10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 3 Kasım 1989 1990'lara girerken ülkemiz, kadın hareketi ve görevler

1990'lara girerken ülkemiz, kadın hareketi ve görevler

Emel Aslan - Hülya Gülbahar

Kadın hareketinde 1980 sonrası dönemdeki hareketlenme ve arayışlar sürüyor. Emel Aslan ve Hülya Gülbahar, bu ilk yazılarında kadın sorununa çok genel bir girişiyle ülkemizdeki kadın hareketinin durumunu ele aldıktan sonra, kadın hareketinin örgütlenme sorununu özel olarak inceliyorlar. Önerileri olan demokratik bir kadın örgütlenmesi, bir bütün olarak önerinin ve özel olarak da ilkelerinin tek tek tartışılması yoluyla sağlıklı bir biçimde gerçekleştirilebilir. 10 Eylül böylesi bir tartışmaya temel olacak ve bu görüşlerin düşünsel zeminini sunacak yeni yazıları sürdürecek.

Kadın sorunu konusunda dünyada ve ülkemizde hem sol hareketler, hem de kadın hareketleri içinde canlı tartışmalar yaşanıyor. Kadınların çeşitli düzeylerde yaşanan bir ayrımcılık ve baskıyla karşı karşıya olduğu, konuyla ilgili çevrelerde genel bir kabul görüyor olmakla birlikte bu olgunun nedenleri, sonuçlan ve çözüm yolları konusundaki yaklaşım farklılıkları, görüş ayrılıkları süregidiyor.

Ülkemizde özellikle son yıllarda yoğunlaşan bu tartışmalarda öne sürülen farklı görüşlerin, kendi iç bütünsellikleri ve netlikleri konusunda henüz yeterince olgunlaşmamış olduğu gözleniyor. Hem sol hareketin kadın sorunlarına ilişkin yaklaşımlarında, hem de 1980 sonrası dönemde "toparlanma", "yeniden canlanma" sürecine giren kadın hareketinde aynı sorun gözleniyor.

Bu geniş tartışma ortamında ülkemiz komünist ve işçi hareketi içinde konuya ilişkin yaklaşımı netleştirmek; önde duran görevlere ilişkin somut öneriler geliştirmek görevi tüm yakınlığıyla beliriyor. İşte tam bu noktada; 1980 öncesinin sol ve kadın hareketlerinden günümüze uzanan teorik ve pratik miras içindeki olumlu ve olumsuz deneyimlerin süzgecinden geçen yepyeni bir yaklaşım geliştirmek gereği kendini belli ediyor. Bu gereklilik, komünist ve işçi hareketinin gündeminde kadın sorununa ilişkin görevler konusunda şu yaklaşımları dayatıyor:

İlk olarak, sınıfın siyasi mücadelesi ile kadınların uğradıkları cinsiyete dayalı baskı ve ayrımcılığa karşı mücadelenin ortak ve özgül yanlarını diyalektik bir bütünlük içinde ele alarak; kadın sorununun kavranışına ilişkin sağlam bir programatik çerçeve oluşturarak, bu alandaki öncülük görevini yerine getirir olmak.

İkinci olarak, komünist hareket sıralarında kadınların oranını artırmak; tüm kademelerde ve sorumluluk alanlarında kadın ve erkek komünistlerin eşit hak ve görevlerle yer almasını, bu alanlarda kadınların önünü açıcı politikaların üretilmesini ve yaşama geçirilmesini sağlamak. Ayrı bir komünist kadınlar örgütüne ihtiyaç duymaksızın, hareket sıralarında gideıek artan sayıda kadın ve erkeğin eşit koşullarda yerini almasını sağlamak.

