10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 3 Kasım 1989 Ayrıntılarda unutturulan büyük gerçek

Ayrıntılarda unutturulan büyük gerçek

Orhan İyiler

Orhan İyiler'in bu yazısının bir özeti Görüş dergisinde yayımlanmıştı. Nasıl bir parti tartışmalarının yoğunluğunu sürdürdüğü ülkemizde 10 Eylül O.İyilerin çalışmasını bütünüyle yayımlamakla bu tartışmaya Leninci platformdan katılmayı uygun buluyor. Marksizm-Leninizm'in parti öğretisinin ağır saldırı altında bulunduğu, özellikle Leninci partinin demokratik olmadığı yönündeki ideolojik taarruza karşı O. İyiler, tarihsel gerçeklerin ışığında ağırlıklı olarak bu sorunu inceliyor. 10 Eylül komünist ve işçi hareketinin Leninci bir doğrultuda örgütlenmesinin sorunlarını ele alan yazıları önümüzdeki sayılarında da sürdürmeyi öngörüyor.

İşin aslı, diyordu kendi
kendine, besbelli ki benim
yazgım, düşlerimi
yaşarken ölmek olacak...
STENDHAL
(Kızıl ve Kara)

Kızıl ve Kara'nın genç Julien Sorel'i giyotinle başının kesilmesine iki adım kala hücresindeki son gecesinde hem kendini hem de toplumunu şöyle sorguluyordu: "Gerçeği sevdim hep.. ama nerede gerçek? Her yerde ikiyüzlülük, en azından şarlatanlık... en erdemlilerinde, en büyüklerinde bile... Bu hücrede herşeyden antılmış yaşıyorum ama yeryüzünde hiç de yalıtılmış yaşamadım. Görev duygusunun gücü vardı bende. Doğru ya da yanlış kendi kendime zorunlu kıldığım görev duygusu benim için sırtımı dayadığım sağlam bir ağaç gövdesi oldu. Sallandığım, dizlerimin bağının çözüldüğü olmadı mı, oldu; sonunda bir insandım yalnızca... ama sürüklenip gitmedim... "Ölümüme iki adım kala, kendi kendime konuşurken yine de ikiyüzlüce davranıyorum... ah XIX. yüzyıl..."

İdam hücresinde genç bir adamın bundan 150 yıl kadar önce kendisini ve toplumunu böylesine yoğun bir biçimde sorgulamasının sıcak soluğunu, yaşadığımız kendi gerçeklerimizde, şimdi XXI.. yüzyıla girerken daha amansız bir biçimde duyarlıyoruz. Julien Sorel'lerin iri iri açılmış gözlerini tüm yüzümüzde görüyoruz. Demir parmaklıklar arasındakiler hep sürdürüyorlar sormalarını... "Peki ama gerçek nerede ?" Gerçek sayın Oya Baydar'ın Aralık 1988 tarihli Görüş dergisinde çıkan yazısında mı? Baydar bu soruyu soranlara şöyle bir tablo çiziyor çünkü:

"Marjinallikte kalmamızın asıl nedeni örgüt modelimizden kaynaklanıyordu. 1980 öncesinin politik örgütlerinin hepsinin ortak bileşkesi Leninist? modeli kendilerine örnek almalarında. "Sayın Baydar'a göre örnek alman Leninist model de şu: "Bir avuç profesyonel devrimciden oluşan 'çelik çekirdek', etrafında derece derece halkalanan üyeler..." Geleneksel TKP ile Mao'cu ya da Aybar'cı bir örgütlenmenin, Troçkist gruplarla Stalinist çizgilerin, bir dönem yasal olan TİP, TSİP gibi partilerle, silahlı savaşımı, gerillacılığı benimsemiş sol örgütlerin hepsinin ortak bileşkesi bu: "Çelik çekirdek ve çevresinde halkalanan üyeler." Çelik çekirdek'in de temel yapısı kendini hiçbir zaman eleştirtmemesi, ortodoks bir çizgide kalarak "eleştiri silahını, silahın eleştirisine dönüştürtmemesi" Sayın Baydar bunu kaçınılmaz buluyor. Madem diyor, 917 modelini seçmiştik, onun "fiili sonucu olarak" bu yapı ister istemez Stalinist bir yapıya dönüşecekti. Bundan böyle artık "eski silahlarda baba yadigârıdır diye direnmemeyi, pas tutmuş silahları değil, yeniden yapılanmayı" öğütleyen sayın Oya Baydar Marksist solun YASAL, GENİŞ, AÇIK, BİRLİK PARTİSİ'ni oluşturmada geç kalınmamasmı özenle vurguluyor: "... eski silahlarda sonuna kadar ısrarı bir yana bırakabilir ve elbirliğiyle güçlü, yeni, modern, koşullara uygun ve bilimli bir yapı oluşturabilirsek, alternatifsiz bırakılmış Türkiye halkına bir umut ışığı ve sonra kendi elleriyle yaratacağı yeni bir dünya sunmamamız için neden yoktur" diyor. Güzel inancını pekiştiriyor.

Leninizm'i böylece kendisinin fiili sonucu olarak Stalinist yapıya dönüşmekle ve günümüzde artık paslanmışlıkla nitelendiren Oya Baydar'ın görüşlerini aynı dergide sayın Serol Teber "sorun salt Stalin ya da Stalinizm değildir, sorunun temeli Komünist Partilerin özünden gelen merkeziyetçi-demokratik (despotik ve dogmatik) niteliklerinden kaynaklanmaktadır" saptamasını yaparak daha bir derinleştiriyor.


Ama yaşadıklarımız hiç de böyle değil

Kısacık da olsa kendi tanıklığımdan söz açacağım için okuyucunun beni bağışlamasını diliyorum. 1960-1980 yıllarını kapsayan sol demokratik mücadelesinin bize yaşattıkları, doğru bir biçimde irdelendiğinde gerçeğin hiç de sayın Oya Baydar'ın söylediği gibi olmadığı ortaya çıkar. Örnek gösterilen TİP ve TSİP de hiçbir zaman Leninist model biçiminde örgütler değildi. Bu örgütlerin solundakilerin de, yani silahlı eylemi kendilerine kılavuz edinmişlerin de derinden ve temelden Leninist felsefe ve partileşmeyle doğrudan bağlantıları bulunmadığını 80 deneyiminden sonra ortaya çıkan gerçeklerle daha iyi kavrıyoruz.

