Bu yazıda Özgürlük ve Dayanışma Partisi ÖDP'yi program ve tüzüğünü esas alarak kısaca değerlendireceğim. Daha yazıya başlarken marksist-leninist bakış açısını benimsediğimi, yeni bir dünya ve yeni bir Türkiye için sınıf partisinin zorunlu olduğuna inandığımı, işçi sınıfının önderliğinde politik bir devrim olmadan Türkiye'nin temel hiçbir sorununun çözüm yoluna dahi giremeyeceği düşüncesinde olduğumu açıkça belirtmek isterim. Dolayısıyla ÖDP'yi değerlendirirken tabii ki böylesi bir düşünsel temelden yola çıkacağım ve değerlendirmelerimi bu anlayışla yapacağım.
ÖDP'yi program ve tüzüğü temelinde değerlendirirken dile getireceğim görüşlerimin sosyalist dayanışma duygularımın içtenliğiyle kaleme alındığını, ÖDP'ye yapıcı ve dostça bir anlayışla yaklaştığımı da vurgulamak istiyorum. Çünkü özgürlük ve dayanışma kavramları işçi sınıfı devrimcilerinin büyük değer verdiği kavramlardır. Hepinizin bildiği gibi, sermaye boyunduruğundan kurtuluş anlamında özgürlük, sermayeye karşı emekçilerin birliği anlamında dayanışma bu içeriğine işçi sınıfının büyük düşünürleri Marks ve Engels tarafından kavuşturuldu. Adında özgürlük ve dayanışma sözcüklerine yer veren bir partiye daha en baştan dostça yaklaşmak işçi sınıfının kurtuluşu davasına inanan bir devrimci için çok doğal olsa gerek. Üstelik ÖDP, programında ve tüzüğünde amacını ortaya koyarken, "Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana işçi ve emekçi sınıfların pratiğinde kendini yeniden üreten eşit, özgür, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya arayışı insanlığın özlemidir" diyor ve kendisini "bu evrensel ve tarihsel özlemin taşıyıcısı olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi" olarak tanımlıyor.1 Bu amacı ve özlemi paylaşan birisi olarak ÖDP'ye yönelteceğim eleştirilerimin yapıcı nitelikte olacağı açıktır. Ayrıca ÖDP içinde ortak mücadeleleri, sevinçleri ve acıları paylaştığım ve paylaşmaya devam edeceğimi umduğum dostlarım ve arkadaşlarım var. Bu da eleştirilerimin dostça olmasını gerektiren üçüncü bir neden.
Demek ki, değerlendirmelerim sınıf mücadelesinin gereklerinden hareket eden bir düşünsel yapının ürünü olarak ağır ve sert bir içerik taşısa da içtenlikli olacaktır.
Solun Birliği Mi?
İlk önce ÖDP'nin nasıl kurulduğunu kısaca hatırlayalım. O sıralarda ÖDP girişiminin başını çekenler, ÖDP'nin varlık gerekçesi olarak "bir sınıf partisinin ve sosyalizmin darlığını aşıp ülke siyasetine ağırlığını koyabilecek gerçekçi bir seçenek oluşturmak gerekir", "solun birliğini, özellikle de partili sol gelenekle partisiz sol hareket geleneğinin birliğini sağlamak gerekir" görüşlerini öne sürüyordu. Buna bağlı olarak ÖDP, Birleşik Sosyalist Parti BSP ve Geleceği Birlikte Kuralım GBK oluşumlarının ve ayrıca yeşiller, feministler ve benzeri grupların birleşmesi sonucu Şubat 1996'da kuruldu.
Partinin kuruluşunda ağırlıklı olarak iki çevre yer alıyordu. Bunlardan biri kendini özellikle sosyalist, öbürü ise özellikle devrimci olarak niteliyordu. Kuruluştan önce partinin adı konusunda hararetli bir tartışma yürütüldü. Genel olarak BSP'den gelen kimi unsurlar partinin adında sosyalizm sözcüğünün yer almasını isterken, özellikle GBK'den gelen kimi çevreler ise partinin adında sosyalizm sözcüğünün yer almaması konusunda diretiyorlardı. Sonuçta Özgürlük ve Dayanışma adında uzlaşıldı.
