10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 4 Aralık 1989 Sendikal harekette sorunlar ve yaklaşımlar

Sendikal harekette sorunlar ve yaklaşımlar

Kemal Savaş

Kemal Savaş, Türk-iş genel kuruluna yaklaştığımız bugünlerde, sendikal hareketin dünya ölçeğinde yüzyüze bulunduğu taarruzla bağlı olarak 12 Eylül 1980 ertesinde ülkemizde yaşanan süreci ve bunun sonuçlarını irdeliyor. Son dönemde sol kesimde ortaya çıkan sendikal anlayışları tartıştıktan sonra "Sorunun yakalanması gereken noktası neresi?" sorusunu ele alarak, kendi görüşlerini dile getiriyor. 10 Eylül Sendikal hareketle yeni yaklaşımların ve politikaların gündemde olduğu günümüzde K. Savaş'ın önerilerinin canlı tartışmalara katkıda bulunacağı kanısındadır.

Ülkemizin en büyük işçi kuruluşu Türk-İş'in genel kurulunun yapılacağı günlerde gündemin ağırlıklı maddesini yine delege hesapları, yönetim adayları oluşturuyor.

Ülkemiz sendikal yaşamındaki sorunlar, bunlara ilişkin çözüm önerileri, bu çözümlere ulaşmada izlenecek program ve politikalar yine ortada yok. Bu olumsuz durum, sendikal hareketin toplu sözleşme dönemleri dışında en canlı olduğu genel kurullar döneminde de olumlu bir atılım içine girememesine yol açıyor.

Kapitalist-emperyalist dünyada 1980'li yıllarla birlikte egemen olan yeni-tutucu politikanın ana doğrutularından birini sendikal hareketin etkisizleştirilmesi çabası oluşturdu. Böylece Batı Avrupa ülkeleri bakımından komünist ve sosyalist-sosyal demokrat partilerin geleneksel güç kaynaklarının kurutulması hedeflendi. Bilimsel-teknolojik devrimin yarattığı olanaklarla üretim sürecinde ortaya çıkan değişiklikler, kapitalist -emperyalist dünya ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması sırasında oluşan yeni işbölümüyle değişik sektörlerde görülen akışkanlık, Batı Avrupa'da anti-sendikal yasalar adı verilen hukuk sistemiyle donatılırken, sendikalar da yeni değişiklikler karşısında politika saptamada yetersiz kaldılar. Dolayısıyla yeni-tutuculuğun anti-sendikal taarruzu biçiminde yoğunlaşan bu durumun ardında, bir yanda üretim sürecinde, bir diğer deyişle çalışanlar, ücretliler çerçevesinde ortaya çıkan nesnel değişiklik, öte yanda egemen burjuvazinin bu değişiklikten kendi çıkarları doğrultusunda hukuksal düzenlemelerle yararlanma girişimi ve nihayet işçi sendikalarının yeni koşullara uygun politikalar üretmede yetersizlikleri yatıyor. Gerçekten de, yeni-tutuculuğun bu politikasının başarıya ulaşmasında, Batı Avrupa'daki sendikalarının üretim sürecinde ağırlığını duyurmaya başlayan yeni ücretli kesimlerini kucaklamaya dönük yaklaşımları formüle edememesi önemli bir etken olmuştur. Yanı sıra kimi sendikaların ekonomik kriz koşullarında toplumsal mutabakat anlayışlarıyla işverenlerle istihdamın azalmaması koşuluyla ücret artışı istemlerinden geri durmayı kabul etmeleri de, hem sendikalılar arasında hoşnutsuzluğa ve sendikalardan uzaklaşmaya hem de yeni ücretli kesimler bakımından sendikaların birer çekim merkezi haline gelememelerine yol açtı. Özetle, sendikal hareketin yaşamdaki değişiklikleri kavrayıp doğru politikalar üretememesi, egemen burjuvazinin anti-sendikal taarruzunu yasalarla da tahkim ederek uygulamasında belirleyici olmuştur.

Anti-sendikal taarruz ya da yaygın kullanımıyla sendikasızlaştırma politikası, ülkemizde özel bir konjonktürle çakıştı. 12 Eylül faşist darbesiyle birlikte sendikal yaşam bütünüyle askıya alında ve başta DİSK yöneticileri ve bağlı sendika yönetici ve temsilcileri olmak üzere yurt ölçüsünde binlerce sendika aktivisti işkencelerden geçirildi, uzun süre cezaevlerinde tutuldu. Sendikalı olmak, hele sendika aktivisti olmak bir suçmuş gibi gösterildi. Geniş işçi kesimleri arasında sendikaya üye olmak konusunda bir korku ve tereddüt yaratılmaya çalışıldı. DİSK ve üyesi sendikalar hakkında açılan ve bitirilmeyen davalarla sendikal hareketimizde en örgütlü aktif kesimin izleyen sürece bütünsel-merkezi müdahalesinin olanakları kesildi.