Görev aldığım 1. TİP 1971 yılında kapatılıncaya dek hep AÇIK, YASAL, GENİŞ tabanlı bir parti olarak kaldı. Hiçbir zaman dar, yasadışı, içine dönük, kapalı bir parti olmadı. Buna rağmen, TİP kapatıldı. Ve biz 71'i yaşadık. 71'in generalleri sol insanlarımızı hallaç pamuğu gibi atar, gençler idam edilir, insanlar kurşunlanır bir gece önce yasallık güvencesindeki partililer evlerinin kapılan dipçikle kırılıp apar topar götürülür, ilerici sendikacılar, işçiler, aydınlar, işkence hücrelerine tıkılırlarken, kaynatılan bu cadı kazanının temelinde çoğumuzun bir gerçeği iyice kavrayamadığı ortaya çıktı: Böyle bir saldırıya karşı hazırlıksızdık. Hiçbir zaman da hazırlıklı olmayı düşünmemiştik. Yalnız son zamanlarda ilçeler bazında tartışılan bir konu iyice gündeme gelmişti: TİP siyasal erki Meclis'te çoğunluğu sağlayarak ele geçirse, ordu buna izin verecek midir? İstanbul İl Kongresi'nde Genel Başkan Aybar bu konuya açıklık getirmişti: "Eğer böyle bir durumla karşılaşırsak", diyordu, "bize 1961 Anayasası'nın dibacesi yol gösterecektir". 1961 Anayasası'nın dibacesi (başlangıç bölümü) ulusun direnme hakkından söz ediyor, ordunun devirdiği DP iktidarının halkın direnişiyle yasallığını yitirdiğini söylüyordu.

TİP ve TSİP de hiçbir zaman Leninist model biçiminde Örgütler değildi. Bu örgütlerin solundakilerir de, yani silahlı eylemi kendilerine kılavuz edinmişlerin de derinden ve temelden Leninist felsefe ve partileşmeyle doğrudan bağlantıları bulunmadığını 80 deneyiminden sonra ortaya çıkan gerçeklerle daha iyi kavrıyoruz.

Ne ki 1971'in generalleri bu anayasal hak olan direnme'nin nasıl olanaksız olduğunu kurmay planlamaları ve Prusya militarizmi içinde, aklı başında herkese kanıtlamakta gecikmediler. Ama işin asıl şaşılası yanı şuydu: Aşiret reislerini bile seçim kazanacağım diye liste başı yapan, alabildiğine herkese açık, alabildiğine yasal, iki kişinin tanıklığıyla üye olunan alabildiğine geniş tabanlı TİP acımasızca kapatıldıktan hemen sonra, hiçbir şeycikler olmamışçasına, sanki yaşadıklarımızı biz yaşamamışız gibi içerdeki yöneticilerle, dışardaki üyeler 2. TİP'in kuruluşu için çalışmalara koyuldular. Bu arada TSİP de aynı doğrultuda girişimini yoğunlaştırdı. Partinin kapatılmasını, cadı kazanının kaynatılmasını bizim dışımızdakilere yükleyerek, goşizm'in tüm bunlara neden olduğunu söyleyerek yeniden başlatılan 2. TİP çalışmalarında kurucular kurulunda görev almam için yapılan öneriyi geri çevirdim. Gerek yaşadıklarım, gerek son derece ivme kazandırdığım bilgilenme sürecim bana, yalnızca goşizm açıklamalarıyla yetinilemeyeceğini, olayın temeldeki diyalektik gerçeğini araştırmaya yönelinmesi gerektiğini gösteriyordu. 2. TİP kurulduktan bir süre sonra bana kurucular kurulunda görev öneren arkadaşımla bir tartışmamızda bana aynen şunları söylediğini anımsıyorum: "Yasal oluşumuzda, açık bir parti kimliğimizde, bu açıklığa da sıkı sıkıya bağlı oluşumuzda hiçbir sakınca bulmuyoruz dostum... Yasallık, herkese açıklık, bizim güvencemizdir. İnan bana, hem İl merkezindeki toplantılarımıza, hem de genel merkezde yaptığımız toplantılara polislerin de geldiklerini, katıldıklarını biliyoruz.

Tartışmalarımızı, kararlarımızı onların önünde hiç çekinmeden gerçekleştiriyoruz. Bunun iki yararını görüyoruz. Birinci yarar, bizim demokrasi ilkelerine nasıl, ne denli içtenlikli bir biçimde bağlı olduğumuz, bizim dışımızda maceracı goşistlerle hiçbir alışverişimizin bulunmadığını görmelerini sağlıyoruz. İkinci yararı da şu oluyor: Onları, polisleri, yani toplantılarımızı izleyen polisleri de eğitme, onları sosyalizme kazandırma olanağını buluyoruz" Demokrasi ilkelerine ne denli bağlı olduğunu, polisleri bile eğittiğini söyleyen bu arkadaşım 12 Eylül generallerince, yalnızca evet yalnızca Partinin takvimini düzenlemekten ve bu yolla komünizm propagandası yapmaktan 7,5 yıl yattı.