Bu ad tartışmasını hatırlatmamın nedeni "niçin şu ya da bu sözcük seçildi veya seçilmedi" gibisinden bir eleştiri başlatmak değil, ÖDP program ve tüzüğüne yansıyan ve bir bütün olarak kurulan yapının anlayışında kendisini gösteren bir paradoksa işaret etmektir. Esas olarak "sosyalistlerin ve devrimcilerin birliği"nin düşünsel siyasal temeli olarak oluşturulan program ve tüzük ne sosyalist olmuştur ne de devrimci. Yine esas olarak "sosyalistlerin ve devrimcilerin birliği"nin örgütsel ifadesi olarak kurulan parti ne sosyalist olmuştur ne de devrimci. Tek tek ele alındıklarında her biri (en azından söz ve yazı düzeyinde) çok daha ileri platformları savunan çevre ve gruplar biraraya geldiklerinde çok daha geri bir platform üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Sosyalistler ve devrimciler ne hikmetse sol-liberal, reformcu bir platform oluşturmuşlardır.
Şimdi bu paradoksu açıklamaya, program ve tüzüğe ve bu temeller üzerine kurulan partiye sosyalizmin ve devrimciliğin değil de sol-liberal reformizmin yansımasının kanıtlarını göstermeye çalışacağım.
Sınıf Partisi Değil Kitle Partisi
ÖDP tüzüğünün 2. ve 4. maddeleri partinin tanımını ve partinin niteliğini/işleyiş ilkelerini veriyor. Madde 2'ye göre "Özgürlük ve Dayanışma Partisi tüm emekçilerin, ezilenlerin ve onlarla aynı saflarda yer almayı ve yeni bir dünya kurmayı isteyenlerin partisidir."2 Madde 4'e göre "Parti, 2. maddede belirtilen dinamiklere dayanan, politikayı onların her düzeyde söz ve karar sahibi olması olarak anlayan çoğulcu bir kitle partisidir."3 Yani ortaya çıkan uzlaşmaya göre ÖDP bir sınıf partisi değil, çoğulcu bir kitle partisidir.
Bilindiği gibi sosyalizm işçi sınıfının ideolojisi ve düzenidir. Sosyalistler de işçi sınıfının devrimcileridir. Sosyalistler işçi sınıfının ideolojisini savunurlar, kurdukları parti de sınıfın partisidir. Bu parti işçi ve emekçi kitleleri örgütleyerek politik bir devrimle işçi sınıfının düzeni olan sosyalizmin kuruluşuna öncülük eder. Demek ki ÖDP tüzüğüne göre sosyalistler en temel ilkeleri olan sınıf partisinden vazgeçmişlerdir. Sınıf partisi olmadan kapitalist sınıfa karşı sınıf mücadelesini tutarlı bir biçimde sürdürüp sonuca ulaştırmak ve işçi sınıfının kurtuluşunu sağlamak imkânsızdır.
Kuşkusuz sınıf partisi de kitleselleşmek ister, ama bu kitleselleşme sınıfın ilkeleri ve görüşleri temelinde verilen sabırlı ve uzun vadeli mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkar. Böyle yapılmadığında, sınıfın ilkelerini savunmanın başlangıçta getireceği çok çeşitli baskı ve zorluklar göze alınmadığında, ilkeleri önemsemeden "herkesi yakalamayı" amaçlayan bir kaptıkaçtı gerçekçiliği tercih edildiğinde sınıfın amaçlarından uzaklaşılmış olur, kapitalist düzenin bir aksesuarı durumuna düşülür. Sınıf partisi, kitleleri sınıfın ilkeleri temelinde kazanmalıdır, sınıfın çevresinde birleştirmelidir; daha çok kişiye daha kolay hitap etmek, burjuva çevrelerin gözüne girmek amacıyla sınıfın ilkelerinden vazgeçilmemelidir. Kitleler sınıfın bilinci seviyesine yükseltilmelidir, kitleleri kazanma adına geri bir bilince, daha doğrusu bilinçsizliğe teslim olunmamalıdır.
