10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 4 Aralık 1989 İşçi sınıfının tarihsel misyonu temelinde strateji ve taktikler

İşçi sınıfının tarihsel misyonu temelinde strateji ve taktikler

Fahrettin Ozan

Fahrettin Ozan, gerek dünya komünist hareketi içinde uluslararası planda süren arayış ve tartışmalar, gerekse ülkemizde 1980 sonrasının örgütsel ve moral erozyonu nedeniyle bir kavram kargaşası doğduğu saptamasından hareketle önce kavramların içeriklerini netleştirmenin önemini vurguluyor. Amacını, Türkiye somutunda strateji ve taktik tartışmalarına geçmeden önce, ortak zeminin belirlenmesi yolunda strateji ve taktik kavramlarının içeriklerini netleştirmek olarak koyuyor. Komünist partilerinin stratejilerini işçi sınıfının tarihsel misyonunun belirlediği önermesinden hareket eden F.Ozan, bu misyonun kapitalizmin devrimci yoldan aşılması ve yerine sınıfsız toplumun kurulması, bu bağlamda da sınıfların, işçi sınıfının kendisi de dahil olmak üzere, varlıklarının son bulması olduğunu belirtiyor.

Komünist partilerinin strateji ve taktikleri her dönemde belirli bir ilgi ve tartışmaya konu olmakla birlikte, insanlık tarihinin önemli dönemeçlerinde, böylesi yeni uğraklarda, bu konu odak noktası olmakta ve merkezi bir konuma gelmektedir.

İnsanlık tarihinin gelişmesi düz bir çizgide ilerlemez, değişmeyen bir hızı da yoktur. Bu yolda atılımlar, görece sakin dönemler, duraklamalar, sert virajlar ve hatta geri dönüşler yaşanır. İşte bu yön ve hız değişikliği uğraklarında komünistler de yönelimlerini gözden geçirmek, zamanın akışına göre yenilemek, yeniden tartışmak durumunda kalırlar.

Komünist partisinin yönelimi demek, onun stratejisi ve taktiği demektir. Tarihinin dönemeç noktalarında yönelimini doğru saptayamayan bir hareket başarıya ulaşamaz. Dolayısıyla, gelişmenin önümüze getirdiği sonucu belirleyici uğraklarda komünistlerin strateji ve taktik tartışmalarının başta yer alması doğru ve haklıdır.

Bugün, uluslararası planda bir dönemeç noktasında bulunduğumuzu sanırım herkes kabul edecektir. Ülkemiz açısında da içinde bulunduğumuz aşama özel bir önem taşımaktadır. Bugün Türkiye'deki sınıfsal ve politik güçlerin, bu arada da işçi sınıfının ve komünistlerin yönelimleri, bu yönelim çerçevesinde hareketlenmeleriyle oluşacak güç dengeleri, uzunca bir döneni için gelişmenin yönünü ve hızını belirliyecektir.

Bu gerçeği ister teorik bilinç düzeyinde, ister de pragmatik bir düzeyde kavramış bulunan Türkiye komünistleri de bir süredir strateji ve taktik konusundaki tartışmalara hız vermişlerdir. Bu olumlu bir durum. Ancak, sorunun bir de olumsuz yanı var: Gerek dünya komünist hareketi içinde uluslararası planda süren arayış ve tartışmalar, gerekse ülkemizde 1980 sonrasının örgütsel ve moral erozyonu nedeniyle tartışmalar büyük bir kavram kargaşasına dönüşüyor. Aynı sözcükleri kullanan değişik kişi ve gruplar, bu sözcüklere farklı anlamlar yüklüyorlar. Ortak noktalardan hareket etmeyince de, tartışmalardan olumlu bir sonuç çıkması, ortak noktalara varılması olanaksızlaşıyor.

Bu durumda ilk yapılması gereken, kavramların kendi içerikleri konusunda anlaşmak oluyor. Ancak ondan sonra, bu temel kavramlarla ülke somutunda tartışmak verimli olacaktır. Bu yazının' amacı da, Türkiye somutunda strateji ve taktik tartışmalarına geçmeden önce, ortak zeminin belirlenmesi yolunda strateji ve taktik kavramlanmn kendi içeriklerinin saptanmasına katkıda bulunmaktır.

