10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 6 Şubat 1990 Akif’i yaşatalım

Akif’i yaşatalım

İnsan Hakları Derneği Mersin Şubesinin açtığı bu Kampanyayı desteklerken, okurlarımızın halen Gaziantep Cezaevi'nde bulunan Akif Özdemir'le doğrudan yazışmalarını da diliyoruz.

11 Mayıs 1981'de Adana Polis Koleji'nde gördüğü işkenceler sonucu kaburgaları kırılmış ve ciğerlerinin bir kısmı ameliyatla alındıktan sonra o günden beri yarım adam olarak 9 yıldan bu yana inatla yaşam savaşı veren, tüm başvuru ve çabalarına rağmen adeta ölüme terk edilerek tedavisi yapılmayan AKİF ÖZDEMİR, onurlu yaşamını noktalamak üzeredir.

Devletin koruması altındaki hükümlü ve tutukluların iyileştirilmesi yerine, çağdışı bir tutumla ölüme terlettiği AKİF ÖZDEMİR'in özgür bir ortamda tedavisinin sürdürülerek yaşamasını sağlamak insanlık görevidir.

Göz göre-göre ölüme terk edilen bir insanın, vicdani sorumluluğunu yüreklerimizde taşımamak için, insanım diyen bütün kişi ve kuruluşları. Akif'e sahip çıkmaya ve 'AKİF'İ YAŞATMA" kampanyasına katılmaya çağırıyoruz.

İ.H.D. MERSİN ŞUBESİ

"Dokuz yıl önce, 11 Mayıs 1981'de gözaltına alındım. Götürüldüğüm Adana Polis Kolejinde Polisler PKK'lı olduğumu, hakkımda çok şey bildiklerini, kendilerine her şeyi doğru söyleme gerektiğini" söyleyip ve düşünmem için de on dakika süre tanıdılar.

Bulunduğum yerin bitişiğindeki odada bir insanın şu an tarif edemeyeceğim bağırtılarını duyuyordum. Arada bir bağırır, 30-40 saniye gibi sürelerle sesi kesiliyor ve bu arada polis sesleri geliyordu: "bayıldı", "durun", yok yok numara yapıyor", "... sına... iktiğim komünisti", "o öldü, öbürünü getirin".

Biraz sonra yeniden cop sesleri ve içerdeki arkadaşın feryatlarını duyuyordum. Biraz sonra sıranın bana geleceğini düşündükçe, korku beni kötü yapıyordu. Daha önce de Polise alınmıştım ve çok işkence görmüştüm. Ama bu tür feryattan duymamıştım.

Nitekim beklediğim saat gelmişti... Beni içen aldıklarında "harbi konuş, seni hemen bırakalım" türünden birçok söz söylediler. Sonrada "şimdi konuştururuz" deyip beni yere yatırdılar. Yerde, iki ayağımı yan yana getirip ayak bileklerimi kalın, uzun bir bezle dolayıp, üzerine falaka sopasının ipini geçirdiler. Sonradan adının Sadullah olduğunu öğrendiğim Polis, jopla ayaklanma; diğer polisler de jop ve tekmelerle kalçalarıma, bacaklarıma, belime vb.