Devrimci Değil Reformcu
Gelelim ÖDP'nin ikinci ağırlıklı çevresini oluşturan devrimcilere. Bu incelememi yaparken elimde ÖDP'nin 71 sayfalık Program ve Tüzüğü var. Bu program ve tüzükte devrim sözcüğü bir kez bile geçmiyor. Devrimci sözcüğü ise yalnızca -evet yalnızca- bir kez geçiyor. Devrimci sözcüğünün kullanıldığı tek yer programdaki şu paragraftır: "Ancak siyasal ve toplumsal alanda devrimci bir değişimin, emekçilerin partisinin herhangi bir biçimde hükümet olmasıyla değil, bizzat işçilerin ve emekçilerin kendilerini yönetmesiyle gerçekleşeceğini bir an bile gözden yitirmez."4
Başka konularda sözcük kullanımında hiç de tasarruflu olmayan program ve tüzükte iş devrim ve devrimci kavramlarına gelince ortaya çıkan bu aşırı tasarruf devrimcilerin en temel ilkeleri ve hedefleri olan devrimden vazgeçtiklerini gösteriyor. Tabii devrim sözcüğünü bile kullanmayan bir program ve tüzükte bir siyasal devrim anlayışı, bu siyasal devrimi bir kaldıraç olarak kullanarak toplumsal bir devrimi başlatma anlayışı beklemek pek gerçekçi olmasa gerek. Siyasal devrimden, siyasal iktidarı ele geçirmekten, kapitalist sınıfın diktatörlüğüne son vermekten vazgeçince de kapitalist düzen içinde kimi reformlarla yetinmekten başka bir yol kalmaz.
Buraya kadar söylediklerimi belki de şekilci bulabilirsiniz. ÖDP'nin sınıf partisi değil de kitle partisi olduğunu söylemesinin sosyalizmden vazgeçme anlamında yorumlanmasını, devrim ve devrimci sözcüklerini bile kullanmamasının devrimden vazgeçme anlamında yorumlanmasını yanlış bulabilirsiniz. Her ne kadar upuzun bir sınıf mücadelesi tarihinden kaynaklanan anlam yüklerine sahip sözcük ve kavramların önemli olduğuna inansam da, kuşkusuz burada sözcük ve kavram avcılığı yapmıyorum. Sınıf partisi kavramı yerine kitle partisi kavramının tercih edilmesi ve devrim kavramının hiç kullanılmaması program ve tüzüğün bütününe sinen anlayışın, ÖDP mantığının göstergesi olmasaydı belki de bu kadar titizlenmeye gerek kalmazdı.
Kapitalist Mülkiyet Sorunu Yok Sayılıyor
Program ve tüzüğün bütününe sinen reformcu anlayışın, sosyalizmden ve devrimden vazgeçişin temel kanıtı Türkiye'de egemen düzenin sosyal ve ekonomik temellerine yönelik bir tek önleme bile yer verilmemiş olmasıdır. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son vermeyen ve kâr ilkesini toplumu yönlendiren ilke durumundan çıkarmayan bir sosyalizm olur mu? Günümüz dünyasında bu yolda köklü adımlar atmayan, en azından üretim araçları üzerindeki büyük sermaye mülkiyetine son vermeyen bir devrim olur mu?
Herhangi bir yanlış anlamayı veya kaçamağı önlemek için burada sosyalist devrim mi demokratik devrim mi, aşamalı devrim mi aşamasız devrim mi, Türkiye'de egemen olan sermaye sınıfı mıdır, işbirlikçi tekelci sermaye midir, oligarşi midir gibi bir tartışma yürütmediğimi vurgulamak isterim. Bu konularda benimsenen tutum ne olursa olsun ve nasıl bir tanımlama getirilirse getirilsin, emperyalistlere ve yerli kapitalist holdinglere ait bankaların, sigorta şirketlerinin, sanayi, ticaret ve tarım işletmelerinin kamulaştırılması, dış ticaret şirketlerinin kamulaştırılması, büyük toprak sahiplerinin mülkiyetine el konulması, büyük medya şirketlerinin kamulaştırılması, bütün bu kurumların işçi ve emekçilerin kollektif mülkiyeti haline getirilmesi ve emekçilerin kollektif yönetimi altına alınması sağlanmadan sosyalizm ve devrimden söz edilebilir mi?
Bu can alıcı önlemlerin hiçbiri ÖDP Program ve Tüzüğünde yer almıyor.
