10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 6 Şubat 1990 1990’lara girerken ülkemiz kadın hareketi ve görevler (3)

1990’lara girerken ülkemiz kadın hareketi ve görevler (3)

Emel Aslan, Hülya Gülbahar

Emel Aslan ve Hülya Gülbahar, sürekli yazılarının bu üçüncü bölümüne, ülkemizde kadın olmanın ulusal, toplumsal konumlarına ilişkin ayrıntılı ve genel bir değerlendirmeyle başlıyorlar. Kadınların yaşamın hemen her alanında yüz yüze oldukları ayrımcılığın altını çiziyorlar. Yazarlar, daha sonra, tüm bir yaşamda olduğu gibi, kadın ayrımcılığı alanında da, çelişkiler derinleştikçe, değişim dinamiklerinin de netleşip, güçlendiğini belirtiyorlar. Görevin bu gücün birleştirilmesi olduğunu saptayıp, tüm kadınların kurtuluş hareketine giden yolun, program sorununu çözümlemiş örgütlü mücadeleden geçtiğini vurguluyorlar: Kadının emeği, bedeni ve toplumsal kimliğiyle bağlı ayrımcılıkların son bulmasına yönelik, kapsayıcı, pratik, edinilebilir, demokratik bir programa sahip kadın örgütü...

Ülkemizde dün olduğu gibi bugün de kadınlar, ulusal ve toplumsal konumları, işleri, yaşları ne olursa olsun, yalnızca "kadın" oldukları için bir ayrımcılıkla yüz yüze.

Ülkemizde kadınların ikincil cins olmak, yaşamın her alanında ezilmek, aşağılanmakla belirlenmiş yazgıları daha doğmadan başlıyor: Erkek adamların erkek çocukları olması, kadınların da erkeklere erkek çocuk doğurması gerekiyor. Ama ya kız olursa!

Kız çocuğu olarak doğmak, beşikten mezara kadar sürecek bir ayrımcılığa göz açmak; erkek çocuklarınkinden ayrı bir dünyaya girmek demek. Ayrı dünyalar, ailede başlıyor; eğitimde, üretimde, siyasette, sanatta, kültürde daha da ayrılıp gidiyor.

Kız çocuklarının ilk eğitimi, erkek egemen değer yargılarının kök salmış olduğu ailede başlıyor: Geleceğin yeni "eksik etekleri, saçı uzun aklı kısaları, kaşık düşmanları..." hayata hazırlanıyor. Aile içinde, kız çocuklarına yaşam hakkında verilen ilk bilgiler, ev işlerinde becerikli, babaya ve erkek kardeşlere karşı saygılı, itaatkar olmaları gereği. Erkek çocukların dışa dönük, atak, kavgacı, egemen olmaları özendirilirken; kız çocukların gelecekteki toplumsal kimlikleri, pasif, söz dinler, içe kapalı olmak üzere belirleniyor.

İlköğretim çağında "kız çocukları okumaz" eğilimi ile karşı karşıya geliniyor: Örneğin 1985 sayımlarına göre, okur-yazarlık oranı erkeklerde %86.55 iken; kadınlarda %68.23. Bu demektir ki, kadınların %31.77'si hâlâ okuma-yazma bilmiyor; erkeklerin ise %13.45'i.

Eğer kızları okutmama eğilimi aşılmışsa, bu kez okul sıralarında sorunlar başlıyor. Aile içi eğitimin bir devamı olarak okullarda verilen eğitimde de; ders kitapları ile, kız ve erkek öğrencilere ayrı ayrı okutulan "ev" ve "el" işleri dersleri ile geleneksel kadın-erkek rolleri bir kez daha pekiştiriliyor. Üstelik en önemli işlevleri bu rolleri pekiştirmek olan uzmanlaşmış okullar da var: Biçki-dikiş, nakış, yemek yapma ve ev idaresi öğrenimi veren kız meslek liseleri ya da hemşirelik okulları. Yine de, ortaokul ve lise yıllarında okullardaki kız öğrencilerin sayısı daha da düşüyor. Hele enflasyon, hayat pahalılığı ile gelen bir yoksulluk da varsa, öğrenimden ilk çekilenler yine kızlar oluyor. 1985 verilerine göre, yüksekokul mezunu erkeklerin oranı %74.78 iken, bu oran kadınlarda %25.22'ye düşüyor. Her şeye karşın, diyelim ki okulu bitirdi. Bir işe girip çalışmak istiyor: 1983'te üniversite bitirmiş 71 bin kadından 30 bini iş yaşamı dışında kalmıştı!

İşsizlik, öğrenim düzeyi ne olursa olsun tüm kadınlar için en önemli sorunlardan biri. İktisaden faal nüfusun yaklaşık yansı kadın olmakla birlikte; çalışan kadın oranı bunun üçte biri. Üçte ikisi işsiz. Orta ve küçük işletmelerin peş peşe iflas ettiği, devletin yatırımları kısma politikası izlediği ve işsizliğin çığ gibi büyüdüğü koşullarda kadınların iş bulması hemen hemen olanaksız. DİE verilerine göre, ülkemizin iktisaden faal olan kadın-erkek işgücü 19.4 milyon. Bunun 7.4 milyonu kadın. Bunların 6,1 milyonu tarım kesiminde "ücretsiz aile işçisi" statüsüyle; sadece 1,3 milyonu da genellikle kentlerde ücret ve maaş karşılığı çalışan kadınlardan oluşuyor.