yerlerime vurmaya başladılar. Ayı Mahmut, ayakkabısının ucunu ağzıma sokup "konuşursan çıkarırım, yoksa seni böylece boğacağım" diyordu. Biraz sonra falakadan kaldırıp Koridora çıkardılar. Ayı Mahmut denen polis, sırtıma binip diğer polisler de joplarla vurarak, yürümemi istiyorlardı. Biraz yürüttükten sonra yeniden falakaya yatırdılar; falakada bayılmışım, kendime geldiğimde vücuduma çivi gibi çakılan bir suyun altındaydım. Beni yeniden sürüyerek koridora çıkardılar. Ve hep birlikte tekme, tokat, yumruk, sopa, cop ile vurmaya başladılar. Daha sonra yeniden falakaya yatırdılar; falakadan sonra da büyük pencereli odaya götürüp, şimdi konuşmazsan, sem pencereden atıp, intihar etti diyeceğiz" dediler. Pencerenin kenarında iki polis beni atmaya çalışırken, bir poliste "sana bir dakika süre tanıyalım" deyip, iki polisi dışarı çıkardı. İçeriye yeni polisler girdi. Yeni gelenler işkenceyi sevmediklerini, bana acıdıklarını, anamın babamın çok iyi ve akıllı insanlar olduklarını söylüyorlardı. Yeni evli olduğumu, bu işlere yanlışlıkla karışmış olduğumu, onlara yardımcı olursam bana yardımcı olup serbest bırakacaklarını, evime gidebileceğimi, söyleyerek, bir çok sözü birbirlerinin ağzından alarak hızlı hızlı söylemeye başladılar. Kendilerinin hiç işkence yapmadıklarını, ama onlara yardımcı olmazsam, beni işkence yapan ekibe yeniden vermek zorunda kalacaklarını, söyleyerek, yavaş yavaş sertleşiyorlardı. Ben, bunların başı durumunda olan Komiser Orhan Behici'yi tanıyordum. Sekiz yıl önce bu komiser, Karşıyaka Karakolunda yine komiserdi. Ve o zaman beni orada epey dövmüştü. Ben, "Orhan abi, seni tanıyorum sen de beni hatırlarsın, benim böyle siyasi işlerle ilgimin olmadığını biliyorsun. Ben, 1974'te beraber içki içtiğim arkadaşımla kavga edip, onu bıçakla yaralamış ve Karşıyaka karakoluna düşmüştüm. Benim gibi içkiciden devrimci olmaz. Bırakın da evime gideyim" dedim. Komiser Orhan beni hatırladı. Hatta yaraladığım arkadaşımın ismini de kendisi söyledi. "Biz eski dostuz, doğrusunu söyle, şu yazıyı oku" deyip bir kağıda "PKK" diye yazdı. Ben, PKK'nın okunuşunu da, anlamını da, PKK'ye olan sevgimden dolayı biliyordum. Ama doğru okursam, "senin PKK ile ilişkin var" denecekti. Ben de onun için "bu P, bu K, bu da K" diyerek her harfin arasına "bu" kelimesini katarak okudum. "Bu numara yapıyor yatımı" deyip, hep birlikte üstüme çullandılar. Ayağıma yine falakayı geçirdiler. Bu kez, ayrıca Kafamdan belime bir araba dış lastiği geçirerek, kalkmış olan ayaklanma ve diğer her yerime, hep birden vahşice vurmaya başladılar. Bazen "konuştu, konuşacak, durun" diyorlardı. Ama konuşacak bir şeyim olmadığını anlayınca eskisinden daha hızlı vurmaya başladılar. Falakadan sonra Ayı Mahmut, yine sırtıma binerek beni koridorda koşturdular. Daha sonra bir leğende getirdikleri tuzlu suya ayaklarımı sokturup, 15-20 dakika öylece durdurdular. Esas işkencenin biraz sonra başlayacağını, şimdiye kadar olanların hiç bir şey olmadığım söylüyorlardı. Daha sonra yine tekme, sopa, yumruk ve joplarla beni aralarına alıp dövdüler. Bazen kafamı duvarlara çarpıyorlardı. Yere düştüğümde üzerime çıkıp tekmeliyorlardı, çiğniyorlardı. Biraz sonra polislerden iki tanesi "buna iyilik yaramıyor, mademki konuşmuyor, biz bunu götürüp öldürelim" dediler.

Beni biraz ilerdeki boş bir odaya götürdüler. Silahı önce kafama ve sonra da ağzıma dayayarak, "konuş, son saniyelerin" diyorlardı. O sırada bir başka polis, elinde yağlanmış bir jopla içeri girdi. "Bunun pantolonunu çıkarın, önce şunu i... yapalım" dedi. Pantolonumu, donumu falan çıkarmaya başladılar. Ben çok korkmuştum, hiç bir şey yapamıyordum. Biraz sonra daha önce görmediğim bir başka polis içeri girerek "durun o çocukları, Akife karışmayın" diyerek ötekilere bağırdı. Onlar dışarıya çıktılar. Yeni gelen, geç haberim oldu, yoksa bu namussuzlar seni öldüreceklerdi" diyerek pantolonumu giymeme yardımcı oldu. Sigara ikram edip, tuvalete götürüp, elimi yüzümü yıkattırdı. Kendisinin de "devrimci" olduğunu söyleyerek, "diğer arkadaşlarımın yakalanmaması için onlara haber verebileceğimi" söyleyerek benden adres istedi. Ben, bunun da rol yaptığım bildiğim için "sağol abi", "ama ben kimseyi tanımıyorum" dedim, ve beni götürüp diğer arkadaşlarımın bulunduğu Hücre'ye koydu.

