10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 2 Ekim 1989 Yığın bağları -TKP'nin güç kaynağı

Yığın bağları -TKP'nin güç kaynağı

İ. Bilen

Ülkemiz derin ekonomik, sosyal ve politik süreğen bunalımın kıskacında kıvranıyor. Bununla birlikte, sınıfsal çatışmalar keskinleşiyor. Tüm emekçi katmanların ve ülkenin politik yaşamı üzerinde işçi sınıfının etkisi güçleniyor. Yığınların savaşımını yönetmede TKP'nin rolü artıyor. Faşist öğelerin azıtması, bu süreç, egemen sınıfın kendi konumlarını eski yöntemlerle koruma yeteneğini yitirdiğini, önüne geçilmez devrimci sürecin gelişmesi karşısında bu çevrelerin duyduğu korkuyu yansıtıyor. Bu, yadsınmaz bir kanıttır.

Türkiye'de ddrumu çözümlerken her zaman, onun büyük emperyalist devletlere bağımlılığını ve Türkiye ekonomisinde hızlanan tekelleşme sürecini göz önünde tutmak gerek. Yerli tekellerin uluslararası kapitalizmle sıkı sıkıya bağlanması uluslararası kapitalizmin yalnız kredi açma, para ve teknoloji sağlama alanlarında değil, hammadde ve enerji sağlama alanlarında da kontrolünün sürekli artması sonucunu doğurmuştur.

Büyük burjuvazinin yabancı korporasyonlara holdinglerle bağımlı oluşu yerli tekellerin gelişme olanaklarını sınırlamaktadır. iç pazarın darlığı ve yerli tekellerin dış pazarda yarışım gücünün düşük oluşu, bunlar arasında çelişkiler doğuruyor. Günümüzde -bu nedenlerle- yerli tekellerle uluslararası tekeller arasında çıkar çatışmaları sıklaşıyor, burjuva partileri arasında çelişkiler keskinleşiyor.

Daha bir özelliği belirtmek gerek. Bu da endüstri sermayesiyle banka sermayesinin birleşmesi, finans oligarşisinin doğmasıdır. Bu sürecin karakteristik yönlerinden biri holdinglerin kurulmasıdır. Bunlar, Türkiye'de, yabancı sermayelerle el ele veren, birlikte çalışan 43 bankanın kontrolü altındadır.

Kapitalist üretim biçimi tarım alanına da iyice giriyor. Bunun sonucunda toprak ağaları burjuva oluyor, kapitaliste dönüşüyorlar. Bunlar bankalarla ve endüstri tekelleriyle çalışıyor, sıkı bağlar kuruyor.

Türkiye'de 1920'lerden bu yana oldukça geniş bir devlet sektörü vardır. Baştan, ülkemiz kapitalist gelişme yoluna koyulduğu zaman bu sektör kapitalizmin gelişmesine yardımcı olmuştur. Daha sonraları tekellerin ekonomik gücüyle devletin politik erkinin birleşmesi, kaynaşması süreci başlamıştır. Bununla, tekelci devlet kapitalizmi için karakteristik olan ilişkiler oluştu. Tekelci burjuvazinin uluslararası emperyalizmle sıkı işbirliği kuran kesimi devlet yönetimini bu dönemde eline almıştır.

Silahlı kuvvetlerin başını tutan, militarist klikle finans oligarşisi çitişmesi bu süreç içinde oluştu. OYAK holdinginden yararlanan generaller, birçok kumpanyaların ve bankanın yönetim kurallarına girdiler. Bu da ülke ekonomisinin askerselleştirilmesi işine hız vermiştir. NATO'nun Türk ordusu için planladığı gereç ve silahların üretim ve siparişlerini yerli tekellerin kendilerine verilmesini istemeleri bunun somut örneklerinden biridir.

Ama tüm bunlara karşın kent ile köy arasında, ülkenin değişik bölgeleri arasında, ekonominin çeşitli kolları arasında kapitalizmin dengesiz gelişmesi kendisini çok açık gösteriyor. Kimi bölgelerde kapitalizm öncesi üretim, derebeylik artığı ilişkilerin kalıntıları duruyor. Küçük mal üretimi oldukça yaygındır. Teknik bakımdan üretim araçları oldukça geridir.

Türkiye'nin uluslararası emperyalizme bağımlılığı ve yerli sermayenin tekelleşme sürecinin kendine özgülüğü toplumsal uzlaşmaz çelişkileri derinleştiriyor. Kentle köy arasında uçlanma hızlanıyor, sınıfsal çatışmalar artıyor, güçleniyor. Emek ile sermaye arasındaki, uluslararası emperyalizm ve onunla işbirliği kuran yerli tekelci burjuvazi, toprak ağalarıyla halk yığınları arasındaki çelişkiler keskinleşiyor. Bu da, bunalımlar durumunun doğması için nesnel koşulları yaratıyor.

Türkiye'nin içine düştüğü derin ekonomik bunalımın temel nedeni, onun uluslararası emperyalizme, saldırgan askersel bloklara bağlı olmasıdır. Ülkede kapitalist sistemin, tekellerin egemenlik sürmesidir. Türk burjuvazisinin emperyalist tekellerle işbirliği kurması, ülkemiz ekonomisini emperyalist ekonomik sistemin bir bileşeni, bir parçası haline getirmiştir. Bu sistemi sarsan süreğen bunalımlar ülkemizde yıkıcı sonuçlar vermektedir.

Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu bunalımın derinliğini aşağıdaki verilere dayanarak daha iyi kavrayabiliriz. İşsizlerin sayısı, Başbakan Ecevit'in 1978 güzünde belirttiğine göre çalışabilir nüfusun %20'sini kapsamaktadır". Enflasyonun hızı %60.2'dir ve tüm OECD üyesi ülkeler arasında en yüksek olanıdır. 1972'den 1977'ye kadar Türk Lirası 15 kez devalüe edildi. Son devalüasyon yüzde 30 oranındadır. 1975'te 2 milyar dolar olan döviz rezervleri 1977'de 450 milyona düştü. 1977 yılında dış ticaret açığı 4,5 milyar dolardı. Yatırımları finanse etmek için iç kaynaklar bulamayan hükümet kredi için emperyalistlere avuç açıyor. Resmi verilere göre askersel harcamalar devlet bütçesinin üçte birinden fazlasını yutuyor.

Emperyalist tekeller ülkemizi soymakla, sömürmekle yetinmiyorlar. Onlar,uluslararası finans örgütlerinin yardımıyla, Türkiye ekonomisi üzerinde dolaysız bir kontrol sağlıyorlar. Ekonomik bunalımın keskinleşmesiyle emperyalizm ülkemi/ üzerinde baskısını daha da artırıyor. Uluslararası Para Fonu (İMF), Türkiye eğer yatırımları azaltırsa, ekonomik gelişme hızını düşürürse, Türk Lirasını devalüe ederse, ücretleri dondurursa, tarım ürünlerinin taban fiyatlarını en düşük düzeyde tutarsa, geniş tüketim malları fiyatlarını arttırırsa kredi vereceğini açıkladı. Bu tür yeni-sömürgecilik yöntemlerinin amacı ülkemizi emperyalist sisteme daha sıkı bağlamaktır. Bu, yabancı ve onlarla işbirliği kuran yerli tekellerin kârlarını daha da arttırmaktır. Bunalımın yükünü emekçi yığınların sırtına yüklemektir.

Almaşık, birbirini değiştiren hükümetler, ABD emperyalizminin verdiği reçetelerle bunalımları önlemeyi denediler. Ama tüm bunlar, Türkiye'nin emperyalist tekellere bağımlılığını arttırmaktan başka bir sonuç vermedi. Sonra yalnız ABD tekellerine değil, Ortak Pazar ülkeleri (her şeyden önce Batı Almanya) tekellerine bağımlılığı arttı. Bu da bunalımın daha da derinleşmesine yol açtı. Türkiye'nin dış borçları 20 milyar dolara ulaştı. Türkiye'nin devlet bütçesi bile yabancı konsorsiyumların kontrolü altına girdi.

Türkiye'nin politik yaşamında büyük grevler, emekçilerin savaş, kan gösteri ve yürüyüşleri oluyor. Türkiye halkı yaşamsal çıkarları uğrunda çetin bir savaşım veriyor. Son yılların en önemli yığınsal eylemlerini belirtmek yararlı olur. 1976, 1977, 1978 yıllarında yapılan 1 Mayıs gösteri ve mitingleri. 1976'da Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kaldırılması istemiyle yapılan genel grev. 1977-1978'de yerli ve yabancı tekellere karşı Maden-İş'in, metalürji işçilerinin 8 aydan fazla süren büyük grevi. Geçen yılın Mart ayında faşist teröre karşı uygulanan genel grev bu sürekli çıkışlardan birkaçıdır.

Örgütlülük ve yığınsallık son yıllarda düzenlenen 1 Mayıs gösteri ve yürüyüşlerinin ayırt edici çizgileri olmuştur. Bunların politik niteliği özellikle 1978 yılında bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Emekçiler anti-emperyalist, anti-faşist belgilerle yan yana: "TKP'ye özgürlük!" istemini başa aldılar. Tüm bunlar, Türkiye komünistlerinin legal ve illegal yöntemleri akıllıca, titizlikle kullanmalarının örgütlü çalışmalarının bir sonucudur.

Bunlardan çıkan tek sonuç açık ve kesindir: İşçi sınıfının ve tüm halkın ekonomik, sosyal istemleri uğrunda verdikleri savaşım sürekli politik nitelik kazanıyor. Bu, emperyalizme karşı, ülkemizin NATO'dan çıkması için silahlanma harcamalarının arttırılmasına karşı, tekellere ve büyük toprak ağalığına karşı, ulusal ezgi ve faşist tırmanışa karşı, bağımsızlık, barış, demokrasi ve özgürlük için savaşıma dönüşmektedir.

Sınıf savaşları değişik biçimlerde oluyor. Kimi zaman bu savaşım sert, acımasız nitelikler alıyor. Örgütlülük düzeyi yükseliyor. Ulusal çapta demokratik çıkışlar giderek daha da yığınsallaşıyor. Bu savaşımda emekçi yığınların öncüsü olan işçi sınıfının rolü artıyor. TKP, edimsel çalışmalarla komünistlerin, sosyalistlerin ve sosyal-demokratların eylem birliğini güçlendiriyor.

Devrimci savaşımın gelişmesi işçi sınıfının enternasyonal bilincinin geliştiğini kanıtlıyor. Sosyalist ülkelerin başarıları, uluslararası komünist ve işçi hareketinin, ulusal kurtuluş savaşı veren halkların kazanımları ülkemizde devrimci sürecin gelişmesine yardım ediyor. TKP'nin güçlenmesi onun yığınları yönetme yeteneğinin artması olayların gelişmesine sürekli artan bir etki yapıyor.