Bizim Leninist partimiz hiç olmadı

Marcel Liebman'ın altını son derece başarılı bir biçimde çizdiği gibi Leninci partinin kuruluş aşamasındaki ilkeleri dar, gizli, yasadışı çalışmayı temel alan, demokratik merkeziyetçiliği benimsemiş, monolitik (yekpare) bir yapıyı öngörür. Komünist partisi ile işçi sınıfı hareketinin henüz kaynaşamamış olduğu ve değişik çevrelerin henüz bir komünist partisi halinde biraraya geldikleri bu aşamada Lenin bu monolitik yapıyı sağlayabilmek için:"Genişlemesine bir işçi örgütü yaratmak eğiliminden kaçınmalıyız" diyordu..." Belki halk için böylesi daha kabul edilebilir ama -gerçekte öyle bir örgüt devrimcileri polise teslim edecek jandarma için daha kabul edilebilir bir örgüttür.(1)" "Örgütün yaygın olmaması (yani geniş tabanlı olmaması), olabildiğince ve alabildiğince yeraltı çalışmaları yapması gerektiği" konusundaki titizliğini "Gizlilik kaçınılmaz bir gerekliliktir" diye vurguluyordu. "O nedenle komplocu bir örgüt yapımız olduğu suçlamasına karşı çok çekingen bir duyarlılığımız olacak, ama bu tür bir suçlama bize bir övgüdür." (2) Böyle bir partinin üyelerinin saptanması konusu Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ni tümüyle ikiye bölmüştür. Son derece deneyimli profesyonel kadrolardan bir parti oluşturulması gereğini ve bu monolitik yapıyla öncülük niteliğinin sağlanabileceğini vurgulayan Lenin, Plehanof ve Martov'la üye tanımında bir bakıma yalnızca bir sözcük üzerinde kopardığı fırtınayla tüm köprüleri yıkmıştır. "Parti üyesi programı kabul eder ve partiyi maddi olduğu kadar parti örgütlerinin birine kişisel katılımıyla da destekler" tanımına menşevikler "Rusya Sosyal Demokrat İşçi Parti üyesi, parti programım kabul eden, maddi olanaklarıyla destekleyen ve parti örgütlerinin birinin denetimi altında toplantılara düzenli şahsen katılan kişidir" formülüyle karşı çıkıyorlardı. Yüzeydeymiş gibi görünen ayrımın temeldeki derin farklılığını Martov sonradan açıklamıştır: "Lenin'in formülü partiye sempati duyan aydınlan uzaklaştırmakla kalmıyor, kitlelerle parti arasında bağı oluşturan ama parti sıralarına katılmayı yerinde bulmayan büyük bir sosyal demokrat işçi kitlesini de kendisinden uzaklaştmyordu." Evet Martov'un bu saptaması gerçekten de çok doğrudur. Lenin, 1902'ler koşullarında gerçekten de böyle olmasını istiyordu. Tek kaygısı böylesine militan, savaşkan bir örgüte jandarmanın ve polisin sızmasıydı. "Partinin kapılarını karışık, kararsız, oportünist elemanlara açmaktan" özenle kaçınıyordu. (3) Lenin, modelinin Batıdaki Sosyal-Demokrat İşçi Partileri modeline uymadığını söyleyen Martov ve Plehanofla "Çıplak bir yabanıl, başına silindir bir şapka oturtsa ve de pek bir Avrupalı olduğuna inansa, doğrusu çok gülünç bir havası olurdu" diye alay ediyordu. (4) Gelenekçi Marksistlere "Salt işçi hareketi kendi içinde bağımsız bir ideoloji oluşturma yeteneğinde değildir" diye karşı çıkan Lenin'in parti yapısının TİP'lerde TSİP'lerde örnekleştirildiğini nasıl söyleyebilir Oya Baydar? Böylesine vulgarize bir yaklaşım 70'li, 80'li yılların Askeri No'lu mahkemelerinin gerçek dışı kapatma ve baskı oluşturma gerekçeleriyle aynı doğrultuya düşmek anlamına gelmez mi?

demokrasi ilkelerine ne denli bağlı olduğunu, polisleri bile eğittiğini söyleyen arkadaşım 12 Eylül generallerince, yalnızca evet yalnızca Partinin takvimini düzenlemekten ve bu yolla komünizm propagandası yapmaktan 7,5 yıl yattı.

Leninci partinin genelgeçerli ilkeleri olarak bize miras kalan ilkeler ise, bu partinin öncülerin örgütü olması, her koşulda savaşımı sürdürme yeteneğine sahip olması, demokratik merkeziyetçi bir işleyişe sahip olması ve tüm bu nitelikleriyle birlikte monolitik bir yapı taşımasıdır. Leninci anlayıştaki bu partinin, örneğin ilk Sovyet'te nasıl azınlığa düştüğü vurgulanarak daha gerçekçi bir eleştiri yöneltilebilirdi. Ama o zaman da bu eleştiriyi yöneltenlerin Lenin'in Şubat Devrimi'nden sonra başlayan "Tüm iktidar Sovyetlere" sloganının demokratik-yasal tabanı oluşturmadaki eşsiz stratejisini, Oktobr silahlı ayaklanmasını azınlıkta kaldığı aynı örgütte çoğunluğu ele geçirerek yine o yasal temelde başarmasının gizemlerini açıklamak zorunda kalmaları kaçınılmazdır. Tarihe yaptığmız haksızlık kendimizi kavramamızı engeller.


Leninist parti en demokratik burjuva partilerinden daha demokratiktir

Şimdi asıl yoğunlaştırılan eleştirilere gelelim. Ne yazık ki bu eleştiriler bilinen gerçeklermiş gibi tartışılmaz oldu. Leninist parti gerçekten dogmatik, anti-demokratik, despot muydu? Partinin monolitik dış yapısına bakanlar bu soruya ivedi bir biçimde "evet" yanıtını vermekte sakınca görmüyorlar. Yalnız bizde değil, kapitalist metropollerde de bu düşüncenin çok ince eleştirilerini bulabilirsiniz. Fransa'da Raymond Aron bunlardan biridir. "Otoriter parti", "Tepeden inme devrimci", "Totaliter devletin asıl kaynağı" suçlamalarını ünlü sovyetolog'lardan Leonard Schapiro'nun şu tümcesinde özgün bir biçimde bulmak olası: "Ayağı kaydırılmış ya da yenik düşmüş tüm karşıtçılarının sunduğu Stalin'in şu uğursuz yüzü çok alıştığımız, bildiğimiz bir şey. Ama bizzat Lenin Genel Sekreter'e kullandığı silahları kendi eliyle tutuşturdu ve onu izlediği yola kendi elleriyle yerleştirdi" Aleksandr Soljenitsin de aynı eleştiriyi yapıyor Gulak Takımadaları'nda... * "Stalin yalnızca, ayağını, bulduğu ize bir güzel yerleştirmekle yetindi" diyor. (5) Sayın Baydar da, tıpkı Aybar gibi, katılıyor bu düşüncelere: "1917 modelinin kaçınılmaz doğal sonucu olmasa da, fiili sonucu olarak Stalinist yapıya dönüştü" diyor.

