Doğu Perinçek MİT raporunu açıkladıktan birkaç ay sonra 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen kaza, raporda yer alan bilgileri doğruladı.
Kazada, 7 TİP üyesinin öldürülmesi, Abdi İpekçi cinayeti, Papa suikastı, eroin
kaçakçılığı gibi çeşitli suçların sorumlusu olarak yargı kararıyla yıllardır
aranan faşist ülkücü reis Abdullah Çatlı ile İstanbul eski emniyet müdür yardımcısı, polis okulu müdürü Hüseyin Kocadağ öldü, korucubaşı DYP milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak kurtuldu. Abdullah Çatlı'nın üzerinden Mehmet Özbay adına düzenlenmiş ehliyet, üst düzey devlet memurlarına verilen yeşil pasaport
ve emniyet müdürlüğü uzmanı kimliği çıktı. Arabada susturucular, suikast silahları ve dinleme aygıtları bulundu. İçişleribakanı Mehmet Ağar "olayın bir özelliği yok" dediği halde kazanın beşinci gününde istifa etmek zorunda kaldı.
Eski MHP'li ANAP merkez karar yönetim kurulu üyesi Avni
Çarsancaklı, "Devlet Abdullah Çatlı'yı aramıyordu, kendi işleri için
kullanıyordu. O, Mehmet Ağar'la görüşen, Çillerlerle yemek yiyen biriydi" diye
açıkladı. ANAP lideri Mesut Yılmaz, "içinde bir milletvekili, İnterpol
tarafından aranan katliam sanığı ile polis müdürünün yer aldığı trafik kazasının
devletin kokuşmuşluğunu bir kez daha ortaya koyduğunu" söyledi ve "Siyasi güç,
kara para gücü ve silahlı eylem gücü birleşmiştir. Hedefleri doğrudan devleti
teslim almaktır. Bunlar, sanıldığından çok daha yukarılara uzanmaktadır" diye
vurguladı. Kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele dairesi başkanı Tuncay
Yılmaz "Mafya yöneticisine ulaşmak zordur. O ulaşamadığınız adam çoğunlukla
toplumda saygı duyulan adamdır, vergi veren adamdır, hayır yapan adamdır. Yüksek
oylarla siyasete giren adamdır" dedi.
Nitekim başbakan yardımcısı Tansu Çiller, eroin kaçakçılığından
mahkum olan ve İsviçre'de hapishaneden kaçırılan Çatlı'nın kesinleşmiş bir
cezası olmadığını ilan ederek onu savundu ve "bir genelleme yapmak istiyorum. Bu
millet uğruna, bu ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da kurşun yiyen de her
zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidirler" dedi. DYP genel başkan
yardımcısı, eski savunma bakanı Mehmet Gölhan "Çatlı'nın yaptıklarını öğrendikçe
hayranlığım artıyor. Onun gibilerin eylemleri sayesinde bugün bu koltuklarda
oturabiliyoruz" dedi. Mehmet Ağar değeri bilinmemiş, nankörlüğe uğramış bir
kahraman edasıyla "Bin operasyon yaptık. Ama bunlar anlatılmaz. Bunun sonucu
halkın huzurudur. Ama endişem odur ki bundan sonra kimse devlet için risk almaz"
demecini verdi.
Devrimcilerin, sol partilerin, işçi sendikalarının yanı sıra
aydınların, medyanın ve genel olarak orta sınıfın yükselen tepkisiyle birlikte
ortaya birçok belge ve bilgi döküldü. Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken,
Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi isimlerin birçok faili meçhul cinayet, Özgür
Ülke gazetesinin bombalanması, adam kaçırma, uyuşturucu kaçakçılığı, kumarhane
işletmeciliği, haraç alma, kara para aklama gibi eylemlerden sorumlu oldukları
konusunda yaygın bir mutabakat oluştu. Özellikle Alman mahkemelerinin, İngiliz
devlet bakanının ve Fransa uyuşturucu kaçakçılığını gözleme merkezinin açıklama
ve suçlamalarından sonra Çillerlerin de bu gruba en azından siyasal koruma
sağladıkları kanaati pekişti.
Sonuçta Çillerlerin ve Ağar'ın başını çektiği grubun "teröre
karşı mücadele" adı altında yetkilerini kötüye kullanarak sistemli olarak hukuk
dışı eylemlere giriştikleri, devlet için kanunsuz bir çete kurdukları, "devlet
çetesi" oldukları yolunda bir kamuoyu oluştu.
