"Mustafa Özbek işçi
hareketinde büyük emeği olan bir işçi lideridir" tespiti, Türk
Metal adlı yapının Ergenekon operasyonları kapsamında 22 Ocak
2009'da aranması ve 26 Ocak tarihinde Mustafa Özbek'in tutuklanması üzerine yapıldı. Açıklamayı yapan, olağanüstü toplantıya çağrılan Türk-İş Başkanlar Kurulu. Ama, önemli olup olmadığını bilmediğimiz bir ayrıntı, nedense sonuç bildirisi, gelenek olduğu üzere "Başkanlar Kurulu adına"
ibaresi konmadan Türk-İş Basın Bürosu olarak imzalanmış.
Konumuz, Türk-İş
Konfederasyonu içindeki en büyük örgütü oluşturan ve doğal
olarak en fazla delegeyi barındıran Türk Metal'e Konfederasyon
tarafından sahip çıkılıp çıkılmaması değil. Türk-İş'in
mevcut yapısıyla kendi bünyesindeki bir örgüte sahip çıkmaması
düşünülemez. Bizim derdimiz, böylesine övgü dolu bu sözlerin
altına imza atanların çok da beklemeye gerek kalmadan, kısa bir
süre sonra bile bu imzalarından dolayı utanacaklarını hatırlatmak.
Bu yazının amacı, Türk
Metal'in maruz kaldığı bu muameleden sonra "bizim cenahta"
yazanlardan kimilerindeki kafa karışıklığına işaret etmek. Söz
konusu arkadaşlarımızdan biri de ne yazık ki Yüksel Akkaya. Emek
yanlısı değerli bir akademisyen olan Akkaya'nın Özbek hakkında
yazdıkları sadece belli alanlarda değil, bir kesim sol içinde de
uzun zamandır devam eden kafa karışıklığının rafine bir
yansıması olmasından dolayı ilgiyi hak ediyor. Ayrıca söylemeye
gerek yok, Yüksel Hocanın yaklaşımları sendikal dünyada da
yankı bulduğu için ilave bir ilgimiz de olmalı. Benzer
yaklaşımları "sol"da tanıdık hâle gelen milliyetçi,
militarist, devlet yanlısı ve işkencecisini affedecek düzeyde
değişim içindeki kesimlerde de görüyoruz. Bu yazıda, söz
konusu bu kesimleri eksene almadan, ama onları da içerecek bir dil
tutturmaya gayret edeceğiz.
Bu nedenle kısaca
sendikaların niçin Türk Metal/Özbek olayına bütün yönleriyle
bakması gerektiğini ortaya koyalım. Bunun için de Türk Metal'in
nasıl bir yapı olduğunu, sendikaların ise nasıl yapılar
olmaları gerektiği soruları etrafında dolaşalım. Son olarak,
Yüksel hocanın bu konudaki tutumunu değerlendirelim.
Sendika nedir?
Sendika eğitimcileri,
temel üye eğitimlerinde, yani ilk kez sendika ile tanışan, bu
nedenle çoğunluğu genç, yeni üyelere verilen eğitimlerde,
"sendika nedir" sorusunun cevabını neredeyse ezberlenmiş
olarak verirler: "Sendika, bizzat işçiler tarafından kurulan,
üyelerinin hak ve menfaatlerini savunan, ekonomik ve demokratik
mücadele yürüten işçi sınıfı örgütleridir". Eğer
eğitimci bu konuyu biraz daha mücadeleci bir perspektifle
anlatıyorsa, bu tanıma "sendikalar, devletten ve sermayeden
bağımsız olmalıdır" diye bir uyarı da ekler. İşçilerin
birliği, aynı sınıfın üyeleri olma, uluslararası dayanışma,
toplumsal mücadele gibi konular ise bu tanımları açımlamak
üzerine inşa edilir ve ilk ders tamamlanmış olur.
Şimdi bu tanımlamalardan
yola çıkacak olursak Türk Metal'i nereye oturtabileceğimize
bakalım.
Acaba "bizzat işçiler
tarafından kurulan" tanımına uyar mı? Yoksa "üyelerinin hak
ve menfaatlerini koruduğu" için mi sendika demeliyiz? Belki de
Türk Metal, ülkemizde bir "ekonomik ve demokratik mücadele
yürüten" örgüttür? Türk Metal'in "devletten ve sermayeden
bağımsız" olduğunu iddia edecek kadar sendikal konulara uzak
kişiler yoktur muhtemelen aramızda.
