Nüfus cüzdanımın, kimlik kartımın kaydettiğine göre bugün şu
satırları yazdığım şu anda, yani 10 Eylül’e çok kısa bir süre kala yaşım tam
tamına 96. Bu süre içinde 10 Eylül 1920 hareketlerini yaratanların saflarında,
yani Türkiye işçi sınıfının gerçek partisi, reel sosyalist partisinin, Komünist
Partisi’nin saflarında işçi sınıfının komünist bir neferi olarak, işçi sınıfının
mücadelesine girişimin 70. yıldönümü.
Bu süre içinde, sömürücü, soyguncu burjuva sınıfı ile
mücadelede, kavgada işçi sınıfının hakimiyeti için, reel sosyalizmin kurulması
için giriştiğim sınıf mücadelesinde burjuva polisi tarafından birçok kez
tutuklandım, hapishanelere yatırıldım, ağır işkenceler gördüm ve de sürgünlere
gönderildim. Bu işçi sınıfı mücadelesinde uzun süre hapiste yatmak rekoru Dr.
Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı ve Nazım Hikmet yoldaşlara ait olmasına rağmen
komünistlik suçundan burjuvazi tarafından tutuklanma, yargılanma ve en çok
sürgüne gönderilme rekorunun bana ait olduğu kanısındayım. İşte şimdi sizlere
sayın ÜRÜN DERGİSİ yoldaşlarıma ve onu okuyan sayın okuyuculara, bu kavgaya
Türkiye’de nasıl girdiğimin ve bu günlere nasıl geldiğimin kısa bir muhasebesini
yapıyorum.
İlk tutuklanma ve yargılanma olayı
Sene 1924, 15 Aralık. Olay Beyazıt’ta İstanbul Mebusu Kavalalı
Hüseyin Bey’in çalıştırdığı, 300’ün üstünde işçi çalışan tütün işyerinde
başlamıştır. Konu uzun süre çalışmaya karşı ve yevmiyelerimizin arttırılmaması.
Hareket başarı ile sonuçlanıyor. Çalışma saatlerimiz eskiye nazaran azaltılıyor
ve 150 Kuruş olan yevmiyelerimiz 250 Kuruşu istemememize rağmen 250 kuruşla
sonuçlanıyor. Patronun yaptığı araştırma üzerine olayı çıkaranların baş
sorumlusu olarak Hasan, Salih ve Boz Mehmet olarak üç kardeş tesbit ediliyor ve
işten atılıyor. Üç kardeş bu hareket karşısında işçilerden yardım istemesine
karşın bu yardım işçiler tarafından yapılmıyor. Üç kardeş işsiz kalıyor.
Bu olay Kavala’dan mübadil olarak geldiğimizin 5. ayında
oluyor. Yani 1918 senesinde Yunanistan’ın Kavala kentinde kurulan Yunan Komünist
Partisi’nin resmen kurulduğunun 6. senesinde oluyor. Ve üç kardeş üzerinde büyük
etkisi oluyor.
Kardeşim Salih işyerinden atılma olayını Sirkeci’de Şahin Paşa
otelinin karşısında olan Hüdavendigar Kahvehanesinde anlatıyor. Yunanistan’da
çalışan işçi ile Türkiye’de çalışan işçinin mukayesesini yapıyor. Bu arada
devletin başındakileri acı olarak eleştiriyor ve oradaki aydınlardan oluşan
kimselerin saldırması sonucu ağzı burnu kan içinde kalarak bulunduğu Drama
oteline geliyor ve olayı bizlere anlatıyor. Ben olay yerine gidiyorum,
Hüdavendigar kahvecisi İranlıdan hesap soruyorum ve kahvehaneyi altüst ediyorum.
Polis geliyor. Devleti tahkir ettiğim iddiası ve kahvehaneye zarar verdiğim için
tutuklanıyorum ve hükümete tahkirden duruşmam oluyor. Duruşmada Yunanistan ile
Türkiye’nin mukayesesini yapıyorum. Hakimin anlayış göstermesi üzerine beraat
kararı alıyorum. İşte Türkiye’de ilk siyasi tutuklama ve yargılama olayı, sene
1924, ay Aralık.