Konuyu dağıtmamak için Stalin olayına hiç değinmek istemiyorum. Ama Bolşevik devrim tarihinde "Stalinist" diye nitelendirilebilecek bir olay vardır. Stalincilik Leninizm'in hem doğal, hem de fiili bir uzantısı değildir. Burada, yapılan kurnazca şaşırtmaya değinmekle yetineceğim. Bu Stalin olayını kavramak için partinin IX. ve X.kongrelerinde yaşanan olayları ve bu kongrelerde alman kararlarla uygulamaları çok yakından bilmek gerekir. Ayrıca onun da gerisinde Stalin olayının temel kaynağını oluşturan RABKRİN (İşçi-Köylü Denetim Kurulu ya da Müfettişliği) olayını bu suçlamaları yapanların yakından izlemiş olmaları gerekir. Eğer gerçekten yakından izlemişler ve bununla bağlantılı olarak hızla gelişen Semiorka olayı üzerinde de durma gereğini bulmuşlarsa Stalinizm'in Leninizm'in bir uzantısı olduğun söyleyebilmeleri için ya gerçekten kara çalmacı olmaları gerekir ya da gerçekten gözü dönmüş saldırgan...

Ekim devrimin anlatan "BİR GÜN BİLE YAŞAMAK" adlı basımı bekleyen yapıtımda özellikle üçüncü bölümde "Büyük Yol Ayırımında" bu konuyu bilmemiz gereken tüm ayrıntılarıyla belirlemeye çalıştım. Çünkü 3. Dünya aydınının sömürüden kurtulma savaşımı verirken kendinden önceki deneyimleri çok, ama çok iyi bilmesi gerektiğine inanıyorum. Nitekim ilk Bolşevikler 1830'u, 1848'i, 1871'i çok iyi biliyorlardı.

Ama bu konuyu, bu beceriksizce birbirinin içine sokulan bu önemli konuyu şimdi bir yana bırakarak asıl suçlamalara, yani Leninizm'in kendisinin dogmatik, despot olduğu savlarına bakalım.

Buna gerçekte bakalım diyorum, çünkü Türk Marksist solunun bu karmaşadan doğru düzgün çıkmadan hiçbir şeyini yeniden yapılandırabileceğini sanmıyorum. Leninizm'in partisinin nasıl dogmatik bir parti olduğunu, buna bağlı olarak totaliter bir devlet yapısını nasıl oluşturduğunu örneklemek isteyenler çok kez 917 Oktobr Devrimi'nden sonra Kasım ayında yapılan -Louis Fischer ve onun gibi Batılı tarihçilerin deyimiyle- "Rusya tarihinde ilk ve son kez gerçekleştirilen özgür seçimlerle "oluşturulmuş KURUCU MECLİS'i kapatmasını örnek olarak gösterirler. (6) 18 Ocak 1918 tarihinde kapatılan bu meclis, parlamenter rejimden yana olanların saldırılarının bitmez tükenmez kaynağını oluşturur. Oluşturur oluşturmasına da, biz olayı çok daha yakından bilmek zorundayızdır. Batılıların öyle söylemeleriyle her şeyin çözümlenemediğini biz kendi deneyimlerimizle de çok iyi biliyoruz.

25, 26, 27 Kasımda gerçekleştirilen bu özgür seçimler sonucunda Bolşevikler 175 sandalye, sosyalist-devrimciler 707, Menşevikler 16 ve Anayasacı-burjuva Ka-De 17, küçük ulusların temsilcileri de 86 sandalye elde etmişlerdi. (7) Ne sosyalistlikle, ne de devrimcilikle hiçbir ilişkisi bulunmadığını yine aynı tarihçilerin söylediği 707 sandalyeli sosyalist devrimciler büyük toprak ağalarından, kulaklardan, Çarcı küçük burjuva bürokratlarından oluşuyordu ve en gerici çevrelerin temsilcisiydiler. Devrimci atılımın toplumsal ivme kazandığı dönemlerde devrimin önünü kesmek isteyenler çok kurnazca bir tuzağı devrimcilere hep kura gelmişlerdir. Bu tuzak: Özgür seçimler ve parlementerizmdir. Örneğin 1848 deneyimi böyle olmuştur. 1848'de ünlü monarşist Berryer'in, işçilerin isyanına karşı Cumhuriyetçilerle yapılan koalisyon için söylediği şu sözler ilk Bolşeviklerin akıllarından hiçbir zaman çıkmadı: —"Monarşiden yana adamlarız biz, diyordu Berryer, ama saatimizin gelmesini bekliyoruz. Şimdi, her şeyden önce önemli olan sosyalizme karşı acımasız bir ordu oluşturmak için birleşmemizdir." 1848 Cumhuriyet'i böyle bir ordu oluşturmakta gecikmedi ve Parisli proleterleri kendi kanlan içinde boğdu. 1871 Komününde genel oy temeline dayalı seçimlerle oluşturulan Bordeaux Meclisi de, 1871 Komününün hızını kesmek için kullanılmış, kurnaz Thiers yanında bir-iki kişiyle kaçtığı Paris Belediye Sarayı'na -bir bakıma parlamento ve cumhuriyet sözcüklerini kullanarak- ama bunlara temelde kesinkes düşman Prusya militaristlerinin desteğinde yeniden dönmüş, insanlık tarihinin çok önemli bir aşamasını oluşturan Komün'ü vahşetle, kanla ezmiştir. Fransa burjuvazisi parlamentarizm ve cumhuriyet sözcüklerinin gizemli büyüsünde 15 bin işçiyi teslim olmalarına karşın mahkemesiz, sorgusuz sualsiz barikatlar gerisinde asmış, kurşuna dizmiştir. Lissagaray kendisinin de tanığı olduğu bu durumu şöylesine önemli bir biçimde çerçeveler: "Var olmak, taşrayı ele geçirmek, Paris'i yerle bir edecek toplatın ele geçirilişini engellemek için burjuvalar şefinin (Thiers'in) gerçekten güçlendiği kaynaklar nedir: Bir kelime ve bir avuç insan. Kelime: Cumhuriyet. Bir avuç insan: Cumhuriyetçi partinin gelenekçi şefleri. (...) Daha ilk ayaklanmalarda taşra görevlilerinin hepsi ortak dili kullanıyorlardı. "Fesatçılara karşı Cumhuriyet'i savunuyoruz biz."

