Sosyalist Dergi: 4 |  Fatma Şenden |
SOSYAL GÜVENSİZLİK REFORMU

     Büyük tepki gören ve kitlesel gösterilerle karşı çıkılan sosyal güvenlik yasa tasarısı 17 Ağustos Adapazarı depreminin hemen ardından yangından mal kaçırırcasına Meclis'ten geçirildi. Toplumsal duyarlılığın deprem felaketine odaklandığı bu günlerde, hükümet, deprem yaralarının sarılmasını beklemek yerine adeta bundan yararlanarak yasayı çıkardı.


Kamuoyuna işsizlik sigortası 'müjdesiyle' sunulan yasa değişikliği, arka planda sosyal sigortalar kanunu, emekli sandığı kanunu, Bağ-Kur kanununda emekçiler aleyhine büyük değişiklikler getirdi. Böylece, bu kurumların adım adım tasfiye edilmesi hedefine bir adım daha yaklaşılmış oldu. Bilindiği gibi, daha 53. Hükümet Programı'nda bu üç kurumu tasfiye etme ve emeklilik işlemlerini ve tasarruflarını özel sigorta şirketlerine aktarma hedefi açık açık belirtilmişti. Böylece, işçi ve emekçilerin büyük mücadeleler sonucunda elde ettiği sosyal güvenlik haklarına ve kazanımlarına kapitalistler bir vurgun daha yaptı.

     Yaşlılık Sigortası
     Yeni yasada yapılan en büyük değişiklik, emeklilik yaşının kadınlarda ve erkeklerde yükseltilmesidir. Daha önce kadınlar 50, erkekler 55 yaşını doldurduğunda ve 5000 gün prim ödenmesi koşuluyla emekli olabiliyordu. Şimdi ise kadınlar 58, erkekler 60 yaşını doldurduğunda ve 7000 gün prim ödenmesi halinde emekli olabilecekler.
     Yine yasada daha önce ikinci seçenek olarak kadınlar 50, erkekler 55 yaşını doldurduğunda ve 15 yıldan beri sigortalı olup 3.600 gün prim ödenmesi koşuluyla emekli olabiliyordu. Yeni yasadaki ikinci seçenekte ise kadınlar 58, erkekler 60 yaşını doldurduğunda ve 25 yıldan beri sigortalı olup 4.500 gün prim ödenmesi koşuluyla emekli olabilecekler.
     5000 olan prim gününün 7000'e çıkarılması, emeklilik için gerekli prim ödeme süresinin fiili olarak 13.9 yıldan 19.4 yıla çıkarıldığı anlamına gelir.
     Yaş olarak ise, örneğin 18 yaşında çalışmaya başlayan bir sigortalı, kadınsa 40 yıl, erkekse 42 yıl sonra emekli aylığı alabilecektir. Bu arada belirtilmesi gereken bir başka konu, kadınların bu sistem değişikliğinde daha büyük bir zarara uğramış olmalarıdır. Erkekler beş yıl, kadınlar 8 yıl kaybediyor.
     Emeklilik yaşında yapılan bu değişiklikle emeklilik, işçi ve emekçi kesimler açısından hayale dönüştü. Bugün doğrudan sigortalı olanların nüfusa oranının yüzde 15 olduğu gözönünde bulundurulursa, bu oranın daha da düşeceğini öngörmek zor değil. Çünkü emeklilik yaşının bu kadar yükselmesi, emekli olma umudunu kırdığından, sigortasız çalışma yaygınlaşacaktır. İşverenin sigorta primi olarak yatıracağı paranın maaşa eklenerek alınması ve sigortalı olmaktan vazgeçilmesi teşvik edilmiş oldu.