İkinci (Partili Olarak İlk) Tutuklanmam
Türkiye Komünist Partisi’nin üyesi olarak ilk tutuklanmam ve
yargılanmamın tarihi 14 Ağustos 1928. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Sabri Bey.
Tutuklanmamın ve ceza görmemin nedeni Türkiye Komünist Partisi bildirilerini
dağıtmak. Bildirilerin dağıtılma nedeni, Amerikan Tobakos Şirketi’nin Arnavut
Köyündeki 600’ü aşkın işçinin çalıştığı imalathanesinde işçilerin bir
yevmiyesini Tayyare Cemiyeti’ne vermesini önlemek için Türkiye Komünist
Partisi’nin İstanbul Gizli İl Örgütünün işçiye çağrısıdır. Sonuçta işçilerin
çağrıyı desteklemesi başarılı olmuştur. Bu olayda bildirileri dağıttığım
iddiasıyla tutuklanarak yargılandım, 3 ay ceza gördüm.
Üçüncü Tutuklanmam
Üçüncü tutuklanmam, iki ayağımın baş parmağının tırnaklarının
ağır işkence sonucu sökülmesiyle sonuçlanan Karaköy Yüksekkaldırım’da Trakya
Otel hadisesi, provokasyonu. Bu olayda yargılanmış ve beraat etmiştim. Ağır Ceza
Mahkemesinin başkanıın ismi Nüsret Baştimar idi. Duruşmalarımız çok hadiseli
geçmişti. Mahkeme sonuçlanıncaya kadar birinci kez 60 kişiden ibaret olan biz
tutuklular 9 gün açlık grevi yapmış, karardan sonra da biz komünist tutukluların
da başta Reşat Fuat olmak üzere bir bölüm yoldaşımız Ankara’ya sürülmüş, ben,
Zeki Baştımar ve Babaeskili Cevat yoldaş beraat ettiğimiz halde
koyverilmediğimiz için 14 gün olmak üzere ikinci kez açlık grevi yapmış ve 14.
günü serbest bırakılmıştık. Bu olaylarda tutuklama tarihi 1932 Şubat, tahliye
tarihi 1 Ocak 1933.
Dördüncü Tutuklanmam
Dördüncü kez komünist faaliyetimden tutuklanmam ve yargılanmam
tarihi 6 Mayıs 1936 senesinde Karadeniz’in Samsun kentinde olmuştu. Olay şöyle
olmuştu: Samsun kentinde illegal olarak faaliyet sürdüren Türkiye Komünist
Partisi’nin Samsun İl Örgütü 25 Nisan 1936 senesinde Türkiye işçisi için 8
saatlik iş kanunu, sigortalarının oluşması, emekli sigortalarının kabulü, 1
Mayıs’ın serbestçe yapılması hakkının iktidar tarafından tanınması istekleri ile
beraber parti tarafından Samsun kent telgraf direklerine orak çekiçli kızıl
bayrakların asılması ve bu bayraklarda ‘Komünist Partisine Özgürlük’ ve daha
başka işçi haklarının verilmesi sloganlarının dile getirilmesinin baş sorumlusu
olarak tutuklanmış, yargılanmış ve yıl cezaya çarptırılmıştım.
Bu olayda ben Boz Mehmet, Küçük Ali, Musevi olan Efraim,
kardeşi Jako, tren lokomotif ateşçisi Faik yoldaş ve bağırsak fabrikasında
çalışan Ömer ismindeki 6 kişi yakalanmıştık. İşkenceli sorgudan geçtikten sonra
duruşmamız olmuş, Ömer’den başka hepimiz 4’er sene cezalandırılmıştık. Benim
hakkımda verilen karar oy birliği ile değil, oy çokluğu ile olmuştur. Baş
yargıcın ismi Hidayet Bey’di.