İngiliz, Alman, Fransız burjuvazisinin kesin denetimi altındaki Rus burjuvazisi de aynı oyunu 1917 Devrimi'ne karşı oynamak istemiş, ama bu kez ve tarihte ilk kez bu tuzağa devrimcileri ve Bolşevikleri düşürememiştir. 18 Ocak'da toplanan Kurucu Meclis Bolşeviklerin Sovyet rejiminin onaylanması konusunda verdikleri önergeyi red edip sağcı Viktor Çernof’u başkanlığa ve de Menşevik-sosyalist -devrimciler'den oluşan parlamentarizme dayalı bir hükümet ilanına yönelince bu onun son toplantısı olmuştur. Lenin, bunu, "Devrimin çıkarlarının Kurucu Meclis'in biçimsel haklarından çok daha önemli olması doğaldır" diye açıklamıştır. (9)

Durumun ne derece önemli, devrimin ve insanın yeryüzü yaşamını ne denli etkilediği, daha sonra 1918'de Spartakistlerin yaşadığı olaylar unutulmaz bir biçimde kanıtlamıştır. Leninizm'den hiçbir zaman etkilendikleri söylenemeyecek olan Alman Spartakistlerinin, 1918'de başı iyice derde giren burjuvazinin Kurucu Meclis oylamasına giderek ezilmelerinin yasal dayanağını nasıl oluşturduğunu bilmekteyiz. Leninizm'in hiç kuşkusuz kitlelerin tarihsel doruklara tırmandıkları aşamaları geri çekmek gibi bir felsefesi olmadığı her zaman söylenebilmelidir. Bundan sosyalistlerin parlamertarizm adına utanacakları, kompleks duyacakları hiçbir şey de yoktur. Leninizm'e ikinci büyük saldırı yine dış etkenli, partinin yapısallığından değil, kendisinin dışındaki olaylardan kaynaklanan ama kendini böyle göstermekten kurnazca kaçınmayı beceren bir niteliktedir. Leninist partinin Sovyet rejimine karşı yapılan saldırıları göğüslerken onu ne denli vahşi bir hayvan gibi yırtıcı ve kan dökücü olduğunu ortaya koymaya çalışırlar. Ama burada küçük bir oyuncuk oynanır. Sovyet'e karşı yapılan saldırıdan hiç mi hiç söz edilmez. İktidarı alan bir parti yırtıcı bir hayvan gibi kendi karşıtlarının üzerine atılmaktadır. Tüm Batılı tarihçiler Leninizm'i sahnede elinde kanlı bıçağıyla kenarda köşecikte bekleyen insanlara saldırıp, onları boğazlayan çağdışı bir gladyatör gibi göstermede doğrusu alabildiğine ustalaşmışlardı.

Sovyetler kendi siyasal iktidarlarını, Torid sarayındaki tümüyle Fransız, İngiliz denetimindeki burjuva iktidarına son verip, kendi yazgılarını kendileri ellerine almaya karar verdiklerinde, dünyanın ' tüm burjuvalarının tüm iktidarları kendi aralarında anlaşarak St. Petersburg'a yıldırımlar yağdırmaya başladılar. Zeus'un yıldırımlarının ölümsüz Promethec'nin göğsünde parçalanması gibi, bu yıldırımlar en çok da Bolşeviklerin göğsünde patlıyordu. İşçi-köylüler delegeler (Sovyetler) siyasal erki ellerine almalarından daha 48 saat geçmeden Menşeviklerle, sosyalist devrimciler "Ülkeyi ve Devrimi Kurtarma Komitesi oluşturarak (10) eli silah tutan herkesi Nikolas askeri okulunun çevresinde toplanmaya çağırdılar. Üstelik Sovyet'in askeri kanadını oluşturan bolşevikler halkın kendiliğinden oluşturduğu "Kızıl Koruyucular"ı silahtan arındırmış, Çarcı generallerin hiçbirini tutuklatmamış, insan kasabı olarak bilinen başkentin ünlü garnizon komutanı Habilofu bile emekliye sevk edip serbest bırakmışken... karşı devrimciler, Gorki'nin Novaya Jizride. "Bolşeviklere karşı her şey mubahtır" (11) sloganının çevresinde toplanmaya başlamışlar ve daha kırk sekiz saat dolmadan çıkarttıkları kargaşalarda beş yüz kişinin ölümüne neden olmuşlardı. Birbirlerinin boğazını sıkan Alman ve İngilizlerle Fransızlar birlikte anlaşarak tam bir uyum içinde St. Petersburg'a doğru yürüyerek başkenti kuşatmaya başlamışlardı. Lenin: "Yoldaşlar, işçiler, diye çağrıda bulunuyordu, bundan böyle devleti doğrudan kendinizin yöneteceğini aklınızdan çıkarmayınız. Siz kendi aranızda birleşmez ve devletin tüm işlerini elinize almazsanız kimse yardım etmek için sizin yanınıza gelmeyecektir. (...) Sovyetlerinizin çevresinde toplanınız. Güçlendiriniz Sovyetlerinizi. Hiçbir işaret beklemeden, bulunduğunuz yerden eyleme koyulunuz. Devrim düzenini en sert biçimde oluşturunuz. Sarhoş serserilerin, karşı-devrimci Yunker'lerin, Kornilofçuların ve de buna benzerlerin anarşik taşkınlarım acımasızca cezalandırınız. Üretim üzerinde sert bir denetim kurunuz. Üretilen malların dökümünü çıkarınız. Halkın çıkarlarına karşı kötülük etme cesaretini gösterebilen kim olursa olsun tutuklayınız onu ve devrimci halk mahkemelerine teslim ediniz. (12)