Burada bana üç gün hiç karışmayarak sadece arada bir gelip "seninle asıl maçımız yeni başlayacak, altı ay elimizdesin, direnemezsin, şimdiden konuş" türünden şeyler söylüyorlardı. 16. güne kadar yedi sekiz kez işkenceye tabi tutuldum. İşkenceci Sadullah, 16. günde yeniden beni yere yatırmış, vücuduma rastgele falaka sopasıyla çivi çakarcasına vurmaya başladı. Kaburgalarıma isabet eden darbeler, kaburgalarımı kırdı. Ciğerlerim parçalandı. Bu, onların istediğinden de fazla olmuştu. Ağzımdan kanlar geliyordu. Nefes alamaz hale düşmüştüm. Ondan sonra beni iyileştirmek için hayli çaba sarf ettiler. Durumun açığa çıkmaması için hastaneye götürmüyorlardı. Daha sonra bir subayın müdahalesiyle hastaneye götürüldüm. Adana Göğüs Hastanesi baştabibi "siz bu adamı öldürüp, sonra bize getiriyorsunuz, ben bu hastayı alamam" dedi. Beni götüren polislerden biri, doktoru tehdit ederek beni zorla hastaneye yatırdı. Başıma bir nöbetçi bırakıp gittiler. Ben değil yürümek, ayağa bile kalkamayacak hale gelmiş olduğumdan beni bekleyen polis, hastanede dolaşıp duruyordu.

Bir ara doktor yanıma gelerek, "seni buraya zorla yatırdılar, sen de gördün, bu durumu belirten bir yazıyı kendi el yazınla yazar mısın" diyerek bana kalem kağıt verdi. Ben de bir şeyler yazdım. Doktor bir şırıngayla parçalanmış ciğerimden bir buçuk serum şişesi kan ye irin çıkardı. Ben birden bire iyileşmeye başlayarak, kendime geldim. Doktora "iyileştim mi" diye sorduğumda, doktor, "hayır", "bu, seni bir iki gün iyileştirir, sonra yine hastalanırsın, senin göğüs cerrahisinde acele ameliyat olman gerekiyor. Burada ameliyat olman mümkün değil, ne yap yap, bir an önce ameliyat ol" dedi. Ben aynı gün oradan ayrılıp, eve, oradan da Adana Hayat hastanesine gidip ameliyat oldum. İşkenceci polisler ameliyattan sonra yanıma gelip, benim PKK ile ilişkimin olmadığını, kendilerinin bana "bir şey yapmadıklarını" söyleyerek, bu söylediklerinin yazılı olduğu bir kağıdı bana imzalatmak istediler. Tabii ki çaresizlikten imzaladım, iyileştikten sonra serbesttim, eve geldim. Tahminen dört ay sonra, polisler yeniden bir gece gelip, beni karakola aldılar. İşkence yeri olan Polis kolejine gittiğimde, "iki kişiyi öldürmüş olduğum" iddia edilerek, yeniden aynı türden işkenceye başladılar. Daha öncekinden farklı olarak, bu kez, gözlerim de bağlıydı. İddiaya göre iki muhbir öldürülmüş ve onları da öldüren "benmişim". Ve ne pahasına olursa olsun, bana kabul ettirmeye çalışıyorlardı. O gece gördüğüm işkence sonucu ameliyatım iki yerden açılmıştı ve kanama durmuyordu. Bunun sonucu olarak o gece işkenceye ara verdiler, ilaç, pansuman malzemesi getirdiler. Pansuman ederek, yaraları sarmak istediysem de, beceremedim. Gittikçe durumum fenalaştı.