Üçüncü olarak, içinde komünist kadınların da kendi kimlik ve kişilikleriyle yer alacağı, farklı felsefi ya da politik bakış açılarına sahip ve farklı toplumsal sınıflardan kadınların, kadın olmak ve cins ayrımcılığıyla yüz yüze olmak zemininde birleşerek oluşturacakları kapsayıcı, edinilebilir, pratiğe yönelik ve demokratik bir programa sahip; birleşik, bağımsız, demokratik, merkezi, kitlesel ve uluslararası kadın hareketiyle bağlı Demokratik Kadın Örgütünün oluşturulması için vargücüyle çalışmak.

Bu noktada; 1980 öncesinin sol ve kadın hareketlerinden günümüze uzanan teorik ve pratik miras içindeki olumlu ve olumsuz deneyimlerin süzgecinden geçen yepyeni bir yaklaşım geliştirmek gereği kendini belli ediyor.

Dördüncü olarak, kadınları ve erkekleri her türlü toplumsal mücadeleye çağırırken, aynı zamanda hedefleri ve mücadele biçimleri açısından özgül bir alana seslenen ve içinde demokratik kadın örgütünün de yer alacağı bağımsız kadın hareketine ve eylemlerine dostça yaklaşmak, saygı göstermek ve omuz vermek anlayışını geliştirmek.

Tüm bu gereklilikler, komünist hareketin ve kadınların önüne yakıcı ve yoğun görevler, yeni yaklaşım biçimleri koyuyor. Gerçekten de, ülkemiz kadınlarının derin sınıfsal ve ulusal sömürünün / baskının yanısıra, bir de yüzyılların gerici, dinsel ve töresel gelenekleri ile birleşen cinsiyete dayalı eşitsizlik, baskı, sömürü ve aşağılanmasıyla karşı karşıya olduğu düşünülürse, bu özgül yaklaşım ve mücadelenin gerekliliği daha bir belirginleşiyor. Bu nedenle, özellikle komünist kadınlar, üzerlerindeki sınıfsal, ulusal ve cinsiyete dayalı tüm baskılara karşı, toplumun eşit ve özgür bireyleri olarak yaşamın her alanında söz sahibi olmak istiyor. Ancak bu sadece komünist kadınların ihtiyacı, onlara özgü bir istem değil. Ülkemizde binlerce, dünyada milyonlarca kadın, şu ya da bu düzeyde, kadın olarak yaşamanın önünde dikilen sorunları aşmak istiyor.

Sorun ülkemizde de, burjuva kadın hakları savunucusu derneklerden, feminist dergi, grup ve çevrelere ve sosyalist kadın örgütlerine dek uzanan geniş bir yelpaze içinde canlı bir biçimde tartışılıyor. Her çevre, kadınların mevcut durumundan çıkışları için kendi özgül görüşlerini netleştirme yönünde bir tartışma vürütüyor. Sorunlar, çözüm önerileri ve çözüme ulaşmakta kullanılacak mücadele biçimleri konusunda bugünden beliren üç ana yaklaşım tarzı giderek netleşiyor. Konuyu güncel önemi bakımından "örgütlenme sorunu" merkezinde ele aldığımızda; bu görüşlerin, feminist görüşler, sosyalist örgütlenme modelini savunan görüşler ve bağımsız, demokratik bir kadın örgütü yaklaşımını öneren görüşler olarak ayrıştığı gözleniyor.

Feminist, Sosyalist Feminist ve kendilerini Marksist Feminist olarak adlandıran Kadın Kültürevi gibi kadın grupları; "örgüt" düşüncesinin kadının doğasına ters düştüğünü savunuyorlar. Bu çevreler, kadınların, toplumsal, kültürel, ulusal, dinsel vb. bölünmüşlükleri nedeniyle biraraya gelmelerinin olanaksız ve gereksiz olduğunu öne sürüyorlar. Kadın olmanın ortak sorunlarına karşı ortak bir mücadele yürütülmesi düşüncesinin karşısına; kendi özgül talepleri, farklı siyasi programları ya da bakış açıları nedeniyle ayn mekanlarda, ayrı gruplar halinde birarada olmayı çıkarıyorlar. Kadın grupları, dergi ve yayınevi çevreleri, kadın kültürevleri biçiminde yaratılmış olan ayrı ayrı kadın toplumsallıklarının kadınlar için en elverişli örgütlenme biçimi olduğunu savunuyorlar. Dağınık olarak varlıklarını sürdüren bu kadın çevrelerinin tek ortak hareket biçimi olarak, ortak eylemler, geçici birliktelikler, kampanyaları öne çıkararak, bu dağınıklığı kabullenip ilkeselleştirmeye çalışıyorlar. Sonuç olarak, mücadele hedefleri belirlenmiş, programlı, örgütlü bir kadın hareketi yerine; kadınların edilgen, etkisiz, kendiliğindenliğe boyun eğmiş marjinal çevreler içine hapsedilmesi sonucunu doğuracak formülasyonlar geliştiriyorlar.