Beşinci Tutuklanmam
Beşinci kez tutuklanıp yargıç önüne çıkarılmam Amasya kentinde
olmuştu. Suçum, hükümeti ve yargıcı tahkir. Bu olay şöyle olmuştu: Samsun Ağır
Ceza Mahkemesinin hakkımda verdiği 4 sene kararından sonra 300’e yakın
vatandaşın bulunduğu salonda ayağa kalkmış, gür sesimle: “İşçi haklarının elde
edilmesi için, komünizmin yurdumda kurulması için 4 sene değil, idam verseniz
vız gelir.” diye bağırmıştım. Bu hareketim salonda bulunan bazı vatandaşlar
tarafından alkışlanmıştı. Bu olaydan ötürü bir sene ceza yediğim Amasya Asliye
Ceza hakiminin ismini unutmuş bulunuyorum. Tarih 1939, Aralık, Amasya.
Altıncı Tutuklanmam
Altıncı kez, Askeri Mahkeme. Sene 1942, aylardan Mayıs
ortaları. Alman Hitler faşist orduları dayanmış Moskova kapılarının önüne.
Türkiye’de gerici faşist sempatizanları bayram havası içinde. Bunlar arasında
Sabiha Zekeriya’nın ve Mehmet Zekeriya’nın çıkardığı Tan gazetesinden maada
bütün belli başlı Türkiye gazeteleri, ki bunlar içinde Cumhuriyet, Yunus
Nadi’nin emperyalizm-aleyhtarlığı ve demokratlık yaptığını iddia ettiği
Cumhuriyet gazetesi de olmak üzere “komünizmin sonu geldi” yazılarıyla Hitler
ordularını alkışlamakta, tebrik etmekte.
Bu atmosfer içinde biz Türkiye komünistleri, kulağımızı
Moskova’da Türkçe yayın yapan radyoya çevirmiş, Moskova Radyosu’nda Türkçe yayın
yapan Komünist Partisi faal üyesi olan İ. Bilen yoldaşı dinliyoruz. Alman faşist
Hitler ordularının Moskova kapılarının önüne dayandığı o günlerde Moskova
Radyosunun Türkçe yayınında spiker İ. Bilen yoldaş, Stalin’in şu sloganını
yayınlıyordu: “Pobet Budet Naşa.” Türkçesi: “Zafer bizim olacak.” Biz Türkiye
komünistleri bu sloganları sesli olarak işçi sınıfımıza, halkımıza açıkça
anlatıyorduk. Bu hareketimiz neticesinde İstanbul’da yaşamakta olan bütün
komünistler tutuklanıp Anadolu’nun ayrı ayrı kentlerine sürgün edildik. Bu arada
ben de Kırşehir Mucur ilçesine sürgün edildim. Hatta sürgüne giderken Abidin
Dino ile başparmaklarımızdan bir kelepçeye vurularak Yerköy istasyonuna kadar bu
şekilde gittik. Orada ayrıldık, çünkü Abidin Dino başka bir kente
gönderiliyordu. Mucur’da iki sene kadar kaldıktan sonra TKP kararıyla oradan
kaçtım. Bursa’da tutuklanıp İstanbul’a gönderildim ve Tophane askeri
hapishanesine yatırıldım. O sırada Tophane askeri hapishanesinde Rıfat Ilgaz’la
komuna kurup beraber yiyip içtik. Aynı hapishanede Nihal Atsız ve Türkeş de
içinde olmak üzere 6 faşist bulunuyordu. Bu hapishaneden askeri mahkemeye sevk
edildim. Bu mahkemenin kararı üzerine sıkıyönetim mıntıkasına girdiğim
iddiasıyla 2 sene Gaziantep’e sürgün gönderilmek cezasına uğradım. İşte benim 6.
kez askeri mahkemedeki duruşmam böyle olmuştur.
