Sayı 7-8 Nisan 1990 Durum Saptaması
Durum Saptaması
Bugün gelinen noktada yeni bir durum saptaması yapmak gerekiyor. İç ve dış gelişmeler ülkedeki tüm sınıfsal-politik güçleri yeni değerlendirmelere, yeni adımlara zorluyor. Milli Güvenlik Kurulu'nun devletin yeni duruma yanıtı olarak önerdiği önlemler Çankaya zirvesinde İnönü ve Demirel'in de onayını alarak olağanüstü bir kararnameyle yürürlüğe girdi. Önlemleri şiddeti Demirel ve İnönü'nün "biz bu kadarına evet dememiştik", "bunlar Kuyucu Murat Paşa önlemleridir" türünden görüntüyü kurtaracak itirazlarına yol açtı. Basındaki birçok gözlemcinin vurguladığı gibi Türkiye ikinci bir Takrir-i Sükûn (Sessizliğin Sağlanması) dönemine giriyor.
Kararnameye göre, olağanüstü bölge valisinin yetkileri tüm Türkiye'yi kapsayacak ölçüde genişletiliyor. Artık olağanüstü bölge dışındaki matbaalara da "halkı heyecana sevk edecek haberler yayınladıkları" gerekçesiyle el konulabilecek. Sansür ve sürgün kurumlaştırıhyor ve bölge valisinin uygulamalarına karşı her türlü yargı yolu kapatılıyor. Grevler ve işçi hareketleri yöneticilerin iki dudağı arasından çıkacak bir sözle yasaklanabilecek, hukuk bütünüyle askıya alınıyor.
İktidar her alanda sertleşiyor. Çimento işçilerinin grevi ertelendi. 141-142. maddelerin kaldırılması sözleri, iktidarın gündeminden adeta çıkarıldı. Kutlu ve Sargın halâ tutuklu.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Türkiye burjuvazisinin AT’yle bütünleşme stratejisi Doğu Avrupa'daki gelişmelerin de etkisiyle sonuçsuz kaldı, AT üyeliği uzak bir bahara ertelendi.
1990, çoğu özel sektörde çalışan 750 bin işçinin toplu sözleşme yılı. Bu yıl, geçen yılın işçi hareketlerinden daha yaygın ve köklü sınıf hareketlerinin yaşanacağı kanısı genel bir kabul görüyor.
Kısacası, bu yıl büyük işçi eylemleriyle karşılaşacağını öngören, devrimci hareketi engelleyemeyen, dönüşmesine tanık olan bir diğer deyişle, ayağının altındaki topağın kaydığını gören burjuvazi, toptan politik çözüm olarak düşündüğü AT'yle bütünleşme stratejisinin tutmamasıyla şaşkınlık içerisine düşmüş bu şaşkınlık içerisinde sınıfsal içgüdüsüyle geleneksel çözümüne, yani Asyalı baskı ve şiddet yönelimine dört elle sarılmıştır.
Burjuvazi birinci Takrir-i Sükun döneminde raptığı gibi işçi sınıfı hareketini, ve her türden muhalefeti toptan susturmayı planlıyor. 1920'lerin ikinci yarısındaki senaryoyu tekrar uygulamak istiyor. Ne var ki koşullar değişmiştir. Aynı senaryo aynı sonucu vermeyecektir.
Biz Leninistler, sosyalistler, devrimciler olarak bu gelişmeden ne sonuç çıkarmalıyız? Birincisi "AT'yle bütünleşiyoruz, öyleyse özgürlük, demokrasi ve yumuşama dönemine giriyoruz" hayali üzerine inşa edilen bütün sınıf mutabakatçısı-legalist projeler tuzla buz olmuştur. İkincisi, bu çevrelerin gözden düşürmeye çalıştığı klasik örgütlenm projesinin vazgeçilmezliği, "proletaryanın örgütten başka silahı yoktur" anlayışının paha biçilme önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. "Kışın yağmurunda çamurunda" yolda kalmayacak yapıların, tekniklerin önemini her sosyalist acil olaral yeniden değerlendirmelidir. Üçüncüsü, birlik ve örgütlenme sorunları uzatılmış Kuruçeşme maratonlarına terk edilmemelidir.
İşçi sınıfı ve devrimci hareket zor ama kesinlikle umut dolu bir döneme giriyor. Türkiye yeni bi 12 Eylül'e gitmiyor, 12 Eylül döneminden büyü! bir baskı dalgasını göğüsleyerek, ateşin içinden geçerek çıkmaya hazırlanıyor. Paniğe kapılmaya(*) hiç gerek yok. Ayaklarımızı yere sağlam basalım, saflarımızı sıklaştıralım, sınıf hareketiyle bağlarımızı güçlendirelim ve Asyalı baskıya karşı Asyal pleblerin devrimci, sosyalist çözümünü adım adın örelim. Türkiye burjuvazisi inisiyatifi yitiriyor Proletaryanın inisiyatifi ele geçirme olasılığı güçleniyor. Bütün 10 Eylülcüler, bütün sosyalistler görev başına.