Genel olarak strateji ve taktik

Her bilinçli, hedefli eylemin, bu hedefe ulaşmak için izlemesi gereken bir yol vardır. Doğru yolun bulunabilmesi, hedefe varmanın yeterli değilse de gerekli şartıdır. İzlenmesi gereken yol iki temel değişken tarafından belirlenir: Birinci değişken, bizzat hedefin kendisidir. Farklı hedeflere ulaşmak için farklı yollar izlenmelidir. Hedefin niteliği, tutulması gereken ana yönelimi belirler. İkinci değişken, bu hedefe yönelik bilinçli eylemin içinde gerçekleştiği sistemin mevcut ve sürekli değişen iç ve dış koşullandır. Bu koşullar da, izlenecek yolun saptanmasında rol oynar. Yönelimin ana doğrultusunu birinci değişken belirler dedik, işte esas olarak amaç tarafından belirlenen bu ana yönelime strateji adı verilir. Bu ana yönelime uygun olarak, var olan ya da sözkonusu süreç içinde ileride oluşabilecek çeşitli koşullar, stratejinin gerçekleştirilebilmesi ve bu gerçekleştirmenin olabildiğince çabuk ve acısız halledilebilmesi açısından değişik tavır alışları zorunlu kılar. Koşullar çok değişken olabileceğinden, bu tavır alışlar da çeşitlilik gösterebilmeli, hızla farklılaşabilmelidir. Bu tavır alışlara da taktik adı verilir. Kuşkusuz strateji ve taktikler arasındaki ilişkide belirleyici olan stratejidir.

Buraya dek söylediklerimiz salt toplumsal mücadeleyle ya da politikayla ilgili değildir. Aile yaşamından savaşlara kadar, bilinçli ve hedefli bir insan faaliyetinin sözkonusu olduğu her süreçte bu anlayış uygulanabilir. Gündelik yaşamda kullanılan strateji ve taktik kavranılan bu temele dayanmaktadır. En genel anlamlanyla tanımlamaya çalıştığımız strateji ve taktik kavranılan, toplumsal yaşamın ve insan faaliyetinin çeşitliliği içinde çok çeşitli içerikler kazanabilir. Bu anlamda; zengin olmanın strateji ve taktiklerinden sözedilebilir.

Yeri gelmişken bir noktaya değinmek istiyoruz. Bu sıralarda, strateji ve taktik kavramlannın askerlik alanından aktarıldığı, dolayısıyla bu kavramlann kullanılmasının hem bizi yanlışlara sürükleyeceği, hem de. yığınlar üzerinde olumsuz etki yapacağı yolunda anlamsız bir çekingenlik moda oldu. Oysa yukanda açıklamaya çalıştığımız gibi strateji ve taktik kavramları çok genel kavramlardır ve yalnızca savaşta değil, yaşamın her alanında rahatlıkla kullanılabilmektedir. Örneğin bir futbol maçında da antrenörün özel stratejisi ve taktikleri olabilir. Antrenör: "Bu maçta savunmaya dönük bir strateji izleyeceğiz" dediğinde, hiç bir aklı başında insan onu savaş kışkırtıcılığı yapmakla suçlamayacaktır. Anlatmak istediğimiz şeyleri tam karşılayan kavramlar varken, saçma korkularla yenilerini yaratmaya çabalamak anlamsızdır.

Şimdi, bu genel tanımdan hareketle, asıl ilgileneceğimiz konuya, sınıf savaşımı ve politika alanına geçebiliriz.

Az önce söylediğimiz gibi, stratejinin özünü belirleyen şey, ulaşmayı hedeflediğimiz amaç ise; komünistlerin stratejisinin ne olması gerektiğini saptayabilmek için öncelikle komünist partisinin amacı üzerinde anlaşmak gerekiyor.

Bilindiği gibi, komünistlerin işçi sınıfından ayn, kendilerine özgü bir amaçlan yoktur. İşçi sınıfının ana amacı ise tarihsel misyonunu (görevini) yerine getirmektir. Komünist partileri bu misyonun yerine getirilmesinin araçlarıdır. Dolayısıyla komünist partilerinin stratejilerini işçi sınıfının tarihsel misyonu belirler. Öyleyse öncelikle bu misyonu somutlamalıyız.

İşçi sınıfının tarihsel misyonu üzerine

İşçi sınıfının tarihsel görevi, onun toplumsal gelişme içinde oynayacağı roldür. Tarihsel misyonun doğru saptanabilmesi, hem toplumsal gelişmenin doğru kavranabilmesine, hem de işçi sınıfının toplumsal ilişkiler bütünü içinde tuttuğu yerin iyi anlaşılabilmesine bağlıdır.