Yüksek Hakem Kurulu aracılığıyla toplu sözleşmelerde zorunlu tahkimin dayatılması, korkutma ve yıldırma politikasıyla da bütünleştiğinde, işçi sınıfımızın toplumsal psikolojisinde, dönemsel de olsa, sendikalılık konusunda olumsuz bir yaklaşımın doğmasında etken oldu. Aynı dönemde kamu-özel sektör ayrımı bir yana konarak işverenlerin ülke çapında tek çatı altında toplanması ve merkezi politikalar üretmesi gözetildi. Böylece kamu işyerlerinde bugüne dek alabildiğine farklı bir sendikal yaşam sürdürmüş olan geniş işçi kesimleri yepyeni bir taarruz karşısında hazırlıksız yakalandılar.

12 Eylül yönetimince çıkartılan 2821 ve 2822 sayılı sendikal yasalar, sendikal hak ve özgürlüklerin tanınmasını değil, tanınmamasını gözeten yasalar olarak, gerek sendikal örgütlenmenin, gerek sendikal faaliyetin, gerekse özgür toplu pazarlık sürecinin gerçekleştirilmesi önünde önemli engeller olarak durdu, duruyor. Ancak bir bütün olarak ülkemizde üretim sürecinde yaşanan değişikliklerin analizi temelinde, işverenlerin ülke ölçeğinde birleşik politikalarını etkisizleştirmeye dönük yeni sendikal politika arayışlarına yönelmek yerine, sendikal hareketin salt yasaların sınırlayıcılığı çerçevesinde adeta yakınmalar biçiminde bir doğrultuyu benimsemesi de, ülkemizde yeni-tutucuların anti-sendikal politikalarının başarıya ulaşmasında rol oynadı.

İlerici-devrimci çevrelerin "Türk-İş'te birlik olsun mu olmasın mı?" skolastik tartışması "Sendikal Politika" olarak yıllar alırken, sendikalar da "bu yasalarla toplu pazarlık yapılır mı, grev yapılır mı?" tartışmasını önlerine koydular. 1983 ortalarından 1987 başlarına dek süregiden bu tartışmalar boyunca, geçmişti DİSK üyesi işçilerin büyük çoğunluğu Türk-iş üyesi sendikalara katıldı ve sendikal harekette sınıf ve kitle sendikacılığının geleneklerinin taşıyıcısı olduklarını göstermeye başladılar. 1986 Aralığı'nda NETAŞ işçilerinin grevi, 1987 başlarında petrokimya ve deri işçilerinin sektör çapındaki grevleri, "bu yasalar"la da grev yapılabildiğini gösterdi. Bu kez tartışma gündemi "Türk-İş demokratikleştirilebilir mi?" ya da "Türk-İş nasıl demokratikleştirilebilir?" biçiminde belirlenirken, Türk-iş yönetimi de "grevlerle dayanışma mitingleri" düzenlemeye, bağımsız sendikaların sorunlarına sahip çıkmaya, ülke siyasal yaşamında referandum gibi, genel seçimler gibi ulusal çapta politik olaylarda aktif tutum almaya, ILO vb. uluslararası forumlarda sendikal hak gasplarının ortadan kaldırılması için çaba harcamaya girişti. Toplu pazarlık sürecinde bütünsel istemler formüle edip, kurullar oluşturmaya başladı. Ancak tüm bu çaba ve tutumlarında, geniş işçi kesimlerinin hareketliliğine dayanmak ve bunu yükseltmek yerine (özellikle Nisan 1989 eylemleri sürecinde) kapalı kapılar ardından uzlaşma yolunu sürdürdü.

1980'li yılların son günlerinde işverenler, kamu-özel sektör birlikteliğini sağlamış, toplu pazarlık bakımından sektörel bazda grup sözleşmesi ve işdeğerlendirmesi politikalarına sahip, ulusal düzeyde ücret artışı yüzdelerini hükümetin de dolaysız katkılarıyla belirleme yeteneğinde bir düzeye gelmiştir. Tekelci burjuvazinin bütününün çıkarları bakımından kimi kesimlerinin çıkarlarını feda edebilecek düzeye yükselen bu işverenler örgütlülüğü, toplu pazarlık sürecinin bütününde mutlak erke sahipmişçesine davranmaktadır. Varolan yasal çerçeveden de güç alarak toplu tensikat ve baskılar yoluyla bağımsız sendikaların varlığına son vermek, kapsamdışı personel sayısını sürekli artırarak sendika üyesi işçilerin üretim sürecinde belirleyiciliğini kırmak, sözleşmeli personel, taşaron işçilik vb. yollardan da yararlanarak sendikanın işlevini etkisizleştirmek gibi yöntemlerin ya-nı sıra, pilot düzeyde de işlevini etkisizleştirmek gibi yöntemlerin yanısıra, pilot düzeyde de olsa, "kalite çemberleri" vb. uygulamalarla işlerlerinde "çağdaş endüstriyel ilişkiler çerçevesinde iş barışı" söylemiyle ideolojik mücadelesini de yoğunlaştırmaktadır.