Belki Türk Metal adlı
örgüt ülke içinde olumsuz bir imaja sahiptir ama, uluslararası
ilişkilerinde eşitliğe önem veriyordur. Belki yabancı
ülkelerdeki sınıf kardeşleriyle dayanışma içine giriyordur.
Belki üyelerini sürekli olarak eğitimlerden geçiriyordur. Belki
eylemlerde ön saflarda yer alıyordur. Belki inanılmaz boyutlardaki
parasal gücünü emekçilerin yararına harcıyordur. Belki emekçi
düşmanı iktidarlara karşı amansız mücadele yürütüyordur.
Bu sayılanlar bir
sendikada olması gereken özelliklerden birkaçıdır. Sadece formel
bir mantıkla "toplu sözleşme yapan" her kurum "sendika"
olarak nitelenseydi, patronlarca hakiki sendikaların önünü kesmek
için kurulan onlarca sahtesini ayırt etmek mümkün olmazdı.
( Meraklı
okurlar, bir örnek olması açısından "İlkim-İş" adlı
"sendikayı" inceleyebilirler )
Aynı şekilde, yukarıda saydığımız sendikaların niteliklerine
bakılınca, bugünkü Türkiye'de yaşıyorsanız, Türk Metal
deyince akla bu özelliklerin hiçbirinin gelmeyeceğini de
biliyorsunuzdur.
Bir sendikanın üyesiyle
olan ilişkisi açısından tüm bu özellikler bir yana, Türk
Metal'in pek çok sendikada olmayan özelliklerini de belirtelim ki
haksızlık etmiş olmayalım.
Türk Metal deyince,
mesela akla emekçi sorunlarıyla hiçbir ilgisi olmayan,
uluslararası strateji kuruluşları oluşturduğu gelir. Maddi
kaynaklarını, devletler arasında işçilerin dahil olmadığı
garip ilişkiler kurulması için harcadığı bilinir. Çalıştırdığı
uzmanların işçilikle, sendikacılıkla bir ilgilerinin olmadığı
bilinir. Uluslararası sendikal alandan dışlandığı ve başka
sebeplerle doğrudan eski sosyalist ülkelere dönük bir
uluslararası federasyon kurduğu bilinir. Dolayısıyla, Türk Metal
deyince akla son gelecek şey sendikal faaliyetlerdir.
Mustafa Özbek deyince
de, yapılan tüm bu sendika dışı faaliyetlerin odağındaki,
başındaki, tek yetkili kişi gelir. Demokratik sendikalarda toplu
sözleşmelerden tutun da şube/merkez seçimlerine kadar üyenin ve
temsilcilerin katılması olağanken, Türk Metal'de ise genel
merkez yöneticilerinin bile Özbek'in onay ve kabulünden sonra o
göreve geldiklerini duymak şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu nedenle de, Türk
Metal'in o devasa, holding binalarından daha görkemli genel
merkezinin birkaç saatliğine aranmasından dolayı hayretler içinde
kalınmasına hayret etmek gerekir aslında.
Hiç kimsenin sanki bu
ülkede ilk kez sendikalar saldırıya uğruyormuş gibi yapmasına
gerek yok. Hiç kimsenin de yine "sendikal özgürlüğün büyük
yıkımı ve ihlali de bu çatlaktan başlar" diye önce
yazdıklarını tümüyle inkâr eden bir tespit yapmasına da gerek
yok.
Bugünkü koşullarda,
sendikal yapıların tam ortadan ikiye çatlaması, bunun de kuvveden
fiile çıkartılması bir zorunluluk hâline gelmiştir. Bugün eğer
"sendikal mücadele" denildiğinde akla bir avuç sendika
geliyorsa, buna mukabil "işçinin sırtından geçinenler"
dendiğinde onlarcası bir çırpıda sayılabiliyorsa, bu iki tarz-ı
sendika arasında kesin bir ayrım yapmak da mecburiyettir; işçilere
karşı vicdani yükümlülüktür.
Asla sendikalara
dokunamazsınız; çünkü sendikalar işçi hakkı savunur. Çünkü
sendikalar devletten bağımsızdır. Çünkü sendikalar özgürlük
mücadelesi yürütür. Çünkü sendikalar işçi sınıfının
kaleleridir. Çünkü sendikalar bizzat işçiler tarafından işçi
haklarını korumak için kurulmuştur. Doğrudur.