     Emeklilik yaşının yükseltilmesi gündeme getirildiğinde, kamuoyuna 'Türkiye erken emekliler cenneti' türünden demagojiler pompalandı. Bu erken emeklilik hikayesi uydurularak SSK açıklarının ancak emeklilik yaşının yükseltilmesiyle kapatılabileceği iddia edildi. Oysa gerçek öyle görünmüyor. SSK 1997 İstatistik yıllığına göre, 40 yaşın altında emekli olanların oranı yalnızca yüzde 2.8'dir. 50 yaş üstü emekli olanların oranı ise yüzde 71'lere ulaşmaktadır.1 Emeklilik için gerekli olan çalışma süresi 25 yıldan 42 yıla yükseltilmiştir. Böylece, Türkiye emekli olmak için en uzun çalışma süresi gereken ülkeler arasında Hollanda ve Belçika'dan sonra üçüncü sıraya yükselmiştir! Bu ülkelerden örneğin Hollanda'da kadınların ortalama ömrü 80, erkeklerin ortalama ömrü 75'dir. Oysa Türkiye'de 1995 yılı itibarıyla kadınların ortalama ömrü 71, erkeklerin ortalama ömrü 66. Yani bu yeni yasa gerçekten "emekli etmeme" yasasıdır.
     Yasanın getirdiği diğer bir haksızlık, yasa çıktığında halen prim ödemekte olan sigortalıların kazanılmış haklarınına "kademeli geçiş koşulları" adı altında el konulması, yani onların da emeklilik yaşlarının, çalıştıkları yıl sayısına bağlı olarak yükseltilmesidir. Halbuki bu durum, anayasanın 'kazanılmış haklar geri alınmaz' ilkesine aykırıdır. Neyin kademeli geçişi? Kazanılmış haklar 'kademeli geçiş' aldatmacasıyla geri alınamaz.
     Sosyal güvenlik yasasında emekli maaşlarının hesaplanması yöntemi de değiştirilerek, emekli olduktan sonra alınan maaş oranı da eskiye göre düşürüldü. Daha önce katsayı gösterge sistemine göre hesaplama yapılırken, bunun yerine enflasyon (TÜFE) ve gayri safi milli hasıla (GSMH) büyüme oranlarına göre prime esas yıllık kazançlar esas alınacaktır. Örneğin daha önce 5 bin prim gün ödenmesine karşılık olarak yüzde 60 aylık bağlama oranı söz konusuydu. Şimdi ise 5040 gün için yüzde 43 aylık bağlama söz konusu olacaktır. 3600 gün için ise bu oran yüzde 35'e kadar düşmektedir. Bu rakamlar şu anlama gelmektedir. Birinci anlamı, eski sisteme göre emekli maaşlarında büyük kayıplar söz konusudur. İkinci anlamı ise, bu düzenlemeyle emekli maaşları arasında büyük farklılıklar doğacaktır. Çünkü, yine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın ifadesiyle 'Böylelikle sistem yüksek ücret beyan edene ve daha fazla çalışana daha yüksek emekli aylığı verebilecektir'. Görüldüğü, çalışma anlayışı 'kölelik' düzeyinde çalışma ile özdeşleştirilmektedir. Halbuki çalışma hayatı ve emeklilik kavramları aynı zamanda sosyal kavramlardır ve sosyal içeriklerinden bağımsız düşünülemezler. Sosyal devlet anlayışına göre, insanlar 'insanca' koşullarda çalışırlar, buna karşılık olarak 'insanca' bir emekliliğe hak kazanırlar. Oysa burada dayatılan, emekliliğini 'insan' gibi yaşamak istiyorsan, 'köle' gibi çalışacaksın. Emin olun ki, köle gibi çalışmaya rağmen elde edilen emeklilik maaşı o emekli insanı, bugün örneği fazlasıyla görüldüğü gibi, yine geçim zorlukları altında ezecektir. Öte yandan 'az' çalışana, ne demekse, daha kötü bir emeklilik hayatı reva görülmektedir. İşte 'sosyal devlet' anlayışımız.
     Halen sigortalı olup 1 Ocak 2000'den sonra emekli olacak kişilerde bu tarih baz alınarak bu tarihten önceki dönemle, bu tarihten sonraki dönem için prim ödeme günlerine göre orantılı karma bir hesaplama yöntemi kullanılacaktır. Yani yeni hesaplamadaki dezavantaj herkese mutlaka yansıtılacaktır. Bu da yine anayasanın kazanılmış hakların geri alınamayacağına ilişkin maddesine aykırıdır.