Bir işte çalışıyor gözüken kadınların yaklaşık beşte dördü, gerçekte tarım kesiminde ve ücretsiz olarak çalışıyor. Kapitalizm öncesi geleneklerin hâlâ etkinliğini koruduğu kırsal alanlarda kadın, en güç yaşam koşullarına göğüs germek zorundadır. Gün boyu tarlada çapa sallamanın, pirinçte, pamukta ve tütünde çalışmanın yanı sıra, hayvanlara bakmak, en ilkel koşullarda ev işlerini yapmak, çocukların bakımıyla ilgilenmek ve gece de bütün yorgunluğa karşın, istese de istemese de kocasının cinsel isteğini yerine getirmek zorunda. Kendini tüketircesine çalışan bu kadınların ne evin yönetiminde ve işleyişinde en küçük bir söz hakkı var; ne de evlilik ve eş seçiminde en küçük bir özgürlüğü.

Kadının yazgısında eğer bir de Kürt olmak varsa durumu daha da güç. Kürt kadını, kapitalizm öncesi gelenek ve göreneklerin bütün ağırlığıyla birlikte, sınıfsal, ulusal ve cinsel baskıyı iç içe ve en katmerlisiyle yaşamakta.

Kentlerde, ev dışında ücretli ve maaşlı olarak çalışmak isteyen kadınlar, eğer bir iş bulma olanağına sahip olurlarsa, işe alınmadaki ayrımcılıkları aşmak zorundalar. (Bu arada evli olanlar, Medeni Yasa'nın 151-159. maddeleri gereği ailenin "reisi" olan kocalarından izin almayı unutmamalıdırlar. Evli değillerse, bakanlık kuruluşlarına alınırken bile, "bekaret kontrolü"nden geçmeye hazır olmalılar.)

İşe alınmada genellikle erkekler tercih edilmekte. Kadınların tercih edildiği alanlar ise, "kadınlara özgü" olduğu varsayılan meslekler. Evdeki rolü "hizmet etmek" olan kadınlar için uygun bulunan işler, hemşirelik, sekreterlik, çocuk bakıcılığı, hizmetçilik, öğretmenlik, hosteslik ya da kadın cinselliğinin bir araç olarak kullanıldığı diğer alanlar. Tarım dışı alanda çalışan 1,3 milyon kadının yarıya yakını hizmet sektöründe. Kişisel ve toplumsal hizmetler alanında 433 bin kadın (%8.87) çalışıyor.

Sanayide çalışan kadınların özellikle istihdam edildiği alanlar ise, hiçbir uzmanlık, yaratıcılık gerektirmeyen, monoton ve bant sistemi ile üretim yapan imalat sanayi; gıda, içki, tütün, tekstil, konfeksiyon gibi hafif sanayiler; santral memurluğu vb. Çalışan kadınların yaklaşık 400 bini (% 8) sanayide istihdam ediliyor.

Sanayide ya da hizmetler sektöründe çalışan kadınların başındaki en büyük sorunlardan biri, ücretlerin düşüklüğü. Özellikle kadınların yoğun olduğu tekstil, gıda, konfeksiyon gibi işkollarının ortalama ücret düzeyi Türkiye ortalamasının altında tutuluyor: Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mete Törüner'in verilerine göre, 1989'da kadınların elde ettikleri ücretler, Türkiye ortalama gelirinin %30 altında gerçekleşti. Kadınlar, örneğin kamu alanında erkeklerden %35 oranında daha az ücret alıyor. Böylece kadın işgücü, bir yandan işverenlere muazzam bir kâr kaynağı oluyor; bir yandan da genel ücret düzeyinin düşük tutulmasında kullanılıyor.

Kadınların iş yaşamındaki eşitsiz çalışma koşulları ücretle de sınırlı değil. Mesleki eğitim alanında öncelik erkeklere tanınıyor. Terfi etme ve sorumluluk alma gibi başarı göstergelerinde de öyle. Kadınların erkekleri yönetmesi ve denetlemesi pek istenmediğinden olsa gerek, yönetici konumlara gelebilen kadın sayısı yok denecek kadar az. Aynı mantık, valilik, kaymakamlık, müfettişlik, denetçilik gibi kamu alanlarında kadınların çalışmalarına izin vermeyen; yargıçlık ve savcılık için kadın hukukçulara %5'lik kotalar ayıran devlet ideolojisinde de açık bir biçimde görülüyor.

Genellikle "emek yoğun" işlerde çalıştırılan, gerekli mesleki eğitimden de geçirilmeyerek "niteliksiz" bırakılan kadın işçiler gibi, diğer alanlarda da tüm kadın çalışanlar, en kolay üretim dışı bırakılacak emekçiler olarak, işten atılmalarla sık sık karşı karşıya kalıyor. İşten çıkarma durumlarında, yetenek ve toplumsal gereksinimlere bakılmaksızın ilk akla gelenler kadınlar oluyor. Hele çalışan kadın hamileyse, işinde kalması hemen hemen bir mucizedir. Dolayısıyla kadınlar, "yedek ve ucuz bir işgücü deposu" olarak, ekonomik sistem gereksinim duyduğunda üretime çekiliyor; aksi takdirde evine geri dönmek zorunda bırakılıyor.

Öte yandan, SSK verilerine göre ülkemizde 3 milyon SSK'lı var ve bunların sadece 260 bini (yaklaşık %9) kadın. Yani sanayi ve hizmetlerde çalışan yaklaşık 1 milyon kadın herhangi bir sosyal güvenceye sahip değil. Tarımda sigortalılık istekte bulunmaya bağlandığından kadınların ancak 2 bini sigorta hakkından yararlanabilmekte. Sigortasız ve sendikasız olarak, küçük ve sağlıksız işyerlerinde çalışan kadınların en büyük sorunlarından birisi ise, iş kazası ve meslek hastalıklarının yaygınlığı. Sadece sigortalı kadınların durumu bile yeterince ürkütücü: 1983, 1984, 1985 yıllarında iş kazası ve meslek hastalığı sonucu yaşamını yitiren kadınların sayısı, sırasıyla %4, 3, 5 iken; izleyen yıllarda aniden yükseliyor: 1986'da %16, 1987'de %14. Sigortasız, sendikasız işyerlerini varın siz düşünün.