Türkiye, dünyada gelir dağılımı en bozuk ülkeler arasında yer alıyor. Milyonlarca insan açlık sınırları içinde yaşarken nüfusun en üst tabakasını oluşturan yüzde beşlik bir kapitalist azınlık muazzam servetini nasıl harcayacağını bile bilmez bir şımarıklık içinde lüks ve sefahat içinde gününü gün ediyor. Gelir dağılımındaki bu olağanüstü bozukluk artık burjuva çevrelerinin bile alarm zilleri çalmasına yol açacak kadar gündemdeyken ÖDP'nin bu bozukluğu ortadan kaldırmanın temel önleminin kapitalist büyük mülk sahiplerinin mülklerine, fabrikalarına, bankalarına, ticarethanelerine, çiftliklerine, basımevlerine, radyo ve televizyon yayın istasyonlarına, enerji ve telefon santrallerine vb. el koymak olduğunu unutması inanılmaz bir durum oluşturuyor. ÖDP için mülkiyet sorunu diye bir sorun bulunmuyor. Koçların, Sabancıların, Eczacıbaşıların, Karamehmetlerin, Doğanların, Bilginlerin, Bayramların, Bodurların, TÜSİAD ve MÜSİAD patronlarının elindeki ekonomik gücün topluma devredilmesi talebi ÖDP'nin gündeminde yer almıyor. Ekonomik iktidarın TÜSİAD ve MÜSİAD patronlarının elinde olduğu bir ülkede emekçiler nasıl özgür olacak acaba? Ekonomik iktidarın sermayenin elinde bırakıldığı bir ülkede "üretenlerin yönettiği, ezen ve ezilenlerin olmadığı, toplumun üzerindeki askeri, polisiye ve bürokratik baskı ve denetimin ortadan kalktığı, ekonomik karar ve planlama süreçlerinin çalışan ve üreten çoğunluğun iradesine dayandığı bir dünya"nın 5 izi bile olur mu? İnsanın insanı sömürmesine, sermayenin emek üzerindeki boyunduruğuna sihirle, büyüyle, duayla ve dilekle son verilemez ki!
İşçi sınıfı önderliğinde bütün emekçi kitleleri seferber eden bir politik devrim yoluyla sermaye sınıfı mülksüzleştirilmedikçe sömürüye son verilemeyeceği Komünist Manifestodan bu yana artık herkesin bildiği bir gerçektir. ÖDP'nin kapitalist mülkiyet sorununu tümüyle yok sayması sosyalist ve devrimci bir parti olmadığının temel göstergesidir. Çünkü Marks ve Engels'in belirttiği gibi, işçi sınıfı devrimcileri "her yerde, mevcut toplumsal ve siyasal düzene karşı her devrimci hareketi desteklerler. Bütün bu hareketlerde, o andaki gelişme derecesi ne olursa olsun, mülkiyet sorununu o hareketin esas sorunu olarak ön plana çıkarırlar."6
ÖDP'nin Mücadele Ekseni ve Talepleri
Mülkiyet sorununu esas sorun olarak ön plana çıkarmak şöyle dursun, böyle bir sorunu tamamen gözlerden kaçıran ÖDP neleri ön plana çıkarıyor? ÖDP pogramının en geniş kısmını oluşturan "Mücadele Ekseni ve Talepler" bölümünde yer alan başlıkların hepsini sırasıyla veriyorum:
Derhal Barış! (s. 16)
Şovenizme ve Faşizme Son! (s. 17)
Sınırsız Din ve Vicdan Özgürlüğü! (s. 18)
Halk Egemenliği ve Sınırsız Siyasal Özgürlük! (s. 19)
Yargıda Bağımsızlık, Hukukta Saydamlık! (s. 21)
Kentlere Demokrasi! (s. 21)
Üretenler Yönetsin! (s. 24)
Herkese İş, İşçiye Özgürlük! (s. 26)
Özgür ve Yaratıcı Bir Kültürel Ortam (s. 28)
Kadınlara Özgürlük! (s. 30)
Gençlere Söz ve Yönetim Hakkı! (s. 31)
Arkadaşıma Dokunma! (s. 33)
Çevrenin Tahribine Son! (s. 33)
Emperyalizmin Tahakkümüne Son! (s. 34)
Bu taleplerin hepsinin önemli olduğu şüphe götürmemekle birlikte sosyalist ve devrimci bir partinin vazgeçilmez talebi olan kapitalist mülkiyetin kamulaştırılması doğrultusunda herhangi bir niyeti bile ortaya koymadığı açıktır. Böyle bir niyet olsaydı bunun en kolay ortaya koyulabileceği bölümler olan "Üretenler Yönetsin!", "Herkese İş, İşçiye Özgürlük!" ve "Emperyalizmin Tahakkümüne Son!" bölümlerine baktığımızda yargımız daha da kesinleşiyor.
