşvik etmiştir."
     "Bunca bilgiye rağmen itlaf edilmesi gereken bir kişinin VİP salonundan devlet görevine gönderilmesi anlayışı da Susurluk'tur. Emniyet teşkilatı, MİT ve Jandarma bu kişiyi yakından tanımakta, takip etmekte, dinlemekte, bilgileri arşivlemekte, sadece adamı frenleyip durduramamaktadır. Bunun nedenini Yeşil'in iş ve eylemlerinin kamu kurumlarının genel tercihine aykırı olmaması, ters düşmemesinde bulmak gerekir."
     "Mart 1994 ayı itibarıyla Alaattin Kanat'ın, kendisini MHP Güneydoğu sorumlusu olarak tanıttığı"
     "Osmanlı döneminin Beylerbeyliği ünvanı kullanılmıyorsa da aşiret beyliğinin devam ettiği ve Siverek yöresinin devletin kontrolünün dışına terk edildiği aşikârdır."
     "Jandarma Genel Komutanlığı reddetse de JİTEM'in varlığı unutulabilir bir gerçek değildir."
     "MOSSAD Başkanı'nın Emniyet Genel Müdürünü, keza CİA yetkililerinin Emniyet'i ziyareti bir başka olumsuzluğun sebebi olmuştur."
     "Turizm Bakanlığının memurlarından başlayan, yurtdışında Aliyev'e, Niyazov'a ulaşan bir haraç zinciri çok geniş bir camiayı kapsamaktadır."
     "Kamu bankaları belirli gruplara ve holdinglere, firmalara, ödeyebileceklerinden çok daha fazla krediler açmış, limitlerin zorlanması gündeme gelince off-shore bankalar kredilendirmeye devam etmiş, birçok firmaya leasing işlemleri yapılmış, bu da yetmemiş, yurtdışı ortaklık olan bankalardan krediler açılmıştır."
     Raporun kısıtlı bir çerçeveye oturtulmuş olduğu, siyasal sorumluluk taşıyan kurum ve kişiler arasında ayırım yaptığı, bütün sorumluluğu artık çok yıpranan, haddini bilmeyen ve fiilen gözden çıkarılanlarla sınırlamış olduğu doğru olsa da, bu haliyle bile Türkiye'de mevcut düzene yönelik silinmez bir mahkumiyet kararı anlamına geldiği apaçıktır. Birinci açıklık budur. Bu kararın gereği ise her türlü kanunsuzluğun içine batmış zihniyet sahipleriyle değil, ne kadar zaman alırsa alsın halkın meşru siyasal gücüyle yapılır. İnsanlık suçu teşkil eden sistemli kanunsuzluklar zincirini teşhir eden bu raporu hazırlayan Kutlu Savaş "kutsal devlet, devlet-i ebed müddet" ideolojisine inanan bir Türk-İslam sentezcisi olarak devletin yargı kararı olmadan insanları öldürebileceğini, öldürülenlerin yapılanları hakkettiklerini, ancak, "herşeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması"nın gösterdiği gibi "bu işlerin ciddiyetsizce yapıldığını", alaturkalık ve basitliğin yaygın olduğunu, cinayetleri işleyen ayak takımıyla samimi olunduğunu, ayrıca öldürülenlerden ele geçirilen para ve dövizin kaydının tutulmayıp iç edildiğini ve yolsuzluk yapıldığını, "yapılanlarla tek ihtilafının uygulamanın şekline ve neticelerine ilişkin olduğunu" sözünü sakınmadan belirtiyor. Nazi toplama kamplarında insanların gazlanarak ve fırınlanarak katledilmesini inceleyen bir müfettişin tek itiraz noktası olarak yakılanların ziynet eşyalarının ve altın dişlerinin görevlilerce tırtıklanmasından söz etmesini düşünün! Zihniyet budur. İkinci açıklık budur.