1917 Ekim'inden 1920 yılma değin kuşatmanın ve saldırının hem içten, hem dıştan en saldırganını ve gözü dönmüşünü yaşayan dünyanın ilk proletarya devleti kendisine karşı şiddet ve terör kullanılmasını, artı-değeri çalmanın alışkanlığı içinde olanlarda mı yoksa Lenin'in bir türkü kadar coşkulu, bir düş kadar yakın şu sözlerinde mi olduğunu çok iyi kavramış ve yolunu kararlı bir biçimde izlemiştir... "Artık tekniğin tüm nimetleri, kültürün tüm fetihleri tüm halkın ortak malı olacak ve bundan sonra insan aklı, insan dehası şiddetin aracına, sömürünün aracına dönüştürülemeyecektir." (13) Ama asıl şaşırtıcı yan, Leninist partinin tüm savların aksine kendi içindeki demokratik yapılanmasıdır. Ve işte asıl gözden kaçırılan da budur. Dış etkenlere karşı tam bir monolitik yapılanmada olan Leninist parti, iç yapısında farklı görüşler taşıyan çevrelerden bu çevrelerin gönüllü birlikteliğinden ve deviniminden oluşmuş özellikteydi. Sol uçta sosyalist-devrimcilerin sol komünistleri geliyordu. Partinin merkez ve daha çok merkez sağ kesiminde Zinoviev, Kamanev gibi partinin Moskava ve St. Petersburg gibi ağırlıklı yerel örgütlerinin başında bulunan Bolşevikler yer alıyor, Buharin gibi zaman zaman sol uçta kanatla merkez arasında gidip gelen üyeler tartışmalarda etkinliklerini hiç de yitirmiyorlardı. Buharin'in ilk dönemi diyebileceğimiz döneminde sol komünistleri şiddetle desteklediğini biliyoruz. Troçki'nin özellikle Brest-Litovsk tartışmalarında sol'a kendini yakın bulduğunu önerdiği barış formülasyonunda sezinlemekte güçlük çekmiyoruz (14).

Yine son derece ağırlıklı Bolşeviklerden olan Şliyapnikof ve Aleksandra Kollontal'in sol komünistlerle çok sıkı, organik ilişkilerde bulunduğunu da bilmeyen yoktu. Sonradan her ikisinin başına geçtiği "işçi muhalefeti"yle IX. ve X. Parti kongrelerinde çok önemli tartışmalara yol açmışlardır. Parti'nin öteki "Demokratik Merkeziyetçi" muhalefetinin kadrolarında da ağırlıklı Bolşevikler vardı. V. Maksimovski, Tomski gibi. Örneğin Tomski Tüm Rusya Sendikalar Konseyi başkanıydı. Maksimovski de Lenin'in en yakın çalışma arkadaşlarından Lunaçarkski'nin {.Başyardımcısı görevindeydi. Şimdi bu çevreler arasındaki tartışmaların niteliğine kısaca bakalım bu kısacık bakış bile, bize, Leninist partinin burjuva partilerinden çok daha demokratik bir iç yapıya nasıl sahip olduğunun kesin kanıtlarını göstermeye yetecektir. (15)

Çevreler arasında ilk büyük tartışma Lenin'in Rusya'ya dönüşüyle birden patlak verdi. Burjuva devrimi mi? Proletarya devrimi mi? Çarlığın yıkılmasından sonra Prens Lvov başkanlığında kurulan Kadet partisinin oluşturduğu yeni hükümeti Sovyetler destekleme karan almıştı. Temelde bu karar kitlelerin istemlerine ve yönelişlerine taban tabana aykırı düşüyordu. Lenin "Uzaktan Mektuplar"da Parti'nin bu hükümete destek vermemesini savunuyor: "Taktiğimiz kesin bir kuşku, diyordu, Yeni hükümete hiçbir biçimde destek olmama. Kim ki Çar'cı gerici güçlerin reaksiyonunu bahane ederek geçici hükümeti desteklememiz gerektiğini söylemektedir, bilin ki işçilere ihanet etmektetir. (...) Rus devrimci proletaryasının güncel görevlerinden biri büyük toprak sahipleri ve kapitalistlerin elinden devlet gücünü işçi ve köylülerin eline aktarmaktır." (16) Oysa Sovyet’in sözcülüğünü yapan İzvestia'da Menşevik Petresseau, "Burjuva devrimi süresince", diye yazıyordu, "ulusal sorunları çözmede gerek toplumsal sorunlar, gerekse psikolojik koşullar açısından en iyi hazırlanmış sınıf yine burjuvazinin kendisidir" Stalin ve Kamanev yönetimindeki Parti gazetesi Pravda da bu görüşü paylaşıyor, — "Kuşkusuz", diyorlardı, kapitalin egemenliğinin şimdiden kırılması gerektiğini söyle- yemeyiz. Sorunumuz şimdiki aşamada Çarlıkla birlikte otokrasinin ve feodalizmin kökünün tümüyle kazınması sorunudur" (17) Çarlıkla birlikte otokrasinin ve feodalizmin kökünün kazınması işlevini de Prens Lvov başkanlığında kurulmuş burjuva Kadet partisinin başarabileceğini, Şubat Devrimi'yle birlikte burjuva demokratik devrimin başladığım ve Bolşevik partinin bu devrim süresince desteğini eksik etmeyeceğini söylüyorlardı. "Burjuva demokratik devrimini tamamlanmış gibi gösteren ve burjuva demokratik devrimini doğrudan doğruya sosyalist devrime dönüştürmek isteyen Lenin yoldaşın genel şemasını" uygun görmeyerek bundan böyle Lenin yoldaşın Pravda'da yazmasının söz konusu olamayacağını duyuruyorlardı. (18) Partideki tartışma bununla da kalmıyordu. Lenin'e Pravda'da yazdırtmayan Merkez, sol kanat Menşevik ve sosyalist-devrimcilerle oluşturulacak "birlik" sorununu ortaya atmakta gecikmedi. Lenin buna da şiddetle direnmeye başladı. Goldenberg gibi saygın yaşlı komünistler bile Lenin'i Rusya dışında uzun süre bulunmasından kaynaklanan Rusya gerçeklerini görmemekle, kendisini "ilkel anarşistlikle" ve "iç savaşın bayrağını açmakla" suçluyorlardı. (19) "Nisan tezleri" işte böylesine tartışmaların yoğunluk kazandığı, Lenin'e kendi gazetesinde bile yazdırtılmadığı bir dönemde ve olağanüstü bir çalışma sonucunda çok kısa bir sürede, yalnızca 20 günde, ortaya çıkmış, 24 Nisan'da yapılan Parti Kongresi'nde de tezler oy çokluğuyla onaylanmış, Lenin yeniden Parti'nin ve Pravda'nın basma geçmiştir. Lenin'in yeni politikasına göre organların seçimlerini yapan Parti ne Stalin'i, ne Kamanev'i partiden atmayı aklının köşesine bile getirmemiş, her ikisine de yine Merkez Komitesi'nde görev vermiştir. Bu ceberrut (?) Parti silahlı ayaklanma kararım bile bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyuran ve bu kararı eleştiren Zinovievle Kamanev'i Parti'den atmak şöyle dursun yine de en önemli görevleri kendilerine vermede sakınca görmediğini daha sonraki gelişen olaylarda da kanıtlamıştır.