      Maden İşçileri, Mallüllük ve Ölüm Sigortaları
     Madenlerde çalışan işçiler ile özürlü sigortalıların emeklilik şartlarında hiçbir değişiklik yapılmadı. Buna göre, yasanın eski şeklinde olduğu gibi, en az 20 yıldan beri sigortalı olarak yeraltında çalışan ve en az 5000 gün prim ödemeyen sigortalı maden işçilerine yaş şartı aranmadan emekli aylığı bağlanacaktır. Yine eskisi gibi, 50 yaşını doldurmamış olmakla birlikte en az 25 yıldan beri sigortalı olarak yeraltı madenlerinde çalışan ve en az 4000 gün prim ödemiş olan sigortalılara 8100 gün prim ödemiş sigortalılar gibi tam emekli aylığı bağlanacaktır.
     Özürlüler de malüllük aylığına yine yasanın eski şekline göre hak kazanabilecekler. Buna göre toplam 1800 gün veya en az 5 yıldan beri sigortalı olup, bu süre içinde yıllık ortalama 180 gün malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödemiş olan sigortalılar malüllük aylığına hak kazanabilecekler.
     Ölen sigortalıların yakınlarına ölüm aylığı bağlanma şartlarında da herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Buna göre, önceden olduğu gibi, toplam olarak 1800 gün veya en az 5 yıldan beri sigortalı olup bu süre içerisinde yıllık ortalama 180 gün malüllük, yaşlılık ve ölüm sigrotası primi ödemiş olma şartıyla ölen kişinin yakınlarına ölüm aylığı bağlanabilecektir.2
     Yasada öngörülen yeni uygulamada malül olanların, yetim kalanların ve ölenlerin yakınlarının maaşa bağlanma koşulları yasanın eski haline göre değişmemekle birlikte, bu maaşların hesaplanma sisteminin değişmesi nedeniyle maaş oranlarında belirli düşüşler olacaktır.
     Buna göre, yasanın eski şekline göre, malüllük aylığı bağlanmasına hak kazanan sigortalıya, bu kanuna göre tespit edilen göstergesinin katsayı ile çarpımının % 70'i oranında malüllük aylığı bağlanıyordu. Sigortalı başka birinin sürekli bakımına muhtaç durumda olması halinde bu oran % 80'e çıkarılıyordu. Yasanın yeni şekline göre ise, malüllük aylığı bağlanmasına hak kazanan sigortalıya yeni yöntemle hesaplanan ortalama yıllık kazancının % 60'ı esas alınacaktır. Bu rakamın on iki aya bölünmesiyle malüllük aylığı belirlenecektir. Sigortalı başka birinin bakımına muhtaç durumda ise bu oran % 70'e çıkacaktır.

     Sigortalı Çalışanın Kuruma Bildirilmesi
     Yeni yasadaki belki de tek olumla değişiklik, işverenen yeni çalışmaya başlayan işçiyi sigorta kurumuna işe başlamadan önce bildirme yükümlülüğüdür. Daha önce işe başladıktan sonra en geç bir ay içinde işyeri bildirgesini kuruma doğrudan vermekle veya iadeli taahhütlü olarak göndermekle yükümlü olan işveren, şimdi işyeri bildirgesini işçinin çalışmaya başlayacağı tarihten önce kuruma doğrudan bildirmek veya iadeli taahhütlü olarak göndermek zorundadır. Bu hüküm çalışana belki bir ay kazandırmakta, ama yeni emeklilik yaşı gözönünde bulundurulursa, kadınların kaybettiği 8 yılı ve erkeklerin kaybettiği 5 yılı kısaltmıyor!

      Sağlık Sigortası
     Sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklikler yalnızca yaşlılık sigortasını değil, sağlık sigortası da dahil, tüm sistemi etkilemiştir. Sağlık sigortasında yapılan değişiklikler yaşlılık sigortasında olduğu gibi, sigortalıların haklarında kayıplara yol açacaktır.