Marksizmin kurucuları toplumsal gelişmenin bilimsel bir analizini yaparak ilerlemenin temel yasallıklannı ortaya koymuşlardır. Onlar, son sınıflı toplum olan kapitalist toplumun iki temel sınıfından biri olan işçi sınıfının, sınıflı toplumlara ve sınıfların varlığına son vereceğini teorik olarak göstermişlerdir. Bu saptamanın iki temeli vardır: Birincisi, tarihin maddeci yorumudur; toplumların gelişmesinin, özünde sınıf savaşımlarının dinamiği ile gerçekleştiğini söyleyen temel Marksist önermedir. İkincisi ise, kapitalist üretim biçiminde işçi sınıfının tuttuğu yerdir. Üretim alanındaki merkezi konumu, ona çok bilinen temel özelliklerini kazandırmıştır.

İşte Marks ve Engels, bu noktalardan hareketle kapitalist toplumun zorunlu olarak aşılacağını ve yerini sınıfsız toplumun alacağını belirtmişlerdir. Kuşkusuz toplumsal olaylardaki zorunluluk doğasal olaylardaki zorunluluktan farklıdır. Toplumsal olaylarda insan gruplarının iradeleri rol oynar. Bu grupların iradelerinin belirli bir yönde oluşması ise bir genel eğilimi, toplumsal olaylardaki zorunluluğu ifade eder. Marks ve Engels, kapitalist toplumun aşılması ve yerini sınıfsız toplumun alması zorunluluğunu gerçekleştirecek eylemin başını işçi sınıfının çekeceğini de saptamışlardır. Böylelikle Marksizm açısından işçi sınıfının tarihsel misyonu da saptanmıştır: Kapitalizmin devrimci yoldan aşılması ve yerine sınıfsız toplumun kurulması, bu bağlamda da sınıfların, işçi sınıfının kendisi de dahil olmak üzere, varlıklarının son bulması.

İşçi sınıfının tarihsel misyonunun böylece saptanması, daha sonra tarihsel ilerlemenin izlediği yol ve tüm devrimlerin deneyimleri tarafından doğrulanarak temel bir yasallık durumuna gelmiştir. Nitekim Lenin, Marks ve Engels'in en büyük bilimsel buluşlarından birinin, işçi sınıfının tarihsel misyonunu ortaya çıkarmak olduğunu söyleyerek konunun önemim vurgulamıştır.

Günümüzde, Marksizmin işçi sınıfının tarihsel misyonuyla ilgili bu temel saptaması karşı çıkışlara konu olmaktadır. Karşı çıkışlar da, zorunlu olarak, misyonun saptanmasında Marks ve Engels'in hareket noktalarını oluşturan temel konulara değinmektedir. Bunlardan birincisi, tarihsel materyalizm anlayışıdır. İşçi sınıfına yeni, kökten farklı bir strateji önerenler, ister istemez onun tarihsel misyonunu değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Bunu yapabilmek için de, toplumsal ilerlemenin yasaları konusunda Marksizmden daha değişik yaklaşımlara başvurmaktadırlar. Nitekim, "yeni" stratejiyi savunanlar, toplumsal ilerlemenin artık sınıf savaşımı ve devrimler yoluyla değil, konverjans benzeri bir paralel evrimleşmeyle olacağını öne sürüyorlar. Böylelikle hem sosyoekonomik formasyonların birbirini izlemesi anlayışına karşı çıkılıyor, hem de toplumsal ilerlemenin en belirgin biçimde ortaya çıktığı toplumsal devrim uğrakları ortadan kaldırılıyor. Bu konuda 10 Eylül dergisinin üçüncü sayısında ayrıntılı bir yazı yer almış olduğundan üzerinde ayrıca durmuyorum.

"Yeni" strateji anlayışını savunanlar, ikinci temel nokta olarak da, işçi sınıfının kapitalist üretimde.tuttuğu yeri tartışma konusu ediyorlar. Bunlar, bir yandan bilimsel-teknolojik devrimin gelişmesiyle işçi sınıfının toplumdaki öneminin azaldığını, öte yandan da niteliğinin ve bileşiminin çok değiştiğini öne sürerek, toplumsal ilerlemenin öznesini bir blok olarak tanımlıyor ve çok açık olmasa da, bu blokta başrolü aydınlara veriyorlar.