Bugün sosyalist kadın örgütlenmesi modeli, özellikle DEMKAD, DKD ve Gelenek Dergisi çevrelerince savunuluyor. Kadın örgütlenmesi için ülke düzeyinde merkezi bir örgüt modelini öne çıkaran her üç anlayış da, her ne kadar "demokratik" kadın örgütü adını alsa bile; ana vurgu olarak anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist temelde, omurgasını işçi ve emekçi kadınların ve kimi zaman gıda ve tekstil gibi işkollarında yoğunlaşmış olan işçi kadınların oluşturduğu bir kadın örgütünü savunuyor. Söz konusu çevreler, programlan, örgütsel ilkeleri ve etkinlik alanları ile varolan kadın yığınlarınıabütününü değil; siyasi ve programlarını seçmiş ya da seçmek gerekliliği bilincine ulaşmış kadınları kucaklamayı öngören yapılar olarak kendini belli ediyor. Dolayısıyla sosyalist ya da devrimci kadın örgütleri olarak çeşitli siyasi yapıların "yan örgütleri" olmak ve öylece kalmak riskini taşıyor.

Bu nedenle, özellikle komünist kadınlar, üzerlerindeki sınıfsal, ulusal ve cinsiyete dayalı tüm baskılara karşı, toplumun eşit ve özgür bireyleri olarak yaşamın her alanında söz sahibi olmak istiyor. Ancak bu sadece komünist kadınların ihtiyacı, onlara özgü bir istem değil Ülkemizde binlerce, dünyada milyonlarca kadın, şu ya da bu düzeyde, kadın olarak yaşamanın sorunlarını aşmak istiyor.

Siyasi, felsefi, dini görüşleri; toplumsal konumları, yaşlan, işleri ne olursa olsun tüm kadınlara seslenecek demokratik bir kadın örgütü yaratmak gerekliliğinden yola çıkan üçüncü eğilim ise, ülkemiz tartışma gündeminde yeni yeni yer almaya başlıyor.

Ülkemiz kadın hareketinin mücadele ve örgüt pratiğinin deneyimi de, kadın yığınlarını hakları için seferber etmeye yetenekli tek aracın demokratik bir kadın örgütü olduğunu göstermektedir. Örgütlü mücadele deneyimimizin de ortaya koyduğu gibi, ülkemiz kadınlarının sorunlarını bilince çıkarma, nedenlerini ve çözüm yollarını kavrama ve uğrunda mücadele edeceği kısa ve uzun erimli istemleri belirleme ve elde etme konusunda en önemli kaldıraç, merkezi yapılar aracılığıyla verilecek örgütlü bir mücadeledir. 1980 öncesi kaçlın örgütlenmelerinin günümüze taşınması gereken bir başka deneyimi ise, herbiri değişik siyasi yapıların etkisi altında olan kadın örgütlenmelerinin; kadınların özgül sorunlarına duyarlılıktaki eksiklikleri ve geniş kadın yığınlarını kucaklama konusundaki yetersizlikleridir.

Bu nedenle, geçmiş deneyimlerin olumlu ve olumsuz derslerinden yararlanacak bir kadın örgütlenmesi, ne geçmişin kabaca olumsuzlanması, ne de basit bir tekrarı olmamak zorundadır.

