Türkiye'nin petrol, enerji ve otomotiv gibi en stratejik işkollarında örgütlü en büyük işçi konfederasyonu Türk-İş'in 20. genel kurulu sonuçlandı. Başta AKP olmak üzere, bütün sağ partilerin etkinlik sağlamak üzere aylardır çabaladıkları genel kurul, büyük oranda sürpriz
olmadan bitti. Daha mücadeleci, dürüst ve ilkeli sendikacılardan oluşan bir liste çıkamadı. Yıllardır yaptıkları bundan sonra yapacaklarının teminatı olanlar, yine koltuklarını korudular.
Kamuoyu açısından bu genel kuruldan akılda kalan en önemli sonuç, "Türk-İş'in artık AKP'nin arka bahçesi" olduğu yorumlarıydı. Bu yorumların gerçeği mi, yoksa sendikal dünyayı yakından tanımayanların sığ bakış açısını mı yansıttığını değerlendireceğiz.
Ancak, Türk-İş'in kimin arka bahçesi olup olmadığının
değerlendirilmesinin yanısıra, işçi hareketini yönlendirme gibi bir
görevi olan komünistlerin, her farklılığı gözeten bir tutum almaları
olmazsa olmaz koşullardan biridir. Biz sendikalar ve sendikacılar
arasındaki nüansları da görmeye gayret ediyoruz. Dolayısı ile, bizim
ilk değerlendirmemiz, genel kurulda, her şeye rağmen, siyasal çizgide
durdukları yer ne olursa olsun, sermayeye karşı o ya da bu düzeyde
mücadele edenlerin gerçek dostlarını görmelerini ve birbirlerini
bulmalarını sağlayan bir sürecin de yaşandığı doğrultusunda. Bu kısmen
olumlu adım sayesinde, şu anda görünen, bu önemsiz olamayacak kadar
büyük konfederasyonun ileride işçi sınıfının gerçek ihtiyaçlarına göre
şekillendirilebilmesi umudu yeşerdi.
Bilindiği gibi Türk-İş seçimlerinde iki liste yarıştı. Ürün internet
sitesinde bu konuda ayrıntılı bir değerlendirme notumuz var; tekrar
etmeyeceğiz. O notumuzda olağanüstü bir durum olmadığı takdirde aynı
ittifakların değişmeyeceğini de belirtmiştik. Seçimlerde herhangi bir
sürpriz olmadı. Aylar öncesinde adaylığını açıklayan Tes-İş genel
başkanı Mustafa Kumlu, yeni dönemin Türk-İş genel başkanı olarak
seçildi.
Genel Kurul sonunda TÜRK-İŞ'in yeni Yönetim Kurulu şu şekilde
belirlendi:
Genel Başkan Mustafa Kumlu (Tes-İş Sendikası Genel Başkanı)
Genel Sekreter Mustafa Türkel (Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı)
Genel Mali Sekreter Ergün Atalay (Demiryol-İş Sendikası Genel Başkanı)
Genel Eğitim Sekreteri Nihat Yurdakul (Belediye-İş Sendikası Genel
Başkanı)
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Pevrul Kavlak (Türk Metal Sendikası
Gen. Baş.Yard.)
Hem ittifakların durumunu değerlendirmek, hem de elimizde sonrası için
bir mihenk taşı olması için ekiplerin aldıkları oyları da verelim:
Toplam oy
372
Kullanılan oy
368
SALİH KILIÇ
147
Fikret Barın
158
Yaşar Seyman
117
Ali Akcan
147
Mustafa Öztaşkın 172
MUSTAFA KUMLU
214
Mustafa Türkel
196
Ergün Atalay
243
Nihat Yurdakul
209
Pevrul Kavlak
183
Yüzlerce delegenin günlerce Ankara'da kaldığı, Baykal haricindeki bütün
siyasetçilerin ziyaret ettiği genel kurulda 4 gün boyunca hararetli
tartışmalar yürütüldü. Ama, günlerce süren kongreden akılda sadece
birkaç sendikacının konuşması kaldı. Derli toplu, şovenizmden arınmış,
sendikal konulara ağırlık veren konuşmacılar azınlıktaydı.