"Üretenler Yönetsin!" başlığı altında temel ekonomik kararların "emekçi örgütleri ve temsilcilerince denetlenmesi" ile bu kararlarda "şirket idareleri[nin] değil, halk temsilcilerinin ve emekçi örgütlerinin tavsiye ve kararlarına dayanan demokratik planlama organları[nın] belirleyici olma[sı]"7 öngörülüyor. Sözü edilen şirketlerin mülkiyetleri kapitalistlerin elinde kaldıkça nasıl hayata geçirileceği hiç de belli olmayan kuru bir dilekten ibaret bu talepler bu bölümdeki en ileri talepler olarak kalıyor. Anlaşılan ÖDP'nin kapitalist mülkiyete dokunmaya, kamulaştırmaya karşı sistemli bir allerjisi var.
"Herkese İş, İşçiye Özgürlük!" bölümünde işçilere tanınan özgürlük sigortalı çalışma, sendika, grev ve toplu sözleşme ve emeklilik hakkını içeriyor. İşçilere tanınan özgürlük, işçilerin kollektif emeğin üyeleri olarak işletmelere sahip olmaları, onları yönetmeleri, sermayenin baskısından ve sömürüsünden kurtulmalarını hiçbir şekilde içermiyor. Kısacası işçiye, burjuva anlamında özgürlük, kapitalistin boyunduruğu altında "özgür" bir vatandaş olarak çalışma özgürlüğü tanınıyor.
"Emperyalizmin Tahakkümüne Son!" bölümünde ise NATO'dan çıkılacağı açık olarak belirtilmediği, Gümrük Birliği konusunda sessiz kalındığı, dış ticaretin kamulaştırılacağı talebi öne sürülmediği gibi Türkiye'deki yabancı sermaye yatırımlarının kamulaştırılacağı talebinde de bulunulmuyor. Sermayenin uluslararası dolaşımının kontrol altına alınması gibi, bırakın bir emekçi cumhuriyetini, bağımsız herhangi bir devlet için bile olmazsa olmaz bir nitelik taşıyan canalıcı bir önlem ÖDP'nin aklına bile gelmiyor.
Sosyalist bloku dağıtmanın zafer sarhoşluğu içerisindeki kapitalist ideologların liberal propagandaları ÖDP üzerinde öylesine etkili olmuş ki, program yazarlarının aklına gelen tek şey "Sermayenin uluslararası dolaşımının serbest olduğu bir dünyada, emeğin serbest dolaşımı talepleri de yükseltilmelidir."8 demek olmuş. Sermayenin uluslararası dolaşımına bir itirazı yok yani, onu doğal durum olarak kabul ediyor, sorgulamıyor, bunun yanına bir lütuf ister gibi utangaç bir talepte bulunuyor... Emeğin serbest dolaşımı temel bir insanlık hakkıdır. Bunu talep etmek için dünya halklarını tarifsiz yıkımlara sürükleyen uluslararası sermaye hareketlerinin özgürlüğünü doğal sayıp kabul etmek, liberal kapitalist mantığa, yani bu durumda uluslararası emperyalizme teslim olmak gerekmez. Dış ticareti ve sermaye hareketlerini kontrol etmeyen bir ülke bırakın yeni bir düzen kurmayı, bağımsız bile kalamaz, ekonomik olarak güçlü devletlerin fiili sömürgesi durumuna düşer.
İçi Boşaltılan Kavramlar
Bütün bunları görünce ÖDP'nin "kapitalizmin sınırlarını bugünden aşmaya yönelen bir eylem ve mücadele planına sahip"9 olduğu iddiası ne yazık ki en hafif deyimiyle tamamıyla havada kalıyor. Görüldüğü gibi ÖDP'nin hiçbir talebi kapitalizmin sınırlarını aşmaya yönelmiyor, hepsi kapitalizm sınırları içinde kalıyor. Zaten mülkiyet sorununu ön plana getirmeden, artı değer sömürüsüne son vermeden kapitalizmin sınırlarını aşmak bir hayalden başka birşey değildir. ÖDP'nin ise kapitalist mülkiyete kısmen olsun dokunmak gibi, yani sadece emperyalistlere ve büyük sermayeye ait mülkiyete el koymak gibi bir devrimci radikal talebi bile ne yazık ki yok. Program ve Tüzükte kapitalizm sözcüğü sık sık geçmesine geçiyor da, kavramın özel mülkiyetle ilişkisi bile kurulmuyor ve içi boşaltılıyor.