Bu deneyler, ülkemiz kadın hareketinin gündemine;

Kadınların, yalnızca kadın oldukları için karşı karşıya oldukları ortak sorunlara: ekonomik, toplumsal ve kişisel ezilme, sömürülme, baskı ve aşağılanma biçimlerine karşı;

Kadınların bu ortak sorunlarının yanisıra, iş, yaş, din, ulus vb. toplumsal kimliklerine bağlı olarak, yaşadıkları özgül sorunları da sahiplenen; ne genel talepleri özel olanların, ne de herhangi bir kadın topluluğunun taleplerini diğerlerininkinin karşısına koymaksızın kapsamlı ve bütünlüklü bir bakış açısıyla yola çıkan;

• Bu bakış açısının bir sonucu olarak, kadın olmanın ortak ve özgül sorunlarına karşı mücadele edecek tüm kadınları kapsayabilecek genişlik ve esneklikte, birleşik, bağımsız, demokratik, yığınsal ve ülke düzeyinde merkezi bir örgüt yaratılması görevini koymaktadır.

Böylesi bir örgüt, aynı zamanda, ülkemizde şu anda değişik kadın çevreleri biçiminde kendiliğinden oluşan çokrenkliliği ve çoksesliliği de kavramaya yetenekli bir yapı olacaktır.


Demokratik bir kadın örgütü için ilkeler

Demokratik bir kadın örgütünün yaratılması, öncelikle demokratik bir programa sahip olmakla bağlıdır.

Demokratik bir kadın örgütünün programı, herşeyden önce kapsayıcı olmalıdır. Seslendiği kadın kitlesinin genişliği gözönüne alınırsa, programın kapsayıcılığının, yığınsal bir örgüt yaratılmasının ilk koşullarından biri olduğu açıktır. Bu nedenle program, tüm kadınların ortak istemler çerçevesindeki ortak hareketini sağlamaya yönelik olarak kadınların "kadın olmaktan kaynaklanan" tüm sorunlarına sahip çıkmalıdır. Her kadın, bu programın bir bölümünde ya da tümünde kendi sorularına bir yanıt; uğruna mücadele edebileceği bir hedef bulmalıdır.

Ancak bu kapsayıcılık, gerçekçi ve sonuç alıcı hedefler belirlenmesi gereğiyle birlikte ele alınmalıdır. Bu da ancak, erteleyici olmayan, kadınların kurtuluşu perspektifinde bugünden elde edilmesi olanaklı istemleri de içeren, pratiğe yönelik bir program anlayışıyla olanaklıdır. Eğer bugünden başlayarak verilecek uzun erimli bir mücadeleden sözedi-yorsak; tek bir kadının bile bu mücadelenin ve sonuçlarının teki alanı dışında kalmamasını hedefliyorsak, programımız kapsayıcı, sonuç alan, pratik adımlar altıncı olmalıdır.

Kadınların hemen bugünden bir-araya gelip, uğrunda mücadele yürütebileceği bir programın hazırlanması, ancak, oluşumuna kendilerinin de bizzat katıldığı, istemlerinin belirlenmesinde kendi özgül sorunlarının da dikkate alındığı bir süreci gerektirmektedir. Dolayısıyla, demokratik bir kadın örgütünün yola çıkış programı da, aşağıdan yukarıya, demokratik bir tartışma ve görüş alışverişi süreçlerinin ardından varılacak ortak mutabakatlar temelinde oluşturulmalıdır.

Bu anlayıştaki bir programı yaşama geçirmek üzere oluşturulacak demokratik bir örgüt, programının ana ilkelerini gözönünde tutan bir yaklaşımla belirlenmelidir.

