10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 9-10 Temmuz Ağustos 1990 Tarihten günümüze: Takrir-i Sükûn kanunu üzerine

Tarihten günümüze: Takrir-i Sükûn kanunu üzerine

4 Mart 1925'te İsmet İnönü Hükümeti tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulan tek maddelik Takrir-i Sükûn Kanunu irticaya ve isyana, memleketin sosyal düzeninin ve huzurunun ve sükûnunun ve güvenliğinin ve asayişinin bozulmasına sebep olacak bütün kuruluşları, kışkırtmaları, davranışları ve yayınlan, hükümet cumhurbaşkanının onayı ile, kendi başına ve idari olarak yasaklayabilir.

Takrir-i Sükûn Kanununun görüşülmesi sırasında hükümet yetkililerinin söyledikleri

Milli, Savunma Bakanı Recep Bey (Kütahya) - Basın, özellikle İstanbul basını, Türkiye'de devlet gücü diye ne kadar kutsal mevki ve makam varsa, hepsini ite kaka meşruluk dışı bir çekişme ile tahrip etme aleti olmuştur. Elbet bazı gazeteler bundan müstesnadır. Ötekiler, devlet kuruluşu diye ne varsa hepsine birden türlü yalan ve iftiralarla saldırıp tüm mikroplu balgamlar, masum halka, devlet gücünün değerli bir duruma göre; Türkiye'de devlet yoktur, hükümet yoktur, hükümetlere güçlü dayanak olacak bir Meclis yoktur. Herkes, özgürlük kavramının kutsallığına bürünen basını her şeyi yapmaya kudreti olan tek varlık kabul ediyor ve devleti de basının hakaretlerine tahammül ettiği için gerçekten buna layık bir zavallı sanıyor.

Başbakan İsmet Paşa - Muhalefet liderlerinin ve sanırım bütün üyelerinin duygularını yansıtan düşüncelerini dinledik. Muhalefetin bütün üyelerine düşüncelerini son kelimeye kadar söylettiren millet kürsüleri bütün dünyada pek azdır. Siyasi tutum ve davranışımızın doğruluğuna en açık ve haklı belge budur. Arkadaşlarımın açıklamaları ile anlaşıldı ki; bu kanun anayasanın sınırları içinde yararlı tedbirleriyle, yararlı eserler verecek bir kanundur.

Cumhuriyetin tehlikede olmadığı görüşünde kendisiyle beraberim. Durumu gören ve duruma göre tedbir alan bir Cumhuriyet hiç tehlikede olur mu? Bugünkü durum için bu kanunu gerekli görerek Meclise sunan ve kabulünü isteyen bir Cumhuriyetin evlatları Cumhuriyeti tehlikede bırakırlar mı? Yeni tedbirlere ihtiyaç olursa Cumhuriyet çocukları onları da getirecektir.

Recep Bey - Bu basın Halk Partisinin yaptığı iyi işlerden hiç söz etmez. Tersine, bu memlekette devlet kuvveti diye ne varsa hepsine söğmek ve yeni Türkiye Cumhuriyetini, bu çok nazik geçiş döneminde, bilerek ya da bilmeyerek, yıkmak görevine dirençli ve aşırı bir istekle devam etmektedirler.

Bu memlekette özgürlüğü en sıcak bir şekilde göğsünün ortasında duyan yüksek kuruluş Halk Partisidir, onunla beraber düşünen ve onunla beraber yürüyenlerdir. Başkasını suçlamıyorum ama bizi de özgürlük aşıklan arasında görsünler hiç olmazsa. Nasıl en yumuşak ve hafif tedbirlerle işleri yöneltmek bir devletin amacı ise, temellerinin yıkılma ve sarsılma belirtilerinde şiddetle harekete geçmek de devletçilik ülküsünün en temelli özelliklerinden biridir. Gerektiğinde şiddetli davranmayı bilmeyen bir kuruluş, devlet olmak hakkına sahip olamaz.