Çalışma yaşamındaki tüm bu ayrımcılıklara ve ağır çalışma koşullarına dayanamayıp evine dönen kadınları bekleyenler de hiç iç açıcı değil. İşsizlikten, mesleksizlikten evde bırakılan ve istatistiklerde "işsiz" bile sayılmayan milyonlarca ev kadınından biri olarak, gününü her türlü yaratıcılıktan uzak, köreltici ev işleriyle tüketmek. Ana olarak çocuk doğurup insan soyunun üremesini, bir eş olarak erkeği temizleyip besleyerek işgücünün yeniden üretimini sağlamakla birlikte; erkeğin "eline bakan" bir "ev kölesi", bir "kaşık düşmanı" olarak aşağılanmak. Haksız-hukuksuz, malsız-mülksüz, işsiz-güçsüz; bir gün tek başına ortada kalıvermek korkusunu her gün yeniden yaşamak...

Öte yandan, düşük ücretlerle; sağlıksız koşullarda ve yarınları belirsiz bir biçimde çalışmak pahasına da olsa işinde kalmayı başaran kadınlar da, çalışma, analık ve ev işlerinin ağır yükünü omuzlamak zorunda kalıyorlar. Devlete ve işverenlere düşen çocuk sağlığı ve eğitimi ile ilgili görevler yerine getirilmiyor. Örneğin ülkemizdeki kreş sayısı 1988'de 614. Toplam 16 bin çocuğun bulunduğu bu kreşler, çalışan kadınların ancak %1,5 'ine seslenebiliyor. Üstelik var olan kreşlerin ne kadar sağlıklı olduğu da ayrı bir tartışma konusu.

Erkekler de "kadın işleri" sayılan ev işleri ve çocuk bakımını paylaşmayı "erkeklik onurlarına" yediremediklerinden, çalışan kadının yaşamı dörtlü bir angaryaya dönüşüyor: iş, ev işleri, çocuk ve kocanın bakımı... Yine Mete Törüner'in belirlemelerine göre; çalışan kadınların günlük mesaisi yaklaşık 14 saat. Bu sürenin 8.8 saati işte, 0.8 saati yolda ve alışverişte, 3.6 saati de ev işlerinde geçiyor. Buna göre, uyku dışında geçen sürenin %88'i çalışma, yol ve ev hizmetleriyle doluyor ve çalışan kadının kendine ayıracak boş zamanı kalmıyor.

Durum böyle olunca kadınların, sendikal, siyasal ve kültürel yaşamda yer alabilmesi de, kişiliğini çok-yönlü olarak geliştirebilmesi de bir hayal haline bile gelemiyor. Gelse bile, bu kez de "elinin hamuruyla erkek işine karışmasını" yasaklayan erkek egemenliği geçit vermiyor. Sonuç olarak kadın, toplumsal karar alma ya da alınan kararları etkileme mekanizmalarında pek yer alamıyor. TBMM'deki 449 milletvekilinden sadece 6'sı (%1,34) kadın. Kadınların siyasi etkinlikleri, %90'ının seçimlerde kullandığı oyla sınırlı. Mete Törüner'in yaptığı bir araştırmada, kadınların yandan çoğu bu olguyu zaman yokluğu ile açıklıyor.

İş yaşamında aynı koşullan paylaştığı erkeklerden bir kat daha fazla sömürülen, evde bir kez daha ezilen kadın; aileden başlayıp toplumsal yaşamın her alanına sızan bir baskı ve aşağılanmayı tüm yaşamı boyunca taşıyor. Emeği talan ediliyor, toplumsal kimliği asıl olarak eş ve ana rolleriyle sınırlanıyor; cinselliğini her alanda -evde, işte, sokakta- kendine rağmen kullanılıyor. Doğumdan ölüme dek erkek egemen değer yargıları, ahlak anlayışı aşılanmaya çalışılan kadın, geleneksel(!) rolünü benimsemeye, içselleştirmeye zorlanıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak karşı çıkmanın, en ufak bir tepki vermenin en masum(!) cezası ise dayak. Hacettepe Üniversitesi'nin bir araştırmasına göre erkeklerin %45'i kadınların dövülmesinden yana(!)

Cinsiyetçilik her alanda...

Kısacası kadınlarımız, ekonomik, toplumsal, ulusal ve kültürel farklılıkları ne olursa olsun, yaşamlarının hiçbir döneminde, hiçbir alanında peşlerini bırakmayan bir ortak sorundan, cins ayrımcılığından bir türlü kurtulamıyorlar. İster tarım kesiminde ücretsiz aile işçisi ya da sanayi ve hizmetler alanında ucuz işgücü niteliğiyle, zorunlu olarak iş yaşamına çekilsin; isterse de çalışma hakkından yararlandırılmayarak evlere kapatılsın durum pek değişmiyor.

Çünkü toplumdaki cins ayrımcılığına dayalı anlayış, kadının en önemli işlevini doğurganlığı, en önemli görevini ise analık olarak belirliyor. Dolayısıyla kadına asıl olarak ve öncelikle ev işleri, erkeklere de evin dışındaki bütün bir toplumsal yaşam sunuluyor. Kadının toplumsal yaşamında girişebildiği diğer tüm iş ve uğraşlar "ikincil" ve "geçici" sayılıyor. Kadının aile içindeki konumu da toplumsal üretime katılma biçimi de, bu yargıyla biçimleniyor. Sınıflı toplum, geleceğini oluşturan yeni kuşakların bakımı ve yetiştirilmesi görevini aileye ve özellikle aile içindeki kadına devrederek bu sorumluluktan kurtuluyor. Aynı biçimde toplumsal üretimdeki kadın-erkek işgücünün yeniden üretimini de kadına yıkarak, bu yükümlülüğü de sırtından atıyor. Böylece aile içindeki kadın, aslında bütün bir toplumun görevi olan hem insan soyunun, hem de işgücünün yeniden üretimindeki ana rolü tek başına üstleniyor. Aynı görev toplumsal üretime katıldığında da sürüyor. Çalışma yaşamında evdeki işlerine uygun bir pozisyonla, mümkün olan en az nitelikli, en az ücretli işlerde istihdam ediliyor. Üstelik evdeki yükümlülüklerinde hiçbir azalma ya da hafifleme olmaksızın; yani hem evde, hem işte, çifte bir sömürü altında... Ne için? Egemen sınıf ve devletinin maddi, ideolojik ve politik çıkarları için; sömürü ve eşitsizliklere dayalı ekonomik sistemlerinin sürekliliğini pekiştirmek için...