Azınlıktaki bu delegelerden birisi, daha birkaç ay önce, Türk-İş'in
sendikaların elini kolunu bağlayan çerçeve anlaşmasına rağmen, iyi bir
toplu sözleşme imzalamayı başaran Hava-İş genel başkanı Atilay
Ayçin'di. Bir diğeri de, sendikal mücadele içindeki gel gitlerine ve
bazen idare-i maslahatçı tutumuna rağmen, hâlâ olumlu bir çizgide duran
Petrol-İş genel başkanı Mustafa Öztaşkın'dı. Bankacılık sektöründeki
-büyük ama hiçbir toplumsal etkinlikte yer almayan- Basisen'in
gösterdiği adaylardan Yaşar Seyman'ın yaptığı konuşma da sendikal
konulardaki tutarlılığı ile mutlaka dile getirilmesi gereken bir
konuşmaydı.
Türk-İş'in ne yapması gerektiğine dair bir program sunan, örgütlenmeyi
telaffuz eden, özelleştirmeleri gündeme getiren, genel grevi
dillendiren, sendikalar arası birlik vurgusunu öne çıkartanlar
sözkonusu bu birkaç delege oldu. Ne yazık ki, Türk-İş içinde onların
işaret ettiği doğrultuda harekete geçebilecek bir delege yapısı yok.
Delegelerin çoğunluğu, yukarıda aktarmaya çalıştığımız gibi, birbirine
hiç benzemeyen, herhangi bir ortak noktası olmayan sendikacılara,
grupçu bile denemeyecek kadar dar, sığ beklentileri nedeniyle oy
verdiler. Bu sendikacılar, rahatlıkla karşı listede de yer
alabilirlerdi ve yine garip karşılanmazdı.
Sendikaların beklentisi, her ne şekilde olursa olsun Türk-İş genel
merkezine girmek üzerine inşa edildiği için de, listeler arası yer
değiştirmeleri eleştirenler azınlıkta kaldı.
Kongre esnasında
Salih Kılıç, seçim öncesi son konuşmasını yapmak üzere kürsüye
çıktığında, dört yıldır Türk-İş yönetiminde birlikte çalıştığı
arkadaşlarının "pisliklerini" ortaya döktü. Doğal olarak, ittifaklarda
anlaşma gerçekleşmeyince can havliyle ortaya döktüğü bu itiraflar bir
işe yaramadı. Sadece, dar bir kesimin bildiği gerçekleri tüm Türkiye
ile paylaşmış oldu. Yitireceğini anlayan Salih Kılıç, son bir umutla,
panik içinde en güçlü iki sendikacıya, hem Kumlu'ya, hem Türkel'e
sendikaları için demediğini bırakmadı. Onların mücadeleden kaçtıklarını
anlattı; başbakanla ve diğer bakanlarla özel görüşmelerini ortaya
döktü. Ama, bu kadar "kötü", "kalitesiz" ve "niteliksiz" sendikacı ile
niye yıllarca birlikte çalıştı ve niye kongre gününe kadar konuşmadı sorusu yine cevapsız kaldı.
Bizler açısından Salih Kılıç'ın aktardıklarının hiçbir şaşırtıcı yönü yok. Ne kamudaki sendikaların siyasilerle iç içeliği bizi şaşırtır; ne de bir bildiriye bakanlardan birinin doğrudan müdahalesi bizi şok eder.
Bunların hepsi de yıllardır yaşanan, sosyalistlerin ve dürüst sendikacıların eleştirdiği hususlardı. Salih Kılıç'ın eleştirilmesinin sebebi söylediklerinin yanlış olması değil, tüm bu doğruları tam son anda, istediğini elde edemeyince ortaya dökmesiydi.
Aynı listede yer alsa idi, mesela bu konular gündeme gelecek miydi
sorusuna rahatlıkla asla dile getirmezdi cevabını verebiliriz. Çünkü, o
da, bugüne dek ilkesiz ittifaklar içinde yer almaktan çekinmeyen, elden
geldiğince hükümetlerle iyi geçinen bir profil çizmişti.