Gerçekten de, çağımızda, kapitalist ülkelerde işçi sınıfının konumu oldukça değişmiştir. Birinci olarak; bilimsel-teknolojik devrimin gelişmesine bağlı olarak işçi sınıfı giderek salt kol emeği kullanır olmaktan çıkıyor vasıflılığı ve eğitim düzeyi yükseliyor. İkinci olarak; kapitalist üretimin herşeyi metalaştırmasının sonucu olarak çok sayıda aydın ve ara tabaka hızla işçileşiyor, sınıfın bileşimi çeşitleniyor. Bu durum işçi sınıfı üzerinde belirgin etkiler yapıyor: Sınıfın birliğim sağlamak nesnel olarak daha güçleşiyor, giderek daha çok sayıda ara katmanın katılmasıyla sınıf bilincinin muğlaklaşması tehlikesi ortaya çıkıyor, sağ ve sol sapmalara düşme riski artıyor. Ama öte yandan, bu olgu, işçi sınıfı açısından olumlu sonuçlara da yol açıyor: İşçi sınıfının sayısal gücü ve toplumsal üretimin ana atardamarlarını elde tutma olanağı hızla artıyor, entellektüel düzeyi yükseliyor. Lenin'in de belirttiği gibi, işçi sınıfının gücü yığınsallığıyla ve entellektüel düzeyiyle doğru orantılıdır. Öte yandan, çok yaygın işçileşmeyle birlikte, işçi sınıfının etkisini diğer toplumsal katmanlar arasında yaygınlaştırabilmesi için geniş olanaklar doğuyor, vb.

İşçi sınıfının tarihsel misyonunun ve dolayısıyla komünistlerin strateji ve taktiğini değişikliğe uğratmak isteyenlerin temel aldıkları bir diğer nokta da, global sorunların artan önemidir. Bu durumda tarihsel misyonun değişerek genişlediğini ve günümüzde insanlığın nükleer bir savaştan kurtarılmasını da içerdiğini belirtmektedirler. Buradan hareketle de misyonun birinci ayağı, ikinci ayağa tabi kılınmaktadır. Daha açık bir deyişle, önce insanlık nükleer bir savaş tehlikesinden kurtarılmalıdır, çünkü nükleer bir savaşta ne kapitalizm, ne de sosyalizm kalmayacak, devrimin gerçekleştirileceği dünya yok olacaktır. Bugün global sorunların özünün sınıfsal olmadığı öne sürülerek dolaylı yoldan da olsa işçi sınıfının tarihsel misyonu sınıfsallıktan kurtarılmaktadır. Bu bağlamda da Marksizm-Leninizm'in aşıldığı öne sürülmektedir. Global sorunlar konusunda Marksizmin aşılıp aşılmadığı konusunda Felsefe Dergisi'nin 89/3 tarihli sayısında Ö.B. Canatan'ın İnsan-Doğa Çelişkisi üzerine yazısını okumayı öneririm.

İşçi sınıfının tarihsel misyonunun değiştiğini kanıtlayabilmek için dayanılan temellere şöyle bir baktığımızda, öncelikle bunların ampirik saptamalar olduğunu görüyoruz. Oysa Marks ve Engels, işçi sınıfının tarihsel misyonunu bulmak ve bunun dayandığı toplumsal gelişme anlayışını keşfedebilmek için son derece yoğun bir teorik analiz yürütmüşlerdir. Marksizm'in tarihsel misyonla ilgili anlayışı, salt kimi seçilmiş olguların gözlemine dayanmamaktadır. Dolayısıyla, tarihsel pratikle de doğrulanmış olan bu anlayışa bilimsel bir biçimde karşı çıkabilmek ampirik tekil olguların ötesinde teorik analizlere dayanmalıdır (elbette bu tekil olguların da gerçeği bütünüyle temsil niteliğine sahip olduğu koşullarda). Bu yapılmadığı; yeni, bilimsel, kendi içinde tutarlı bir toplumsal gelişme modeli ve tarihsel maddecilik dışında bütünsel bir tarih anlayışı ortaya konulmadığı sürece, işçi sınıfının tarihsel misyonuyla ilgili olarak yeni söylenenler havada kalmaya mahkumdur.