Kanuna muhalif kalan Dersim milletvekilinin konuşması

Feridun Fikri Bey Bu tasarıdaki hüküm çok tehlikelidir. Çünkü anayasanın 70. maddesindeki insanlığın tabii hakla-n doğrudan doğruya hükümetin takdirine, denetimine ve idaresine bırakılıyor. Böylece anayasa da hükümetin denetimi altına girebilir. Hükümet istediğinde, belirsiz bazı deyimlerle herhangi bir kavramı irtica kelimesinin anlamı içerisinin kapsamı içine alamaz mı?

"Memleketin sosyal düzeni" kavramından daha belirsiz, sınırı çizilmemiş ne vardır? Müstebit hükümetler, sosyal düzen prensibi arkasından, yürütme alanında daima kendi isteklerini ileriye sürmüşlerdir. Cumhuriyetimizde böyle bir maddeye yer olmamalıdır.

Cumhuriyet ve ulusal egemenlik idaresindeki amaç bütün vatandaşların güvenlik ve huzurudur. Bu gibi hususlarda hükümetin takdir hakkını kullanması, herkesin yarınına güvenmemesi demektir. Çünkü dünyada "huzur ve sükûn" deyimi, kadar sınırı geniş bir deyim yoktur. Bu deyime neler girmez ki... Dünyadaki keyfi idareye dayanan bütün hükümetler yanlış işlerini bu kapıdan içeriye sokmuşlardır.

Birde "güvenlik" kelimesi var. Bu kelimeyi hükümetin eline vererek insanların çabalarını kuruluş, kışkırtmacılık, bozgunculuk, yayın diye sınırlamak doğru değildir.

Öyle bir sınır ki; insanların zihinlerinden geçeni bile kapsamına koymak mümkündür.

II

Takrir-i Sükûn Kanununun 1927 yılında iki yıl daha uzatılması sırasında Başbakan İsmet İnönü’nün yaptığı konuşma

Gelecek yıllarda da Takrir-i Sükûn Kanununun yararlarından yoksun kahn-maması düşüncesindeyiz. Bu takdirde, süreleri bitmekte olan istiklal Mahkemelerinin yeniden kurulmalarını istememek imkânı olacağını da görüyoruz. Böylece milletin gerçek isteğine, samimi sevgisine dayanarak egemenliğini yürüten Büyük Millet Meclisinin yeni seçiminde, daha çok huzur ve sevgi ile milletin oyuna başvurulmasına da imkân verileceğini kabul ediyoruz. Ve bütün bu nedenlerle, Takrir-i Sükûn Kanununun iki yıl daha yürürlükte kalmasını teklif ediyoruz.

iki yıl önce karşısında bulunduğumuz olayların en önemlisi Şeyh Sait Ayaklanması ile beliren eylem değildi. Asıl tehlike, memleketin genel yaşantısında meydana gelen karışıklıktı, anarşik durumdu. Bu, memleketin birçok zamanlardan beri politik yaşantısına musallat olan başlıca derttir. Memleketin gelişip ilerlemesine ve samimi düzeltme isteklilerinin bütün çabalarına engel olan budur. Ve bu, küçük çıkarları işletmeye alışmış soysuz aydınlarla, vicdan özgürlüğünü başkalarının vicdanına saldırmak için araç sayan politikacıların faaliyetidir.

Asıl tehlike, anarşistlerin, karıştırıcıların sağlıklı insan topluluklarının kafasına durmadan vurmalarında ve fakat düzenbaz bir saldırıcı olarak "ne vuruyorsunuz?" diye bağırmalarındadır. Aldığımız tedbir, yalnız Doğudaki davranışın değil, memleketin gelişip ilerlemesine başlıca engel olan sosyal düzendeki kanşıklığın ortadan kalkmasını da sağlamıştır.

* Meclis tutanaklarından aktaran Tevfik Çavdar, "Takrir-i Sükûn 65 Yaşında", Görüş, sayı 42.
** Mahmut Goloğlu'nun Devrimler ve Tepkiler 1924-1930 adlı kitabından aktaran Y. Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 1, Tekin Yayınevi, 1985, İstanbul, s. 58-59.


