10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 4 Aralık 1989 Ayın yorumu

Ayın yorumu

Daha fazla geç kalmayalım!

Turgut Özal TBMM'de muhalefet partilerinin katılmadığı bir oturumda cumhurbaşkanlığına seçildi ve görevi 12 Eylül cuntasının başkanı Kenan Evren'den devraldı. T. Özal Köşk'e çıktıktan bir saat sonra TBMM Başkanı ve ANAP milletvekili Yıldırım Akbulut'u başbakanlığa ve eski hükümetini ANAP içindeki değişik hizip başkanlarıyla genişleterek yeniden göreve atadı. Hükümet, TBMM'de, SHP'nin katılıp red oyu verdiği bir oturumda güvenoyu aldı. Boşalan ANAP Genel Başkanlığına I. Olağanüstü Kongre'de T. Özal'ın desteklediği Başbakan Yıldırım Akbulut seçildi, diğer aday Hasan Celal Güzel ise 100 milletvekilinin kendisini desteklediğini ve önümüzdeki kongrede de aday olacağını açıkladı. Y. Akbulut'tan boşalan TBMM Başkanlığı seçimlerine ise, bu kez muhalefet partileri de katıldı ve onların da oylarıyla ANAP içinde T. Özal'ın cumhurbaşkanlığına karşı çıkan gruptan Kaya Erdem, TBMM Başkanlığı'na seçildi.

Turgut Özal'ın cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamasından sonra siyasal yalpalamaları nedeniyle sonuçta halktan özür dilemek zorunda kalan E. İnönü, İtalya'ya yaptığı bir gezi sırasında T. Özal'ın cumhurbaşkanı seçilişinin ardından Türk Ceza Yasası'nın 141-142 ve 163. maddelerini kaldıracağını açıkladı. "Dünyada komünizm ölürken, bizim ülkemizde de komünizm üzerindeki yasak kalkacak" dedi. Gerçekten de T. Özal, TBMM'de cumhurbaşkanlığına seçilmesi münasebetiyle yaptığı teşekkür konuşmasında "düşünce ve ifade hürriyeti"nin önemini vurguladı. Ardından özellikle TV'de yapılan bir açıkoturumda parlamentodaki üç siyasi partinin temsilcileri, TCY'nin 141-142 ve 163. maddelerinin kaldırılması gereği konusunda mutabakata vardılar. Günlük basın bu maddelerin ne zaman kaldırılacağı konusunda soruşturmalar yürütürken, T. Özal, hü­kümete ilk toplantılarında konuyu ele almaları direktifıni verdi. Devlet Bakanı Ali Bozer ve Adalet Ba­kanı Oltan Sungurlu, bu yasa maddelerindeki deği­şikliğin Ocak 1990'da TBMM'ye getirileceğini haf­talık Nokta dergisine açıkladılar. Geçtiğimiz ay parlamento düzeyinde siyasetin gündemi böylesine yüklü geçti. Bu yük, cumhur­başkanlığı seçimini unutturup dikkatleri yeni hükü­metin "jet" kuruluşuna, oradan ANAP Olağanüstü Kongresine ve nihayet ülkemizde düşünce ve örgüt­lenme hak ve özgürlüğü üzerindeki yasaklara kayıverdi.

Olayların akışına özüne inilmeden bakıldığında, süreç demokrasi ve insan hakları yönünde akıyor gibi gelebilir. Ama gazete manşetlerinin hemen altında yer alan kimi olaylara da bir göz atmak gere­kiyor. 13 yaşında ortaokul çocukları duvarlara "Dev-Sol" yazdıkları için okuldan uzaklaştırılıp yargı önüne çıkarılıyor. 17 yaşında bir lise öğrencisi Server Tanilli'nin "Nasıl bir demokrasi istiyoruz?" kitabını okuduğu için okuldan uzaklaştırılıyor ve he­rhangi bir okulda öğrenimim sürdürmesine izin ve­rilmiyor. TV'de hergün Doğu ve Güneydoğuda öldürülen "teröristler" sergileniyor. SHP, Paris'te Kürtler'in ulusal kimliği üzerine uluslararası bir bi­limsel konferansa katılan 7 milletvekilini partiden ihraç ediyor. Anadili Kürtçe'den başka dil bilmeyen 61 yaşında bir kadın yurttaş, mahkemede Kürtçe konuştu diye mahkum ediliyor. Kasım ayında da devrimci-sosyalist-komünist basın-yayın organ­larının büyük çoğunluğu yine sudan gerekçelerle to­platılıyor, suç olup olmadığı konusunda yargı kararı, olmaksızın(!) düşüncelerin propaganda edilme hakkı fiilen işlemez kılınıyor. TV'de yine polis operasyonlarıyla gözaltına alınanlar suçlu olarak sergilenmeye devam ediliyor. TSİP yöneticilerine sıkıyönetim mahkemelerince 141. maddeye göre verilen ağır ha­pis cezaları Yargıtay'da onaylanıyor. Cezaevlerinde politik tutuklu ve hükümetlere yönelik keyfi uygu­lamalar ve baskılar sürdürülüyor. İdam cezası, insanlarımızın üzerinde "Demokles'in kılıcı"gibi sal­lanıp duruyor.