Susurluk penceresinden görünen Türkiye manzarası budur. Bu
manzaranın hak, hukuk ve adalet duygusundan bir nebze olsun nasibini almış
herkesin tüylerini diken diken edecek fecaatte olduğu, her uygar insanı haklı
bir isyana sürükleyecek bir rezalet olduğu kuşkusuzdur. Hâlâ elini kolunu
sallaya sallaya ortalıkta gezen, bakan, milletvekili, polis şefi olarak devleti
yönetmeye, kamu -yani hepimiz- adına yetki kullanmaya devam eden bu kanlı faşist
çete derhal görevden alınmalı, yargılanmalı, gayri meşru servetlerine el
konulmalı ve hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır. Evet, bu çeteyi derhal
süpürmeliyiz. "Temiz toplum, temiz siyaset"in gereği budur.
Televizyon ve gazetelerin anlı şanlı yorumcularından Deniz
Baykal ve Mesut Yılmaz'a, Eyüp Aşık ve Yaşar Okuyan gibi eski MHP'li ünlü
milliyetçi muhafazakârlarımıza kadar birçok kişinin buraya kadar
söylediklerimizi en azından esas hatlarıyla kabul etmekte zorlanmayacaklarını
söyleyebiliriz; zaten onlar da bu tür değerlendirmeleri dile getiriyorlar. "Ah,
ne güzel, demek ki onlar da hidayete erdi, sonunda gerçeği gördüler; artık
özgürlük, çağdaşlık, demokrasi ve hukuktan yana tavır alıyorlar" diyebiliriz
elbette. Sevinçle bu tür yorum yapan birçok liberal ve sol-demokrat yazar da var
üstelik. Ancak burada sakin kafayla biraz düşünmekte, acaba demekte yarar
var.
Bir devlet çetesinin olduğu kesin. Peki ama bu çetenin
elemanları nasıl oluyor da bu kadar yüksek makamlarda bulunuyor ve yıllarca
istedikleri gibi at koşturuyor? Mehmet Eymür, Abdullah Çatlı'nın ve Haluk Kırcı,
Oral Çelik gibi ünlü faşistlerin MİT tarafından 12 Eylül 1980'den itibaren Kenan
Evren diktatörlüğü döneminde kullanıldığını açıkladı. Korkut Eken, Çatlı ve
arkadaşlarının 12 Eylül'den önce de devlet elemanı olarak çeşitli operasyonlarda
kullanıldığını itiraf etti. Eski başbakanlık müsteşarı ve bakan Hasan Celal
Güzel "bu çocuklar sıkıyönetim komutanları tarafından kullanıldı. Necdet Üruğ
paşa ve eski İstanbul emniyet müdürü Şükrü Balcı bu işlerin içindeydi" diye
perdeyi aralıyor. Bu durumda 1970'lerde "bana sağcılar suç işliyor
dedirtemezsiniz" diye meydan okuyan dönemin başbakanı Süleyman Demirel'i nasıl
olur da hatırlamazsınız? Üstüste iki cümleyi bile hatasız kuramayan Tansu Çiller
devlet yaşamına gökten zembille mi indi? Tansu Çiller'i kim önce TÜSİAD'ın
ekonomi danışmanı olarak topluma lanse etti, kim DYP'ye aldı, kim milletvekili
ve bakan yaptı? Kim DYP başkanı ve başbakan olması için medyada kampanya açtı?
"Çağdaş sarışın güzel kadın" imajını kim pompaladı? Mehmet Ağar başkomiserlikten
İstanbul'un ve Ankara'nın emniyet müdürlüğüne, Erzurum valiliğine, emniyet genel
müdürlüğüne nasıl yükseldi? Kararnamelerinde kimlerin imzası var? Ağar'ı kim
milletvekili yaptı? Ağar'ı kim Adalet -evet, adalet!- bakanı ve İçişleri bakanı
yaptı? Ağar yıllarca Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına nasıl katılabildi?
Ağar kimlerle aynı kabinede bulundu? Yıpranan Çiller'in yerine geçmeye aday,
"geleceğin laik başbakanı" olarak medyada kimler Ağar'ın adını öne çıkardı?