Yukarda belirttiğimiz etkenlerin 'etkisiyle daha 1960 yılları ortalarında başlayan politik bunalım uzayıp gidiyor. Durağan hükümetler zamanı çoktan geçti, gitti. Çoğu kez hükümetlerin ömrü birkaç ayı bulmuyor.

12 Mart 1971'de ABD emperyalizminin planlan gereğince ve militarist kliğin baskısıyla ülkemize faşist tipi bir rejim dayatıldı. Fakat bu rejim ne bunalımların üstesinden gelebilirdi, ne de sınıf savaşlarını bastırabildi. İki buçuk yıl sonra o da çöktü, dağıldı.

Türkiye hükümetinin Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşı yaptığı saldırıdan sonra memlekette yeniden hükümet bunalımı patlak verdi. Emperyalizmle işbirliği yapan tekelci burjuvazi gerici ve faşist partilerden oluşan bir ortak hükümet kurdurdu. Bununla bunalımdan çıkmayı denedi. Ama bu hükümet de çelişkilerin sertleşmesi, bunalımın derinleşmesi geniş halk yığınlarının, her şeyden önce işçi sınıfının baskıları sonucunda düştü.

Bunun arkasından, hem büyük partileri, hem gerici ve reformist nitelikli olanları bir tek politik platformda birleştirme denemeleri başladı. İşçi sınıfının, demokratik güçlerin direnişi sonucunda ve burjuva partilerini kemiren iç çelişkiler yüzünden bu taktik de boşa çıktı. Böyle olunca, egemen sınıflar yeni bir taktiğe başvurdular. Burjuva-reformist CHP ile, AP'den ayrılan bir grup ve iki gerici parti temsilcilerinden oluşan bir hükümet kurdular. Ecevit'in başkanlığında kurulan bu hükümette, yerli holdinglerle ve yabancı tekellerle bağlı olan CHP'nin sağ kanadı ağırlıktadır. Bu hükümet de sağlam, durağan değildir. Onun işbaşında kalması bunalımın derinleşmesinden öteye gitmiyor.

Türkiye üzerindeki emperyalist baskılar artıyor, faşist tırmanış yükseliyor. Bugünkü hükümet emekçi yığınların durumunu iyileştirme yönünde hiç bir şey yapmıyor. Tam tersine, bunalımın yükünü emekçi yığınların sırtına yüklemeye çalışıyor. Orta katmanların durumları biteviye kötüleşiyor. Hükümetin hiçbir önlem aldığı yok. Bu hükümet küçük köylülerin çıkarlarını da savunmuyor. O, üstelik, toprak reformunu da bir yana itti. Ülkenin Doğu bölgelerinde yaşayan Kürt yurttaşlara karşı baskı, terör ve zorbalıklar sürüp gidiyor.

Hükümet, faşist tırmanışa karşı hiçbir önlem almıyor. Özellikle devlet aygıtının faşistlerden arındırılması için hiçbir şey yapılmıyor.

Faşist örgütler yasaklanmamıştır. Hükümet faşist tehlikeye karşı savaşta demokratik güçlerle eylem birliğine yanaşmıyor. Böylece, bunalımların üstesinden gelme olanağı bulamıyor. Tersine, emperyalizme ve işbirlikçi, tekelci burjuvaziye faşizme giden yolu açık tutma olanağı veriyor.

Ecevit hükümeti, sertleşen sınıfsal çelişkileri, öncüllerinden farklı, ikircimli, sosyal-demokrat yöntemlerle azaltmaya, durdurmaya çalışıyor. (Bilindiği gibi. CHP bugün Sosyalist Enternasyonalin üyesidir). Bu hükümetin amacı, işçi sınıfının savaşımını gemlemek, onun bilincini körletmek, sınıf sendikacılığını baltalamak, emekçilere sınıfsal uzlaşmacılık ideolojisini dayatmaktır.

Egemen sınıf anti-komünist kampanya yürütüyor. Burjuvazi, DİSK'in dizginlerini eline almaya, gücünü kırmaya çalışıyor. Hükümet, ücretleri dondurma, işçi ve sendikal hakları sınırlama politikasını uyguluyor. Bunu yaparken Türk-İş'in başındaki Amerikancı sendika yöneticilerine dayanıyor. İşçi sınıfına karşı baskılar artıyor. 1 Mayıs gösteri ve yürüyüşlerinde, TKP'ye konan yasağın kalkmasını isteyenlere yapılan baskı, bunların yığınla mahkemeye verilmesi, TKP Programı'nı basan yayınevine karşı dava açılması gibi olguları anımsatmak bunu göstermek için yeterlidir. (1)

TKP, bugünkü hükümetin eylemlerini değerlendirirken, onun emperyalizmle işbirliği yapan tekelci burjuvazinin çıkarlarını savunduğu noktasından çıkış yapıyor. Bununla birlikte, TKP, bu hükümcün yalnız ikircimli tutumla kalmadığını, sürekli sağa kaydığını, günden güne daha fazla baskı önlemlerine başvurduğunu gözler önüne seriyor. İşte bundan ötürü biz yığınları, orta katmanları, burjuvazinin tekelci olmayan kesimini uyarıyor. Ecevit hükümetinin bugünkü derin bunalımın yarattığı önemli sorunların üstesinden gelebileceği yolunda bir düşe kapılmamalarını söylüyoruz.