Mesela, Salih Kılıç'ın bu kongredeki liste arkadaşlarından Yol-İş
sendikasının Kılıç'ın listesinde yer almasının tek sebebi, Yol-İş genel
başkanı Fikret Barın'ın aynı listede olmak için şart koştuğu genel
sekreterlik pozisyonunun Kumlu tarafından kabul edilmemesiydi. Salih
Kılıç onun genel sekreterliğine onay verince, diğer listeden sözde
rakip listeye transfer olmakta bir an bile tereddüt etmedi.
Buna karşın, Petrol-İş'in Kumlu'nun listesinde yer almamasının sebebi
ise, Petrol-İş delegelerinin kendi başkanlarının adaylığına "Kumlu'nun
listesinden olmama" şartı getirmeleriydi. Ama, aynı Petrol-İş, Hava-İş
ve diğer daha mücadeleci sendikaların "ortak tepki listesi" çıkartma
teklifini de reddetti.
Basisen gibi uzlaşmacı bir sendikanın Yaşar Seyman gibi bir kadın
muhalifi aday göstermeyi kabul etmesi bir olumluluk olarak ele
alınmalı. Kaydedilmesi gereken bir diğer nokta, örneğin MHP'li
sendikacılar arasında ortaklığın bozulmasıdır. Son yıllardaki en büyük
grevi başarıyla yürütüp sonuç alan Haber-İş'in delegelerinin büyük bir
çoğunluğu milliyetçi partilere yakınken, aynı fikirdeki Türk Metal
delegeleri ile yumruk yumruğa kavga bile ettiler. Bizzat Haber-İş
başkanı Ali Akcan, "sağolsun Türk Metal bize Avrasya televizyonunu açtı ama, biz kimsenin kanatları altında iş yapmayacağız" diyerek tavır aldı. Kendi tabanı açısından daha zor kabul edilebilecek bir ekibe (demokrat Öztaşkın, hem Alevi, hem Kürt kimliği bilinen Yaşar Seyman gibi) dahil olmaktan çekinmedi.
Türk-İş AKP'nin arka bahçesi yorumu
Genel geçer eleştirilere ve yorumlara bakıldığında, AKP'nin Türk-İş'in
içinde büyük bir etkinlik kazandığı kabul edilir. Ancak, eğer farklı
bir beklenti yok ise, bu yorumların cehalet ürünü ve çok sığ bir bakış
açısıyla yapıldığını söylememiz gerekiyor.
Çünkü, sadece kongre sonucundaki başkanların değişimine bakıldığında
bile, Türk-İş genel merkezinde "birilerinin bahçesi" olamayacak kadar
küçük bir değişikliğin olduğunu görmek mümkün.
Bakın, eski yönetimi değerlendirdiğimiz bir önceki yazımızdan bir
alıntı yapalım ve iddiamızı somut olarak gösterelim: "Mevcut yönetimin
genel başkanlığında Salih Kılıç (Türk Metal'den gelme), genel
sekreterliğinde Mustafa Kumlu (Tes-İş genel başkanı; AKP'nin kuruluş
toplantıları bu sendikanın genel merkezinde yapılmıştı), genel mali
sekreterliğinde Ergün Atalay (Demiryol-İş genel başkanı, AKP'ye
ideolojik ve örgütsel olarak en yakın isim), genel eğitim
sekreterliğinde Mustafa Türkel (Tekgıda-İş genel başkanı), genel
teşkilatlandırma sekreterliğinde ise Çetin Altun (eski Genel Maden-İş
başkanı) bulunuyor."
Peki Türk-İş yönetiminin yeni halinin AKP'nin arka bahçesi olduğunu
iddia edenler neye dayanarak bunu söylüyorlar?
Bu yönetimde asıl olarak değişen sadece 1 (evet, yazıyla "bir" sendika)
oldu. Yeni dönemde yönetime Belediye-İş sendikası da girmiş oldu.
Çünkü, Kılıç, Türk Metal'i temsil ediyordu; kendisi gitti, yerine yeni
bir Türk Metal temsilcisi geldi.
Yeni yönetimde Genel Maden-İş sendikasının temsil edilmediği
söylenebilir, ancak, zaten G. Maden-İş sendikasını temsil eden Çetin
Altun, kendi örgütü tarafından desteklenmediği için aday bile olamadı.