Ama, eğer bir sendikacı
daha yirmi yıl önce ay sonunu zor getiren bir işçiyken, şimdi
trilyonlara sahip bir zengine dönüştüyse, bırakınız bu yapının
korunmasını, aksine, dokunulması için bizim öncülük etmemiz
gerekiyor.
Bir sendikacının bütün
ömrü muhaliflerini zor kullanarak sindirmekle geçtiyse, emir
komuta zinciri içinde bir yapı kurduysa dokunulmalıdır.
Bir örgüt, sırf adına
"sendika" dediği için dokunulmaz kılınacaksa, o zaman bilim
ve bilim insanlığı ne işe yaracak sorusunu sormamız gerekiyor.
Adını "sendika" olarak değiştirdiği için bir örgütün tüm
kontgerilla faaliyetlerinde yer almasını haklı göreceksek;
faşizan bir siyasi çizginin Avrasya operasyonları için örtülü
faaliyetler içine girmesini haklı göreceksek; dil, din, ırk ve
cinsiyet ayrımı yapmaksızın tüm işçileri birleştirmek yerine
sadece işçilerin "Türk" olanlarını örgütlemesine itiraz
etmeyeceksek, o kurumun başındaki kişi kendisine sendika başkanı
değil de, Türkmenbaşı denmesini isteyecekse ve biz tüm bunları
da sendikal faaliyet sayacaksak, gerçekten bilim ne işe yarar diye
sormak gerekiyor.
Hep unutulan bir konuyu
hatırlayalım. Faşist darbe dönemlerinde sendikalar saldırıya
uğradı denir. Hayır, bütün sendikalar uğramadı. Bazı
sendikalar, egemenleri, sermaye sınıfını rahatsız eden
sendikalar saldırıya uğradı sadece. 12 Mart'ta, 12 Eylül'de
bütün sendikalar değil, sadece mücadele eden sendikalar yok
edilmeye çalışıldı. Yoksa, dişleri dökülmüş, uysallaşmış
bir sendikaya hiçbir egemenin, hiçbir patronun itiraz ettiği
yoktu. Sendikal dünya içinde olanlar biliyor ki, şimdi de yok.
Bilindiği gibi
sendikalar 12 Eylül ürünü faşizan yasaların cenderesi altında
bütün mesailerini, ilişkilerini, maddi ve insani kaynaklarını
örgütlenmeye ayırıyorlar. Düşen üye sayılarını yeniden
arttırmaya çalışıyorlar. Tüm uzmanlık birimlerini örgütlenme
hedefiyle çalıştırıyorlar. Direniş yapıyorlar. İç dış
kamuoyunu harekete geçiriyorlar.
Türk Metal ise, bizzat
kendi "teşkilatlanma sekreteri" aracılığıyla, "böyle
şeylerle" hiç uğraşmadıklarını, bazen birkaç telefon ederek
bir ayda 5.000 kişiyi üye yapabildiklerini anlatıyor. Tabii bu
büyük, inanılmaz ve çığır açıcı başarının arkasında
hangi yeteneklerin olduğunu açıklama zahmetine katlanmadan.
Türk Metal yetkilisi
örgütlenme konusunda dediklerinde haklı. Gerçekten de, Türk
Metal, öyle direnişti, eylemdi, kamuoyunun içiydi dışıydı gibi
"şeylerle" uğraşmadan da hızla örgütlenme yapıyor.
Metal gibi kritik bir
işkolunda örgütlenmenin bütün olanaklarını kullanan Türk
Metal, kendi dalında Birleşik Metal'in örgütlendiğini duyduğu
alanlara, bazen de, hem plastik hem metal içerdiği için hangi
işkoluna gireceği muallakta olabilen otomotiv yan sanayiinde
Petrol-İş'in örgütlendiği alanlara patronlar aracılığıyla
müdahale ederek hiçbir çaba harcamaya gerek kalmadan binlerce
üyeye sahip olabiliyor. Patronlarla iç içe, arada fark bile
kalmadan yaşamanın da adı sendikacılık değildir.