Ama, TKP, Ecevit hükümetini daha önceki gerici-faşist hükümetlerle aynı kefeye koymuyor. Partimiz, hükümetin dış politikasındaki gerçekçi eğilimleri ve faşist tırmanışı engellemek yolunda çekine çekine, korka korka da olsa attığı bazı adımlan destekledi. Başka bir sözle hükümetin doğru yönde, olumlu, en küçük de olsa her adımını komünistler destekliyor. Bununla birlikte komünistler, onun sosyal-ekonomik sorunların çözümünde gösterdiği tutarsızlıkları, emperyalistlere, gericiliğe verdiği ödünleri, onun bu tutumunu sert biçimde eleştiriyorlar.

Türkiye'de faşist tehlike öyle birdenbire, beklenmedik doğmam ıştır. Ülkemiz, Cumhuriyetin kurulduğundan bu yana geçen 56 yılın 36'sını "sıkıyönetim" koşullarında yaşamıştır. Türkiye parlamentosu hiçbir zaman burjuva devleti yasama organlarının işlevini yerine getirmemiştir. TKP 55 yıldır yasaktır. 141, 142 ve öteki faşist yasalarla yalnız komünistler değil, tüm demokratlar, ilericiler demokratik haklardan yoksun bırakılıyor.

Faşizmin şimdiki aşamada böylesine canlanmasının bir özelliği de onun artık örgütsel bakımdan biçimlenmiş olmasıdır. Onun vurucu gücü Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)'dir. Gerici-faşist karması hükümetler zamanında bu parti, birkaç kez hükümete katıldı. Böylece, gerici-faşist karması hükümetler ona devlet aygıtının birçok kilit yerlerine oturma olanağı sağladı. Bu partinin sosyal tabanını, lümpenler, orta katmanlar ve küçük burjuva arasından yoksullaşan ve umutsuzluğa düşen öğeler oluşturmaktadır.

MHP, emperyalist çevrelerle işbirliği yapan tekelci burjuvazinin bir kesimine dayanıyor. Bu destekle o, aşın gerici partilere oy veren seçmenlerin bir bölümünü kendinden yana çekmiştir. Bunun sonucu, Meclis'te sandalye sayısını 16'ya çıkarmıştır. Böylece Meclis gurubu oluşturma hakkını elde etmiştir. Son seçimlerde MHP'nin 1 milyon oy alması faşizm tehlikesinin açık bir kanıtıdır.

Faşist tırmanışın en tehlikeli belirtisi, MHP'nin ve silahlı birliklerinin açtıkları vurucu-kıncı terör eylemlerinin hızla artmasıdır. Bu saldırılar yalnız işçi sınıfına değil, burjuvazinin bir kesimine, gericiliğin dümen sularında yürümeyen kesimine de yöneliktir.

Bugünkü hükümetin kurulmasından bu yana terör eylemleri hızla arttı. Bu yılın Ocak ayından Aralık ayı ortalarına kadar bine yakın kişi, faşist kurşunlara kurban gitmiştir. Bu saldırılar en başta komünistlere, sosyalistlere, ilerici örgütlerin temsilcilerine ve CHP'nin sola açılan kanadındaki üyelerine karşı yöneltilmiştir. Faşistler, "komünistlere ölüm" belgisiyle ülkede bir iç savaş çıkarmak peşindedir.

Türkiye'deki faşistler Hitlerci öncüllerinin tüm yöntemlerini, örgütlenme biçimlerini benimsemişlerdir. Faşist komandoların ve onların barbarca saldın ve çıkışları bunun örnekleridir. Bunların tüm eylemleri CIA'nin, ülkemizde gestapo rolü oynayan MİT'in, ordu içinde kurulan kontrgerillanın ve MHP'nin güdümü altında oluyor, örneğin, 1 Mayıs 1977'de, gerici-faşist karması hükümet, bunların aracılığıyla, kurdukları planla ve Maocu grupların çıkardıkları provokasyonla ortalığa kan kusturdu: Yüz binlik gösteri yürüyüşüne katılanlara karşı kanlı bir kırımı uyguladı. (2)

MHP yöneticileri katı bir anti-Sovyetizm, koyu bir anti-komünizm yürütüyorlar. Türk faşistlerinin başlıca ideolojik nitelikleri savaşı, ırkçılığı, şovenizmi, putlaştırmadır. Bununla birlikte onlar, sosyal demagojiyi de elden bırakmıyorlar ve kendilerini kapitalizmin, Vaşington'un emperyalist politikasının düşmanları gibi göstermeye çalışıyorlar. Bununla onlar, şimdiki hükümetin tutarsız, ikircimli tutumundan hayal kırıklığına uğrayan yığınları kendinden yana çekmeye çalışıyorlar.

Ülkemizde faşizmin en önemli bağlaşıklarından biri de Maoculardır. Faşistlerle Maocular birbirleriyle bağlar kuruyorlar ve bu bağlar silahlı eylemlerde işbirliğine kadar varıyor. Bunları anti-Sovyetizm ve TKP düşmanlığı birleştiriyor.

ABD emperyalistleri ve NATO'ya egemen çevreler dünyada yumuşama sürecini baltalamaya, silahlanma yarışını körüklemeye çalışıyorlar. Onlar, NATO aracılığıyla Türkiye'yi de bu serüvenci politikaya çekmeye çalışıyorlar. Vaşington, Kıbrıs'taki toplumlar arasında anlaşmazlıktan kışkırtıyor, bu bölgede gerginliği arttırıyor. Vaşington ve bağlaşıkları Türkiye ve Yunanistan'da erki elinde tutan çevreleri Kıbrıs'ın bölünmesi yönünde serüvenci eylemlere dürtüklüyor. Amaçları, Ada'yı NATO'nun üssü yapmaktır. Atina cuntasının Kıbrıs'ta giriştiği devirmenin arkasından Türkiye'nin Ada'ya dalması, bir bölümünün üstüne oturması bu politikanın bileşen bir parçasıdır.

