10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 1 Eylül 1989 Sıralarında olmakla övünülecek tarih

Sıralarında olmakla övünülecek tarih

Ahmet Şahin

Görüş dergisi Nisan 1989 ve Mayıs 1989 tarihli sayılarında iki bölüm halinde Çağatay Anadol'un Vedat Türkali'yle yaptığı bir söyleşiyi yayımladı. Bu söyleşide de duyurulan Vartan İhmalyan'ın Bir Yaşam Öyküsü adlı kitabı, izleyen süreçte piyasaya çıktı.

Komünist ve işçi hareketimizin tarihine ilişkin bütünsel bir çalışmanın olmadığı koşullarda bu konudaki her çalışma özel bir ilgiye değer oluyor. Hele insanların tarihlerine, köklerine haklı bir dikkat ayırdıkları böylesi bir dönemde sapla samanın ayrılması da önem taşıyor. Ahmet Şahinin bu konudaki yazısı tarihimize ilişkin genel başlıklar çerçevesinde son günlerde yayımlanan kimi söyleşi ve kitapları ele alıyor.

Ardından Mihri Belli'nin Anıları'nın özeti Milliyet Gazetesi'nde tefrika edildi. "Eski tüfekler"le söyleşiler dergi sayfalarında yer alıyor, kitaplaştırılıyor. Bütün bunlar ülkemizde komünist ve işçi hareketinin tarihine duyulan canlı ilgiye tanıklık ediyor. Bu süreçte kendini ülkemiz komünist ve işçi hareketinin geleneği ile bağlı gören kimi çevreler de tarihe özgün yaklaşımlarını ortaya koymaya çalışıyor. Ben bu yazımda komünist ve işçi hareketimizin tarihi konusunda bütünsel bir yaklaşım denemesinden çok kimi satır başlarına işaret etmek ve bunlar çerçevesinde yukarıda değindiğim kimi yazılar konusunda değerlendirmemi yapmak istiyorum.

Birincisi, komünist ve işçi hareketimizin tarihini kişiler temelinde, isterse bu kişiler partilerin genel sekreteri olsun, ele almak, tarihi sultanlar, krallar tarihi olarak irdeleyen idealist tarih anlayışının doğal bir uzantısıdır. Tek tek hiçbir önder ya da komünist, bütünsel bir tarihi temsil edip açıklama güç ve yeterliliğine sahip değildir, olamaz. Tarihin maddeci kavranışı, yani tarihin bilimsel yöntemle ele alınışı, öncelikle nesnel olgu ve süreçlerin nedensellikleri içinde kavranmasını gerekli kılar. Tek tek önderlerin bu olgu ve süreçlerdeki rolü, nesnel akışı hızlandırma, duraksatma ya da geriletme yönünde olabilir. Ülkemiz komünist ve işçi hareketinde oldukça uzun sürmüş işçi hareketinden kopukluk dönemindeki içe kapanıklığın yarattığı öznellikleri aşabilmenin yolu, tarihe maddeci yaklaşımdan geçmektedir.

İkincisi, komünist ve işçi hareketinin tarihi ele alınırken bunu sınıf savaşımınının tarihinden kopuk bir biçimde irdelemek, yine tarihin maddeci kavranışından uzaklaşma anlamına gelir. Bu da, komünist ve işçi hareketinin tarihinin tek tek kişiler temelinde, bunların sözüm ona tipolojileri yaratılarak ele alınmasına elverişli bir zemin oluşturmaktadır.

Üçüncüsü, tarihin gerek kavranışında gerekse yazımında tek başına ne resmi-cansız belgeler, ne de içten-öznel tanıklıklar yeterli olabilir. Bunların yukarıda işaret ettiğim maddeci tarih anlayışı doğrultusunda sentezleştirilmesi belirleyici önemdedir. Bu sentezde ülkedeki sınıf savaşımının tarihi ve bunun içinde komünist ve işçi hareketinin rolü her türlü öznelliği aşmanın nesnel temelini sağlayacaktır.