Sonuç olarak, erkek egemenliğine dayalı tüm toplumlarda olduğu gibi, ülkemizde de, tüm kadınlar, erkek egemenliğinin, cins ayrımcılığının baskısı altında yaşıyorlar. Ve bu baskı, daha çok sömürü daha çok kâr anlayışına dayalı ekonomik-politik sistemin elinde, kadının emek gücünün çifte sömürüsüne dayalı cinsiyetçi politika ile birleşerek sistemli bir hale getiriliyor. Kadının cinselliğinden, doğurganlığına; evlilik ve aile ilişkilerinden, toplumsal yaşama katılış biçimlerine; bilimden, sanat ve kültüre dek tüm özel ve toplumsal yaşama dek uzanıyor.

Cinsiyetçilik, devlet, siyasal ve toplumsal kurumlar ve hukuksal sistemin sağladığı olanaklar sayesinde sürekli kılınıyor. Kadına biçilen bağımlı, erkeğe biçilen egemen rol; aileden okula dek uzanan cinsiyetçi eğitim, tanrı buyruğuyla kadını erkeğin hizmetkarı ilan eden din, bu rolü yerleşik bir kültür haline getiren TV, basın gibi kitle iletişim araçları; müzik, gündelik dil ve daha birçok yolla pekiştiriliyor. Böylece erkekler, cins ayrımcılığının kendilerine sağladığı avantajları her alanda, eksiksiz bir biçimde kullanmaya teşvik ediliyor. Kadınlar ise, eşitsizlik ve bağımlılığı sessizce kabul etmeye ve içselleştirmeye zorlanıyor.

Üstelik ülkemizin yıllardır içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalım koşullarında kadınların sorunları daha da katmerleniyor, Bunalım derinleştikçe, eşitsizlikler ve ayrımcılık daha da artıyor. Genel ücret düzeyinin düşüşü, eğitim-sağlık gibi kamu hizmetlerindeki kısıntılar, işsiz kadınların artışı, işyerindeki çalışma ortamının kötüleşmesi, kültürel yozlaşma ve artan fuhuş, kadınların durumunu daha da güçleştiriyor.


Değişim artık kaçınılmaz...

Tüm bir yaşamda olduğu gibi, kadın ayrımcılığı alanında da, çelişkiler derinleştikçe, değişim dinamikleri de netleşiyor, güçleniyor. Sömürü ve kâra dayalı ekonomik politikaların, erkek egemen değer yargılarının tüm dizginleme çabalarına karşın; toplumsal gelişme kadını yaşadığı ev hayatının çerçevesinden çıkarmak, onu genel yaşama katmak yönünde ilerliyor. Her gün biraz daha artan sayıda kadın çalışma yaşamına giriyor, Bilimsel-teknolojik ilerlemenin ev işlerinin hafifletilmesine yönelik etkisi; evin okul ile, hastaneler ile, giderek daha da toplulaşan alışveriş merkezleri ile ve hatla tüm: evlere giren radyo ve TV ile dışa açılması; kaçlını da dışarıdaki yaşamla ve toplumla daha açık bir ilişkiye çekiyor. Bütün bu nesnel koşullar, eşit ve özgür bir yaşama duyulan özlemi daha da, güçlendiriyor.

Kadınlar, kendilerini, yaşamlarını ve çevrelerini değişime zorluyor; özgürlük ve bağımsızlık yolunda ölçülü ama emin adımlar atıyor. Henüz küçük bir azınlık olarak kalsa bile; bu kadınlar içinde amaçlarını, başarılarını bilinçle kavrayanlar yetersiz olsa bile; kadınlar ilerliyor. Kadınlar tablosunun genel karanlığı içinde bir nokta olarak başlayan bu aydınlık, her gün artan sayıda kadının katılımıyla büyüyor, genişliyor.

Şimdi görev, bu gücü birleştirmektedir. Birleşik, bilinçli bir güç olarak; sistemli ve sürekli bir mücadeleyle tüm kadınların kurtuluş hareketine bağlamaktadır.

Ancak biliyoruz ki, kadınların kurtuluşu; toplumsal yaşamın tüm alanlarına eşit hak ve olanaklarla katılımı için, var olan ekonomik, politik ve hukuksal tüm engellerin ortadan kaldırılmasıyla olanaklı. Bu nedenle, kadın kurtuluş hareketinin nihai programı oldukça kapsamlı bu program, kadınların kurtuluşu için olmazsa olmaz bir bütünlük taşıyan ve birbirinden koparılmaksızın, biri birinin karşısına konmaksızın ele alınması gereken üç ana alanda somutlanıyor: Kadının emeği, bedeni ve toplumsal kimliğiyle bağlı ayrımcılıkların son bulması.