Bu arada Tophane askeri cezaevinde bana yapılan bir saldırıyı
kısaca anlatmayı uygun buldum. Olay şöyle olmuştu: Bir sabah uykudan uyanmış,
ihtiyacımı gidermek için tuvalete gidiyordum. Yolun üzerinde bulunan adi
tutuklular koğuşundaki vatandaşlar tarafından yolum kesildi ve onların koğuşuna
götürüldüm. Yere yatırılıp falakaya şu suallere cevap vermek üzere çekildim:
“Sovyetler Birliği’nde 15 cumhuriyet mi var?” diye soruyor ve vuruyorlardı. 1932
senesinde Sultanahmet tevkifhanesinden tanıdığım Boksör Rifat isminde bir
vatandaş imdadıma yetişti. İyi boksör olduğu için işkencecileri dağıttı. Adi
suçlularla konuşma sonucu ve onların haklarını elde etme mücadelesini veren bir
kişi olarak senelerce savaş veren ve bugün de sosyal konumlarının elde edilmesi
kavgasını veren bir adam olarak tutuklanmış olduğumu, kısaca sizlerin
haklarınızı savunduğum için soyguncuların iktidarı tarafından tutuklandığımı,
kısacası sizlerin adamıyım diye onlara anlattım. Benden özür dilediler ve bana
yapılan hareketin kendilerine hapishane müdürü ve faşist Nihal Atsızlar
tarafından teşvik ettirildiğini anlattılar.
Yedinci Tutuklanmam
Yedinci kez tutuklanmama ve yargılanmama gelince olay şöyle
olmuştur. TKP’nin kararı ile Antep’ten kaçtım. TKP’nin kararını bana Antebe
kadar gelerek bildiren gene Abidin Nesimi yoldaş olmuştu.
İstanbul’a gelmiştim. Reşat Fuat yoldaşın tutuklanmasından
ötürü yara alan TKP’nin yaralarını gidermek için bana verilen görevi iki seneyi
aşkın bir süre elimden geldiği kadar yapmış, İstanbul il örgütünü kurmuş, Kızıl
İstanbul gazetesinin çıkmasını sağlayacak bir tesisat yapılmış, velhasıl zaman
ve zemine uygun herşey işçi sınıfını tatmin edecek şekilde yerine getirilmişti.
Ta ki bu faaliyetimiz İsmet İnönü’nün 1946 senesinde yaptığı sınıf esasına
dayalı ve ona göre partiler kurulabilir demecine kadar sürmüştü.
İsmet Paşanın bu demeci üzerine TKP MK’si toplanmış ve Dr.
Şefik Hüsnü’nün başkanlığında Sosyalist Emekçi Köylü Partisi kurulması kararı
alınması üzerine partinin faal unsurlarından oluşan 35 kişilik bir parti grubu
Tatavla’da, Kurtuluş’ta toplanmış, bir parti yöneticisi tarafından yeni karar
yoldaşlara bildirilmişti. Bu faaliyet üzerine üzerimde bulunan TKP görevi sona
ermişti ve gizli çalışma, yani illegal faaliyet şartlara uyduğunda tekrar
yapılmak koşuluna havale edilmiş ve benim de yaptığım illegal TKP faaliyeti son
bulmuş, parti tarafından bana verilen 100 lirayı aldıktan sonra İstanbul’u terk
etmiş, İzmir’e gitmiştim.
İzmir Dönemim
15 Mayıs 1946’da İzmir’de Anafartalar caddesindeki Karaburun
otelindeyim. Otelin sağında Anafartalar polis karakolu. Yapmam gerekli ilk şey
kendime iş bulmak. Bunu sağlamakta gecikmedim. Mürettip olarak Ergenekon
gazetesindeyim. Bir süre sonra gazete kapandı. İşsiz kalmadım. Güzel Demokrat
İzmir gazetesinde çalışmaya başladım. Ve Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü
Partisi’nin resmen kurulduğunun haberini gazete satırlarına yazan ilk mürettip
olmanın sevinci içinde bir süre yaşadım, amma bu uzun müddet sürmedi.
Altı ay sonra hükümetin İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer’in
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki raporunun kabul edilmesi sonucu Türkiye
Sosyalist Emekçi Köylü Partisinin komünizm faaliyetinde bulunduğu ithamiyle TBMM
tarafından TSEKP’nin resmen kapatıldığını gazete yazdı.