Yeni G. Maden-İş yönetimi, bu dönem Türk-İş merkezine girmektense,
Kumlu'nun listesini desteklemeye karar vermişti. Zaten, bilindiği gibi,
normal şartlarda, aidat borcunu ödeyemediği için seçimlerde sembolik
olarak 1 delege ile temsil edilmesi gereken G. Maden-İş'in borcunu
Tes-İş ödemiş ve onların seçimlere girmesi sağlanmıştı.
Dolayısı ile, yeni yönetimde fazladan tek bir kişilik değişime bakarak,
bu yönetimi bir partinin ön veya arka bahçesi diye nitelemek ya
haksızlık, ya cehalet veya propaganda amaçlı olarak değerlendirilebilir.
Türk-İş'in siyasiler ve devlet açısından önemi elbette tartışılmaz. En
büyük işçi konfederasyonu olduğu ve yasal olarak üçlü müzakerelerin
(hükümeti, işverenleri ve işçileri kapsayan) hep "en büyük işçi
konfederasyonu" ile yapılması gerektiği için, siyasiler ve devlet her
zaman Türk-İş seçimlerine yakın ilgi göstermiştir. Daha önceki yıllarda
da ANAP'ın, sonrasında DYP'nin, yakın dönemde MHP ve AKP'nin Türk-İş
kongrelerine dönük hesapları biliniyor. Sağ partiler yıllardır
Türk-İş'e dönük beklentilerini bazen açık bazen örtülü olarak, ama
mutlaka dile getirmişlerdir; ellerinden geldiği kadarıyla da müdahale
etmişlerdir.
İşte, AKP'nin müdahalesinin bunlardan özel olarak bir farkını görmek
mümkün değil. Zaten iktidarla iyi ilişki kurmayı kendilerine değişmez
strateji olarak belleyenlerin, iktidarda AKP'nin mi yoksa başka bir
partinin mi olup olmadığı ile doğrudan ilgilenmedikleri de ortada.
Onlar için kim var sorusundan çok, işimizi hangisi halleder, sorusu
daha önemlidir.
Bu konuda, son olarak şunu söyleyebiliriz. Acaba, daha önceki Kılıç
döneminde, iktidarın istemediği herhangi bir şeye Türk-İş itiraz etti
mi? Özelleştirmelere Kılıç döneminde bir kez bile doğrudan ve koşulsuz
karşı çıkılmadığını hatırlatalım. Barajlara bir kez bile
değinilmediğini, aksine barajların desteklendiğini de hatırlatalım.
Sosyal güvenlik kanunu değişikliğine karşı göstermelik demeçler
ötesinde itiraz edilmediğini de belirtelim. Veya kamu toplu
sözleşmelerinin çerçevesi belirlenirken hangi maddelerde ısrarcı
olduğunu hatırlayalım.
Yeni yönetimin bu iktidarın ortağı olduğu değerlendirmelerini yaparken,
lütfen bu hususları da göz önünde bulunduralım. Sorun, Türk-İş'in şu ya
da bu burjuva partisine veya parti dışı militarist odağa ne kadar yakın
olduğundan çok, genel olarak sermaye sınıfına ve devlete ne kadar yakın
veya uzak olduğudur; Türk-İş'i sermayeden ve devletten uzak, işçi
sınıfının genel çıkarlarını savunan bir yapıya kavuşturmaktır. Şu ya da
bu partiye veya odağa yakınlıkla ilgili yüzeysel değerlendirmelerle
yetineceğimize, kendi kendimize, yeni Türk-İş yönetimini bu yönde daha
fazla nasıl zorlayabiliriz diye soralım.
Ama, Kılıç döneminde büyük bir tepki almadan imzalanan ve geçen kimi
kararların, AKP'li damgası yemiş yeni yönetimde daha şiddetle
yaşanacağını şimdiden öngörmek mümkün. Bunun getirebileceği açılımların
neler olabileceğini de zamanla göreceğiz.
Olumlu bir not
Bu arada Kongre'ye dair, gelecekte sendikal mücadele de ve farklı
sendikal yapıların birliği açısından değerlendirilebilecek son bir not
iletelim. Bu ileteceğimiz notun kamuoyu tarafından önemiyle orantılı
olarak, gereğince değerlendirilmediğini de belirtelim.