Kadının emeği, yani çalışma hakkıyla bağlı olarak, kadınların üretkenliğini analık ve ev işleriyle sınırlayan tüm anlayış ve kurumlan dönüştürmek. Tüm kadınların meslek ve iş sahibi olabilmede erkeklerle eşit hak ve olanaklara sahip olmasını sağlamak. Kadınların emeğinin aynı zamanda toplumsal bir işlev olan analık hakkıyla uyumlu kılınması için gerekli tüm önlemleri almak. Bu amaçla;

Çeşitli nedenlerle çalışma hakkından yararlanamayan ev kadınlarının ya da çalışma yaşamına katılsa bile ev işleri ve çocuk bakımının yükünü taşımak zorunda bırakılan işçi-köylü-emekçi kadınların bu yükümlülüklerini toplumsallaştırmak:

Kadının eve bağımlılığını en önemli gerekçelerinden biri olan çocuk bakımının toplumsal bir görev haline getirilmesini sağlamak. Bu amaçla ülke çapında kreş ve çocuk yuvaları, sanat-spor-bilim merkezleri ve çocuk parkları açmak.

Evde kadının görevi haline getirilen hasta ve yaşlıların bakımı için; sağlık, dinlenme vb. gibi toplumsal hizmetler ağının gereksinimlere yanıt verir duruma getirilmesini sağlamak.

Ev işlerinin yükünü azaltacak; yol-su-elektrik sorunları çözümlenmiş, merkezi ısıtma sistemleri gibi çağdaş donanımlara sahip ve çeşitli yaşama biçimlerine (aileler, çiftler ve yalnız yaşamayı seçenler) yanıt verecek yeterli sayıda konut üretimini sağlamak.

İşyerleri ve konut merkezlerine yakın toplu alışveriş merkezleri, ortak çamaşırhaneler, lokantalar ağı ile ev işlerinin yükünü hafifletmek. Bu süreç boyunca, ev işlerinin erkek ve çocuklarla da paylaşımı bilincini yaygınlaştırmak.

Tüm kadınların çalışma hakkından yararlanabilmesi için iş bulma olanağı yaratmak. İş ve melsek seçiminde, işe giriş, ücretlendirme ve yükselmede kadın-erkek ayrımcılığını kaldırmak.

Kadınların özellikle hamilelik boyunca ücret farkı olmaksızın, hafif ve ana-çocuk sağlığına uygun işlerde çalıştırılmasını sağlamak. Hamilelik ve analık iznini, emzirme sürelerini uzatmak. Çocuklarla ilgili her türlü sorun için anneye ve babaya ücretli izin hakkı tanımak.

Kadının bedeniyle, yani özgürce yaşam hakkıyla bağlı olarak; kadının bedensel olarak uğradığı fiziki saldırı ve denetimin; sömürü, baskı ve aşağılanmanın her biçimine son vermek. Kadının kendi bedeni üzerinde tek söz ve karar sahibi olmasını sağlamak. Bu amaçla;

° Evliliğin, bir geçim aracı ve ailenin, tek yaşama biçimi olarak görülmesine yol açan anlayış ve geleneklerin dönüştürülmesini sağlamak. Çıkar hesabına dayanmayan, karşılıklı sevgi ve güven temelinde gelişecek gönüllü (özgür) birliktelikleri temel alan yeni toplumsal değerler yaratmak.

° Kadınların cinselliğini erkeğe ve doğurganlığına bağlı olarak tanımlayan erkeğe bu alanda geniş bir hoşgörü tanıyan çifte standartlı bilimsel, sanatsal, kültürel ve geleneksel değerleri, yasaları ve kurumları dönüştürmek.

° Kadının çocuk sahibi olup olmayacağım karar verme, çocukların sayısını ve doğum zamanını belirleme hakkına sahip olmasını sağlamak. Doğum kontrolü; kadın hastalıkları, gebelik, doğum ve doğum sonrası sorunlarına ilişkin özel sağlık hizmetleri verecek yaygın ve parasız danışma ve tedavi merkezlerinin kurulmasını sağlamak.

° Tüm kadınların, genel sağlık ve sosyal güvenlik sisteminden yararlanmasının yanı sıra; bedenen, zihnen ya da toplumsal olarak sorunlu kadınlara, özel eğitim ve bakım sağlayacak merkezler oluşturulmasını sağlamak.

° Kadınlara yönelik dayak gibi her türlü şiddet, zor kullanım ve zorlamayı meşru gören anlayışları yok etmek. Buna bağlı olarak, ailede ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında cinsel tecavüz ve tacizin her biçimine son vermek,

° Cinselliği insana yabancılaştıran ve kadını cinsel bir nesne, kadın cinselliğini de alınır-satılır bir mal haline getiren pornografi ve fuhuşa son vermek.

Kadının kimliğiyle, yani toplumsal yaşama katılma hakkıyla bağlı olarak; kadınların düşünsel ve bedeni her türlü yeteneklerini köreltip kişiliklerini baskı altına alan ve toplumsal yaşamın dışına iten her türlü ayrımcılığa son vermek. Bu amaçla;

° Kadınların erkeklerle eşit bir biçimde, kendileri ve toplumla ilgili karar alma süreçlerine, toplumun ve devletin yönetimine katılmasına; toplumsal ve siyasal faaliyetlerinin geliştirilmesine fırsat verecek toplumsal ve siyasal koşulları yaratmak.

° Hukuksal düzenlemelerde kadına yönelik ayrımcı maddeleri kaldırmak. Kadın ve erkeklerin tüm kişisel ve toplumsal haklarını birbirinden bağımsız olarak ele alan; kadına ve erkeğe ayrı ayrı gelişme, çalışma ve kültür edinme hakkı tanıyan yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek.

° Öğrenim kurumlarında, bilim, sanat, kitle iletişim organları gibi tüm örgün ve yaygın eğitim biçimlerinde geleneksel kadın ve erkek rollerinin, toplumsal ve kültürel davranış biçimlerinin dönüştürülmesini sağlamak. Kadınların tüm öğrenim kademelerinde erkeklerle eşit olarak yer almasını ve her türlü kültür ve bilgiden, spor yapma olanaklarından yararlanmasını sağlayacak koşullan yaratmak.