DKÖ birleşik olmalıdır: Tüm kadınlara seslenecek; toplumsal kimlikleri alabildiğine çeşitlilik gösteren bir kadın yığınsallığını tek bir hareket içinde birleştirecek bir örgüt; değişik bakış açılarının, farklı ideolojik, politik ve pratik tutumların birarada olması demektir. Ayrıca, ülke düzeyinde kurulacak merkezi bir kadın örgütü, Türk, Kürt ve değişik ulusal kimliklere sahip kadınların ortak çatısı olarak birleşik bir örgüt olmak zorundadır. Aynı şekilde bu birleşiklik ilkesi, kadının kurtuluşunu farklı siyasi programlarda gören komünist, sosyalist, sosyal demokrat vb. kadın çevreleri ya da tek tek kadınların da birleşik örgütsel zeminini ifade etmektedir.

DKÖ bağımsız olmalıdır:

Kadın sorunları ve çözümü konusunda ortak bir program etrafında birleşmek; toplumsal yaşamın diğer alanlarına ilişkin aynı bakış açısına sahip olmayı gerektirmemektedir. Değişik bakış açılarına, siyasal, felsefi ve dinsel inançlara sahip kadınların birleşik örgütü, bu kitleselliğe ulaşmayı hedeflediği sürece, çeşitli siyasal programlardan ve örgütlerden bağımsız olmak zorundadır. Bu da ancak, siyasi bir yapının yan örgütü olmamak ya da damgasını taşımamak ve hatta çeşitli siyasal yapıların ele geçirme çabalarından uzak kalmakla sağlanabilir. Doğal olarak böylesi bir örgüt içinde çeşitli siyasal görüşlerden kadınlar kendi kimlikleriyle varolacak; ancak bu kimliği örgütün bütününe dayatamayacaklardır. Aynı örgüt çatısı altında birarada olmanın anlamı, ortak program çerçevesinde, kadının kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarına çözüm aramak, bu uğurda hepbirlikte mücadele etmek olacaktır.

Tüm kadınlara seslenecek; toplumsal kimlikleri alabildiğine çeşitlilik gösteren bir kadın yiğınsallığıni tek bir hareket içinde birleştirecek bir örgüt; değişik bakış açılarının, farklı ideolojik, politik ve pratik tutumların birarada olması demektir.

Öte yandan, kadınların kendilerine özgü çıkarları, toplumsal yaşamın her alanında yansımasını bulan erkek egemen değer yargıları ve ahlak anlayışıyla derin bir çelişki içindedir. Yüzyıllardır varlığını sürdüren, toplumsal ve kişisel bilinçlere kazınmış olan bu anlayışlar, ancak bugünden yarına verilecek sistemli ve etkili bir mücadele ile değiştirilebilir. Bu nedenle demokratik bir kadın örgütü, program, politika ve pratiğiyle erkek egemen anlayıştan bağımsız olmak zorundadır. Üstelik erkek egemenliğinin devletin resmi ideolojik dayanaklarından biri olduğu koşullarda bu bağımsızlık daha bir önem kazanmaktadır.

DKÖ demokratik olmalıdır:

Demokratik bir kadın örgütünün taleplerindeki ve bu taleplerin sahiplerindeki çeşitlilik, ancak demokratik bir yapı ve mücadele anlayışı temelinde biraraya gelebilir. Çeşitli kesimlerden değişik bakış açılarına sahip kadınların örgütte kendi talepleri ile yeralabilmelerinin; kendi eylemlerini yönetcbilme insiyatif ve becerisini kazanabilmek ya da hayata geçirebilmelerinin; ortak eylemlere özgür bir biçimde ve kendi renkleriyle katılabilmelerinin biricik güvencesi demokratik bir yapıdır. Demokratik bir örgüt niteliği, yapılanmasının aşağıdan yukarıya biçimlenişinde ve işleyiş ilkelerinde kendini belli eder.

Bir örgütün oluşum sürecindeki demokratik biçimleniş, örgütün tüm yaşamına damgasını vuracaktır. Bu nedenle, daha oluşum sürecinden başlayarak, en geniş kadın çevrelerinin bilinçli insiyatifi ve katılımı esas alınmalı; örgüt, programıyla, tüzüğüyle aşağıdan yukarıya ilerleyen bir süreç içinde biçimlenmelidir.