İşkenceyi yapanlar, Polis komiseri Gözlük Ahmet denetimindeki bir ekipti. Eskiden işkence yapan ekibin suçuna ortak olmak istemiyorlardı. Tahminen on gün sonra beni hastaneye götürüp yatırdılar, istedikleri ifadeyi imzalamam için zaman zaman hastaneye gelip, tehditler savurmak ve bazen de dövmekten geri kalmıyorlardı.

1982 Ocak ayında ifadem alınmadan, hastaneden Adana askeri cezaevine, oradan Ankara'ya, Ankara'dan Tekirdağ'a ve yeniden Adana'ya getirdiler.. Gittiğim her cezaevinde önce bir dayak atıyorlardı, daha sonra bir köşeye koyup ölmemem için biraz tedavi yaparak, sonra başka cezaevine gönderiyorlardı.

Durumumun ağırlaştığı bir dönemde, Adana Numune Hastanesi Göğüs Cerrahi kliniğinde ameliyatım yapıldı, sağlığıma tamamen Kavuşmuştum. Ancak yeniden Adana Cezaevine getirildim ye burada bana yapılan ağır işkenceler sonucunda yeniden sağlığım bozuldu.

24 Aralık 1984'te cezaevindeki işkencelerin son bulması ve onurumuzu korumak için Adana cezaevindeki her tutsak gibi, ben de açlık grevine başladım. Açlık grevi süresince, Cezaevi başgardiyanları; Kasım Çakmak, Mustafa Gezer, Gardiyanlar Ali Osman Tosun ve Celal Cömert'in yaptıkları işkenceler sonucu ameliyatım açıldı. Daha önceki ameliyatta takılan kaburgam yerinden çıktı. Açlık grevi sürecindeki bakımsızlığın etkisiyle de bir daha iyileşmeyecek bir hale geldi. Açlık grevi sonrasında Hastaneye gittiğimde, yeni bir ameliyatla onarmayacak hale gelen takma kaburgam yerinden çıkarılarak, kısa bir tedaviden sonra şifahen taburcu edilerek tekrardan cezaevine getirildim.

1987 Mart ayında Eskişehir cezaevine gönderildim. 1988'in ilk günlerinde tedavi için Ankara’ya gönderildim ve bir ay sonra yeniden Eskişehir Özel Tip Cezaevine geri gönderildim. Eskişehir Cezaevi ve Hastanesi'nde 8 ayrı doktor, bu cezaevinde yatarsa, sağlığı daha da bozulur; onun için koşulların da iyi olduğu başka bir cezaevine mutlaka gönderilmem gerektiğini" belirten bir rapor yerdiler. Ondan sonra Bursa Özel Tip cezaevine sevk edildim. Bursa cezaevinin doktorları, muayenemi yaptıktan sonra, cezaevinde sağlık sorunlarıma cevap verebilecek yeterli olanağa sahip olmadıklarım belirten rapor vermeleri üzerine; buradan Bursa E tipi cezaevine gönderildim. Burada yattığım 4 ay süresinde iyileşmedim ve yeniden Bursa Özel tip cezaevine gönderildim. Beş-altı ay sonra da tedavimin yapılabilmesi için Ceyhan Özel E tipi cezaevine gönderildim. Ceyhan özel E tipi cezaevinde üç ay kadar kaldım. Bu cezaevi doktorları, Ceyhan Devlet hastanesi sıhhi kurulu doktorları, Adana Devlet hastanesi sıhhi kurulu doktorları, Adana Göğüs hastanesi doktorları -15 kadar doktor- Ceyhan cezaevi koşullarında iyileşmemin mümkün olmadığını, sağlığımın daha da kötüleşeceğini belirterek; daha uygun bir cezaevine gönderilmem gerektiğini söylediler. Böylece halen yatmakta olduğum Gaziantep Özel Tip cezaevine gönderildim. ..

Gaziantep Özel Tip cezaevi doktorlarının tüm gayretlerin rağmen bir türlü iyileşmemekteyim. Götürüldüğüm Gaziantep Devlet Hastanesinin doktorları "en kısa zamanda dördüncü ameliyatın gerektiğini" söylemektedirler. Ancak bu şartlarda 4. ve 5. kez de ameliyat olsam, iyileşeceğim söz konusu değildir.