Dördüncüsü, komünist ve işçi hareketimizin 70 yıllık tarihi derken neyin kastedildiğininin netleştirmeye ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Türkiye Komünist Partisi'nin kuruluş kongresinin hemen ertesinde, değişik kollardan komünist çevrelerin birleşip kaynaşmasında önemli bir rol oynayabilecek olan M. Suphi ve E. Nejat da içlerinde Onbeşler'in katledilmesi, daha baştan komünist ve işçi hareketi içinde değişik zamanlarda farklı biçimlerde kendini belli eden geleneklerin bir potada eritilmemesine neden olmuştur. 1945'te iki parti halinde legalite zorlaması sürecinde de kendini belli eden ve bu sürece gelinceye değin değişik yaklaşımlarla da beslenerek genişleyen farklı anlayışlar, 1951 Tevkifatında TKP örgütünün derin bir yara almasıyla günümüze dek aynı kökten gelen farklı kolların biçimlenmesini belirlemiştir. Bu yaranın derinliği ve farklı biçimlenmelerin varlığı, 1960 sonrasında ülkemizde serpilip boyatan komünist ve devrimci hareketler içinde farklı geleneklerin uluslararası komünist hareketteki tartışmalarla da bağlı olarak vücut bulmasında etken olmuştur. Bugün komünist ve işçi hareketimizin tarihini ele alırken ben tüm bu geleneksel hareketlerin, partileşmiş ya da partileşmemiş çevrelerin ortak tarihini bir arada kavrıyorum.

Beşincisi, tek tek bireylerin tanıklıklarının, bunların hareket içindeki yer ve rolleriyle bağlantılı ele alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum, ikinci ya da üçüncü ağızdan tanıklıklar ya da herhangi bir biçimde içinde yeralınmamış olgu ve süreçler hakkında söylentilere dayalı değerlendirmeler, tarihin kavranışı ve yazımı bakımından pek bir değer taşımıyor diye düşünüyorum. Hele bunlar esas itibariyle düşmanlıklara dayalı küfür noktalarından ibaret kalıyorsa değersizlikleri bir yana zararlı bile oluyorlar kanısındayım.

Son söylediklerimi esas alarak bugün tanıklıklara baktığımda belirgin bir özellik gözüme çarpıyor. Bu tanıklıklarda bulunan Vedat Türkali, Vartan İhmalyan, Mihri Belli vd. Türkiye Komünist Partisi'nin örgütlü geleneği içinde yeralmadıklan dönemdeki önderleri hakkında, hareketin nesnelliğini "dışarıdan" değerlendirmeyi de bir yana koyarak kişisel suçlamalar getirmenin ötesinde bir yaklaşımda bulunmuyorlar. Daha açık bir deyişle, bu tanıklık ve değer-lendirmelerdeki ayırd edici özellik şöylece kendini belli ediyor: Bir yanda şöyle ya da böyle yaşamını TKP'ye adamış ülkücüler, öte yanda Zeki Baştımar, İ. Bilen ve A.Saydan (Aram Pehlivanyan) şeytan üçgeni. Bir yanda melekler, öte yanda şeytanlar: İnsanın insanlar nerede diye sorası geliyor. Sözü uzatmamak için V. Türkali'den örneklemek isitiyorum. "Zeki'ye [Baştımar] polis ya da polisin adamı derler, elimi basarım polis değildir. Ama hiçbir polis müfettişi Zeki Baştımar kadar TKP'ye zararlı olmamıştır.". "Ölüsü tarihin kanalizasyonuna fırlatılıp atılacak bir sahtekâr soytarı" olan İ. Bilen. "Türk sol devrimci akımını parçalamakta en büyük etkenlerden biridir İ.Bilen'in ettikleri. Hep düşünmüşümdür CIA adına görevli birisi daha iyisini nasıl yapabilirdi?". "1944 tevkif atının süprüntüsü A. Saydan."