Demokratik yapı gereği, her düzeyde seçimle gelip seçimle gitme ilkesi egemen olmalı; hiçkimse ortak programı aşan kişisel görüşleri vb. nedeniyle örgütten atılamamalı, örgüt ya da organ feshi sözkonusu edilememelidir.

Tüm etkinlikler olabildiğince çok üyenin ortak katılımı ve onayı ile programlanmalı ve yürütülmelidir. Ortak kararlara katılım sağlamaya çalışırken; dayatmacılıktan uzak bir gönüllü katılım ve ikna yöntemi benimsenmelidir.

Örgüt içi demokratik bir yaşam oluşturmak için; son derece esnek ve her türlü yenilenmeye açık çalışma biçimleri yaratılmalıdır. însiyatif kullanılmasından korkmaksızın, kadınların kendileri için en uygun çalışma ve örgütlenme biçimlerini yaratabilmelerini sağlayacak biçimde alabildiğince geniş bir kollektif önderlik yaratılmaya çalışılmalıdır.


DKÖ merkezi olmalıdır:

Gündelik dilden, iş yaşamına dek yaşamın her alanına yansıyan ve çözümü uzun ve zorlu mücadeleler gerektiren kadın sorununun çözümü konusunda atılacak her adım, asgari bir düzeyde de olsa bir örgütlülüğü gerektirir. Ekonomide, hukukta, eğitimde, toplumsal yaşamın dönüştürülmesine yönelik en küçük bir kazanım bile ancak ülke çapında bir örgütlülükle elde edilebilir.

Öte yandan, ülke düzeyinde merkezi bir örgüt yapısı; demokratik bir kadın örgütünün kitleselliğini ve çokrenkliliğini yansıtacak genişlik ve esneklikte ele alınmalıdır. Bu anlamda, demokratik bir kadın örgütü, kadınların en geniş kesimlerini harekete geçirebilmek için, kadınların bulunduğu her yerde, onları birlikte iş yapmaya çekecek biçimde örgütlenmelidir. Yani çeşitli kadın toplumsallıklarının, özel gereksinim ve taleplerine ilişkin yerel çalışmalara hak ettikleri önemle yaklaşarak, her kadını kendi bulunduğu yerde ve konumda kavrayacak çalışma biçimleri geliştirmeli, yerel insiyatiflerin gelişmesine olanak tanımalıdır.

Ancak yerel çalışmaların sınırlılığı ve kısmiliği gözden kaçırılmaksızın bütün bu çalışmalar merkezi bir kadın örgütünün ortak etkinlikleri çerçevesinde birleştirilmelidir. Böylesi bir merkezi örgüt sayesinde dağınıklığın getireceği sorunları aşmak, kadınların yerel düzeyde biriktirdikleri deney ve elde edilen kazanımları genelleştirmek, tüm kadınların ortak sorunları konusunda ülke çapında birleşik bir güç oluşturmak olanaklı olur.

Bu anlamda, demokratik bir kadın örgütü için merkezilik, öncelikle programatik düzeydeki ortak ve özgül istemlerin yaşama geçirilmesi için ülke düzeyindeki kampanyaların organize edilmesi; bir bilgi ve deneyim biriktirme, bu deneyimi ülke düzeyindeki tüm kadınlara taşıma; ülke çapındaki ortak ve yerel etkinliklerin eşgüdümlü bir biçimde yürütülmesi için gereklidir. Kısacası, sözkonusu olan, alabildiğine esnek, insiyatifli bir yerel hareketliliği kucaklayacak, ortak bir bellek, bir deneyim biriktirme ve aktarma merkezi, ortak etkinlikler için sağlam bir çerçeve, bir eşgüdüm organı olarak merkezi bir yapı; yani merkeziyetçi değil, merkezi nitelikli bir yapıyı oluşturmaktır.