Elbette pratik önemlidir. Teorilerin doğruluğunun denendiği alan pratiktir. Dolayısıyla eğer gerçekten tarihsel gelişme maddeci tarih anlayışına aykırı bir biçimde gerçekleşseydi, tarihsel maddeci anlayış, gözden geçirilmek zorunda olurdu. Oysa bunun tam da tersi yaşanıyor: Marksizm'in ortaya konuluşundan bu yana toplumsal gelişmenin bütünsel bir analizi, tek tek olgulardan öte bütünsel doğrultusunun incelenişi tarihsel maddeciliği doğruluyor. Aynı şekilde, şimdiye dek gerçekleşen bütün sosyalist devrimler, Marksizm'in işçi sınıfının tarihsel misyonuna ilişkin anlayışının doğruluğuna tanıklık ediyor. Bu tanıklığı geçtiğimiz baharda ülkemizde yükselen işçi eylemleri de sürdürüyor.

Sonuç olarak, işçi sınıfının tarihsel misyonu, dün olduğu gibi bugün de, kapitalizmi devrimci yoldan aşıp yerine sosyalizmi kurmak ve giderek sınıfsız toplumu oluşturarak tüm sınıflan, bu arada bir sınıf olarak kendisini de ortadan kaldırmaktır.

Sınıf savaşımında strateji

Doğadaki ve toplumdaki her olgunun bir özü vardır. Bu öz, esas olarak, olguyu belirleyen, onun niteliğini dile getiren yandır. Aynı olgunun içeriği ise, özü kapsamakla birlikte, ondan daha geniştir ve olgunun taşıdığı tüm özelliklerden oluşur. Bu öz ve içerik, değişik koşullara bağlı olarak farklı biçimlerde kendini dışa vurabilir. Komünist partisinin stratejisi işçi sınıfının tarihsel misyonuna birebir bağlıdır. Bu stratejinin özü kapitalist ülkelerde kapitalizmin devrimci yoldan aşılarak sosyalizmin kurulması iken, sosyalist ülkelerde de sınıfsız toplumun maddi-teknik-insani temelinin oluşturulması ve klasik anlamıyla sınıfların varlığına son verilmesi yolunda ilerlemektir. Böylece dünya çapında bakıldığında, komünist partilerinin stratejilerinin özünde, işçi sınıfının tarihsel misyonu bütünsel olarak dile gelmektedir. Ben, burada ülkemiz somutluğuyla bağlı olarak komünistlerin kapitalist ülkelerde izleyeceği strateji üstünde duracağım.

Emperyalizm koşullarında komünist partisinin stratejik görevinin özü, emek ile sermaye arasındaki çelişkiden, bu çelişkiyi tümüyle ortadan kaldıracak sosyalist devrimin zaferine kadar azami ölçüde yararlanmaktır. Komünist partisinin stratejisi, sosyalist devrimle bağlı olarak içerik bakımından ise, birçok kavramı kapsar. Bunlar arasında belli başlı olarak komünist parti anlayışını, işçi sınıfının toplumsal mücadeledeki öncülüğü-hegemonyası kavramını, bağlaşıklıklar ve en önemlisi iktidar sorununu sayabiliriz. Stratejinin içeriğinin böylece kapsamlı bir biçimde kavranması, strateji tartışmalarında yukandaki konulann temel noktalar haline gelmesini de açıklar. Komünist partisinin stratejisinin belirli bir toplumda büründüğü biçim ise, doğal olarak çağın ve ülkenin özellikleri özgün olduğundan, daha önce görülen biçimlerden farklı olacaktır. Bir diğer deyişle, aynı öz ve içerik çeşitli toplumlarda farklı biçimlerde dışa vuracaktır. Bu dışa vurma biçimi de, en derli toplu ve somut olarak komünist partisinin programında ifadesini bulur. Parti programının stratejik bir belge olması anlayışının temeli de burada yatar. Her ülkede ve dönemde, işçi sınıfının stratejisi, o ülkede, o günün koşullarında sınıfların karşılıklı yer alımına, iktidarın yapısına göre belirlenir. Elbette bunda dünyadaki sınıf mücadelesinin ana gelişim doğrultuları ve koşullan da hesaba katılır. Bu bilimsel temelde, işçi sınıfının politik iktidarı ele geçirmek için kimlerle bağlaşıklık kuracağı saptanır. Buna bağlı olarak da, iktidarı ele geçiren güçlerin nasıl bir düzen kuracaklan ortaya konur. iktidarın sınıfsal açıdan eldeğiştirmesi politik devrim demektir. Bu nedenle, belirli bir ülkedeki strateji tartışmalarının, işçi sınıfının o ülkede gerçekleştirmeyi hedeflediği devrimin niteliği üzerine tartışmalar şeklinde odaklaşması tümüyle haklı ve doğrudur.