     Dikkatinizi çekmiş olsa gerektir, bugüne kadar Susurluk soruşturmasıyla ilgili hiçbir kişi -herbiri hakkında yakalama ve tutuklama kararı olduğu halde- emniyet tarafından yakalanmamıştır. Hepsi yapılan pazarlıklarla aylar sonra kendiliğinden teslim olmuştur. Özel timci polisler, İbrahim Şahin, Yaşar Öz, Ali Fevzi Bir, son olarak Sami Hoştan, hepsi bu kalıba uyuyor. Kemal Türkler'in katil sanığı olan ve Abdullah Çatlı'nın ekibinden olduğu belge ve tanıklarla kanıtlanmış Ünal Osmanağaoğlu da 18 yıldır yakalanmıyor. Haluk Kırcı yakalanmadığı gibi Devlet Bakanı Eyüp Aşık'a göre özel time gidip çay içiyor ve sohbetini bitirdikten sonra elini kolunu sağlayarak çekip gidiyor. Yine Eyüp Aşık, Yeşil kod adlı kişinin devletin denetimi altında olduğunu açıklıyor. Türk Ceza Kanununa göre sanıkları ve suçluları yakalamamak kesin bir suç teşkil eder. Belli durumlarda bu suçun sürekli işlendiği görülüyor. Üçüncü açıklık budur.
     Öte yandan, Refah Partisi anayasanın laiklik ilkesine aykırı davranışından dolayı Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Bu karar solu ezme planı çerçevesinde irticayı destekleyerek bugüne getiren devletin bu desteğini geri almaya başladığının bir göstergesidir. Refah'ın ardından Fethullah tarikatının gücünün kırılması ve BBP'nin kapatılması için hazırlık yapıldığı haberleri yayılıyor. Ancak bu konuda Cumhurbaşkanı ve hükümet ile askeri çevrelerin yaklaşımı arasında bir farklılığın bulunduğu anlaşılıyor. Bu farklılığı not etmek gerekiyor.
     Refah'ın kapatılmasını, askeri çevrelerin irticaya karşı tutumunu, Milli Güvenlik Kurulunun "milli siyaset belgesi"nde irticadan ve ülkücü mafyadan söz etmesini şeriata ve emperyalizme karşı milli demokratik devrim belirtisi sayan, devletin anti-emperyalist bir tutuma yöneldiğini ve ittifak edilmesi gereken bir güce dönüştüğünü savunan milliyetçi-solcu çevrenin görüşleri somut gelişmelerle çürütülüyor. Yeni döneme uygun kimi düzenleme ve rötüşlerin bu çerçevede değerlendirilemeyeceği, bu düzenlemelerin başını çeken yeni emekli jandarma genel komutanı Teoman Koman'ın görevden ayrılır ayrılmaz Nergis holding bünyesindeki İnterbank yönetim kuruluna girmesi, Genelkurmay'ın bir dernek statüsünde olan ve büyük sermayeyi temsil eden bir taraf niteliğindeki TÜSİAD'dan ekonomi brifingi alması, özelleştirme çalışmalarına destek açıklaması, İsrail ve Amerika'yla derinleşen ittifakıyla anlaşılıyor.
     Yeni yönelimin özünü Levazım-Maliye Okulu ve Eğitim Merkezi komutanı Tümgeneral Oltan Evren açıklıyor. Tümgeneral Oltan Evren, 21. yüzyılın olası askeri çatışmalarına Türkiye açısından bakıldığında, bölgede bir süre daha "karışık bir savaş" türünün görülebileceğini söyleyerek, yeni askeri doktrini tanımlıyor: "Bu savaş türünün, bir veya iki komşu ülkeyle kısa süreli, ancak yüksek yoğunlukta klasik savaş, ülke dışı demokratik mücadelelere koalisyon güçleri ile birlikte iştirak ve nihayet belki de en önemlisi, yurt içerisinde de savaş dışı harekât icrası şeklinde formüle edilebileceği kıymetlendirilmektedir". (Cumhuriyet, 27 Kasım 1997).