Bütün bunlar, ülkemiz sendikal hareketinde, sendikal örgütlenmeden toplu pazarlık politikalarına dek sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışına dayalı yepyeni yaklaşımları ortaya koymayı gerektirmektedir. Dahası 1980 sonrasının bozbulanık ortamında, en temel kavramların alt-üst olduğu günümüzde bu daha da zorunlu hale gelmektedir.

Gerçekten de bugün sendikal-harekette, sınıf uzlaşması sendikal anlayış ile sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışlarının aşıldığı, bugün "demokratik, çağdaş, güçlü sendika" anlayışının kendini dayattığı yaklaşımlarına rastlanmaktadır. En genelinde bugün sendika yönetimlerinin yapısına bakılarak ANAP-MÇP eğilimli sendikacılar dışında, değişik siyasal parti ve eğilimlerden sendikacıların birlikteliğinin sağlanması hedefi ortaya konmaktadır. Böylece sendikal mücadele anlayışlarının yerine siyasal eğilimler geçirilmeye çalışmaktadır. Bu yaklaşımın "demokratik, çağdaş, güçlü sendikacılık" olarak tanımlanması ve bir sendikal politikaymış gibi öne çıkarılması, ülkemizde yer etmiş sınıf ve kitle sendikacılığı ilkelerinin tasfiye edilme çabasına dönüşmektedir. Günümüzde "en demokratik" yönetimli sayılan ve Türk-İş içinde yönetime gelmesi için uğraş verilen sendikaların kendi iç işleyişlerinde, tüzüklerinde, örgütlenme, eğitim, basın-yayın ve toplu sözleşme politikalarında "demokratiklik"ten ne denli nasiplerini almamış olduklarını tartışmaya bile değmez. Dahası "demokratik, çağdaş, güçlü sendika" anlaşının afişlerle genel kurul salonlarında dile getirildiği kimi bağımsız sendikalarda, bu anlayış sahipleri yönetime kendi siyasal eğilimlerindekilerin 6-0 gelmesi uğrunda mücadeleyi ve bunu başarıya ulaştırmayı yeni "sendikacılık" anlayışlarına uygun da bulabilmektedirler.

Öte yandan, sınıf ve kitle sendikacılığı adına varolan sendikal yapılanmaya alternatif, sendikal amaçlı "işyeri konseyleri" görüş ve girişimleri, 1980 öncesinde genellikle Troçkist eğilimli sınırlı sayıda sendikacının formüle ettikleri bu yaklaşımı bugün bayrak edinen Troçkist ve onun dışındaki kimi sol çevreler de, sendikal hareketteki sorunu doğru bir biçimde kavrayamadıklarını ortaya koyuyorlar. Bunlar, "sendikal hareket politik hareketin emir ve direktifleri doğrultusunda yürütülmelidir" diyen kimi çevrelerle birlikte, sendikal harekette gereksinim duyulan sağlıklı doğrultunun ortaya konup güçlendirilmesinde bir engel oluşturuyorlar.