ABD emperyalizmi, NATO'nun Güneydoğu kanadının çözülmesini önlemek amacıyla ambargoyu kaldırma, silah verme oyunlarıyla Türkiye üzerinde baskısını artırıyor. Örneğin, Vaşington, ambargonun kaldırılmasına karşılık, topraklarımızdaki ABD üslerinin genişletilmesini, yenilerinin açılmasını, silahlanma harcamalarının arttırılmasını istedi. ABD, Türkiye'nin sosyalist ülkelerle yakınlaşmasını biteviye önlemeye çalışıyor.

Ama önemli bir olguyu vurgulamak, belirtmek gerek: Artık yalnız işçi sınıfı, geniş emekçi yığınları değil, Türkiye'de kimi askersel çevreler ve kimi toplumsal katmanlar da Kuzey Atlantik bloğunun ülkemizin sırtına yüklediği ağır askersel yükler ve yükümlülüklerin ekonomik bunalımın temel nedenlerinden biri olduğunu görüyor. Gerçekçi burjuva politikacıları ekonomik güçlüklerin üstesinden gelebilmek için sosyalist ülkelerle karşılıklı yarara dayanan bağların büyük bir önem taşıdığını anlıyorlar, örneğin, Başbakan Ecevit'in NATO Konsey toplantısında ABD emperyalizminin politikasındaki bazı olgulardan yakınması ve Sovyetler Birliği'nin Türkiye için bir tehlike oluşturmadığını belirtmesi buna bir kanıt sayılabilir.

Böylesi eğilimlerin doğuşu, Sovyetler Birliği'nin ve diğer sosyalist ülkelerin uyguladıkları barışçı politikanın başarılarının dünyada yumuşama sürecinin gelişmesini dolaysız sonucudur. Ülkemiz kamuoyu, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye karşı barışsever bir politika uyguladığına, halkımıza en zor günlerinde yardım elini uzattığına defalarca tanık olmuş ve olmaktadır. Sovyetler Birliği'nin ülkemizde kurduğu büyük endüstri kombinaları bunun örnekleridir.

TKP, Türkiye hükümetinin sosyalist ülkelerle ilişkileri geliştirmesini ülkemizin ulusal çıkarlarına tümüyle uygun buluyor Bundan ötürü komünistler, Türkiye hükümetinden imzaladığı siyasal Belge'ye bağlı kalmasını islemektedirler. Bu belge gereğince Türkiye ve Sovyetler Birliği kendi topraklarında birbirine karşı saldırı eylemlerine yol veremezler. Bu belgenin özüne ve sözüne dayanıp TKP, Türkiye topraklarındaki ABD ve NATO askersel üslerinin kaldırılması için savaşıyor. O, emperyalizmin diktasını hükümetin boyun eğme politikasına kesinlikle karşı çıkıyor.

TKP, yumuşama ve silahsızlanma uğrunda verilen savaşıma büyük bir önem veriyor. Ülkemizin NATO ve SENTO'dan çıkması, Türkiye'deki ABD ve NATO askersel üslerinin kaldırılması, silahlanma yansının ("Ulusal Savunma Endüstrisi" adı altında kurulmak istenen de içinde) durdurulması, komşularımızla, her şeyden önce sosyalist ülkelerle barışçı,dostluğa dayanan ilişkiler kurulması, bağlantısız, eylemsel anti-emperyalist, barışçı bir dış politika izlenmesi, işte TKP'nin barış ve ulusal bağımsızlık savaşında başta gelen amaçları bunlardır. TKP, Kıbrıs'ın bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenliğini savunuyor. O, Kıbrıs'tan Türk ordu birlikleri de içinde tüm yabancı askerlerin çekilmesini, Ada'da bulunan yabancı askersel üslerin sökülüp atılmasını istiyor. TKP, Kıbrıs sorununun her iki toplumun yararına, Birleşmiş Milletler Örgütü'nün denetiminde ve uluslararası bir konferans çerçevesinde, barışçı yoldan çözümü için savaşıyor. O, Ege kara sahanlığı sorunun ABD ve NATO karışmadan Türkiye ile Yunanistan arasında bu bölgedeki tüm halkların çıkarlarına uygun bir biçimde çözülmesini istiyor.

Dış politika sorunlarında TKP'nin konumunu belirleyici, yönlendirici temel ilke şudur: bizim için, Türkiyeli komünistler için ulusal bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için verilen savaşım, barış için verilen savaşımdan ayrılmaz. TKP'nin sanısı, bu savaşımda başarı sağlamanın en önemli, zorunlu koşulu dünya komünist ve işçi hareketinin bütünlüğü, tüm kollarının eylem birliğidir.

1978 yılı ilkyazında yapılan TKP MK Plenumu bugün partinin önünde duran en önemli sorunları saptadı. Burada söz konusu olan, her şeyden önce, faşist tehlikeyi ortadan kaldırmaktır, emperyalizmin Türkiye'yi ezmesine, onu kendisine bağımlı tutma politikasına karşı koymaktır, ekonomik bunalımların yükünü emekçilerin sırtına yükleme çabalarını engellemektir. Partimizin bu platformu içeriği, özü bakımından toplumun ve devlet aygıtının demokratikleştirilmesi yolunda ulusal çıkarların, emekçilerin çıkarlarının korunması uğrunda da bir eylem programı niteliğini taşımaktadır.