     Daha önce sigortalı kişi, onun eşi ve çocukları protez, araç ve gereç için herhangi bir katkı ödemiyordu. Ancak yeni düzenlemeyle protez, araç ve gereç tutarının % 20'sini ödeyecektir. Bu miktar, aylık asgari ücretin bir buçuk katından fazla olmayacaktır. Yine emekliler ve ölüm aylığı alan eşler protez bedellerinin % 10'unu ödeyecektir. Bu miktar da asgari ücretin bir aylık tutarını geçmeyecektir. Emeklilerin çocukları ile aylık alan çocuklardan protez için katkı payı alınmayacaktır.
     Sağlık sigortasında diğer değişiklik, sigortalıların sağlık yardımlarından yararlanabilmesi için 60 günü hastalığın anlaşıldığı tarihten önceki 6 ay içinde olmak üzere, toplam 120 gün prim ödemiş olma şartı getirilmesidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 'Sosyal Güvenlik Reformu Ne Getiriyor?' başlıklı metninde bu yeni uygulamanın "gerçekte sigortalı olmayan kişilerin tedavi masraflarının kuruma yüklenmesinin önlenebilmesi amacıyla" getirildiğini açıklamaktadır. Böylece biz de tüm sistemin hangi acınası zihniyet üzerine kurulduğunu anlamış bulunuyoruz. 100. gününde rahatsızlanan bir kişi 20 gün daha dişini sıkacak ki, sigortadan yararlanarak tedavi olabilsin. Her zamanki vatandaşa 'potansiyel suçlu' muamelesi kendini burada da gösteriyor. Türkiye'de 'sosyal devlet' anlayışının neresinde olduğumuz bir kere daha gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Sağlık konusunda devlet çare bulan taraf olacağına, yeni yeni engellerle 'potansiyel suçlu' hastalarına karşı önlemler almaktadır.

      İşsizlik Sigortası
     Bilindiği gibi, Türkiye, işsizlik sigortasının ve aile ödeneğinin olmadığı sayılı ülkelerden biriydi. Şimdi işsizlik sigortasının getirilmesi bir iyileşme gibi görülebilir. Ancak kimi hükümler açısından yetersiz bir kapsama sahiptir. Ayrıca, işsizlik sigortası fonunun zorunlu tasarruf fonuna el konularak oluşturulması planı, daha başından bu sistemin yükünün çalışanlara yıkılacağını göstermiştir. Zorunlu tasarruf fonuna işçilerden yapılan yüzde 2'lik kesinti ile birlikte ücretlerimize yansıtılması gereken işverenden yapılan yüzde 3'lük kesinti de işsizlik sigortasına aktarılacaktır. Dolayısıyla işsizlik sigortası işverene yeni bir yük getirmemiştir. Yaşlılık ve sağlık sigortasından farklı olarak işsizlik sigortasına devletin katkısı yüzde 2 olacaktır.31 Haziran 2000'de yürürlüğe girecek olan işsizlik sigortası tüm sigortalılar için zorunlu olacaktır. İşsizlik sigortası kapsamına 506 sayılı sosyal sigortalar kanununa göre sigortalı olanlar dahildir. Ama örneğin tarımda çalışanlar veya kendi nam ve hesabına çalışanlar işsizlik sigortası kapsamına alınmayacaktır. Ev kadınları da işsizlik sigortasından yararlanamayacak olan kesimdir. Ücretli ve sürekli çalışanlar hariç, ev işlerinde çalışanlar da yine işsizlik sigortası kapsamına alınmayan kesim. Bu konu, ücretsiz aile işçiliği gibi Türkiye'de kanayan bir yara olması ve özellikle kadınları ilgilendirmesi bakımından, yine ne sosyal güvenlik sistemiyle ne de işsizlik sigortasıyla çözümü bulunmamış bir konu olmaya devam edecektir.
     İşsizlik sigortasına hak kazanma koşulları da yine ağır. Bunun için örneğin Almanya'daki işsizlik sigortasına hak kazanma koşulları ile karşılaştırma yapalım. Almanya'da işsiz olup bunu iş ve işçi bulma kurumuna bildirmek, ayrıca son üç yılda en az 12 ay sigorta primi yatırmış olmak, işsizlik sigortasına hak kazanmak için yeterlidir. Bu durumda en az 6 ay işsizlik sigortası bağlanabilmektedir.