Bu değerlendirmeleri(!) yapmaktan çekinmeyen V.Türkali'nin yaşamı boyunca ve özellikle sözünü ettiği dönem boyunca komünist ve işçi hareketimizin gelişmesine ne gibi katkılar yaptığını gerek bu hareket içindeki her militan, gerekse bu söyleşiyi yapan Ç. Anadol biliyor olsa gerektir. Bu nedenle ayrıca üzerinde durmak istemiyorum. Ancak ele aldığı dönemin kadroları hakkında ileri sürdüğü şu yargıya, komünist hareketin öznelci ele almışının ibret verici bir örneği olarak işaret etmek istiyorum : "Türkiye'den kopan bir grup da gitti İ.Bilen'in çevresinde toplandı... Bunların büyük bir kısmı artlarından duyup tanıdığımız iyi çocuklar, iyi insanlar. İnsan bulunduğu kaba göre insandır. İ.Bilen gibi yedi denizin süprüntüsü bir adamın yanında, ipi koparmadan, yaşlılığını da göz önünde tutarak burası bize kalacaktır hesabı içersinde ilişkiyi sürdürdüler."

Aslında görülen o ki V.Türkali ve diğerleri İ. Bilen ve A.Saydan'ın kişi ve kimliklerinin ardında TKP'nin 1973 atılımıyla açılan dönemini yargılamak istemektedirler. Bu dönemin tüm kadrolarının, TKP'nin tüm üyelerinin "insan bulunduğu kaba göre insandır" ilkesi çerçevesinde İ. Bilen ve A.Saydan'ın birer örneği olduğu değerlendirmesine varmaktadırlar. O zaman TKP'nin 1973 atılımıyla açılan dönemine nesnel bir gözle ve sınıf savaşımının tarihi içinde kısaca bakmak gerekir.

Her şeyden önce TKP'nin 1973 atılımı, bu partinin 1951 Tevkifatı'nı izleyen dönemde içe kapanmışlığına son verme ve bu süreçte yetişmiş komünist kadrolarla Parti'yi birbirine kaynaştırma hareketidir. İ.Bilen'in Genel Sekreterliğini yaptığı Merkez Komitesi'nin (ya da Dış Büro'nun; bence, o andaki adı gerçekleştirdiği işlev karşısında önem taşımıyor) girişimiyle TKP, 1973 atılımıyla, komünist kuşaklar arasındaki kopukluğa son vererek ülküsü yeniden güçlü bir biçimde örgütlenmenin ve etkin bir siyasal parti durumuna gelmenin olanaklarına kavuşmuştur.

TKP'nin 1973 atılımıyla açılan döneminin ayırdedici özellikleri ise, kanımca şöyle sıralanabilir: Birincisi, proletarya enternasyonalizmiyle uluslararası komünist hareketle dolaysız bağlı örgütlenme bilincinin yerleşip güçlenmesi; ikincisi, komünist hareket ile işçi sınıfı hareketinin birleşmesi yolunda azımsanmayacak adımlar atılması; üçüncüsü, Parti'nin bir yandan yığınsallaştınlması, öte yandan yasallaşması yolunda Leninci anlayış doğrultusunda savaşımın yoğunlaştırılması. Nitekim bu süreçte TKP saflarında toplulaşan kadroların önemli bir bölümü uluslararası komünist hareketin dünyaya ilişkin tahlilleri ve bunlara dayalı programatik yaklaşımları temelinde ve hepsinin ötesinde. Uluslararası komünist hareketin yatağı içinde akma iradesiyle hareket etmişlerdir. Bu durum uzun yıllar ülkemiz komünist ve işçi hareketinde şu ya da bu ölçüde kendini hissettiren milliyetçi anlayışların aşılmasında belirleyici bir önem taşımıştır. Tek sözle proleterya enternasyonalizmi anlayışı TKP'nin 1973 atılımı ertesinde artık komünist ve işçi hareketi içinde somut bir ilke düzeyine yükselmiştir. "Fabrikalar kalelerimizdir" sloganı, 1902'lerin bu bolşevik sloganı, Türkiye toprağında komünist hareket ile işçi sınıfı hareketinin birleşmesinin somut ifade biçimi haline gelmiştir. Yalnızca TKP saflarında yer almış kadrolar değil, komünist ve işçi hareketi içinde yeralan değişik parti ve çevreler bakımından da bu yönelim ağırlık kazanmıştır. Yine bu süreçte TKP ülkenin siyasal yaşamında ağırlığını hissettiren bir siyasal parti düzeyine yükselmiş ve "yarı legal" konumlara gelmiştir. 1978 1 Mayıs A-lanı'nı hatırlayanlar için ayrıca bu konuyu açmak gerekmez.