Kadınların emeği, bedeni ve toplumsal kimlikleriyle bağlı böylesi bir üçleme, kurtuluşun nihai programını, varılacak son hedefi somutlamaktadır. Bu alanda, çözülememiş ya da çözümü eksik kalmış tek bir sorunun kalması bile, kurtuluşun henüz gerçekleşmemiş olması demektir.

Kuşkusuz böylesine kapsamlı bir program, köklü ekonomik, toplumsal ve siyasal dönüşümler temelinde gerçekleştirilebilir. Bu da ancak, sömürü, eşitsizlik ve baskının her türlü maddi temelinin kaldırılacağı bir toplumda olanaklıdır. Çünkü kadının kurtuluşu için; onun çifte sömürüsünden muazzam kârlar vuran; bu nedenle, ayrımcılığı her gün, her düzeyde yeniden üreterek bilinçlere kazıyan toplumsal sınıf ve katmanların kalmaması zorunludur. Tüm bir ekonomik sistemin, tüm bir toplumsal ve gündelik yaşamın yeniden yapılandırılması bu sayede olanaklı olacaktır. Yepyeni değerler üzerine kurulu; eşit, özgür ve bağımsız kadın ve erkek kimlikleri; ancak her türlü baskı ve sömürü kaynağının kurutulacağı böylesi bir maddi temel üzerinde biçimlenebilecektir.

Ancak bugün, ülkemiz kadınlarının karşı karşıya olduğu sorunların ağırlığı, kurtuluş için bugünden başlayan bir mücadeleyi dayatmaktadır. Gerek yüzyılların biriktirdiği ataerkil değer yargılarının yaygınlığı ve gücü, gerekse de derin sınıf çelişkileri ve ekonomik bunalım koşullarının olumsuz etkisi, bu görevi daha da acil kılmaktadır. Sorunun ülkemizdeki boyutları, kurtuluş için önkoşul olacak ve ancak siyasal yapılar eliyle gerçekleştirilebilecek bir devrimi beklemeksizin mücadeleyi, olmazsa olmaz bir koşul haline getirmektedir.

Kaldı ki, cinsiyetçiliği bir günde ortadan kaldıracak sihirli değnek de henüz icad edilmemiştir. Yeni bir ekonomik-toplumsal yapının, sosyalizmin inşa sürecinde de izlerini sürdürmesi kaçınılmaz olan erkek egemen değer yargıları ve ahlak anlayışının nesnel ve öznel koşullarının kaldırılması için sistemli bir mücadele gerekecektir.

İşte bugün önümüzde duran görev, hemen bugünden başlayarak böylesine kapsamlı ve uzun soluklu bir mücadelenin araçlarını yaratmaktır. Bu da ancak, yaşamın tüm alanlarına yayılan baskı ve eşitsizliklere karşı tüm cephelerden mücadele edecek bir örgütlülükle olanaklıdır. Cinsiyetçiliğin boy verdiği tüm alanların sorgulayacak, tüm yapılan sarsacak bugünden yarına somut kazanımlarla ilerleyecek ve nihai kurtuluşa yükselişin kaldıracı olacak bir örgütlülükle...

Ülkemizde bugün, bu kaldıraç demokratik bir kadın örgütüdür. Programı ve mücadele hedefleriyle demokratik, örgütsel ilkeleriyle demokratik bir kadın örgütüdür.

Öncelikle "program demokrasisi":..

Bugün ülkemiz kadınlarının demokratik örgütlülüğünü yaratmak için ilk koşul, gerçek bir program demokrasisi anlayışından yola çıkılmasıdır. Bu anlayış kadın örgütünün programı açısından tüm kadınların ortak ve özgül taleplerini kapsayıcı; mücadele hedefleri bakımından pratiğe yönelik ve edinilebilir; sürece katılan tüm kadınların ortak ürünü olarak, aşağıdan yukarıya demokratik biçimlenme noktalarında kritik bir önem taşımaktadır.

Kadınların mücadelesi için "kapsayıcı" bir program

Bugün ülkemizde; sınıfsal yapı, siyasi, felsefi, dini görüş, iş ya da yaş farklılıkları ne olursa olsun; tüm kadınların önünde ortak bir sorunlar yumağı duruyor: Ev işleri ve çocuk bakımının yükünü tek başına taşımak... Cinselliğini özgürce yaşayamamak... Evde-işte-sokakta, nerede olursa olsun, her an cinsel tacize uğrama korkusunu duymak... Baba-erkek kardeş ya da koca dayağı yemek... Yasalarda, eğitimde, kitle iletişim araçlarında ayrımcılığa uğramak, aşağılamak... Toplumsal yaşama, siyasete eşit ve aktif olarak katılmak koşulları bulamamak... Kişiliğini çok yönlü geliştirebilmek için gerekli olanaklardan yoksun bırakılmış olmak... Bütün bunlar, kadınların ortak sorunları. Ve, aile ve toplumsal yaşamda değişik bir yer, kişiliklerini eksiksiz geliştirme olanakları, gerçek kimliklerine kavuşma isteği ortak talepler, ortak özlemler. Bu nedenle kadınların en geniş ortak hareketini sağlamanın yolu da, kadın hareketinin çerçevesini bu ortak zemine oturtmaktan geçiyor. Demokratik bir kadın örgütünün programının en önemli özelliği, tüm kadınların ortak sorunları çerçevesinde birleşik hareketini olanaklı kılacak kapsayıcılıkla yola çıkmasında.

Öte yandan, "kadın" kimliği, her zaman "toplumsal" bir kimlikle iç içe. Kadın, aynı zamanda işçi, köylü, memur, ev kadını,. sanatçı, yazar, aydın... Kadınların toplumsal kimlikleri bunlarla bitmiyor. Ulusal baskı altındaki kadınlar, göçmen işçi kadınlar, ikinci kuşak göçmen kadınlar, kadın ezilmişliğinin farklı biçimleriyle karşı karşıyalar. Yine, kız çocukları, genç kadınlar, dul, boşanmış ya da yaşlı kadınlar da kendilerine özgü sorunlar yaşıyor. Demokratik bir kadın örgütünün en önemli görevlerinden biri de, tüm kadınların ortak ve genel sorunlarının yanı sıra, çeşitli kadın gruplarının özgül sorunlarına da sahip çıkmasıdır.