İşte bir yanda suç olmaktan çıkarılamayacağı değişik hükümet sözcülerince açıklanan düşünce ve örgütlenme hak ve özgürlüğünün yeniden düzenleneceği yönündeki söylentiler, öte yanda fiili uygulamalar. Gerçek bunun neresinde?

Yalnız hükümet çevrelerinin değil, muhalefet partilerinin de gerek açıklamaları, gerekse kendi iç­lerindeki uygulamaları kimi noktaları açığa çıkar­tıyor. Adalet bakanı ve hükümete yakın çevreler 141 142-163. maddelerin özellikle düzenleneceğini vur­guluyor. "Cebir" unsurunun belirginleştirileceğini, suç olan «eylem»in yeniden tanımlanacağını ve hapis cezasının para cezasına çevrilebileceğini belirtiyorlar. Bir diğer deyişle, düşünce ve örgütlenme hak ve özgürlüğünü tanımayacağız diyorlar. SHP, kendi üyesi milletvekillerine düşünce özgürlüğünü, ulusal kimliğini taşıma özgürlüğünü ne ölçüde tanıdığını, onları partiden ihraç ederek gösteriyor. DYP Genel Başkanı Demirel, artık kimsenin etki gücünden kuşku duyduğu için kullanmaya pek fazla iltifat etmediği anti-komünist söylemi terk etmeye niy­eti olmadığını göstererek, düşünce ve örgütlenme hak ve özgürlüğünden çok da yana olmadığını kanıtlıyor.

Yine de açık olan, birilerine bir şeylerin özgürlü­ğünün verileceği. Ama yine açık olan, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün verilmeyeceği, verilemey­eceği. Çünkü hiçbir hak ve özgürlük kimseye bir lü­tuf olarak verilmemiştir, verilmez. Başta işçi sınıfı­mız ve geniş emekçi yığınlann, hak ve özgürlük­lerini gerçekten kazanmak, bu hak ve özgürlükleri geri döndürülmez biçimde güvence altına alacak olan kendi iktidarlarını kurmak uğruna savaşımı yükselmedikçe, bu savaşım boyunca ileri adımlar atılmadıkça, salt dış konjoktürdeki olumluluk nede­niyle hak ve özgürlüklerin tanınması söz konusu ol­amaz. Alınacak olan "uysal çocuğa aferin"i geçmez. "Demokrasinin olmazsa olmaz koşulları" panelinde DYP'li H. Cindoruk'un Kürtler'e TBKP önderleri gibi davranmalarını önermesinin, TV'deki açıkotu­rumda ANAP'lı M. Keçeciler'in 141-142'nin kal­dırılması gereğiyle ilgili olarak "hele biraz daha yumuşasınlar" yollu alayının ardında yatan, "söz dinleyecek çocuk"a "şeker" verme anlayışından başka bir şey değildir.

İşçi sınıfımız, çalışan yığınlar, çocuk değildir, hele ağlayan çocuk hiç değil. Hak ve özgürlüklerini, kendi savaşımıyla alacak düzeyde gelişkindir. Yeter ki, öncülerince doğru bir biçimde yönlendirilsin, dost bildiklerince arkadan hançerlemesin.

Geçtiğimiz ay burjuvazinin egemen kesimlerinin siyasal partileri arasında hiçbir "ulusal" konuda, dönemeç noktalarında "ulusal mutabakat"ın sağlana­madığını gördük, ama "istikrarsızlık kaosa" dönüş­medi. Yaşamın politika alanında bu denli öğretici ör­neği, bu denli kısa sürede gösterdiği dönemler pek fazla değildir. Niyeti öğrenmek olanlara.

Düşünce ve örgütlenme hak ve özgürlüğü konu­sunda elverişli iç ve dış atmosferin oluştuğu bugünlerde, bu hak ve özgürlüğü kazanmak istiyor­sak, "uysal çocuk" rolünü oynamayı bu rolü oyna­mak isteyenlere bırakıp, sürece aktif müdahalenin yollannı, hem de ivedi biçimde bulmak görevi ken­dine devrimci, sosyalist, komünist diyenlerin önünde duruyor. Bu müdahelede, panel vb. sınırlı sayıda kişinin katıldığı yukarıdan etkinin yanı sıra ve bundan daha çok işçi sınıfımızın, tüm çalışanların eylemliliğine yaslanmak, sonuç alıcı olmak bakımından belirleyici önem taşıyor. Devrimci ko­numları benimseyen tüm örgütlü çevrelerin bu yönde davranışa geçmekte geç bile kaldıklannı söylemek doğru olacaktır. O halde daha da fazla geç kalmayalım.