Sayı 1 Eylül 1989 Barış savaşımında Türkiyeli olmak
Barış savaşımında Türkiyeli olmak
Ali Saim Tekin
1 Eylül 1939, Nazi Orduları'nın Polonya sınırlarını aşarak insanlığı İkinci Dünya Savaşı cehennemine sürüklediği tarih. Milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına yolaçan bu savaşın bitiminden sonra "bir daha asla olmasın" ana sloganıyla, 1 Eylül, dünyadaki barış güçlerince Barış Günü kabul edildi. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne dek ortaya çıkan yerel-bölgesel savaşlarda ölenlerin sayısının bu Savaş'ta ölenlerinkini aşması engellenemedi. Dahası, bu süreçte, dünyamızı onlarca kez ortadan kaldıracak miktarda nükleer silahın üretilmesiyle, dünyamız patlamaya hazır bir barut fıçısına çevrildi. 1 Eylül 1989'dabu nükleer çılgınlığa son verme uğrunda, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurma doğrultusunda güçlerimizi seferber edebilme dileğiyle
İkinci Dünya Savaşı, elli yıl önce, 1 Eylül'de başlamış, faşist Almanya teslim olduğunda, ardında milyonlarca ölü bırakarak sona ermişti. 1944 sonrası insanlık, savaşı ve faşizmi tarihe gömmek için, kendine yetecek kadar neden, kendine yetecek kadar acıya sahipti.
Gücünü böylesi pekişmiş bir kararlılıktan alan dünya barış güçleri, ilerici insanlık karşısında, faşizm, yaratıcıları ve gizli/ açık destekçileriyle, o gün bugün "görünen yüzünü değiştirmeye çabalıyor. Hiçbir zaman "klasik" dönemindeki kadar kitle desteği bulamayacağını bilerek, ama emekçi sınıflara, insanlık değerlerine, demokrasiye ve sosyalizme olanca hıncını koruyacak, yeryüzünde varlığını sürdürmeye çalışıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın mimarı emperyalizm, 1944 sonrasında da dünyanın dört bir yanında yeni savaş ateşleri yaktı. Saldırganlığını paktlaştırdı, NATO'yu kurdu. Nükleer silahlanmada ulaştığı düzeyle, ulusal kurtuluş savaşlarını boğma girişimleriyle, çıkarlarına ters her gelişmede her karış yeryüzü toprağını kendi sınırları içinde görme aymazlığıyla, insanlık için tehdit olma niteliğini sürekli arttırdı.
Emperyalizme, faşizme, savaş kışkırtıcılığına ve militarizme karşı on yıllardır yürütülen, silahsızlanma ve barış savaşımı, IMF anlaşmalarıyla kazanımlarının doruğuna ulaştı. Bu savaşımın, dünyamızı, "nükleer silahsız bir geleceğin" kapılarına doğru götürüyor olması, haksız olmayan bir umutla da olsa, gözlerimizi kamaştırmamak. Dünün şahinleri Reagan ve Bush'un son dönemdeki "barış havarilikleri", uyanıklılığımızı yitirtmemeli, yerel ve uluslararası sorumluluklarımızı göz ardı ettirtmemeli.
Unutmamalıyız ki, hala, ABD emperyalizminin yeni nükleer bombardıman uçağı "Yarasaları aymazlıkla dünyaya sergileyebildiği, uzayı silahlandırma çabalarını hızla sürdürdüğü; uluslararası emperyalizmin,, sosyalizm, demokrasi ve barış savaşımının kazanımlan arasında "gedikler" aradığı Latin Amerika, Orta Amerika, Ortadoğu, Yakındoğu, Afganistan, Güneydoğu Asya, Uzakdoğu Asya, ve Güney Afrika'da değişen dengelere her an doğrudan müdahele etmeye hazır olduğu; desteklediği karanlık güçlerle bu dengeleri lehine çevirmeye çalıştığı bir dünyada yaşıyoruz.