Daha önce de belirttiğimiz gibi ÖDP'nin kuruluşunda belirleyici rol oynayan eski sosyalist demokratlar ile eski devrimci demokratlar, demek oluyor ki, kapitalizm sınırlarını aşmayan bir demokratlık paydasında anlaşmaya varmışlar. Sosyalist demokratlar, sosyalistliklerini, devrimci demokratlar devrimciliklerini bir yana bırakıp düpedüz demokrat bir program ortaya çıkarmışlar.
Henüz bu büyük dönüşümün farkına varmayan sosyalistlere ve devrimcilere ise rüşvet-i kelâm türünden içi doldurulmamış sloganlar ve kavramlar vermişler. Üstelik bu rüşvet-i kelâm verilirken, "militarist ve cinsiyetçi olmayan bir sosyalizm" tanımlaması yapılarak sanki militarist ve cinsiyetçi bir sosyalizm olabilirmiş gibi, sosyalizme ve sosyalistlere açıkça hakaret edilmiş.
Kısacası köprülerin altından çok su akmış, tek yol devrim noktasından tek yol reform noktasına gelinmiş. Bugüne kadar kendini komünist, sosyalist veya devrimci olarak tanımlayan hiçbir parti veya grup, aşamalı bir strateji benimseyenler dahil, emperyalistlerin ve büyük sermayedarların sermayesine el koymayı ve dış ticareti ve sermaye hareketlerini kontrol altına almayı reddetmemişti. Buna ÖDP kuruluşuna katılan bütün eski çevreler de dahildir. Sosyalizmden ve devrimcilikten liberalizme bu kayma, yeni dünya düzenine bu ayak uydurma gerçekten hazin.
Sosyalist ve devrimci her programın olmazsa olmaz bir şartı olan siyasal devrim ve bu devrimin çeşitli alanlardaki gerekleri konusuna değinilmemesi, yakın dünya tarihinin en uzun süreli resmi ideolojisi olan kemalizm konusunda bir tek sözcük edilmemesi gibi noktalara sadece değinip geçiyoruz. Ulusal sorun konusundaki köklü eksikliklerin ise belki de legal partilerin üzerinde Damoklesin kılıcı gibi duran kapatılma tehdidinden kaynaklandığı öne sürülebilir.
Demokrasi Mücadelesi
Bu noktada yaygın olarak savunulan bir görüşü ele almak istiyorum. Bu görüşün savunucularına göre, evet, ÖDP sınıf partisi değildir, sosyalist parti değildir, ama Türkiye'nin öncelikle demokrasi mücadelesine ihtiyacı vardır ve bu mücadelenin taşıyıcısı ÖDP'dir. Bu yüzden herkesin ÖDP'de buluşması, sınıf partisi ve sosyalizm gerekçesiyle dışarıda kalıp demokrasi mücadelesini bölmemesi gerekir.
Sosyalistlere yöneltilen "demokrasi mücadelesini bölme" suçlamasının daha sosyalizmin ortaya çıktığı tarihten beri burjuva çevrelerinin dilinden düşmeyen beylik bir suçlama olduğunu belirttikten sonra işin özüne gelelim.
Türkiye'nin bütün temel sorunları, demokrasisizlik ve hukuksuzluk dahil, Türkiye'nin emperyalist-kapitalist dünya sistemi içerisinde kapitalist bir ülke olmasından kaynaklanıyor. Türkiye'de -başka ülkelerde de olduğu gibi- ne ölçüde demokrasi olacağını belirleyen ana etken emek ile sermaye arasındaki güç dengesidir. Türkiye'de işçi sınıfı kapitalizme karşı ne ölçüde güçlü bir mücadele verir ve diğer emekçi kitleleri de kendi etrafında toplayarak kapitalist sınıfa karşı seferber ederse, o kadar demokrasi olacaktır. Sınıf mücadelesinden ve bu mücadelenin dengelerinden bağımsız bir demokrasi olmamıştır ve olmayacaktır. Türkiye tarihinin nispeten en demokratik dönemlerini sosyalist mücadelenin en güçlü, sınıf mücadelesinin en yaygın olduğu dönemlerde, örneğin 1960'larda ve 1970'lerdeki yükseliş dönemlerinde yaşadı. Dolayısıyla demokrasi mücadelesini geliştirmek adına sosyalizmi, sosyalist mücadeleyi, sınıf partisini reddetmek insanın kendi bindiği dalı kesmesi anlamına gelir. Sosyalist mücadele işçi sınıfının kendi öz hedeflerine, emeğin kurtuluşuna kavuşması açısından gerekli olduğu gibi, yan ürün olarak demokrasiyi geliştirmesi sonucunu da doğurur. Demokrasi mücadelesi sosyalizm mücadelesine bağlı olarak sürdürülmediğinde demokrasi mücadelesi de aslında sekteye uğratılmış olur.