Kuşkusuz, Türkiye'nin yaşadığı bunalımın üstesinden gelmek yalnız günlük istemlerle olanaksızdır. Ülkemizde bunalımın temel kaynağı emperyalizme bağımlılık ve ülkedeki tekellerin egemenliğidir. Bundan, ötürü işçi sınıfımızın, halkımızın bugün önünde duran en önemli ödev, emperyalizme bağımlılığa son vermek, tekellerin egemenliğini yıkmak ve büyük toprak ağalığını ortadan kaldırmaktır. Bu belirttiklerimiz, 5 milyonu bulan işçi sınıfının çıkarlarına, 10 milyonlarca köylünün, kentlerde orta katmanların çıkarlarına, Kürt halkının ve tüm azınlıkların çıkarlarına, bunun yanı-sıra burjuvazinin emperyalist tekellerle sıkı bağları olmayan kesiminin çıkarlarına uygundur.

TKP'nin kanısınca bu ödev devrimci sürecin önümüzdeki aşamada özünü, içeriğini belirlemektedir. Ülkemizde işçi sınıfının hegemonyasında (önderliğinde) tüm halkçı güçlerin birleşmesi sonucunda ve işçi-köylü bağlaşıklığına dayanılarak emperyalizmle işbirliği yapan tekelci burjuvazinin erki alaşağı edilecektir. Ülkede anti-emperyalist, anti-tekelci demokratik devrim gerçekleştirilecektir. Eski devlet aygıtı yerine ileri, demokratik bir devlet kurulacaktır.

Ama devrim sürecinin bu aşamasında da toplumun temel çelişkisi, yani emekle sermaye arasındaki çelişki ortadan kalkmayacaktır. Ülkemizde genel devrim sürecinin ikinci aşaması sosyalist devrim olacaktır. Bu, partimizin uzun erimli amacıdır. Ancak sosyalizm yolunda, proletarya diktatörlüğü ile, derin bunalımlardan çıkmak, ekonomik yıkımı aşmak olanaklıdır. Türkiye'de toplumun çok çetin sosyal sorunları ancak sosyalizm koşullarında çözülebilir. Ulusal sorun da ilkesel bakımdan, Leninci açıdan yine bu aşamada çözüme kavuşabilir.

TKP, emekçilerin en önemli, dirimsel istemleri için olan savaşı, demokratik devrim savaşımı, sosyalizm için olan uzun erimli savaşla organik, kopmaz biçimde işte bundan ötürü bağlıyor.

TKP, kurulduğundan bu yana devrim sürecinin tüm aşamalarında tüm anti-tekelci güçlerin ortak ve baş düşman emperyalizme karşı bir ulusal tek cephede birleşmeleri için savaşmıştır. Şimdi, tarihsel sorumluluğunun bilincinde olan TKP, tüm ulusal demokratik güçlerle (CHP'nin sol kanadı da içinde) eylem birliği yapmaya ve Ulusal Demokratik Cephe kurmaya hazır olduğunu açık ve kesin bir biçimde belirtiyor.

Emperyalizme bağımlılık, tekelleşme sürecinin gelişmesi, ekonomik, sosyal ve politik bunalımlar, yalnız işçi sınıfının durumunu kötüleştirmiyor. Küçük üreticilerin, köylülerin yıkımı, köyde sosyal ayrışma süreci de hızlanmıştır. Burjuvazinin içindeki ayrışma bütün hızıyla sürüyor. Burjuvazinin tekelci olmayan kesiminin çıkarları zarar görüyor. Tam buların sonucunda işçi sınıfının, çıkarları zarar gören öteki sınıf ve sosyal gruplarla geniş bir cephe kurması için temel oluşuyor, oluşmuştur. Bu cephe emperyalizmle işbirliği yapan tekelci burjuvaziye karşı yöneliktir.

Geniş halk yığınları ABD emperyalizminin gerçek yüzünü sınıf savaşları içinde daha iyi görüyor, onu daha iyi anlıyor. Ülkemizde anti-emperyalist eğilimler güçleniyor. Faşist grupların azıtması karşısında Ulusal Demokratik Cephe zorunluluğunu şimdiye kadar kavrayamayan politik çevreler bile artık buna inanmaya başlıyor. Anti-sovyetizm ve anti-komünizm giderek iflas ediyor. Tek cephenin kurulmasına başlıca ideolojik engeller aslında bunlar olmuştur.

Bu belirttiğimiz koşullar Ulusal Demokratik Cephe belgisinin, tüm anti-emperyalist, anti-tekelci, anti-faşist güçlerin birliği idelerenin yalnız işçi ve sendikal hareketinde yayılmasına yol açmakla kalmadı. Bu koşullar, ülke çapında birçok demokratik yığın örgütleri arasında da bu ülkünün geniş ölçüde yayılmasına yardım etti. Birçok kentlerde değişik parti ve gurupların temsilcilerini içine alan Tek Cephe Komiteleri oluşturuldu. Bu Komitelerin çabalarıyla anti-emperyalist, anti -faşist miting ve toplantılar düzenlendi. Ulusal Demokratik Cephe sorunu şimdiye kadar hiçbir zaman tüm partileri, tüm yayın ve basın organlarını içine alan böylesine geniş bir tartışma konusu olmamıştı. Bu sürecin çözümleyici etkeni TKP'nin politik etkisinin artmasıdır. Onun ardıcıl uygulaya-geldiği birlik politikasıdır.