Yukarıda da değinmiştik, Türk-İş bugüne dek barajlara ilişkin resmi
düzeyde hiçbir zaman açıklama yapmadı. Yüzde 10 ülke barajı, yüzde 50
artı 1 sendikaların ve örgütlenmenin önündeki en büyük engeller. İlk
kez bu kongrede Türk-İş politikasında "radikal" bir değişiklik yaptı.
Barajlara resmen karşı çıktı.
Genel Kurula getirilen "yüzde 10 ülke barajı ile noter şartının"
kaldırılması teklifi, Türk-İş tarihinde ilk kez olmak üzere, oy birliği
ile kabul edildi. Bağlı sendikaların yarısından çoğunun barajın altında
olduğu bilinen Türk-İş için, bu karar, eğer doğru yönde kullanılırsa,
önemli bir dönemeç sayılabilir.
Tabii ki kararın kabul edilmesi tek başına bir anlam ifade etmiyor;
kararın takipçisi olmak daha önemli. Ama, hiç olmazsa, bundan sonra
muhalif sendikacıların, mücadeleci sendikacıların bu konuda bir dayanak
noktası olacak, kendi tezlerini kabul ettirmek için Kongre kararına
atıfta bulunma olanağı bulacaklar.
Sonuç olarak
Şu anda Türkiye'nin emekçilerinin ne büyük saldırılar altında olduğunu
bu ülkede yaşayan herkes görüyor. Ancak, yukarıda kısaca aktarmaya
çalıştığımız genel kurul değerlendirmesine baktığımızda, sanki bu
ülkede yaşamayan sendikacılardan bahsettiğimiz fark edilmiştir.
Ertelenme ihtimali olmakla birlikte, gelecek kuşakları bütünüyle
etkileyecek bir sosyal yıkım programı hayata geçirilecek. Kayıtdışı
çalışan sayısı bizzat çalışma bakanının açıklamasına göre 10 milyon
kişiyi buldu. Çalışanlar arasında sendikalaşma oranı yüzde 8'lere indi.
Kıdem tazminatlarımıza göz dikildi. İşsizlik sigortası fonunu bile
işverenlerin hizmetine sunmaya niyetliler.
Bu hayati önemdeki konular es geçildi, kongrede kim hangi pozisyona
seçilirse hangi sendikaya yararlı olacağı gibi yüzeysel bakış açısı
genele egemen oldu.
Sosyalistler, sınıf bilincine sahip öncü işçiler, sınıf ve kitle
sendikacılığını öneren mücadeleci, dürüst sendikacılar yine bir araya
gelemediler. Aslında, alınan tepki oylarının sayısı bile, sağlam,
tutarlı, ilkeli, mücadeleci ve dürüst bir sendikacılığı öneren bir
programla ortaya çıkılsa sonuç alınabileceğini gösteriyor. En azından,
Türk-İş'in yarılmasına dahi yol açabilecek bir sürecin ilk adımları
atılabilirdi bu şekilde.
Şimdi, Türk-İş çevresinde yer alan hemen herkesin dilinde, yapılanlar
için "AKP operasyonu" diye bir söylem gelişti. Bu yaklaşımın doğru
yanları var elbette; bu da kendi içinde bir olumsuzluk taşıyor ama,
belli merkezlerden umudu kesmeyi sağlayacağı için işçi sınıfının önünü
bile açabilir.
Bürokratik ayak oyunlarından, bakanlarla yapılan görüşmelerden işçi
sınıfının lehine bir sonuç alınamayacağı kısa zamanda anlaşılacaktır. O
durumda, işçi sınıfının öncüsü olma iddiasını taşıyan bilinçli
kesimlerin alanlarda, hoşnutsuz yığınların hemen yanıbaşında bulunması
büyük önem taşıyor.
İşçiler, kendilerini kongrelerden alınacak sonuçlara hapsetmeyen,
hayatın her alanına müdahale etmeye hazır bir mücadele tarzı
tutturmalıdır. İşçi sınıfının sermayeden ve devletten bağımsız, anti
kapitalist, adil ve eşit bir hayat amaçlayan programa sahip olması bu
nedenle önemlidir.