     Türkiye'de siyasal, ekonomik ve kurumsal yapılarda temel değişiklikler gerçekleştirilmeden sistemin özünün değişeceğini, işleyişinin tersine döneceğini sanmak hayalden ibarettir. Emperyalist sisteme bağımlı tekeller düzeni kendini değiştirmek yeteneğinden yoksundur. Şu dillere sakız olan, devrim gibi sunulan, rantiyelere ve borsaya göstermelik vergi düzenlemeleri bile reddedildi. Üstelik bizzat Başbakan Mesut Yılmaz "Nüfusun en üst yüzde 1'i milli gelirin yüzde 17'sini, yüzde 20'si ise yüzde 55'ini alıyor. Bu kadar adaletsiz bir gelir dağılımı ile Türkiye'de sosyal barışı ve rejimi korumak mümkün değil" (Milliyet, 29 Kasım 1997) dediği halde bu girişimden vazgeçildi. Ne değişimi? Kapitalist seçkinlerimizin sömürücü, bencil mantığı en basit önlemleri bile baştan boğuyor. İktidar daha bir yılı doldurmadan bin yıldır baştaymış gibi yıprandı. Herşey olduğu gibi duruyor. Düşünce özgürlüğünü yokeden yasalarda milim değişiklik yok. Özgürlük ortamından alabildiğine rahatsız olan sistem yangından mal kaçırır gibi yasalaştırmak istediği yeni Türk Ceza Kanunu taslağına 142. maddeyi monte ediveriyor. Yeni tasarının 289. maddesiyle en masum eleştiri ve düşünce açıklama bile cezalandırılacak. Kapitalist seçkinlerimizin sağcı zihniyeti her olayda kendini belli ediyor. Memur sendika tasarısının yasakçı mantığı, Metin Göktepe ve Gazi mahallesi davalarında herkesi isyan ettiren savsaklama ve engeller, görevden alınan bir dinci veya ülkücü faşistin yerine bir benzerinin getirilmesi, yargısız infazların sürmesi, siyasal tutuklu ve mahkumlara dönük planların bıkmadan usanmadan yeniden sahneye konması. 30 yıldır yaşananlar tekrarlanıyor.
     Yeni dünya düzenine ayak uydurmak adına Tekel'in ABD sigara tekellerine satışı, elektrik dağıtım sisteminde uygulanan özelleştirmeler, "onlar ortak biz pazar" sloganını bütünüyle doğrulayacak şekilde gümrük birliğinde kan kaybetme, yerli sinemaya vergi koyup Amerikan filmlerinin vergisini azaltma, dünya kapitalist sistemi içerisinde ikinci sınıf olduğunun göstere göstere tescil edilmesine karşı çaresizlik içinde gün geçirme, ramazan çadırlarında yemek yemek için insanların birbirini çiğneyecek kadar çaresizlik içine yuvarlanması... Yönetici sınıf acz içindedir, Türkiye'yi yönetme meşruiyetini açıkça kaybetmiş bulunuyor. Düzen objektif olarak iflas etmiştir. DİSK'in sembolik yürüyüşünün gördüğü yaygın destek, KESK grevine dönük sempati dalgası, durağan yapıya karşı kıpırdanmaların artışı bu iflasın belirtileridir.
     Böyle bir ortamda ÖDP kongresinde kamulaştırma tasarısının reddedilmesi, İşçi Partisi'nin ise ülkücülerle cephe kurma noktasına gelmesi de çok büyük açıklık sağlıyor. Egemenlerimizin farklı kesimlerine güven verme ihtiyacı duyan solcular hakikaten acı bir görünüm veriyor. Ancak açıklık bilinç demektir, bilinç ise eninde sonunda yolunu bulur.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Cengiz Çandar'ın Yeni Hedefi
 Yanlış Tarih, Yanlış Politika
 Ordu ve AKP
 Hesap Vakti
 Akıl Tutulması
 Tarih Hızlanıyor
 Merhaba
 Gündemden
 Haydi, Devrimci Dayanışmamızı Göstermeye
 Libya Gündeminden
 1 Mayıs Gündemi
 Seçimden Önce
 12 Haziran 2011 Seçiminde Tutumumuz
 12 Haziran 2011 Seçim Sonuçları
 Seçimden Sonra