Özgürce düşüncelerini söylemekten dolayı hiçbir zaman kendi partilerinden atılmayacaklarını bilen bu ilk Bolşevikler bu kez de, devrimden sonra devrimin yazgısını belirleyecek bir konuda alabildiğine tartıştılar. Bu tartışmaların o denli gergin oluşuna bakarak sonuçta insanların birbirlerinin boğazlarına sarıldıkları kanısına kapılanlar her zaman aldandılar ve bu yanılgılarını da sürdürdüler. Çünkü onlar bir büyük ihtilâlden sonra Thermidorienne Convention'lann Parti içinde giyotin mekanizmasını işleteceğini, bundan başka bir çıkış yolu olamayacağını düşünüyorlardı. Proletaryanın demokratik özgürlüklerini temsil eden Parti'nin kedi içinde de, en demokratik burjuva partilerinden daha demokratik, yepyeni bir anlayışın ve örgütlenmenin ürünü olduğunu anlamaları gerçekten de olanaksızdı. Brest-Litovsk tartışmaları bunun en tipik örneklerinden biridir. Troçki bile bu tartışmalar karşısında şöyle diyordu: "Bu dönemde Lenin'in görüşlerini yalnızca, ya Parti'nin bölünmesi göze alınarak ya da bir hükümet darbesiyle onaylamak mümkündü... Başka türlü olanaksız." (20) Leninizm'in parti anlayışı işte bu olanaksızı olanaklı yapandır. Brest-Litovsk tartışmalarına gimek istemiyorum. Gerçekten de Buharin'den aldıkları destekle sol komünistler bugün bile üzerinde durulması gereken tezler ileri sürüyorlardı ve bu tezlerin temel görüşünü de yadsımak o derece kolay değildi. Ne ki sonradan yaşanan olaylar Lenin'in bu konuda, özellikle Kızıl ordu Polonya'ya girdiğinde ne denli gerçekçi saptamalar ortaya koyduğunu ve kendi tezlerini geçirmeyi başardığını göstermiştir.

Yine de Rosa Luxemburg'un böyle bir antlaşmayla "Almanya'da ayaklanmanın şansının ortadan kaldırıldığı" savıyla sol komünistlerin partizan savaşı öneren görüşlerini birleştirdiğimizde "tarihsel bir olanağın" kaçırılıp kaçırılmadığı konusundaki kaygıları yine de pek yatıştırmak mümkün olamamaktadır.

Leninist Parti'nin kendi içindeki bu eşsiz, seçkin ve burjuva demokratik partilerinden apayrı nitelikteki demokratik anlayışına ve uygulamasına "yönelimler demokrasisi" adının bugüne değin neden verilmediğini hep düşünmüşümdür. Kim bilir belki çok daha "efradına cami, ağyarına mâni" bir tanım bulunabilir. Bu "yönelimler demokrasisi"nin tüm oluşumunu partinin VIII. Kongresi'nde apaçık görmek olasıdır. Örneğin, Lenin 1919 yılında gerçekleştirilen VIII. Kongrede "muhalefetin partide varlığını-yaşamım sürdürebilmesi için" Komünist programın yeniden yazılmasında "tüm parti organlarında temsil edilmesini" bildiriyordu. 1920 yılında da "muhalefet etme hakkım savunuyor" ve "muhalefetin blok oluşturma hakkı"nın "blokların kendi aralarında birleşme hakkını" da beraberinde getirdiğini söylüyordu. (21) Yalnızca sözde kalmıyordu bunlar. Örneğin Bolşevik devrimin doruk tartışmalarından birinin daha yaşandığı X. Kongrede "işçi Muhalefeti"nin gazetesi Komünisti Parti Genel sekretaryası 250 bin adet bastırarak, Lenin'in ve Merkez Komitesi'nin ekonomik politikasını alabildiğine eliştiren görüşlerini, hem tüm Rusya halklarına, hem de parti üyelerine ulaştırıyordu. Ekonomiyi Parti'nin mi, yoksa sendikaların mı yönlendirmesi gerektiği konusundaki bu tartışmalarda Lenin'in bu yönelimler demokrasinin diyalektik temelini oluşturan o eşsiz görüşü bütünüyle açığa çıkmıştır. Lenin bu son derece önemli oluşumda şöyle diyordu: "Devletimiz bugün öyle bir yapıdadır ki tümüyle örgütlenmiş olan proletarya korunmalıdır ve biz bu işçi örgütlerini işçileri kendi devletlerine karşı koruyabilmek için kullanmak zorundayızdır ve de bu nedenle işçiler de kendi devletlerini koruyabilsinler" (22). Artı-değer teorisi kadar, ona ek en büyük bir özgürlük anlayışıdır bu. Ve ne yazık ki gözden kaçırıldığında çok gerici bir yapıda Polonya Dayanışma sendikasının çarpıklığı yaşanmaktadır günümüzde. Lenin sendikaların devletleştirilmesi girişimine karşı çıkmıştı. Sendikaların işçilerin kendi devletlerine karşı kullanılması gerektiğini vurguluyordu. Ama bu engin görüşün temelinde yatan çıplak gerçek şudur: Leninist yapılanma alabildiğine diyalektik özgürlüklerin dengeli bir oluşumudur.