Bu noktada, demokratik bir kadın örgütü programı için tutulacak ilk halka, tüm kadınların bugün bizzat karşı karşıya olduğu sorunlara yönelik somut taleplerin üretilmesidir. Açıktır ki, örgütlenmenin, örgütlü mücadeleye katılmanın ilk basamağı, kendi üzerindeki somut baskı ve sömürüye karşı harekete geçmektir. İşte demokratik bir kadın örgütünün kadın yığınları ile buluşacağı basamak da budur: Kadınları bulundukları her yer ve konumda kavramak. Bugün bizzat yüz yüze olduğu ilk ve en yakıcı soruna karşı, uğruna mücadeleye hemen başlayabileceği somut talepleri üretmek. Bu talep, ortak istemler çerçevesinde değerlendirilebilecek olan aile reisinin koca olması hükmünün kaldırılması da olabilir; dayağa karşı etkili hukuki yaptırımlar getirilmesi de. İşçi kadınların emzirme odası ve emzirme izni ile bağlı bir talebi de olabilir; köylü kadınlar için başlık parası ya da kumalıkla bağlı bir talep de. Ama sonuç olarak her kadın programda kendi sorunlarıyla ilgili, uğrunda mücadele edebileceği bir hedef bulmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, özgül talepler söz konusu olduğunda, herhangi bir kadın topluluğunun özgül taleplerinin diğerlerinin karşısına konulmaksızın bütünlüklü ve birbirini tamamlayıcı bir yaklaşımla ele alınmasıdır.

Taleplerimiz "elde edilebilir" olmalı

Kadınların kurtuluş programı son çözümlemede yeni bir toplumsal projeyle bağlı olarak tamamlanabilir. Oysa ki, bu program içinde, değişik sınıflı toplumlar boyunca aktarılarak bugüne taşınan ya da bugünkü yapıdan kaynaklanan ama bu toplumsal yapı içinde çözüme ulaştırılması olanaklı olan bir dizi istem de yer alıyor. Kadın hareketi içinde, sosyalist topluma ertelenmeksizin bugün elde edilebilecek taleplerin ve buna uygun örgütlenme ve mücadele biçimlerinin belirlenmesi büyük önem taşıyor. Bu da ancak, demokratik taleplerin somut ve gerçekçi bir program çerçevesinde belirlendiği ve projelendirildiği koşullarda olanaklı.

Unutulmaması gereken ana nokta, kadınların mücadelesinin, bugün için eşitlikçi, ayrımcılığa karşı bir zeminden başlayarak adım adım kurtuluş hedefine doğru yönlendirilip, yükseltilebileceği. Kısaca, ne bugün çözülebilecek sorunları sosyalizmin ertesine havale etmek; ne de mücadeleyi salt demokratik taleplerle bağlı olarak bugünkü ekonomik-toplumsal yapıyla sınırlamak gibi iki ayrı uca düşmemek. Bugünden yola çıkarak, somut kazanımlarla yarınlara yürüyebilen bir hareket olabilmenin gereği de bu.

Ülkemiz koşullarında bu yaklaşım, mücadeleyi hemen bugün için, bugünü dönüştürmek için elde edilmesi olanaklı olan gerçekçi ve somut hedeflerle yaşama geçirilebilir. Örneğin aile kurumuyla tanımlanmış işlevlerin tüm bir topluma yayılması projesi, son noktası ancak, özel mülkiyetin, ailenin ve devletin sönümlenmesi ile konacak uzun ve kapsamlı bir süreçtir. Bu süreç adım adım gerçekleşecektir. Ülkemiz koşullarında, bugün atılacak ilk adımlar, verili koşullardan hareketle somut olarak belirlenebilir. Esas olanın hiçbir maddi çıkar ya da toplumsal baskı nedeniyle biçimlenmeyen özgür ve gönüllü birlikteliklerin egemen kılınması olduğu fikri, bunun her uğrakta propaganda edilmesi gereği unutulmaksızın, bu süreçte ilk adımlar olarak kabul edilebilecek hemen bugünden bu süreçte ilk adımlar olarak kabul edilebilecek ilk istemler için mücadele edilebilir. Türkiye için bu, bir yanıyla hukuksal yapıda reformlar yapılması: örneğin yasalardaki aile reisliği kurumunun kaldırılması vergi hukukun da eşlerin yükümlülüklerinin birbirinden bağımsız olarak belirlenmesi, kadının kocasından çalışma izni almasını zorunlu kılan düzenlemelerin değiştirilmesi vb.dir. Bir yanıyla, kürtajın koca iznine bağlı olmaktan çıkartılarak, yaygın ve ücretsiz doğum kontrol hizmetleri verilmesinin sağlanması; kreş sayısının artırılması vb.dir. Bir yanıyla da, kumalık, başlık, görücü usulü gibi geleneklerin ortadan kaldırılmasıdır.

Örneklerin hemen tümü uğrunda örgütlü, sistemli bir mücadele yürütüldüğü takdirde hemen bugün elde edilebilir taleplerdir. Her biri, somut birer kazanıma dönüşebilir ve kadınların üzerindeki baskıyı biraz olsun hafifletebilir, sırtlarındaki yükü bugünden azaltmayı başarabilir.