Resmi parti üzerine

Genel Sekreter Hakla Behiç ile Mustafa Kemal'in imzasını taşıyan ve Batı Cephesi Kumandanlığına gönderilen 591 sayılı şifre

Parti resmen kurulmuş olup faaliyetini tanzim ettiğinden ve eskiden kurulmuş olan gizli Yeşil Ordu teşkilatı dahi partiye dönüştüğünden dolayı artık Bolşevizm, komünizm fikir ve esasları üzerinde hiçbir cemiyet veya heyetin fotoğraflı belge ve yetki namesi olmaksızın, kim olursa olsun, bir kişinin faaliyette bulunması da bırakılmayacaktır. Keyfi yet içişlerine bildirilmiştir. (Rasih Nuri ileri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul 1970, s. 170'den aktaran Y. Küçük, Türkiye Üzerine Tezler 1, Tekin Yayınevi, 1985.)


21 Ekim 1920 tarihli Hakimiyeti Milliye gazetesinin "iki Komünizm" adlı başyazısı

Bir memlekette kapitalizm zulmü içerden değil de dışarıdan gelecek olursa, o memlekette zenginle fakirin aynı zulme karşı birleşmesi mümkündür. Anadolu’da Rusya’daki tarzda haşin ve kanlı bir proletarya diktatörlüğü tesisine lüzum kalmaksızın komünizm tahakkuk edecek ve belki de imha için sarf olunan kuvvetler bayındırlığa tahsis edileceği için Anadolu komünizmi daha bereketli, daha verimli neticelere doğru gidecektir.

Demek ki iki komünizm olduğu muhakkaktır. Ayrı ayrı nedenler ve etkenler altında oluşan hareketler, aynı gayeye birbirine tamamen paralel giden, fakat biçimsel özü itibarıyla başka olan yollarla da erişilebilirmiş. işte filozofların, bilginlerin görmemiş ve söylememiş oldukları bir özellik, sevindirici özellik! (a.g.e.s.30-31)

Resmi Parti

Bir karışıklığa meydan vermemek üzere, 1920'de, Ekim Devriminin ve komünist fikirlerin Anadolu’da millici kadrolar üzerindeki büyüyen etki ve prestijini gemlemek, komünist örgütlenmeleri denetim altına almak için Mustafa Kemal'in 1920'de kurdurduğu resmi nitelikli Türkiye Komünist Fırkasından öncelikle söz etmek gerekir. Mustafa Kemal'in bir komünist partisi kurdurma gereği duyduğu 1920'de Anadolu'da, hatta Büyük Millet Meclisinde, Ekim Devriminin etkisiyle, "daha ne bekliyoruz? Neden komünizm ilan edip de halkımıza yeni bir ruh, yeni bir heyecan aşılamıyoruz?" diyenlerin sayısı küçümsenmeyecek kadardı. Kızıl renk ve "yoldaş" hitabı adeta moda haline gelmiş; Anadolu'da, özellikle Ankara-Eskişehir çevresinde ilk komünist örgütlenmeler boy vermeye başlamış, 1920 ilkbaharında TKP adını taşıyan bir kuruluş resmi örgütlenmeye girişmiş, tüzük bile bastırmıştı. Yine Mayıs 1920'de kurulan Yeşil Ordu Cemiyeti bir çeşit İslam sosyalizminden yana görünüyor, Büyük Millet Meclisinde Halk Zümresi adım alan güçlü bir Meclis grubuna dayanıyordu. Mustafa Kemalcilerle çatışmasının yakın olduğu sezilen Çerkez Ethem, Ağustos başlarında Yeşil Ordu Cemiyetine katılmış, bu katılım Yeşil Ordu'ya askeri güç sağlamış; Çerkez Ethem Eskişehir’de Seyyare-i Yeni Dünya adlı bir gazete çıkarmaya da başlamıştı. Gazetenin başlığının altında İslam Bolşevik Gazetesi yazısı vardı.