Çok kez, gözlerine perde inmiş yalnızca ışığı sezinleyebilen körler gibiyiz. El yordamıyla varacağımız yerler sıkıyönetimin askersel mahkemeleriyle, ona bile gereksinme duyurmayan teslimiyetler oluyor. Şimdi elimizi-vicdanımıza değil -ama şakağımıza koyarak gerçekten düşünelim: TİP'in, TSİP'in Leninist parti yapılanmasıyla ne ilgisi var? Bu partiler de, bir bakım silahlı eylemi öngören öteki yapılanmalar da hiçbir zaman temelde Leninist olmadılar. Asıl sorumuz da bu iken tüm günahlarımızı ve beceriksizliklerimizi Lenin'e yıkmak ne anlama geliyor? Sayın Oya Baydar bilir ya da duymuştur, "Türk Solu" okudu diye ya da MDD tezlerine yakınlık gösterdi diye Parti'den partilileri atıveren yöneticilerin, Lenin'in "Muhalefet oluşturma hakkını" anlamaları olanaksızdı. Lenin'i anlamaları olanaksızdı. Yine aynı Parti yöneticileri ilçelerde verilecek konferansların metinlerini bile Genel Merkez'in görmesi koşulunu getirirlerken Lenin'in "muhalefetin parti programının yeniden yazılmasında parti organlarında temsil edilmesini" öngören demokratik temelini kavramaktan çok uzaktılar. Leninizm'den anladıkları çarpık çurpuk bilgileriyle yalnızca ve yalnızca gerçekten kendilerinin "ceberrut" oluşlarının gerekçesiydi. Bunlarla hiçbir yere gidemeyenlerin Leninizm'i yadsımaları, onu dogmatik bulmaları, tepeden inmeci diye nitelendirmeleri kendi yalnızlıklarını, beceriksizliklerini ve tükenmişliklerini gizlemeye çabalamalarından başka hiçbir şey değildir sanırım. Leninist partinin böyle olduğunu öne sürenler, onun en demokratik burjuva partisinde bile görülmeyen, kendi karşıtlandıran görüşlerini 250 bin adet basarak üyelere bir bir ulaştırmasındaki sonsuz güveni ve anlayışı açıklığa kavuşturmaları gerekir...

Hiç kimsenin Leninist olma zorunluluğu yok. Ama anti-Leninist olurken onu oluşturan öğeleri bir bir yadsıyarak işe başlamalısınız. Onun monolitik yapısının içteki devinimsel olgusunu bir güzel vurgulayarak yine de eleştirinizi yapabilirsiniz. X. Kongre'den sonra Parti'de özellikle NEP dönemiyle birlikte başlayan parti içi demokrasinin "bir geçiş süresi" boyunca askıya alınmış olmasının gerekli olup olmadığını öne sürebilirsiniz. Ama sayın bayların, bayanların bunları gelişigüzel, toparlak tümcelerle "Komünist partilerin doğasındaki despotizmle”, "Stalinizm’e fiili olarak, "paslanmış silah" tümceleriyle yapamazsınız. Yaparsınız yapmasına da sonunda artık ışığı bile sezinleyemeyen körlüğümüzün perdelerini daha çok arıtımsınız.

Aslında bence yapılması, söylenmesi, yöneltilmesi gereken eleştirinin biçimi şöyle olmalıydı: "Leninizm ve onun parti anlayışı bugün dünya burjuvazisinin ve Türkiye burjuvazisinin vardığı aşama, doğasındaki derin değişiklikler nedeniyle geçerliliğini yitirmiştir. O nedenle böylesine bir örgütlenme modelinin, nesnel koşullara uygun düştüğünü söyleyemeyiz". Böyle bir eleştiri mantıklıdır. Ama' gerçek olup olmadığını, yani dünya burjuvazisinin ve Türkiye egemenlerinin niteliklerini, doğalarındaki özgünlüklerinin değişip değişmediğini bundan sonraki yazımızda konu edinelim. Ve bunun da son derece önemli olduğunu gözden kaçırmayalım.


Dipnotlar
  • Lenin, Tüm Yapıtları, Ed. Sociales C.5, s. 471
  • Lenin, Tüm Yapıtları, Ed. Sociales C.5, s.464
  • M. Liebman Bu konuda bknz.: “Connaitlre Lenine” Marabout Université -1976 s.17-27
  • M. Liebman, agy
  • M. Liebman, agy Troisiéme Partie. Chp. LI-s.147
  • Louis Fischer Lenine, Ed. Christian Bourgois, 1966, s.:121
  • Louis Fischer Lenine, Ed. Christian Bourgois, 1966, s.:121
  • P.O. Lissagaray Historie de la Commune de 1871-Maspero-1976
  • Lenin, Tüm Yapıtları, C.26, s.268-269
  • Orhan İyiler, Bir gün bile yaşamak-3. Bölüm “Guergi Vassillievi olayların genel dökümünü veriyor ve susuyor.”
  • Orhan İyiler, agy
  • Victor L’an I de la Revolution russe-Maspero 1971
  • Lenin, Tüm Yapıtları, c.26, s.501-503
  • Trotsky Ma Vie, Gallimard/Folio 1953, La Paix
  • Orhan İyiler, Bir gün bile yaşamak, 3. Bölüm “Bir odada baş başa iki kişi”
  • Lettres de loin (Uzaktan mektuplar) Eo.du progres-Ed. Sociales Paris, 1974.
  • M. Liebman, agy
  • M. Liebman, agy
  • L. Fischer, agy
  • Trotsky Ma Vie, -La Paix
  • Lenin, Tüm Yapıtları, C.26, s.532 (Liebman’dan alıntı)
  • Lenin, Tüm Yapıtları, C.32, s.17 Ed. Progres-1976