10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 4 Aralık 1989 Türkiye'de insan hakları var mı?

Türkiye'de insan hakları var mı?

Kamil Muti

Av.Kamil Muti, ülkemizde insan haklarının bulunup bulunmadığı sorusunun varlığının korkunç olduğu yargısıyla başladığı yazısında özellikle yaşama hakkı ve düşünce ve örgütlenme hak ve özgürlüğü konularını ayrıntılı biçimde ele alıyor. İnsanların hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkları oranda bu hak ve özgürlükleri fiilen kullanabileceklerini vurgulayan K.Muti, 1982 Anayasası'nın bir bütün olarak insan haklarını tanımamayı temel aldığını belirtiyor. Sorunun köklü çözümünün bu anayasanın bütünüyle değiştirilmesinden geçtiği sonucuna varıyor.

Ülkemizde insan haklan var mı? Bu sorunun varlığı bile korkunç. Ancak ne yazık ki böyle bir korkunçluk içinde yaşıyoruz. Yaşıyoruz da, insanın en temel hakkı olan yaşama hakkımız var mı? 1982 Anayasası, yaşama hakkının istisnalarını sayıyor. Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiillerini 17. maddesinde hukuka uygun duruma getirdi. Bunların, yani insanların yaşama hakkını devletin ortadan kaldırma durumlarının bir Anayasada yer alması bile, o Anayasayla kurulan düzen hakkında bir fikir sahibi olmak için yeterlidir. Hele ki bunlar ak kağıt üzerinde kara lekeler olarak kalmayıp bir de uygulanıyorsa. "Dur" emrinin "vur" emri olarak uygulandığını ülkemizde bilmeyen kaldı mı? Daha geçtiğimiz aylarda "olağanüstü hal" uygulamasıyla Silopi'de gencecik insanlarımız kurşuna dizilmedi mi? Tuzla'da bir araba içinde 4 gencin üzerine yüzlerce kurşun sıkılmadı mı? Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yüzlerce insanımızla ilgili idam cezası dosyaları dizi dizi durmuyor mu? Ya bizler, insanlar, yurttaşlar ne yapıyoruz? Eğer ben, biz, bizler, birey olarak, insan olarak, yurttaş olarak hak ve özgürlüklerimiz için davranmıyorsak; benim için, bizim için, bizler için insan hak ve özgürlükleri yoktur, olamaz. Bugün kurşun sıkılan Silopi'de gençler olur, yarın ben ya da biz oluruz.

İnsan hakları, herşeyden önce insandan kaynaklanır. İnsanın insanlığının bilincine varması ve ona uygun davranmasından kaynaklanır. İnsan haklarının gelişmişlik düzeyi, bu nedenle insanın bu bilinç ve davranışının gelişmişliğine dayanır ve onu yansıtır. Bu bilinç ve davranış, insanın yaşadığı toplumu kavrayışında ve onu dönüşüme uğratma çabasında da ilk hareket noktalarından biridir. Yaşama hakkına sahip çıkmayan bir insan gerçekte yaşama hakkına fiilen sahip değildir. İnsan haklan, gökten zembille inmemiştir, göz rengi, ten rengi gibi fizyolojik, biyolojik özelliklerden de doğmaz. İnsan hakları toplumsaldır, yani insanların toplum halinde ve bir devlet içinde örgütlenmeleriyle bağlıdır; daha doğrusu devlet ile insan, yurttaş arasındaki ilişkiyi düzenler. O yüzden insan hakları toplum içinde toplumsal mücadeleyle belirlenen haklardır. Ülkemizde eğer bugün hala idam cezası verilebiliyor ve uygulanabiliyorsa, yolda yürüyen ya da evinde oturan insan "yasal olarak" öldürülebiliyorsa, benim, bizim yaşama hakkımız yok demektir. O halde ne duruyoruz? Yaşama hakkımıza sahip çıkabilmenin yolu devletin öldürme yetkisine son vermekten geçer. Bugün Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında idam cezasının varolduğu tek ülke Türkiye'dir. İnsan Hakları Derneği "Ölüm Cezasına Hayır!" kampanyası yürütüyor. Ben, biz niye bu kampanyada aktif yer almıyoruz? Neden yaşama hakkımızı savunmuyoruz?

Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayımlandı. Türk Ceza Yasası'nın 141,142,163 maddeleri nedeniyle 12 Eylül 1980 sonrasında 85 bin kişi yargılanmış. En az o kadarı da soruşturmalardan, işkencelerden geçirilmiş. Şu anda cezaevlerinde bu maddelerden 3 bin kişi tutuklu ve hükümlü olarak bulunuyormuş. Nedir bu sihirli sayılar: 141-142-163. Artık Cumhurbaşkanından başlayarak herkes eşyayı adıyla çağınyor: Düşünce suçları. Düşünce suçu olur mu? İnsan haklarının olmadığı yerde elbette düşünce suçu olur. Dergiler toplatılır, yazarlar, çevirmenler, gazeteciler hapislere atılır. İnsanlar düşündüklerini ifade ettikleri, benzer düşünceleri taşıyanlar biraraya gelip örgüt kurdukları için işkencelerden geçirilir. Elbette hangi insanlar sorusu kaçınılmaz olarak kendini dayatıyor. Sınıflı toplumlarda egemen sınıfın düşünmesi ve örgütlenmesi suç oluşturmaz. Çünkü o sınıf egemendir ve egemenliği kendi hukuk sistemiyle korunur. Peki yasak kime getirilir? Kendi hak ve çıkarları bu sınıfın egemenliğinden zarar görenlere? Onların düşünmesi, bunun doğal sonucu olarak bu düşünceler etrafında örgütlenmesi yasaklanır? 141-142.maddelerle işçilere, çalışanlara kendi hak ve çıkarları doğrultsunda düşünme ve örgütlenme yasaklanmıştır. Onlar da insan ve yurttaştır, vergi verirler, askere giderler, devlete karşı yükümlülükleri vardır ancak kendi hak ve çıkarlarını savunma özgürlüğü yoktur. İşte bugün tüm kamuoyunda bu açık haksızlığa karşı öfke doğmuştur. Egemen güçler bu öfkeyi yatıştırmak için ağızlara bir parmak bal çalarak işi kapatmak istiyor. Ben, biz, işçiler, çalışanlar, onlardan yana bilimadamaları, aydınlar, bizler davranışa geçmezsek, düşünme ve örgütlenme özgürlüğümüz uğruna mücadele vermezsek, bizim bu hakkımız biraz hafifletilmiş de olsa yine bir suç olarak kalacak. O zaman yerimizden doğrulalım ve hakkımız uğruna mücadelemizi yoğunlaştıralım.

Bugün ülkemizde bir bütün olarak insan hakları yoktur. Çünkü 1982 Anayasası vardır. Hukuk diliyle söyleyecek olursak, 1982 Anayasası’yla, devlet ile bireyler ve toplum arasındaki ilişkileri düzenleyen hak ve özgürlükler, devlete ağırlık tanıyan ve devletin Korunmasını amaçlayan bir mantıkla sınırlandırıldı ve temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan mekanizmalar etkisizleştirildi. 1982 Anayasası'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması başlığını taşıyan 13. maddesiyle istisnasız bütün hak ve hürriyetlerin sınırlandırılabilmesi amaçlandı. Böylece 1982 Anayasası, nitelikleri gereği sınırlanamaz kabul edilen hak ve özgürlüklerin, içerikleri bakımından sınırlanabilmesinin yolunu açtı. Ayrıca temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması başlığını taşıyan 14. ve temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlığını taşıyan 15. maddelerinde bu yaklaşıma uygun düzenlemeler yapıldı. Kısaca 1982 Anayasası insan hak ve özgürlüklerinin nasıl ortadan kaldırılabileceğini ayrıntılandıran bir hukuk metni olarak duruyor.

Bugün ölüm cezalarına karşı yaşama hakkı için, düşünce ve örgütlenme hak ve özgürlüğü için mücadele somut ve günceldir. Bu mücadelenin başarıya ulaştırılması, bir bütün olarak insan hak ve özgürlüklerimizi sağlamak için 1982 Anayasası'nın kaldırılması için yürütülecek mücadele bakımından daha elverişli bir zemin yaratacaktır. O halde güçlerimizi bu istemler etrafında birleştirelim.

Ölüm cezasına hayır!

141-142'ye hayır!