Türkiye'de demokrasi mücadelesine kuşkusuz ihtiyaç vardır, ama açıkladığım perspektifle yürütülmediğinde bu doğrultuda bile pek yol alınamaz. ÖDP'nin programında dile getirilen anlayışı aslında salt demokrasi mücadelesi açısından bile çok geridir. ÖDP programı kapitalist mülkiyetin hiçbir şekline dokunmayı öngörmeyen, "tapuyu deldirmeyen", kapitalist batı ülkeleri ölçüsünde bir burjuva demokrasisi programıdır. Henüz sosyalist olmayan devrimci ve radikal bir demokrasi programında bile tapunun delinmesi, hiç olmazsa egemen tekel mülkiyetinin kamuya devredilmesi öngörülür. ÖDP'yi oluşturan çevreler kendi eski programlarına bile bir göz atsalar bu hükmü görebilirler. Üstelik ÖDP kurucuları arasında daha önce böyle programların yazılışına bizzat katılmış ve kapitalizmi aşabilmek için böylesi hükümlerin zorunlu olduğunu yazılarıyla, konuşmalarıyla, dersleriyle savunmuş, bu bilgileri çevrelerine öğretmiş isimler de var. Yani sorun bilgisizlikten, tecrübesizlikten kaynaklanmıyor. Sosyalizmden liberalizme doğru bir görüş değişikliği, bir bakış açısı değişikliği meydana gelmiş. Tercihler, idealler, değerler değişmiş. Bu değişime rağmen, kimi ÖDP yöneticilerinin geldikleri çevrelere göre zaman zaman "TİP bugün ÖDP'dir", "TSİP bugün ÖDP'dir", "TKP bugün ÖDP'dir", "Dev-Yol bugün ÖDP'dir", "Kurtuluş bugün ÖDP'dir" veya "Emek bugün ÖDP'dir" demeleri bu gerçekler bağlamında tümüyle temelsizdir. ÖDP ile bütün bu sayılanlar arasında -öncekilere yöneltilebilecek bütün eleştiriler hesaba katıldığında bile- öncekilerin lehine, ÖDP'nin aleyhine siyasal ve ideolojik bir nitelik farkı vardır.
Kimileri de sosyalizmi savunduğumuzda tecrit olacağımızı, kitlelerin geri bilinçleri nedeniyle bizi dışlayacağını, bu yüzden taleplerimizi ister istemez yumuşatmak zorunda olduğumuzu, bu nedenle ÖDP'nin kapitalist sınırlar içinde kalsa da bir demokrasi programıyla ortaya çıkmasının haklı olduğunu savunuyor. Bu görüşe katılmak mümkün değil. Emekçi kitlelerin içinde bulunduğu sefaletin boyutlarını, insanların nasıl bir çıkış yolu arayışı içinde olduğunu bilmeyenlerin üretebileceği bir görüş bu. Hastalandığında ameliyat parası bile bulamayan, çocuklarına insanca bir hayat yaşatamayan, sürekli horlanan ve itilip kakılan, buna karşılık kapitalist azınlığın nasıl bir saltanat içinde yaşadığını her gün televizyonlardan gören insanların bankerlerin, büyük patronların, kodamanların mülküne dokunulacak diye sosyalistlerden uzaklaşacağını sanmak gülünçtür. Aksine insanların çoğu zulümden nefret ediyor, eşitlik ve adalet arıyor. İnsanlar içinde bulundukları çaresizlikle eşitlik ve adaletin sırf demagojisini yapan, aslında ortaçağ düzenine dönüşü talep eden, en saçma ve bağnaz görüşleri savunan şeriatçılara, faşistlere bile kulak veriyor. İşçi ve emekçilerin kurtuluş öğretisini, hem insanca hem de akılcı olan sosyalist fikirlerimizi, bu fikirlerin asıl sahibi olan işçi ve emekçilere anlattığımızda, bütün engelleri aşıp onlarla birebir ilişki kurduğumuzda bize kulak vereceklerdir. Yeter ki bu çabayı gösterelim. Bu çabanın ilk adımı düşüncelerimizi açık açık, herhangi bir otosansüre tabi tutmadan, kendi bütünlüğü içinde dile getirmektir. Sosyalizmi, insanlık tarihinin en haklı ve en tutarlı felsefesini, kendi inancımızı savunmaktan utanmamaktır.