İstanbul’dan gelen haberler işçi hareketinin güç kazanmakta olduğu yolundaydı. En önemlisi de, Eylül 1920'de Bakü’de Türkiye Komünist Partisinin kuruluş kongresi yapılmış, Anadolu ve İstanbul’daki dağınık komünist çevrelerin birleştirilmesine doğru ilk adım atılmıştı. Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya geçme hazırlıkları içinde olduğu biliniyor ve Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve TKP Merkez Komitesinin, Sovyetlerin ve Komintern'in tüm desteğine sahip olarak Anadolu'ya gelmelerinin, inisiyatifin kendi elinden çıkması sonucunu doğurabileceği kuşkusunu duyuyordu... Bu amaçlarla Mustafa Kemal'in kendisine yakın kadrolara kurdurduğu TKF de uzun ömürlü olmadı. 1920 sonu 1921 başlarında Çerkez Ethem'in isyanı bahanesiyle girişilen solu bastırma hareketi sırasında, artık gereği ve işlevi kalmadığı düşüncesiyle kendi haline bırakıldı. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c.6.s. 1869-70)

Mustafa Kemal'in 22 Ocak 1921'de Millet Meclisinde yaptığı konuşma

Komünizmin memleketimiz için, milletimiz için, dinimizin gerekleri için kabul edilemez olduğunu anlatmak, millet kamuoyunu aydınlatmak, en yararlı çare görülmüştür, işte hükümet böyle bir çareye başvuruyla uğraşmakla beraber, şüphe yok ki, gelen cereyanların zamanından evvel fiilen zarar doğuracak hale gelmemesi için de bir taraftan gerekli tedbirleri almıştır, işte bu düşüncenin ürünü olmak üzere Ankara'da Komünist Partisi adı altında bir parti kuruldu.

Yalnız bu izni vermekle hükümet bir şey düşündü. Evet, komünizm toplumsal bir meseledir. Bunun her türlü esaslarını ve gerçeklerini istenildiği gibi söylemekte sakınca yoktur. Yalnız girişim amacı belli olmayan, yeri bile istenildiği anda meçhul bulunan birtakım kimselerin komünizm namı altında, Bolşevizm namı altında teşkilat yapmasını kesinlikle önlemek istedik ve bu açıdan içişleri Bakanı bütün mülki memurların başkanlarına dedi ki; komünistim diyen hükümetçe resmen programı görülmüş ve varlığı resmen onaylanmış cemiyete katılabilir (a.g.e, aynı cilt, s. 439.)

Resmi TKP'nin resmi yayın organı Yeni Gün'de başyazar Yunus Nadi'nin, resmi hareketin dışındaki ilerici harekete yönelik değerlendirmesi

Hali hazırda komünist fikirlerin teşkil ettiği program, memleketimiz için sadece zararlı değil, aynı zamanda hatta tahripkârdır. Şimdiki halde, biz memleketin menfaatleri için, kendi başlarına buyruk olarak hükümetimizin rızasını almadan gelen bütün tahrikçi ve propagandacılara karşı mücadele etmeliyiz. Bolşevizm’i ancak Türkler getirebilirler ve Bolşevizm ancak yukardan gelebilir. (Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, 1908-1925, Ankara 1967, s. 85-86'dan aktaran Y. Küçük, a.g.e.)

CIA uzmanı George Harris'in değerlendirmesi

Komünizm muhakkak ki bir kitle hareketi olamamış, bunu başaramamıştır. Yine de, istiklal mücadelesinin ilk safhaları esnasında, bir yerde, komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı. Bu tarihte komünist liderleri, Anadolu ihtilal hareketinin başlıca askeri gücünü teşkil eden önemli partizan birlikleriyle özel bir ilişki kurmayı becermişlerdir. Komünistlerin etkisine kapılmış bu güçlere, Ankara rejimine karşı öylesi bir kafa tutma, meydan okuma tavrı takındırmıştı ki, Atatürk, filizlenmekte olan bu komünist hareketini kontrol altına alıp hizaya getirmek çabasıyla, kendi resmi Türk Komünist Partisini kurmak zorunda kalmıştı. (G. Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, ist. 1979, s. 10-11)