Belli bir ülkede komünist partisinin stratejisi saptanırken, stratejinin içeriği daraltırsa, o strateji işçi sınıfının statejisi olmaktan çıkar. Örneğin içinde bulunulan uğrakta, işçi sınıfının önündeki devrim aşamasında işçi sınıfının öncülüğü ve hegemonyası bir yana bırakılırsa, bu strateji artık işçi sınıfının stratejisi olamaz. Ya da strateji tesbitinde iktidar hedefi açık bir biçimde ortaya konulmazsa, işçi sınıfının stratejisinden sözedilemez; stratejik amaç, stratejik hedef gibi kavramlar da kof sözler olarak kalır.

Devrimci bir strateji ancak strateji kavramının özünü oluşturan devrimci bir yaklaşımla sağlanabilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, işçi sınıfının stratejisinin özü kapitalizmin devrimci yoldan sosyalizme dönüştürülmesidir. Bu öz, strateji kavramına, yaklaşımda, hem evrimci, hem de kendiliğindenci anlayışı mahkum eder. Kapitalizm tarih sahnesinden kendiliğinden çekilmeyecektir. Bu noktada çözücü olan, işçi sınıfının politik örgütlenmesi aracılığıyla ve bağlaşıklarıyla birlikte gerçekleştireceği iradi müdahaledir. İşçi sınıfı, gelişmeyi diyalektik bir biçimde görür, yani her gelişmede evrim dönemleri olduğu gibi, devrim alanları da vardır. Devrim günleri, onlarca yılı kendinde taşıyan günlerdir. Komünist partisi, evrimcilerden farklı olarak, işte bu günleri de öngörüp yığınları bu günlere hazırlar.

Ancak strateji kavramının özü ve içeriği bu biçimde kavranınca, reform-devrim, güncel istemler-nihai amaç, kendiliğindenlik-bilinçli müdahele konularında doğru tavır alınabilir. Ancak o zaman proletaryanın stratejisinin belirli bir zamanda ve belirli bir ülkede ete kemiğe büründürülmesi sorunu ele alınabilir. Şimdi sıra biçimdedir. İçerik biçimi belirlerken, biçim de içeriği kendinde taşır, ifade eder. Stratejinin şekillenmesi, yukarıda söylediğimiz gibi, somut koşulların analizini temel alır: Uluslararası durum, ülkede iktidarın ve rejimin yapısı belirlenir; bağlaşıklar ve tarafsızlaştırılacaklar saptanır; yeni iktidarın ve düzenin niteliğinin ne olacağı ortaya konur. Böylece bir biçimlenme, temel sınıfsal çelişkinin, ülkenin sosyo-ekonomik yapısının, yani nesnel durumun temel alınmasını gerektirir. Bir ülkede işçi sınıfının stratejisini oluştururken, o ülkede devrimci durumun olup olmaması bir etken değildir. Devrimci durumun olup olmaması, stratejik belirlemeleri değil, mücadelenin araç ve yöntemlerini belirler.Hem evrim, hem de devrim dönemlerinde işçi sınıfının stratejik amacı aynıdır. Stratejiyi ifade eden programın uzun erimli bir belge olması ve tüm bir aşama boyunca geçerliliğini sürdürmesi bu noktadan temellenir. Öte yandan, sözkonusu ülkedeki yığınlann toplumsal psikolojilerinin o günkü durumu da stratejinin saptanmasında etken değildir.Bizzat komünist partisinin görevi, yığınlann bilincini, kararlılığını, toplumsal psikolojisini vb. dönüştürerek proletaryanın stratejisini gerçekleştirebilecek düzeye yükselmektir. Yani evrim dönemlerindeki çalışmalarıyla yığınları devrim hedefine kazanmak, komünist partisinin ödevidir. Ancak, herşeyden önce yığınların kazanılacağı bir devrim hedefi olmalıdır.