ÖDP'deki Sosyalistler
Peki bu kadar eleştiri yönelttiğim ÖDP'de sosyalistler ve devrimciler yok mu? Tabii ki var, hem de sayıları hiç de küçümsenmeyecek kadar. Ancak, bu sosyalist ve devrimcilerin bulundukları yapının sosyalist ve devrimci bir yapı olmadığını bilmeleri gerekiyor. Sosyalizm ve devrim için mücadele etmeyen sosyalist ve devrimciler nasıl tuhaf bir gerçeklik olursa, sosyalist ve devrimci olmadığını, burjuva demokrasisini hedefleyen reformcu bir parti olduğunu programı ve tüzüğüyle açıkça ortaya koyan bir partiyi ille de sosyalist yapacağım, ille de devrimcileştireceğim diye uğraşmak da nafile bir çabadır. Bu kafa karışıklığı hem sosyalizm mücadelesinin hem demokrasi mücadelesinin yerli yerine oturmasını da engeller. Her ikisini de zayıflatır. ÖDP yönetiminin sosyalist bir cumhuriyet değil de özgürlükçü demokratik bir cumhuriyet sloganını öne sürmesi karşısında ÖDP içindeki sosyalistlerin gösterdiği tepki içsel haklılığının yanısıra ÖDP'nin yerli yerine oturması açısından bir kafakarışıklığını da gösteriyor.
Asıl Yönelim
Hâlâ sosyalist olduğunu iddia eden ama sosyalizm için mücadeleyi "gerçekçi" olmadığı için "şimdilik" (bana göre süresiz bir şimdilik) kabul etmeyen, demokrat oldukları halde kendilerini demokrat olarak niteleyenlere kızan yeni demokrat liderlerin ister istemez ilkesiz politika cambazlarına dönüşeceklerini, Türkiye'de gerçekten ağır koşullarda sürdürülen sınıf mücadelesi bağlamında yozlaşıp bir tür Tony Blair veya son olarak bir halk ayaklanması dalgasının Arnavutluk başbakanlığına getirdiği Fatos Nano'nun "pragmatik bir politikacı olarak kendimi Tony Blair ile Lionel Jospin arasında bir noktaya yerleştiriyorum"10 demecindeki gibi bir ikbal avcısı adayı olduklarını düşünüyorum.
ÖDP'nin sosyalist olmayan demokratik yönelimi aslında günlük pratiğinden ve hedef kitlesinden de anlaşılıyor. Program ve tüzükte işçi sınıfı nasıl sınırları belirlenmemiş bir "emek güçleri" terimi içinde eritiliyor, sınıfa ağırlık verilmiyorsa, örgütlenme ve siyaset pratiğinde de fabrikalarda ve işletmelerde çalışan proletaryaya değil, reklam yazarları, küçük işletme sahipleri, üst ve orta düzey yöneticiler, zaman zaman borsada oynayan küçük yatırımcılar gibi kaybedecek şeyleri olan kesimlere yöneliniyor. Bunun sonucu olarak da, doğrudan doğruya emekçileri örgütlemeye yönelik sabırlı ve uzun vadeli çalışmaların, birebir ve kalıcı ilişkilerin yerini medyatik eylemler alıyor. Burjuva medyasının olası tepkileri siyasal çalışmalarda adeta belirleyici bir etken durumuna getiriliyor.
Sonuç
Sosyalizm mücadelesinin günümüzde hiç de moda olmadığını biliyorum. Ne yazık ki baskı ve sömürüden kurtulmak, bebelerimize sağlıklı, dürüst, mutlu ve eşit insanlardan oluşan yeni bir dünya verebilmek için zahmetli sosyalizm mücadelesi dışında başka bir yol yok. Kestirme ve kolay yollar vaadeden moda akımlar ta Marks ve Engels'in zamanından beri hep oldu, hep olacak. Bunlara kapılınca bir yere varılmadığı, sömürü düzeninin değişmediği, insanın kendisine yabancılaşmasına son verilemediği dünyadaki ve Türkiye'deki örneklerle sabittir. Sınıf partisi, sınıf mücadelesi, devrim, sosyalizm hâlâ kilit kavramlarımız olmak zorunda. ÖDP Program ve Tüzüğünü de bu anlayışla değerlendirmek gerekiyor. Bu yazı bu yolda alçak gönüllü bir deneme niteliğindedir.