Ama, hemen şunu da belirtmeliyiz ki, Ulusal Demokratik Cephe'nin kurulması sorunu hâlâ çözüme kavuşmuş değildir. Bundan çıkarak TKP Merkez Komitesi 9 Haziran 1978 gündemli çağrısında tüm ulusal demokratik güçlere, partilere, örgütlere, tek tek kişilere, yurtsever bilim adamlarına, sanatçılara, yazarlara, saylavlara, subaylara seslendi. O, "TKP, ulusal demokratik güçlerin birliğine temel olacak platformu oluşturmak ve cephe birliğinin örgütsel sorunların görüşmek için bir araya gelmeyi, bir forum toplamayı öneriyor" dedi. Ulusal Demokratik Cephe'yi kurma ödevi birbirine bağlı birçok sorunun çözümü için ardıcıl savaşımı gerektiriyor. Bu sürecin en önemli halkalarından biri, işçi sınıfının birliğini sağlamaktır. Ülkemizde işçi sınıfı sendikal alanda olduğu gibi, politik bakımdan da parçalanmıştır. İşçi sınıfı son zamanlarda gerici burjuva ideolojisinin etkisinden önemli ölçüde kurtulmuş olsa da, emekçiler arasında yine de burjuva reformizminin etkisi güçlüdür. İşçi hareketinde önceleri olduğu gibi şimdi de revizyonist, sağ ve "sol" oportünist akımların var olduğu ortadadır. Türkiye'de birkaç legal sosyalist parti var. Sosyal demokrasi eğilimi ise tutucu, reformist bir burjuva partisi olan CHP'nin bir kanadınca temsil ediliyor.

Sol güçler arasında birliğin sağlanması, işçi sınıfının politik birliğinin gelişmesinde önemli bir etkendir. TKP, sosyalistler ve sosyal-demokratlarla diyalog kurmak ve eylem birliği yapmak için tüm olanaklardan yararlanmaya çalışıyor. Ama bugün ancak, bu partilerin sıradan üyeleriyle eylemleri ayarlama, uyumlaştırma yolunda bazı başarılar sağlanmıştır. Bu partilerin ön yargılardan yürüyen yöneticileri, eskiden olduğu gibi, bugün de bizim emperyalizme ve faşizm tehlikesine karşı güç birliği yapma önerilerimizi geri tepiyorlar.

Ulusal Demokratik Cephe'nin temelini işçi-köylü bağlaşıklığı oluşturur. TKP, köylüler aracındaki ayrışmayı göz önünde tutuyor. TKP, fakir ve orta halli köylüleri (bugünkü aşamada köy burjuvazinin belirli bir kesimini de) toprak ağalarına, büyük kapitalist çiftlikçilere ve tarım tekellerine karşı verdikleri savaşta destekliyor. TKP'nin politikası, geniş köylü yığınlarını burjuvazinin etkisinden kurtarmak ve işçi sınıfından yana çekmektir.

TKP, ulusal ezgiye karşı, zorla özümsemeye karşı, her tür şovenist ezgiye karşı savaşan Kürt halkını .Ulusal Demokratik Cephe'ye çekmek için büyük çaba harcıyor. Kürt halkı eşitlik hakkını ancak kendi programına, ulusların eşitliği ve yazgılarını kendilerinin belirlemesi gibi Leninci ilkeleri temel yapmış olan TKP'nin yönetiminde savaşan Türkiye işçi sınıfıyla omuz omuza vermekle elde edebilir. Öte yandan milyonlarca Kürt ve Türk emekçisinin birleşik eylemi emperyalizme, faşizme ve tekellere karşı ortak savaşta başarı sağlanması için de bir zorunlu koşuldur.

Tekellerin ezgisi altında olan, sömürülen orta katmanların Ulusal Demokratik Cephe'ye girmesi yaşamsal önem taşır. TKP, bunların çıkarlarını savunuyor. Küçük tüccar, esnaf ve zanaatçılar üzerinde faşistlerin, gerici politik güçlerin etkisini yalıtmaya çalışıyor. Öğretmenler, mimarlar, mühendisler, teknikerler, doktorlar arasında, genellikle aydınlar arasında, onların dernek ve sendikal örgütlerinde ilerici, demokratik eğilimler güçleniyor. Bu toplumsal gurupların Ulusal Demokratik Cephe'ye katılma isteği artıyor. Gençlerin, kadınların, barışseverlerin savaşı sürekli güçleniyor. Ve bu savaşın rolü artıyor. Gençlerin, kadınların, barışseverlerin savaşı günden güne daha büyük bir önem kazanıyor.

TKP, ulusal burjuvaziyi de, yani burjuvazinin tekelci olmayan, emperyalizmle sıkı bağlan bulunmayan kesimini de Ulusal Demokratik Cephe'ye çekmeye çalışıyor.

Tüm bu güç ve katmanların, bunların politik örgütlerinin tek cephede birleşmelerini sağlamak için kimi önemli politik ve ideolojik engelleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bununla ilgili olarak her şeyden önce tekelci burjuvazinin TKP'yi ve onun tek cephe politikasını gözden düşürmek için tüm araçlara başvurarak yürüttüğü kampanyayı belirtmek gerekir. Burjuvazi tek cephenin kurulmasını engellemek amacıyla TKP'nin legalleşmesine kesinlikle karşı çıkıyor. Bu koşullarda TKP üzerindeki yasağın kaldırılması savaşımı Ulusal Demokratik Cephe için savaşla birleşiyor.