"Ekibiyle" gelen Mustafa Kumlu, Türkiye'nin en zengin sendikalarından
Tes-İş'in başkanıdır. Tes-İş, grev yasağı kapsamındaki enerji iş
kolunda örgütlü en büyük ve tek sendika. Hak-İş'te veya DİSK'te Tes-İş
muadili bir sendika yok. Tes-İş yönetiminin bugüne dek grev yasağı
kapsamında olmaktan dolayı hiçbir zaman şikâyet ettikleri duyulmadı.
Neredeyse bütün işletmeleri özelleştirme tehdidi altında olmasına
rağmen, özelleştirme karşıtı mücadele içinde de hiçbir zaman yer
almadılar. Sendikal faaliyetleri dönem dönem başka sendikaların veya
konfederasyonun düzenlediği etkinliklere katılıp boy göstermekten
ibarettir. Onca mali kaynaklarına rağmen, işçi sınıfını ilgilendiren
temel konuların hiçbirinde öne çıktığı görülmemiştir.
Ekibin sosyal demokrat sosu olarak tanıtılan, delegelerinin karşı ekibe
oy vermemesi için tek tek tehdit veya ikna edildiği iddia edilen
Belediye-İş başkanı Nihat Yurdakul, dürüst bir politikacı olarak
biliniyor. Kamuoyunda yolsuzlukları ile tanınmıyor. Belediye-İş,
sendikal mücadelenin öncüsü olmadı hiçbir zaman ancak, araştırmaları ve
eğitimleri ile işçi sınıfına daha yakın bir noktada durdu. Yurdakul,
eğer Öztaşkın kabul etmezse Kumlu'nun ekibine dahil edilecek isimdi.
Öztaşkın diğer listeye geçince, Kumlu Yurdakul'a teklif götürdü. İlk
önce, Öztaşkın ile Yurdakul'un rakip listelerin aynı pozisyonunda
olacakları ve birbirlerine kırdırılacakları söylenmişti. İkisi de aynı
görevde yer almayı kabul etmeyince bu plan suya düştü. Eğer
birbirlerine destek olsalardı, listeyi delme imkânı olacaktı, ama,
olmadı.
Mustafa Türkel, Tekgıda-İş'in başkanı. Tekgıda-İş, Tekel'in
özelleştirilmesine kadar ülkenin orta büyüklükteki sendikalarından biri
sayılırdı. Uzun yıllardır özelleştirmelerin ardından gelen
emeklilikler, işten çıkartmalar vs. nedeniyle çok üye kaybettiler.
Tekgıda-İş'in geleneksel olarak daha uzlaşmacı, daha işbirlikçi bir
profili olmasına rağmen, özelleştirmelerin başlamasıyla birlikte,
sendikanın yapısında daha mücadeleci bir çizgi hâkim oldu. Aslında,
Türkel, o çizginin yarattığı rüzgârı arkasına alarak başkan olmuştu.
Daha 2006 yılına kadar genel merkezlerinde eğitim ve örgütlenme dairesi
bile bulunmayan sendika, son dönemde hem eğitime hem de örgütlenmeye
kadro ayırmaya karar verdi. Yeni politikalarının etkisini de, çeşitli
işyerlerinde örgütlenerek göstermeye başladı. Fakat, Türkel'in Türk-İş
genel merkezinde bulunması ne kendi sendikasının ne de diğer
sendikaların örgütlenme faaliyetlerine ilave bir katkı getirdi denemez.
Ekibin en çok oy alan sendikacısı Ergün Atalay, AKP'ye en yakın isim.
Demiryol-İş sendikası da, bürokrasi ile iyi ilişkiler kurmanın ötesinde
işçi sınıfı mücadelesi içinde yer almaya çok hevesli olmayan bir
sendika olarak bilinir. Başında bulunduğu Demiryol-İş sendikası
doğrudan sendikalarla uğraşan öncüler dışında bilinen bir sendika
değildir. Atalay'ın bu kadar yüksek oy almasının temelinde, insani
özellikleri ve özel konulardaki yardımseverliği rol oynadı.