Peki, bu süreçte eksiklikler yok mudur? 1973 atılımıyla açılan süreç 1980'e dek değişmeyen bir çizgi halinde mi ilerlemiştir? Bu süreçte komünist ve işçi hareketi içinde yeralan parti ve çevrelere karşı doğru bir tutum her zaman alınabilmiş midir? Erke dönük savaşımda, yığın savaşımının yükselişine ve inişine göre, sınıf savaşımının diyalektik akışına göre uygun politik taktikler doğru bir biçimde saptanabilmiş midir? Bu sorular parti içi yaşamdan, toplumunun değişik katmanlarıyla ilgili sorunlara kadar genişletilebilir. Bunlara bir kalemde evet demek olanaklı değildir. İşte bugün komünist ve işçi hareketimizin bütünsel tarihim yeniden irdeleyip yeni bir senteze yöneldiğimiz bu dönemde, bu ve benzeri sorunları, nedensellikleriyle birlikte ele almak, reddedilecek miras ile taşınacak miras arasındaki ayrımı yapmak önümüzde durmaktadır.

Görüldüğü gibi ben bu dönemin ne basarılarının, ne de eksikliklerinin İ.Bilen'le bağlı olduğu noktasından hareket etmedim. Bu süreçte TKP'nin tüm üyeleri, yetkili organları, Merkez Komitesi ve onun genel Sekreteri İ. Bilen elbette değişik düzeylerde rol oynamıştır. Ama bunların hiçbiri tek başına bir kişinin ve hatta bir organın değil, parti kollektifininin bütününün ürünüdür. Tarihin maddeci kavranışı bunun dışındaki yaklaşımların hatasını şimdiye dek hep ortaya çıkarmıştır, bundan böyle de çıkaracaktır.

Kanımca Z. Baştımar, İ. Bilen ve A. Saydan kişiliğinde yürütülen bu saldırılar (eleştiriler diyemiyorum affola, çünkü eleştiri nesnelliğe dayanır) günümüzde Marksizm-Leninizm'e onun devrim ve parti öğretisine yönelik yaklaşımlardan kopuk değildir. Nitekim bu saldırılar, bir adım ötesinde Leninci parti normlarına yönelmekten, ardından da bürokratlar söylemiyle anti-Sovyetizm'e doğru ilerlemekten geri durmuyor. Tarihin güncel politik kaygılarla manipülasyonundan, "resmi tarih"lerden şikâyetçi olanların, kendi politik anlayışları doğrultusunda komünist ve işçi hareketimizin tarihini manipüle etmeye yeltenmeleri ibret vericidir.

Bu yazıda Vartan İhmalyan'ın, gerçekten Bir Yaşam Öyküsü olan kitabı üzerinde pek fazla durmadım. Gerçekten de alabildiğine az bilinen bir döneme tanıklık edebilecek olan V.İhmalyan'ın kitabı, ne yazık ki komünist ve işçi hareketimizin tarihi bakımından nesnel bilgi aktarma özelliği taşımıyor. Gönül isterdi ki. 1963'lerde TKP içinde süregiden tartışmaların konulan ve değişik parti örgütlerinin görüşleri konusunda belgeleri aktarsın. Ne yazık ki V. İhmalyan bunları kitabını uzatacağı gerekçesiyle yayımlanmak üzere anılarına katmamıştır. Bu tartışma sürecinde yer alan komünistlerin anılarında bu belgelere yer vermeleri kuşkusuz sevindirici olacaktır.

Bitirirken şuna işaret etmek istiyorum: Komünist olmak ülkemiz tarihi boyunca kuşkusuz hiçbir zaman kolay olmadı, olmuyor. Bu onurlu ada layık olarak yaşamını sürdürmüş olan her komüniste saygı, bugün de bu savaşımı sürdürenler bakımından bir gönül borcu... Bu gönül borcunu yerine getirirken nesnellikten uzaklaşmamak ye kişisel sürtüşme ve kırgınlıkları temel almamak zorunlu oluyor. Eksiğiyle, fazlasıyla bu bizim tarihimiz, bizim güç kaynağımız. Güçlü komünist ve işçi hareketi tarihi ağacımızın bugün sürgün veren dalları, beslendikleri ve cansuyunu aldıkları köklerini korumakta özenli davranmalıdırlar.