Televizyonlarda birçok kez görmüşsünüzdür, Meclis kulislerinde Ağar emekli
general Doğan Güreş'in karşısında niçin hâlâ hazırolda durur? İbrahim Şahin
Nevşehir'de solculara işkence yaptığı yargı kararıyla kesinleşen bir komiser
yardımcısıyken yıllar içinde nasıl yükseldi ve Özel harekat dairesi başkanı
oldu? Ta 12 Martlardan kalan ve birçok davada haklarında devrimciler ve
muhalifler tarafından işkenceci olarak suç duyurusunda bulunulan Mehmet Eymür ve
Korkut Eken devletin tepe noktalarına kendiliklerinden mi geldiler? Sedat Bucak
korucubaşı yapılırken kimlerin onayını ve güvencesini aldı? Korucu ordusunu
aklına estiği için mi kurdu? Buna kendi başına mı karar verdi? Ya "Susurluk fasa
fisodur" diyerek çete soruşturmasını örtbas etmek isteyen din bezirgânlarının
rolü ne?
Medyanın çağrılarında "Çete temizlensin, hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak, parlamenter demokrasi sağlam temellere oturacak" deniliyor. MİT
başkanı Sönmez Köksal Meclis Susurluk komisyonuna dişe dokunur bilgi vermeyi MİT yasasına dayanarak reddedince, Susurluk komisyonu başkanı Mehmet Elkatmış ve kimi medya yorumcuları "devletin en üst organı yüce Meclis'e saygısızlık ediliyor" diye kızgınlığını dile getiriyor. Ama MİT yasasında gerçekten de MİT'in parlamentoya değil Başbakan'a sorumlu olduğu, parlamentoya değil sadece
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay başkanı ile Milli güvenlik kurulu genel
sekreterine bilgi vereceği yazılı olduğu halde kimler bu yasayı değiştirmek için
yıllarca parmaklarını bile oynatmadılar ve oynatmıyorlar? Bu yapılmadan
parlamento nasıl "en yetkili organ" olacak? Bakın, Türkiye nüfusunun neredeyse
dörtte birini doğrudan, geri kalanını dolaylı olarak etkileyen, ülkeye yeni bir
rejim getiren "Olağanüstü Hal Valiliğinin Kurulmasına dair Kanun Kuvvetinde
Kararname" on yıldır parlamentoda görüşülmedi. İnsanlar parlamentonun
görüşmediği bir yasayla yönetiliyor ve bu sosyal demokratlar dahil hiçbir
partinin ve yetkilinin gündemine bile girmiyor. Anayasada yasama ve yargıyı
yürütmeye bağlayan, yürütme içinde de sivil değil askeri organlara öncelik veren
temel hükümleri ise sadece hatırlatmakla yetinelim.
Çetenin kara para aklama işine girdiği belli. Peki ama Hollanda
Türkiye'nin önde gelen özel ve devlet bankalarının faaliyetlerini hangi
gerekçeyle durdurdu? Bankacılık sisteminin, yani Türkiye'nin "çağdaş ve saygın
burjuvazisi"nin dünya kara para aklama mekanizması içindeki yerini gazetelerin
ekonomi servislerinde çalışan stajyer muhabirler bile biliyor.
Bakın Avrupa İnsan hakları komisyonu ve divanı, "Türkiye'de
yargı sistemi işlemiyor" gerekçesiyle iç hukuk yolları tükenmediği halde yapılan
başvuruları kabul ediyor. Yeni yayınlanan Amerika Birleşik Devletlerinin İnsan
hakları raporu "Türkiye'de yargı sistemi birçok konuda işlemiyor" yargısını
tekrarlıyor. Dikkat ediniz, bu yargılar "devlet düşmanı komünistlerin ve
bölücülerin iftiraları" değil, Türkiyenin kendisine erişilecek hedef seçtiği
Batılı kurumların, "dost ve müttefik" Avrupa ve Amerika'nın resmi yargıları.
Peki ama "parlamentosu ve yargı sistemi işlemeyen bir devlet"e siyaset biliminde
ne ad verilir? Bu soruyu ilkokul beşinci sınıfa giden bir öğrenci bile
cevaplayabilir.
Susurluk penceresinden görünen Türkiye'yi değerlendirirken, Susurluk kazasını Türkiye'nin temel gerçeklerini örtmek, tablonun bütününü gözlerden gizlemek ve hatta aklamak için kullanmaya çalışanların oyununa da düşmemek gerekir. Bu olaya işçi sınıfının sınıfsal ve sistemsel bakış açısıyla yaklaşmakta sonsuz yararlar var. Devlet çetesi, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının öldürülmesiyle başlayan, Tan
matbaasının yıkılması, 6-7 Eylül Olayları, 12 Mart 1971 darbesi, Kahramanmaraş
ve Çorum katliamları ve 12 Eylül faşizmi ve özel savaşla devam eden zincirin
günümüzde açığa çıkan halkasıdır ve emperyalizme bağlı kapitalist sistemin tipik
bir ürünüdür.