TKP, tek cepheyi kurmaya çalışırken kendi politikasını ötekilerine dayatmak niyetinde değildir. TKP, çok kez belirttiği gibi, bu cepheye katılacak tüm parti ve güçlerin örgütsel eşitliğinden, bağımsızlığından, bunların kardeşçe ve savaşkan birliğinden yanadır. Ama bu, işçi sınıfının önderliği, hegemonyası ilkesinden TKP'nin vazgeçtiği anlamına gelmez. Tam tersine demokratik cephe ancak işçi sınıfının önderliğinde kurulabilir.

TKP'nin tek cephe kurma politikasını başarısı, önemli ölçüde onun kendi sıralarını bundan böyle daha da güçlendirmesine bağlıdır. Son yıllarda TKP bu yolda önemli adımlar attı. Burjuva terörünün açtığı derin yaralar sarıldı. Oportünist etkinin sonuçları ortadan kaldırıldı. TKP yalıtık durumdan çıktı. Onun savaşkan eylemlerini dünya kamuoyu, geniş yığınlar günden güne daha çok öğreniyor. Onun dünya komünist hareketiyle bağları, ilişkileri gelişiyor ve güçleniyor. Bugün o, enternasyonal görevini daha büyük bir etkinlikle yerine getiriyor.

TKP'nin deneyleri bir gerçeği açık seçik gösteriyor: Parti ancak Marksizm’e-Leninizm’e bağlı kaldığı, proletarya enternasyonalizmi konumlarında dimdik durduğu, anti-Sovyetizme ve oportünizmin her türüne karşı ardıcı! savaştığı zaman, savaşkan halk yığınlarıyla sımsıkı bağlandığı zaman önüne çıkan tüm güçlükleri yenebilir. Bunları kılavuz edinerek TKP örgütsel, ideolojik ve politik birliğin yeni, daha yüksek bir aşamaya yükseltiyor. Onun savaşkan Leninci politikası günden güne daha geniş yığınları kendinden yana çekiyor.

TKP, Türkiye'nin en eski partisidir. O, doğrudan doğruya Büyük Oktobr Sosyalist Devrimi'nin etkileri altında doğmuş, ulusal kurtuluş savaşlarının ateşleri içinde kurulmuştur. Bununla birlikte TKP, Türkiye'nin en genç partisidir. Komünistlerin ortalama yaşı 30'u bulmuyor. Parti kadrolarını genç komünistler dolduruyor. Eski kuşakların, yaşlı komünistlerin savaş deneylerinden genç kuşaklar yararlanıyor. Bunların ateşli duygusallığı, özverili savaşımı ve girişkenliği partiyi daha da güçlendiriyor. Partinin sosyal yapısının önemi büyüktür. TKP üyelerinin %60'ı işçi sınıfından gelmedir. TKP, "fabrikalar kalemizdir!" belgisini kılavuz edinmiştir. Partiye alınan yeni üyeleri sınıf savaşımı içinde eğitmenin, onları Marksizm-Leninizm bilimiyle donatmanın yaşamsal önemi büyüktür.

TKP'nin yaşamında olağanüstü önemli bir olay da 1977 yılında partinin yerel örgütlerinin geniş ölçüde temsil edildiği parti konferansının yapılmasıydı. Bu konferansta yeni parti Programı ve yeni parti Tüzüğü onaylandı ve partinin yönetim organları seçildi. Böylece partinin Leninci birlik temeli güçlendirildi. Bu Konferans'dan az sonra, Politik Büro ülkenin tüm bölgelerinden yerel parti örgütlerinin sorumlu temsilcileriyle bir sıra toplantılar düzenledi. Bunlar 1978 yılının ilk yarısında yapılan MK Plenumu'nun hazırlıkları için önemli adımlardı. Plenum, alanlarda partinin önünde duran politik, ideolojik ve örgütsel ödevleri saptadı, belirledi. Plenum, partide kollektif yönetimi güçlendirdi.

TKP, nicel ve nitel bakımdan gelişiyor. Onun bu yönde attığı her adım komünistlerin sınıf savaşımında yönetici rolünü yükseltiyor. Onların yığınlarla bağlarının güçlenmesine, ülkenin politik yaşamında etkilerinin artmasına yardımcı oluyor. Partinin gelişmesinde Merkez Komitesi organı Atılım ve Marksizm-Leninizm'in legal yayılmasına yardım eden partinin öteki yayınlan büyük rol oynuyorlar.

Biz hiç bir abartma yapmadan kesinlikle şunu söyleyebiliriz: TKP, ülkemiz işçi sınıfının yığınsal Marksist-Leninist partisi olma yolundadır. Partimiz, yığınlarla bağlarını güçlendiriyor. Yığınlara iniyor, onların savaşlarını yönetiyor. Komünizmin aydın ülküleri uğrunda savaşta yeni yeni güçler kazanıyor.



Bu yazı Barış ve Sosyalizm Sorunları dergisinin Şubat 1979 tarihli sayısından aktarılmıştır.


Dipnotlar:
(1) Bak, Barış ve Sosyalizm Sorunları, sayı 10, 1978.
(2) 1978 yılnın Aralık ayı sonunda. Barış ve Sosyalizm Sorunları dergisinin, bu sayısı baskıya verildikten sonra, faşist terör tırmanışı Kahramanmaraş'ta kanlı kırıma ulaştı. 100'den fazla insan öldü. Binden fazla yurttaş yaralandı. Tekelci, işbirlikçi burjuvazi, emperyalist ve militarist çevreler hemen bundan yararlandılar, halka sıkıyönetim dayattılar. Yurttaşlık hak ve özgürlüklerini daha da budadılar, kıstılar. (R.N.)