Peki toplumsal bilincin geri olduğu ve devrimci durumda olmayan bir ülkede, yığınların günlük istemleri uğruna verdikleri mücadele devrim stratejisine bağlanabilir mi? Bu bağ somut olarak nasıl kurulabilir? İşte bu soruların yanıtlan da işçi sınıfının devrimci mücadeledeki taktikleri kavramında yatmaktadır.

Sınıf savaşımında taktikler

Sınıf savaşımında taktik kavramının özü, stratejik amacın gerçekleştirilmesini yakınlaştırmak için, gündelik savaşımı devrim hedefine bağlayabilmenin araç ve yöntemlerini bulabilmektir. Böylesi önemli bir işlevi yerine getiren taktikler, insiyatif, yaratıcılık, militanca yaklaşım, doğru kadro politikası, esneklik, yığınlan kazanma çizgisi, vb gibi geniş bir içeriğe sahiptir. Ülkeden ülkeye, bir somut durumdan diğerine, hatta bugünden yarına büyük değişiklikler, çeşitlilikler gösterir. Bu çeşitliliğin daha alt düzeylerde de artarak varlığını sürdürmesi sonucu, genel olarak politik taktiklerin dışında, propaganda taktiklerinden, örgütlenme taktiklerinden vb söz edilebilir.

İşçi sınıfının strateji ve taktiği, diyalektik bir bütünlük içinde tek bir sürecin iki yüzünü gösterir. Strateji mücadelenin ana hedefini saptar, taktik ise, gündelik mücadeleyi, varolan durumu bu ana hedefe bağlar. Bu karşılıklı ilişki içinde belirleyici olan yan stratejidir; taktiğin seçimi stratejik saptamaya bağlıdır. Strateji daha uzun erimli ve kalıcı iken, taktik kısa erimli ve değişkendir. Devrimci bir strateji, genel olarak, devrimci taktiklere kaynaklık ederken, doğru seçilmiş taktikler de, stratejinin doğru saptanmış olduğuna parlak bir biçimde tanıklık eder. Proletaryanın taktikleri, ancak stratejik amaca uygun oldukları ve yığınların kendi deneyimleri ile öğrenmelerinin temel olduğu gerçeğini, komünist partisinin bilinç götürme işleviyle bağdaştırabildikleri oranda başarılı olurlar.

Taktiğin saptanmasında strateji yol göstericilik yaparken, varolan koşullar da taktiğin seçimine temel oluşturur. Taktiğin seçimi açısından temel oluşturan bu koşullar arasında, ülkedeki çelişkilerin keskinliği, devrimci durumun olup olmaması, sınıf güçlerinin karşılıklı oranı, yığınların toplumsal psikolojisi, partinin gücü başlıcalannı oluşturur. Varolan durumun doğru analizi, doğru taktiklerin saptanmasına olanak verir. Bağlaşıklık kavramının stratejik bir içeriğe sahip olmasına karşın güç ve eylem birlikleri, geçici işbirlikleri taktikler alanında yer alır.

Taktik kavramının özünü çarpıtmak, yani onu, günlük istemler için savaşımı devrime bağlama anlayışının dışında yorumlamak, o taktiği işçi sınıfının taktiği olmaktan çıkarır. Stratejinin yol göstericiliği bu noktada da önem kazanır. Devrimi ve iktidar değişikliğini hedeflemeyen bir 'strateji' hem gerçek anlamda bir strateji olamaz, hem de doğru taktikler saptanmasına olanak tanımaz. Aynı şekilde, gerekli esnekliğe, yaratıcılığa sahip olmayan, sorunlara militanca yaklaşmayan, doğru kadro politikasına dayanmayan, geniş yığınları kucaklamaya yönelmeyen taktikler de, poleter taktikler olarak adlandırılamaz.

Komünistlerin strateji ve taktiklerinin, işçi sınıfının tarihsel misyonuyla doğrudan bağlı bir biçimde ve yukarıda sözetmeye çalıştığım içerikle kavranması, gerek stratejik bağlaşıklıkların, gerekse de taktik işbirliklerinin oluşmasına katkıda bulunmanın yanısıra, komünist hareketin kendi birliğini sağlaması açısından da büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Bu temelde ortak noktalara varılabilmesi, ülkemiz somutunda komünistlerin ortak bir devrimci program çevresinden biraraya gelmeleri yolunda önemli bir adım olacaktır.

Önümüzdeki sayılarda ülkemizde komünist partisinin stratejisinin bir ifadesi olacak program tartışmaları boyunca bu tartışma daha da somutlaşacaktır.