Bir süre daha Demokrat İzmir gazetesinde çalıştım. Gazetenin
tirajı düştü iddiası üzerine işime son verildi. Otelime gelince otelin temizlik
işlerinde yardımcı olmam nedeniyle otel sahibinin sevgisini, itimadını
kazanmıştım. Bundan yararlanarak yazıhanede bulunan 30 kadar otel müşterilerinin
nüfus cüzdanlarının arasından kendiminkini polis kontrolüne girmeden aldım.
Gazetede işime son verilince kendime yeni bir iş bulmak kesinlikle ihtiyaç
halinde idi. Çok işyerleri vadı, ama beni orada tanıyan göçmen Kavalalıların
bulunması, benim o sahada iş aramak girişimimi engelledi.
Yapacağım tek şey İzmir İşsizler Bürosuna başvurmaktı. Nitekim
onu yaptım. O sırada İzmir Alsancak İş Bürosuna işçi aramak için uzun boylu
güzel bir kadın geldi. Kendisine işçi arıyordu. İşyeri ise İzmir’de
Karşıyaka’daydı. Küçük Yamanlar’da gazinoda çalışacak garson arıyordu.
Gaziantep’teyken Mehmet Uğraş ismindeki patronun çalıştırdığı içkili gazinoda
komilik yapmanın bana verdiği derse, cesarete dayanarak kadına garsonluk
yaptığımı söyleyerek, onunla anlaştım. Ve ondan Küçük Yamanlar Gazinosunun
adresini alarak ertesi günü Küçük Yamanlar’da Madam Beti ve Selanikli Galip
Bey’in çalıştırdığı gazinoda garson olarak çalışmaya başladım.
Menderesler
Küçük Yamanlar Gazinosuna Adnan Menderes, Refik Koraltan ve
daha başka kişiler gelirdi. Onlara çay ve taze börek servisini yaparken onların
konuşmalarını dinliyordum. Demokrat Parti henüz iktidar olmamıştı. Onlar
iktidara gelirlerse yapacakları işlerin neler olacağını konuşmalarından
dinliyordum. Gazinonun taze yapılmış böreklerini ve çaylarını verirken, mümkün
mertebe yanlarında fazla duruyordum.
İl Komitesinin Kuruluşu
1947 senesinin 1 Mayıs günü gazinomuza bir grup vatandaş geldi.
Onlara biralarını verdim. Az sonra 1 Mayıs şarkılarını topluca yapmaya
başlamaları beni harekete getirdi ve TKP’nin şu sloganını hatırlattı: “Nerede
bir komünist varsa, Türkiye Komünist Partisi oradadır.” İşte 1947 1 Mayıs’ında
harekete geçtim ve İzmir’de TKP’nin il komitesini kurma görevini yerine getirmek
için bu gruptan tanıştığım Macit Bilge, Ahmet Bilge ile sıkı temas kurarak İzmir
il komitesini kurma başarısını yapmış oldum. Ve 1947 Mayıs’ının 5. günü İzmir
TKP il komitesi Karşıyaka’da Macit’in evinde kurulmuş oldu.
TKP İzmir il komitesine şu yoldaşlar girmişti. Macit Bilge,
Ahmet Bilge, Cazım Aktemur, Fadıl Barkan ve Şükrü Dinsel. Bu ilk kuruluş
toplantısında mali durumumuzun konuşulması sırasında Şükrü Dinsel Sovyetler’den
mali yardım etmemiz önerisinde bulundu. Bu gibi işlerde Sovyetler Birliği
hakkında söz edilmesinin doğru olmayacağı eleştirisini yaptım. Türk Hava
Kuvvetlerine mensup olan Şükrü, benim eleştirilerime karşı, Sovyetler Birliği
Amerika Komünist Partisine yardım yapıyordu iddiasında bulundu. Bunun doğru
olmadığını söyledim ve her ihtiyacımızın giderilmesini dışarıdan değil,
kendimizin karşılaması lazımdır karşılığını vermekle konuyu kapatıp diğer
yapmamız icap edenleri yerine getirmemizi karar altına aldık. Ne var ki,
Şükrü’nün iddiası hiçbir zaman aklımdan çıkmamıştı.