Sorunun yakalanması gereken noktası neresi? Sendikal harekette aşağıdan yukarıya gelişen, tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesine sahip çıkan, sendikaların demkratik bir işleyişe kavuşmasını savunan, işçi sınıfının hak ve çıkarlarını gözetmeyi temel alan bir sendikacılık anlayışını nüve halinde içinde taşıyan hareketi, bu hareket boyunca ortaya çıkan sendikal aktivistleri, doğal işçi önderlerini öncelikle sınıf ve kitle sendikacılığının günümüz gereklerine uygun politikalarıyla donatacak bir doğrultuyu benimsemek. Mühendislerin, teknik elemanların vb. üretim sürecindeki yerleri ve rolleri bakımından çalışanlar yığınına katılan ve sayılarıyla etkinlikleri gün günden artan kesimlerini sendikal faaliyet içine çekmeyi ve bunların sendikalaşmalarını hedeflemek. 1970'li yılların ikinci yarısında ülkemizde tekelleşmenin vardığı düzeyce gündeme getirilen ve işkollarında işçilerin bölünmüşlüğü koşullarında işverenlerce dayatıcı bir biçim halinde sunulan grup sözleşmesine karşı sektör bazında örgütlülüğü, sektörel eylem birliğini ve ortak savaşım bilincini yükselterek, grup sözleşmesini işçi sınıfının birlikli mücadelesiyle daha ileri haklar sağlanan bir toplu pazarlık kaldıracına dönüştürmek. Yani değişik düzeylerde (ulusal-işkolu-işyeri) toplu pazarlık yapılmasını olanaklı kılacak gerçekten özgür bir toplu pazarlık sistemi uğruna mücadele ederken, özellikle akçeli konular dışındaki toplu sözleşme maddelerinin, kapsam, kurullar, işçi sağlığı, iş güvenliği, haftalık çalışma saatleri vb. konularında sektörel düzeyde düzenleme yoluna giderek işkolunda bütünlüklü kazanımlara dönük bir toplu pazarlık yaklaşımını hakim kılarak grup sözleşmesini tersine işleyen bir silaha dönüştürmek.

Aynı biçimde işverenlerce değişik amaçlarla gündeme getirilen iş değerlendirmesi sistemine kabaca karşı çıkmak yerine, bunu özellikle üretim sürecine işçiler safında yeni katılan kesimlerin, mühendislerin, teknik elemanların vb. sendikalaşmaları bakımından bir araç olarak kullanıp, bir bütün olarak çalışanların hak ve çıkarlarını en temel ve asgari düzeyden başlayarak giderek genişleyen bir yelpaze içinde ve "herkese çalışmasına göre" ve "eşit işe eşit ücret" ilkelerini gözterek yaşama geçirmeye çaba harcamak. Bunu yaparken vasıfsız ve düşük vasıflı işlerde çalışanların temel gereksinimlerinin eksiksiz karşılanmasını sağlayacak bir ücret artışından kesinlikle taviz vermezken, vasıflı işçilerin giderek sendikalardan uzaklaşmasına yol açacak, onların hak ve çıkarlarını gözetmeyecek kaba eşitlikçi yaklaşımlardan da uzak durmak. Bütün bunlar için yürütülecek sistemli mücadeleyi ertelemeksizin ve onunla içice, sendikal hak ve özgürlükler üzerindeki yasak ve sınırlamaların kaldırılması için mücadeleyi örnek. Sendikal hak ve özgürlükler, yürütülecek çokyönlü ve bütünsel bir mücadelenin ürünü olabilir ve olacaktır. Kimse önce haklar verilsin sonra mücadele gelişir diye beklemesin. Mücadele etmeden hak alınamayacağı gerçeği, işçi sınıfımızın bilincine kazınmıştır. Bu bilinç, yürütülecek çokyönlü mücadelenin de güvencesini oluşturmaktadır.

Bu Türk-İş genel kurulunda sosyal-demokrat eğilimli sendikacıların (herbiri farklı sendikal mücadele anlayışlarına sahip olsalar da) bağımsız bir listeyle ya da karma bir listeyle yönetime gelmeleri ya da ağırlık kazanmaları, şu andaki delegasyona bakılırsa yüksek bir olasılıktır. Bu sonuçtan kimilleri Türk-İş'in demokratikleştirilmesi doğrultusunda önemli adımlar atıldığı sonucunu çıkarmaya son derece yatkındır. Bu yatkınlık, sendikal hareketteki sorunları kavrayamamak bir yana, temel sendikacılık anlayışlarını bir tarafa bırakmanın da tipik bir göstergesidir. Sendikal harekette demokratikleşme, sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışının aşağıdan yukarı yükselen ve yukarıdan aşağıya desteklenen bir hareketinin ağırlık kazanıp etkin olmasıyla sağlanacatır. Bu etkinlik, kulislerde delege hesapları sürecinde değil, işçi sınıfımızın sendikal mücadelesi boyunca kazanılacaktır. 1987'den buyana grev hareketinde, kamu ve özel sektöre ait işyerlerindeki değişik direnişlerde ve çarpıcı bir biçimde Nisan 1989 eylemlerinde bunun filizleri kendini belli etmiştir. Sorun bu filizi yaşatıp büyütmek, bütün bir sendikal harekette baskın kılmaktır. Bu süreçte de sonucu belirleyici mücadele, sınıf uzlaşması sendikal anlayış ile sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışı arasında süregidecek ve yaşamdaki değişikliklere, işçi sınıfının yeni yeni kesimlerin katılımıyla genişleyen yapısının gereklerine yanıt vermeyi öne koyan politikalar boyunca gerçekleşecektir.