DKÖ yığınsal olmalıdır: Kadınlar nüfusun yarısını oluşturuyor ve cins ayrımcılığından kaynaklanan ortak sorunlara sahipler. Bu nedenle, kadın olmanın bu ortak sorunlarını yaşayanların, mümkün olan en geniş yığınsallıkla bir araya gelmesini sağlamanın en önemli koşullarından biri, kapsayıcı bir programa sahip olmaktır. Bu kapsayıcılığı da, kadınların karşı karşıya olduğu ayrımcılıktan kaynaklanan en küçük bir sorunu bile atlamayan; üretim sürecinden cinselliğe dek yaşamın her alanınında müdahale edici ve dönüştürücü politikalar içeren bir program karşılayabilir.Program düzeyinde ifade edilen bu kapsayıcılık, örgütsel düzeyde de tüm kadınlara açık olmak ilkesiyle bütünleştirilmelidir. Demokratik bir kadın örgütü, toplumsal konumu, yaşı, işi, görüşleri ne olursa olsun kadınlara yönelik ayrımcılığın karşısında olan tüm kadınlara seslenmelidir. Bu anlayışın bir sonucu olarak, kadın örgütüne üyelik için ortak program ve tüzüğün kabulünden başka bir şart gözetilmemeli; artı şeyler istenmemelidir.


DKÖ uluslararası kadın hareketinden kopuk olmamalıdır:

Kadınların karşı karşıya olduğu ayrımca uygulamalar, toplumdan topluma biçim ve yoğunluk farklılıkları göstermekle birlikte bugün tüm dünya kadınlarının ortak sorunudur. Kadının kurtuluşu da, ancak ayrımcılığın tüm yeryüzünden silinmesiyle nihai başarıya ulaşacaktır. Bu nedenle, ülke düzeyinde verilecek kurtuluş mücadelesinin uluslararası kadın hareketiyle bağlanması önemli bir gerekliliktir. Diğer ülke kadınlarının mücadelesi ile iletişim ve eşgüdüm içinde olmak, dünya kadınlarının ortak örgütlen ve özellikle Uluslararası Demokratik Kadınlar Federasyonu (UDKF) ile bağlanmak, ülkemiz kadın harekeli için de vazgeçilmez önemdedir. Böylesi bir ilişki, uluslararası kadın hareketinin deneyimlerinden yararlanmak ve ülkemiz kadınlarının gücünü, tüm dünya kadınlarının örgütlü gücüyle birleştirmek olanağı vereceğinden, ülkemiz kadınlarının mücadelesine de ivme kazandıracaktır.


Sonuç olarak

Kadın sorunu, hangi toplumsal çevreden, hangi görüşten olursa olsun, tüm kadınların ortak sorunudur. El ele verilecek ortak bir mücadele olmaksızın kimsenin özgürleşemeyeceği, kurtulamayacağı açıktır. Bugünlere giden yolu da, öncelikle, kendi sorunlarının bilincine varmış, kendi örgütünü yaratmış ve kendi mücadelesine aktif bir biçimde katılan bir kadın örgütünün bugünden başlayan mücadelesi açacak.

Bu mücadele, aynı zamanda, bugün ülke düzeyinde dağınık olarak varolan ve çeşitli düşünsel ayrılıklar temelinde biçimlenmiş olan kadın örgütleri ve grupları ile mümkün olan en geniş birliği sağlamanın gerekliliğine de işaret etmektedir. Gerçekten de bugün, kadın olmanın orlak sorunlarına karşı mücadele etmeyi öne koyan tüm çevrelerin; değişik deneyim ve gelenekleri dostça tartışabilme, mücadele kapasitelerini birleştirebilirle ve ortak sorunlara karşı hepbirlikte harekete geçebilme zeminini yaratmaları hem gerekli, hem de mümkündür.

Ortak teorik ve pratik çabaların, demokratik bir kadın örgütü ve "birlikte iş yapmak" becerisini gösterecek bir kadın hareketi yaratılması için yoğunlaştırılmasının yakıcı bir önem taşıdığına inanıyoruz.