Unutmamalıyız ki, hala dünyamızda faşist ve askeri diktatörlüklerin kanlı pençeleriyle yönetilen ülkeler var.
Dahası, böylesi bir dünyada Türkiyeli olmanın ayrı bir önemi vardır. Ülkemizde, 10 milyon insan resmi demeçlerde "düşman" ilan edildi. Bir ulusun "toplu imhası" tartışılıyor. Kimyasal bombalarla yeni bir "Halepçe" yaratma emelleri, "önerdiği yöntemler şimdilik kabul edilmemiş" resmi ağızlardan ifade edilebiliyor. Hepsinden önemlisi, tam da böylesi bir tarihsel uğrakta dünya ezilen halklarının can düşmanı Abromowitz, ABD Büyükelçisi olarak ülkemize atanıyor. 1 Eylül'de silah sanayii fuarları açılıyor.
12 Eylül'le birlikte birçoklarının "kış uykusu"na yattığını düşündüğü reaksiyoner faşist hareket, bu süre içinde hiç de boş durmadı. Hükümet, parlamento, ordu, polis, mafya içinde çok önemli mevzileri, kilit noktaları eline geçirdi. Dünya ölçeğinde, kitleselleşme düzeyi açısından sahip olduğu sıradışılığı dün olduğu gibi bugün de koruyor.
Gün böyleyken, komünist ve işçi hareketindeki güçler açısından baktığımızda, reform-devrim karşılıklı ilişkisinin barış savaşımında gündelik, geçici olan ile uzun vadeli, kalıcı olan arasındaki bağa taşınmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu ilişkinin doğru kavranışı barış savaşımına doğru yaklaşımın temelini oluşturur.
Doğru kavranış politika alanında somut karşılığını nasıl buluyor? Birinci olarak, barış savaşımının yığın girişimi temeline oturtulması sağlanmalıdır. Ülkemizdeki barış savaşımında seçkinci-üstenci anlayış bugüne dek egemen olagelmiş, bu da barış hareketinin ülke çapında örülmesinin önündeki ana engel olmuştur. Bugün, barış savaşımına sınıf karşıtından partner arama anlayışıyla yaklaşanlar aynı seçkinci-üstenci anlayışı sürdürmektedirler.
Batıda ise, İkinci Dünya Savaşı ertesinde başlayarak Stockholm Çağrısı'nda ilk doruklarından birini yaşamış bulunan barış hareketi esas itibariyle yığın girişimini temel alan ve bu temelde aydınların, toplumun saygın kişilerinin de desteğini alarak etkinlik sağlayan bir eylem olmuştur. İşte bugün Batı ülkelerinde barış hareketinin, gençlik başta olmak üzere hemen tüm toplumsal kesimlerden böylesine aktif bir destek almasının, istemleri çevresinde yeni politik örgütlenmeler oluşturmasının arkasında böylesi bir çalışmanın tarihsel mirası vardır.
Yığınsal bir barış hareketinin örülebilmesi için, kuşkusuz, sınırlayıcı olmayan, barıştan yana her insanın bir şeyler katabileceği örgütlenme ve eylem biçimleri bulunmalı ve barış hareketi yalnızca toplumsal devrimi çabuklaştıracak bir araç olarak değil, kendine özgü hedefleri olan bir amaç gitgide önemi artan bir amaç olarak görülmelidir.
İkinci olarak, bu yığınsal barış hareketi içinde komünistler, uzun vadeli, kalıcı olanı, bir an için olsun gözden kaçırmamalıdır. Bu da, günlük barış savaşımının kalıcı barışın sağlanabilmesi için gerekli olan noktaya, barış karşıtı güçlerin iktidardan alaşağı edilmesi hedefine yönlendirilmesini göz önünde bulundurmayı zorunlu kılar.
Barış savaşımı, her uğrakta somut hedefler çerçevesinde yoğunlaşır. Bu somut hedef, o uğrakta barışı tehdit eden ana güçle bağlantılıdır.