Büyük bir heyecan içinde çalışıyor ve TKP hücreleri kuruyor ve
onlar hakkında yoldaşlar bana bilgi veriyorlardı. Macit yoldaşın hücreler
hakkında bana verdiği bilgilerden bir tanesi, Fırıncılar hücresinden gelmişti.
Fırıncılar hücresi parti talimatına aykırı görüşler ileri sürmesi üzerine, bu
hücrelerden bir yoldaşla görüşmek ihtiyacını ileri sürerek, görüş ayrılığını
gidermek için bir yoldaşla konuşma arzusunda bulundum. Ve benimle temasa geçecek
yoldaşla görüşmek üzere İzmir postanesine ve rıhtıma yakın yerde saat 21.00’de
buluşmak üzere randevu aldım. Randevu aldığım kişi TKP faaliyetinde bulunmuş ve
4 sene hapiste yatmış, Libyalı olarak tanınan Yusuf Atik adındaki yoldaşımızdı.
Randevu yerine 15 dakika önce gittim. Etrafı kontrol ettim. Şüphe edilecek bir
durum yoktu. Saat dokuz olmuştu, yoldaştan ses seda yoktu. Vaktinde gelmeyen
yoldaştan tedirgin duruma kapılmıştım. Bekledim, bekledim, tabii sinir
içindeyim. 20 dakika geç gelen yoldaşla krşılaştım. Elimi sıkmak için yaklaştı,
elini uzattı. Elini uzatırken leş gibi ağzının kokusunu hissetmekte gecikmedim
ve yoldaşa elimi sıkarken kol saatimi gösterdim. 20 dakika geç gelmiş
bulunuyorsunuz. Üstelik ilk göreceğiniz yoldaşla konuşmak için leş gibi içki
kokan bir sarhoş herif olarak geliyorsunuz. Siz komünist değil, adi bir
sarhoşsunuz. Lanet olsun senin gibilere, defol karşımdan sarhoş herif. Bunları
söyleyerek Yusuf Atik’in yanından ayrıldım.
Beş yoldaştan oluşan İzmir il komitemiz, ben içlerinde 6. kişi
olmak üzere İzmir Kültür Parkında toplantımız sona ermişti. Yoldaşlar
birbirimizden vedalaşarak ayrılmıştık. Ben Şükrü ile Kültür Parkından çıkarken,
Şükrü arkamızdan gelen iki vatandaşı bana göstererek, bunlar polistir, demişti.
Nereden biliyorsunuz diye sormuştum. Polis müdüriyetinden diye yanıt vermişti.
Sizin polis müdüriyetinde ne işiniz var demiştim. Altson Geri Amerikan tütün
şirketinin raporlarını müdüriyete getirmiş, orada görmüştüm, diye karşılık
vermişti. Siz çalışılan işyerinde istifçi başısınız, katip falan değilsiniz
dediğimde, verdiği yanıt, İngilizce bildiğim için polisle olan muamelat benim
tarafımdan yapılır, olmuştu.
İzmir Anafartalar Caddesinde Arnavut aşçı lokantasında en çok
sevdiğim “Elbasan tavası” yemeğini yemiş, caddeye çıkmıştım. Birden Şahabettin
Kıvılcımlı ile karşılaştım. Kendisi komünist idi ve onu iyi tanıyordum. Aynı
zamanda 1946 senesinin son günlerinde Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisinin
kapatılması günlerinde Doktor Şefik Hüsnü yoldaşlarla beraber tutuklanıp hapis
yatmış bir yoldaşımızdı. Beni iyi tanıyordu. Hoşbeş dahi etmeden bana buralarda
ne geziyorsun, herşey senin üzerine atılmış bulunuyor. Polisçe tutuklanacak
olursan derin yüzülecek, haberin olsun sözleriyle konuşmamız sona ermişti.
(Devam edecek)