     Türkiye'de ise işsizlik sigortasına hak kazanmak daha zor. İşsiz kalıp bu durumu iş ve işçi bulma kurumuna başvurduktan sonra, işsizlik sigortasından yararlanabilmek için son üç yıl 20 ay sigortalı olarak çalışmış olmak, ayrıca, işsiz kalınmadan önceki son 6 ay düzenli prim ödemiş olma şartı vardır. Halbuki Almanya'da bu son 6 ay zorunluluğu yoktur.
     30 ay sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası ödemiş olan sigortalı işsizler 8 ay, 36 ay boyunca düzenli prim ödemiş olanlar ise 9 ay boyunca işsizlik sigortası alabilecektir. Bu durumda işsizlik maaşının bağlandığı süre 9 ayı geçememektedir. Örneğin Almanya'da yaş sınırı getirilerek 32 aya varan işsizlik maaşı ödenmesi söz konusudur. Bunun için 64 ay sigortalı olarak prim ödenmiş olması, ayrıca 57 yaşın dolmuş olması gerekmektedir. İşsizlik maaşının hesaplanmasında uygulanacak olan yöntem, maaşların çok düşük seviyede olacağının işaretini şimdiden vermektedir. Yasaya göre, günlük işsizlik ödeneği, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalam net kazancının % 50'sidir.4 Asgari ücret üzerinden düşündüğümüzde, bu oran, yaşam standardının çok altındadır. Halbuki yine Almanya'dan örnek verecek olursak, bu oran en az yüzde 60 olmaktadır. Ayrıca, çocuklu ailelerde en az bir çocuğu olanlarda yüzde 67'ye çıkabilmektedir.
     Görüldüğü gibi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın hazırlamış olduğu 'Sosyal Güvenlik Reformu Ne Getiriyor?' isimli metni bir aldatmacadan ibaret. Yeni yasa birşey getirmekten çok, işçi sınıfından çok şeyi alıp götürüyor. Sözümona Avrupa standartlarına uymak adına yapılan değişikliklerde, nedense kapitalistleri ve devleti ilgilendiren bölümlere yeni standartlar getirilmedi. Örneğin Türkiye, hâlâ, devletin sigorta primine katkıda bulunmadığı sayılı ülkelerden biri. İşverenlerin ödediği prim miktarı Avrupa ortalamasının çok altında, oysa işçiden alınan prim miktarı, yasanın eski haliyle de, yeni haliyle de Avrupa standardına uygun.
     Bu yasaya işçi sendikalarının, konfederasyonlarının, kitle örgütlerinin, halkın itirazı vardır, bu yasaya karşı eylemler yapıldı; işçi konfederasyonları Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in yasayı veto etmesini istedi.5 Buna rağmen, emekçilerin karşı olduğu bu yasa hükümetçe uygulamaya sokulabilmiştir. Hayır, bu yasa böyle yerinde duramaz. İşçi sınıfının ve emekçilerin buna itirazı var. İşçi sınıfı yeni yasa iptal edilene kadar mücadele etmeye devam edecektir.

Kaynaklar:
1 Hava-İş Sendikası, Sosyal Güvenlik Depremi, s. 14.
2 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Reformu Ne Getiriyor? www.calisma.gov.tr.
3 Sosyal Güvenlik Depremi, s. 17.
4 İşsizlik Sigortası Kanunu, Kanun No. 4447, Kabul Tarihi: 25.8.1999.
5 Atilla Özsever, Milliyet, 'Emekli maaşında büyük kayıp' 30 Ağustos 1999.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 ÖZELLEŞTİRME
 MEDYANIN BİLDİK YÜZÜ
 GELECEĞE KORKUSUZ BAKABİLMEK
 ÖDP ÜZERİNE
 BATI CEPHESİNDE YENİ BİRŞEY YOK
 LİBERAL FEMİNİZME BAKIŞ
 MEDYA VE KADIN
 SOSYAL GÜVENSİZLİK REFORMU
 BOZ MEHMET’İ ANLAMAK