Otuzdan fazla doktorun imzası bulunan 11 ayrı raporda, "tam teşekküllü, yataklı ve revir, koşullan uygun bir cezaevinde bulundurulmam gerektiği" belirtiliyor. Bakanlığın "koşulları en iyi" diyerek gönderildiğim Bursa, Ceyhan cezaevleri ve çeşitli hastanelerin doktorlarının raporlarında belirtildiği gibi, dokuz aylık bir süreçte ihmal edilen hastalığımın iyileşmesi için kaldığım koşullarda olanaklar yetersiz kalmaktadır. Aynı şekilde yatmakta bulunduğum Gaziantep Özel Tip cezaevi doktorları da "bu cezaevinin koşullarının, sağlığıma uygun olmadığını belirtm ektedirler. Ve daha uygun bir cezaevine gönderilmem gerektiğini söylüyorlar. Oysa beni çeşitli cezaevlerine de götürseler, sonuç itibariyle "bizim cezaevimizde ölmesin de nerede ölürse ölsün" mantığından başka bir sonuç olası değildir. Çünkü hastalığımın cezaevi koşullarında tedavi edilmesi mümkün görülmemektedir.

Raporlarım -ilişikte tarih, no ve hastane ismini belirttiğim- incelendiğinde görülecektir ki, tüm doktorlar ısrarla, yaşamamı devam ettirebilmem için uygun koşullardan söz etmektedirler. Kuşkusuz bir cezaevinden başka bir cezaevine gönderilmemde pek engel çıkmamakta, çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi, her cezaevi beni bir başka cezaevinin yöneticilerine devretmek istemektedirler.

Beni en son muayene eden doktorlardan birisi, "gereken yapılmadığı takdirde iki ay içinde ölebileceğimi" arkadaşıma söylemiş. Çok geç olmadan, en uygunu serbestçe ve olanaklarımın son sınırına kadar zorlayarak tedavi olabilmemin koşullarının sağlanmasıdır. Ki, bu da ancak tutukluluk halimin kaldırılmasıyla mümkündür.

Aksi halde bugünkü durumuyla hiç bir cezaevi ne yaşamıma ne de tedavi olmama elverişli değildir. Olsa bile tedavim için gereken masraflar karşılanmak istenmemekte, üstün körü yapılan her ameliyat, yaşamımdan önemli bir parçayı alıp götürmektedir. Bu koşullarda dördüncü kez ameliyat masasından kalkabilmem çok şüphelidir. Ben nedenle tüm devrimci, demokrat kamuoyuna sesleniyorum, sorunumun çözülmesi ve tedavim için zaman kaybedilmemesi gerekmektedir. Bunun için de çabaların gösterilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Dostça selamlar.

Dokuz yıldır hükmen tutuklu

AKİF ÖZDEMİR

Bana verilen raporlar, kuruluş ve numaralar

  1. Eskişehir Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu Raporu, No: 88/2720, altı doktor imzalı.
  2. Eskişehir Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu Raporu, 30 Eylül 1988 88/3392 nolu ve altı doktor imzalı. /li>
  3. Adana Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu Raporu, 2.11.1988 tarih, 2/3687 no lu, yedi doktor imzalı.
  4. Ceyhan Devlet hastanesi Sağlık Kurulu Raporu, 20/9/1989 tarih, 635 nolu, yedi doktor imzalı.
  5. Ankara Atatürk Sanatoryumu, Doktor Bekir Sıtkı Sakin, 5.2.1988 tarihli.
  6. Bursa Özel Tip Cezaevi doktoru İbrahim Baykal,7.10.1988 t.
  7. Eskişehir Özel Tip Cezaevi doktorları Fersah Ekmen ve Şefik Kapka,18.7.1988.
  8. Adana Göğüs Hastalıkları Hastanesi baştabipliği, 3.10.1989 tarih, no: 157/36 sayı: 760.
  9. Eskişehir özel Tip Cezaevi, isim okunmuyor, tarih: 23.5.1989.
  10. Ceyhan Özel Tip cezaevi doktorları; Niyazi Ancan, Mehmet Eren, sayı:1989/30.
  11. Gaziantep Devlet Hastanesi, Hüsamettin Sökücü: 7.11.1989, No:640
  12. Bursa E tipi Cezaevi, Dr. H. Cahit Taşangil,

Tarihi : 9.11.1988