Türk Metal sendikası temsilcisi olarak seçilen genel başkan yardımcısı
Pevrul Kavlak bilinen bir isim değil. Bundan sonraki görevinin Türk-İş
genel merkezinde Türk Metal'in işlerini takip etmek olacağından emin
olabiliriz. Türk Metal bu sayede, Petrol-İş gibi sendikaların, örneğin
Bursa'da, yaptıkları örgütlenmeyi yok etmek için patronların talebi ile
işkolu tespiti isteyecek ve mahkemeden istediği kararı çıkartıp o
işçileri sözde sendika üyesi yapacak. Buna karşı Türk-İş genel
merkezinden uyarılması istendiğinde, oradaki "adamları" aracılığıyla bu
uyarının yapılmaması sağlanacak. Veya, yine "koskoca" Türk-İş genel
merkezindeki "adamı" sayesinde, Birleşik Metal'in yaptığını duyduğu
örgütlemeyi kırmak üzere patronları arayacak ve "ya biz ya da o
komünistler" diyerek tehditle işçilerin kendi sendikalarına girmesini
sağlayacak. Veya, Avrasya adlı televizyon kanalında ırkçı/şoven bir
yayın yapacak. Yıllar boyunca MHP'li olarak AKP'ye küfredecek fakat,
kanalının lisans sorunu çıkınca, tüm eleştirilerini askıya alacak.
Dolayısıyla, Türk Metal'in bu kongreden beklentisi çoktu. Sırf bu
sebeple Türk Metal başkanı Özbek daha önce hiç yapmadığı şekilde üç gün
boyunca kongre salonundan hiç ayrılmadı; delegelerinin de ayrılmasına
izin vermedi. Bu arada, Kongrede AKP'nin müritlerini arayanlar, genel
merkeze adaylığı için konuşmasını yaptıktan sonra ilk iş olarak gidip
ceketinin önünü ilikleyerek Mustafa Özbek'in elini öpen Pevrul Kavlak'a
da bakabilirler
Kongrede kabul edilen barajlara dair karar
Türk-İş Genel Kurulunda alınan kararlardan birisi, Türk-İş içindeki
büyük bir değişikliği yansıtıyor. Bilindiği gibi, Türk-İş'e bağlı pek
çok sendika bugün yüzde 10 barajının altında kalıyor. Yani gerçek bir
inceleme yapılacak olsa, birçok sendikanın yetkisi düşecek. Ancak buna
rağmen Türk-İş hiçbir zaman bu anti demokratik yasanın kalkması için
harekete geçmedi. Aksine, barajın kalkmasının "sarı sendikacılığa" yol
açacağını bile iddia etti. Ama, asıl gerekçenin başka olduğu biliniyor.
Yasaya göre, bir sendikanın toplu sözleşme yapıp yapamayacağını
belirleyen yetki belgesini verme "hakkı" siyasi iktidarlarda olduğu
için, Türk-İş bugüne dek bu yasaya itiraz etme gereği duymadı. Çünkü,
nasıl olsa siyasilerle iyi ilişkide olmak bu belgeyi almaya yettiği
için, kendi sendikalarının karşına rakiplerin çıkmasına yol açacak bir
girişimi asla kabullenmediler.
Bu genel kurulda, yeni ve bağımsız sendikalara karşı bugüne dek
izledikleri bu düşmanca politikalarından bir nebze uzaklaştılar. Genel
kurul kararı olarak, hem de "oybirliği" ile, barajın kalkması yönünde
bir önergeyi kabul ettiler. Bu kararın dostlar alışverişte görsün diye
mi, yoksa ciddi bir hazırlık sonucu mu olduğunu zaman gösterecek. Ama,
her ne olursa olsun, Türk-İş içindeki dürüst ve mücadeleci
sendikacılar, bundan sonra bu yönde atıf yapabilecekleri bir genel
kurul kararına sahip oldular.
Türk-İş Eğitim ve Teşkilatlanma Komisyonu önerisi:
"... Sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engellerden biri olan
2821 ve 2822 sayılı yasalardaki örgütlenme özgürlüğünü engelleyen
hükümlerin kaldırılması için yoğun çaba sarf edilmelidir. Yüzde on
barajının kaldırılması ve örgütlenmede büyük bir engel teşkil eden
noter zorunluluğunun kaldırılması için çalışmalar yapılmalıdır..."