1912 Basel Çağrısı emperyalistler arası savaş tehditine karşı, Stockholm Çağrısı atom silahlarına karşı vb. gibi.
Ülkemizde de bunun örnekleri vardır: Kore Savaşı'na karşı barışseverlerin çağrısı, ABD üslerine ve NATO'ya karşı anti-emperyalist barış eylemleri, 6.Filo'ya karşı yükselen aktif savaşım, Pershing-2 ve Cruise füzelerine karşı yürütülen kampanya, Savunma İşbirliği Antlaşması'na karşı yürütülen kampanya, Kıbrıs Savaşı'na karşı yükselen barışçı mücadele vb.
Barış savaşımında somut hedeflerin doğru seçilmesi ve bu hedeflerin kalıcı bir barışın sağlanması amacıyla bağlantılı kılınması, barış hareketinin güçlü ve tutarlı olabilmesinin temelidir.
Bugün ülkemizde, nükleer silahlarla donatılmış ABD ve NATO üslerine karşı, ülkemizi bir oldu-bitti ile yüzyüze getirebilecek SEİA'ya karşı, ordudaki devasa modernizasyon çalışmalarına karşı, gün günden geliştirilen silah sanayii yatırımlarına karşı ve de barış uğrunda mücadele, bir yandan dünya ölçeğinde nükleer bir savaş tehdidine karşı yürütülen mücadelenin somut bir bileşeni olmakta öte yandan ülkemizin ABD emperyalizmine bağımlılığına son verme savaşımına sarmaşmaktadır.
1 Eylül 1989'da, Türkiye komünist ve işçi hareketi, tüm barış güçleri, dünya barış ve silahsızlanma mücadelesinin de uyanık takipçileri olarak, savaş kışkırtıcılğına yeni silah teknolojilerine, yöresel müdahale tehditlerine hayır" demektedir.
Ülkemizdeki barış savaşımında seçkinci-üstenci anlayış bugüne dek egemen olagelmiş, bu da barış hareketinin ülke çapında örülmesinin önündeki ana engel olmuştur. Bugün, barış savaşımına sınıf karşıtından partner arama anlayışıyla yaklaşanlar aynı seçkinci-üstenci anlayışı sürdürmektedirler.
Türkiye komünist ve işçi hareketi, tüm barış güçleri, Türkiye topraklarında bir "savaş hali", "olağanüstü hal", "bölge valiliği", "koruculuk" kurumu, kimyasal silah kullanımı istememektedir. "Operasyon" ve "sıcak takip" resmi açıklamaları ardında toplu kırımlara, işkenceye, yakılan cesetlere, kurşunlanan köylülere toplu mezarlara "dur" demektedir. Türkiye topraklarında 10 milyon insanın Kürt olduğu için "düşman" ilan edilmesini tepkiyle karşılamakta; olası gelişmeler karşısında kamuoyunu uyanık olmaya çağırmaktadır.
Türkiye komünist ve işçi hareketi, tüm barış güçleri, savaş kışkırtıcısı, ABD'nin kanlı eli Abromowilz'i, ülkemiz topraklarında istememektedir. "ABD emperyalizmine, SEİA'ya, üslere, NATO'ya hayır", "Bağımsız Türkiye" belgilerini dün olduğu gibi bugün de yükseltmektedir.
Türkiye komünist ve işçi hareketi, tüm barış güçleri, bağımsız bağlantısız bir Kıbrıs'ın önündeki tüm engellerin kalkmasını istemektedir. Kıbrıs'a, Suriye'ye, Bulgaristan'a karşı yükseltilen şoven-milliyetçi, savaş kışkırtıcısı kampanyaya "son" demektedir. Yaşasın 1 Eylül, yaşasın banş ve silahsızlanma mücadelesi!
Nükleer silahlardan arınmış bir dünya için ileri!
Emperyalizme, faşizme, savaş kışkırtıcılığına, militarizme, tüm haksız savaşlara hayır!