ÜÇLEMELER
I- Niçin Masal
Söylemiştik?
Adam yine dışarıdaydı.
Yasaklar yine üç öğün, yine gece gündüz, yine zehir zıkkım,
amansızdı. Yasaktı bin yıllık özlemleri anmak, barış
alaylarıyla donanmış bayram ve sevda geceleri, gebe ve bereketli
gündüzler yasaktı yine.
"Türküler yasaksa,
masallar ne gün için?" demiştik. Ağıtlara boğulan hıncımız,
bir acı gülüş olup Keloğlan kesilerek dönüşmez miydi umuda?
Mazlumun aklı da ahı gibi köklüdür, derinden gider. Padişahla
kara vezirlerini, öyle Zaloğlu Rüstem gibi bir yiğide filan da
değil, bir sümüklü keloğlana, hem de keleş oğlana yıktırır.
Kırk katırla kırk satırı dayatır da öyle alır hıncını,
böyle tazeler gücünü.
II- Hücrede hep
Ereğli'den konuşmuşlardı yanındaki bıçkın delikanlıyla,
İvriz'den, çevre köylerden, Turşu Osman'dan, Marmara
Hüseyin'den, Gavur Ali'nin meyhanesinde olup bitenlerden...
Lümpenliğinde bile kendisine özgü bir zerafet üslubu kuran bu
çevreyi, bin yıllık geçmişiyle, duraksız akan bir insan selinin
kocaman soluğuyla kucaklamak istedi ve Hitit tanrılarının yaşama
sevinciyle yüklü su başlarına, pınar gözlerine adamak
istedikleri, bağbozumu şenliklerinden süzülmüş bir barış ve
kardeşlik masalı söyledi; yasaklanan bayramlarına inat ve Gaybi
Köyü'ne, Dedeköy'e selam olarak.
III-Masalın Ardından
Bir masal, binlerce yıl
uzaklardan yürüyüp gelmişse günümüze, insanlarla birlikte
gelmiştir ve biz dahi yürür gideriz ardı sıra... Çünkü o, bir
umut masalıdır, nice savaşlar içinde pişmiş, nice yenilgilerle
dövülüp tavlanmış, ama utkular muştulayan özünü hiç
yitirmemiş. Çünkü, o güzelim insan ışıltısıdır masallarda
şakıyan ve süzülüp durularak, çalkalanıp billurlaşarak her
kuşakta taze pırıltılarla filizlenir ve en ölümcül depremlerin
gece yıkıntılarından, inatçı sürgünlerle uzanır seher
vakitlerine.
Eti Masalı da böyle bin
dallı bir can işte. Her yenilgide savaşın binbir yüzünü
tanışarak çağlar aşmış, şaman dualarına katık olmuş, Baba
İshak cephesinde su vermiş yaralılara, Şeyh Fazlullah kolunda
yaralılara, Şeyh Fazlullah kolunda gizemli bir fısıltıya dönüşüp
"huruf" ile dolanmış dost dudaklarda. Aydın'da,
Karaburun'da, Serez çarşısında "ak libas" bürünüp
kavgaya girmiş ve nazlı silüetler gibi salınmış darağaçlarında.
Siyaset günleri gelip çatanda, bir hasret türküsüyle kolkola
dolanmış Yıldızelini, Banaz yaylasını. Nice Türkmen kocasına
yol göstermiş, nice yörük kızlarının dilekleriyle nakışlanıp
renklenmiş.
Çağımızda görmüşler
onu; Kurtuluş Savaşı'nın umut ve kan göletlerinde yüzerken ve
sonra elleri boş, küskün ve aldatılmış, "bir yanı deryada
çalkanır", yaralı ve kırık dönmüş savaş yollarından.
Varmış, ilk
kaynaklandığı yere, İvriz toprağına sığınmış. Onsekizinde,
yirmisinde öğretmen çıraklarının gönlünde, Gaybi Köyü
halkının nadas yorgunu yüreklerinde, ha bismillah bir gayretin
çırası olmuş. Bir masal kadar olağanüstü, bir masal gibi
sahici.
Masalın delice çarpıntısı
adamın nabzına denk düştüğünde, yüreğinde sevda hazırdı
zaten. Dekeköy'ün yüksek tepelerinden Halkapınar yönüne dönüp
seslendiğinde ise, ellerinde hercai menekşeler, gönlünde dizgin
tutmaz hevesler, beyninde en azılı kuşkular vardı. Dünyayı,
"dünya gözüyle" görmenin şaşkın hayranlığı bir de.
Bu noktaya gelince insan,
ne söz dinler, ne iflah olur. Olsa olsa, bir deli esintinin peşinde,
bir burağan yele durur, aranır kendini, aranır yitiğini.