Elde edilebilir talepler uğruna mücadele, bu mücadeleye katılanları ve hayatı değiştirip biraz daha kolay kılmayı sağlayacaktır. Bu yanıyla, mümkün olan en çok sayıda kadının örgütlü mücadeleye katılımı için teşvik edici, mücadeleye katılmaya hevesli ve mücadelede, deneyimli kadınların artmasını sağlayıcıdır. Aynı zamanda, yeni hedeflere ulaşmadaki yol ve yöntemlerin, araçların yaratılmasına katkıda bulunacaktır.

Somut kazanımlarla taçlandırılabilir hedeflerin, kurtuluşa yönelik başarılı olma umudunu beslemenin yanı sıra, en önemli katkısı; kadın hareketi için somut kanallar açması olacaktır. Soyut sloganlar, güzel ama gerçekleşmesi bugün için olanaksız düşler çerçevesinde yürütülecek ve salt propaganda hareketi niteliğiyle sınırlı kalacak kampanyalar, hareketi ilerletemeyecektir. Gerek Batı'daki, gerekse ülkemizdeki kadın hareketi deneylerinin de ortaya koyduğu gibi, salt protestolarla yetinen çıkışlar, kendi propagandif sınırları içine hapsolmaktadır.

Oysa, dönemsel, geçici ve kısmi kalabilecek bir eylemliliği süreğen kılacak ve genişletecek bir politikayı izlemek ancak örgütlülükle olanaklı. Örgütlü bir biçimde, elde edilebilir talepler uğruna mücadele yürütmek; bu uğurda, hedefe varıncaya dek sürecek programlı bir mücadeleyi öne koymak; giderek genişleyen yeni yeni dalgalar yaratarak hedefe vuran ardıcıl bir mücadele yürütmek demektir. Özgürlük ve kurtuluş bilincini tüm kadınlara taşıyacak; egemen sistemin değer yargıları ve ahlak anlayışının erkeklere sağladıkları üstünlükleri bıkıp usanmadan sorgulayacak; kendisiyle birlikte erkeklerin bilincini de, toplumsal psikolojiyi de dönüştürecek bir mücadele ancak somut kazanımlar elde ederek ilerleyebilir, genişleyebilir, kalıcı kılınabilir.

Taleplerimiz "pratik olmalı"

Demokratik bir kadın örgütünün programatik hedefleri arasında yer alacak talepler, elde edilebilirlik niteliğine bağlı olarak pratiğe yönelik de olmalıdır. Bu anlamda pratiklik bugünkü yaşam içinde karşılığı olan, kadınların hemen bugünden alıp çalışmaya başlayabileceği, onu geliştirebileceği programatik hedefler belirlenmesi demektir.

Pratiğe yönelik bir program, hem bugünkü yaşama doğrudan ve dönüştürücü müdahale olanaklarını sağlayacak; hem de ortaya çıkabilecek yeni yeni sorunlara karşı refleks tepkiler verebilmeyi olanaklı kılacaktır. Böylece programın gündelik ve toplumsal pratiğin öne çıkardığı ve çıkarabileceği sorunlara hazır ve açık; süreç içinde yenilenmeye yatkın olması sağlanacaktır.

Programın biçimleniş süreci demokratik olmalıdır

Kadın örgütünün demokratik bir programa sahip olması; onun, talepleri ve bu taleplerin belirlenmesi süreçlerinde somutlanmakladır.

Talepler demokratik olmalıdır: Bu demokratiklik taleplerin, hem kapsayıcı hem elde edilebilir ve hem de pratiğe yönelik olmasının olmazsa olmaz koşuludur.

Taleplerin belirlenmesi demokratik bir süreç içerisinde gerçekleşmelidir: Çünkü, kadınların ortak mücadele için bir araya gelebileceği bir program; değişik çevre, düşünce ve konumlardan kadınların oluşumuna bizzat katıldığı, ortaklaşa yönlendirdikleri demokratik bir sürecin ürünü olabilir.

Dolayısıyla program, aşağıdan yukarıya, katılan tüm kadınların demokratik bir tartışma ve görüş alışverişlerinin ardından varılacak ortak mutabakatlar temelinde oluşturulmalıdır. Kaldı ki bu demokratiklik, salt sürece aktif olarak katılacak kadınlarla da sınırlandırılmamalıdır. Bu süreçler var olan tüm demokratik örgütlerle temasa gelerek sendikalardan barolara, meslek odalarından değişik kitle örgütlerine dek var olan çeşitli toplumsal örgütlerle ilişki içinde yürütülmelidir. Bu aynı zamanda, hem toplumsal mücadeleden kopuk, marjinal bir programla yola çıkmamanın güvencelerinden biri, hem de değişik toplumsal örgütlerin ve bunlar içindeki kadınların konuyla ilgili olarak harekete geçirilmesi için özendirici olacaktır.

Kurtuluş kaldıracı olarak demokratik kadın örgütü

Ülkemiz kadın hareketinin bugünkü ihtiyacı, demokratik bir kadın örgütüdür. Farklılık noktaları ne olursa olsun; mümkün olan en geniş kadın toplumsallığını ortak mücadele içinde birleştiren, bu ortak mücadeleyi somut kazanımlarla daha ileri hedeflere doğru yönlendirme potansiyeli taşıyan bir örgüt.

Yoksa, kadınların kurtuluşu ne bekleyedurmakla ne soyut sloganlara sarılmakla; ne de bugün kuşatılmış olduğumuz nesnel koşullardan kopuk aktivitelerle sağlanacaktır.

Kadınların kurtuluş mücadelesi, bugünün sorunlarına çözüm üretebilecek demokratik bir kadın örgütünü yaratarak başlayacaktır. Ve bu örgüt, bizzat kendi pratiği ile; ulusal çapta, kalıcı kazanımlar ve en geniş kesimlere mal edebildiği talepleri ile; toplumsal yaşamın dönüştürülmesi için bizzat yapacağı katkı ile kendini kanıtladığı sürece, kadınların kurtuluşuna yükselecek en önemli kaldıraç olacaktır.