Son olarak, bu ülkede
sendikalar, sendikacılar ve sendika üyeleri defalarca saldırıya
uğradılar. Ta 30 yıl öncesine, 12 Eylül günlerine gitmeye gerek
yok. Biraz daha yakına gelebiliriz. Tuzla tersane işçilerini
örgütleyerek adı daha çok duyulan Limter-İş sendikasının
uzmanı Süleyman Yeter 1999 yılında göz altında öldürüldü. O
yıllarda ve sonrasında neredeyse her işçi eyleminde değişmez
kural olarak güvenlik güçleri işçilerin üzerine copla, gazla
saldırdılar. Daha geçen yıl, 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkmak
isteyen sendikacılara saldırıldı, göz altına alındılar,
tonlarca göz yaşartıcı bomba yediler. Ayrıca, koskoca bir
sendika genel merkezine, DİSK binasına ve bir partinin, ÖDP'nin
il binasına polislerce saldırıldı, içeriye tazyikli su sıkıldı,
her yer talan edildi. Yine 2008 yılının ilk aylarında Tümtis
Ankara şube üye ve yöneticileri sırf sendikal faaliyetlerinden
dolayı tutuklandılar ve ta 7 ay sonra serbest kalacakları ilk
duruşmalarına çıkana kadar da hiçbiri ne ile suçlandıklarını
bilmiyorlardı.
O yüzden, sevgili Yüksel
Akkaya'nın kendi sözleriyle çelişmesine gönlümüz razı
gelmez. Yüksel hocanın (sendika.org, "Ergenekon, sendikal
özgürlük, Türk Metal"
http://sendika.org/yazi.php?yazi_no=21785) yazısından bir alıntı
yapalım:
" Sendika
özgürlüğünü savunmak hem çok kolaydır, hem çok zordur.
Örneğin, Limter-İş'in yöneticilerinin tutuklanması sendika
özgürlüğünün ihlalidir. Ama, Mustafa Özbek'in de tutuklaması
sendika özgürlüğünün ihlalidir. İkisi arasında dünya kadar
fark da olsa, bu pozitif sendikal hakların özgürlüğü hukuku
üzerinden böyledir
Basit pozitif sendikal özgürlük açısından
bakmak, bu nedenle çok önemlidir. Mustafa Özbek ve Türk Metal,
sendikal özgürlük açısından en geri hat, en geri mevzidir;
hatta hiç önemli olmayan bir hat ve mevzii olarak da kabul
edilebilir. Hatta düşman sendika ve sendikacı olarak da
değerlendirilebilir, hain nitelemesi hafif kalır diye
Daha da
ötesi, böyle bir mevzi olacağına olmasın, böyle bir hatta
tutunacağımıza tutunmayalım da denilebilir. Hepsi, anlamlı ve
anlaşılırdır
Ancak
Sendikal özgürlüğün büyük yıkımı
ve ihlali de bu çatlaktan başlar
Çorap söküğü gibidir bu
Ergenekon
davasının Türk Metal operasyonu sendikal özgürlüklerin mermeri
çatlatan darbesi olabilir
Ne sendikal kale kalır, ne de başka
bir şey
"
Yüksel hocanın
yazısının özü bu. Bizim de kendi sözleri bile Türk Metal'in
niçin savunulmaması gerektiğini anlatıyor derken kastettiğimiz
aynen yukarıdaki ifadelerdir. Eğer bir sendikaya ve sendikacıya
"...düşman
sendika ve sendikacı... "
tanımı yapıyorsa "...hain nitelemesi hafif kalır diye..." ,
bu tanımlardan sonra "sendikal
özgürlüğün büyük yıkımı ve ihlali de bu çatlaktan başlar"
sonucu çıkartılamaz. Çıkartılmamalıdır. Sendikal dünyayla
bir parça ilgilenen hiç kimse "Türk Metal operasyonuna sendikal haklar ve özgürlükler üzerinden
bakmak zorundadır" diyemez;
dememelidir. Çünkü Türk Metal evet bir "kale"dir, ama
unutulmasın ki, orası mutlaka yıkılması gereken bir "sermaye
kalesidir".
Sözümüzü bağlarken,
Türk Metal değerlendirmesinin bu sendikanın sağcı veya solcu, ya
da az veya çok mücadeleci olup olmamasıyla hiçbir ilgisinin
olmadığını vurgulamak da isteriz. Bu durumu netleştirecek bir de
örnek verelim.
Türkiye'de neredeyse
kuruluş tarihlerinden bu yana, sendikalar dünya sendikalarıyla
ortak eğitim, seminer, ziyaret, dayanışma vs. etkinliklerinde
bulunurlar. Çoğu sendika da, üye profilinin ve yöneticilerinin
baskın siyasi çizgisine uygun sendikalarla ortak iş yapmaya gayret
eder.
Türkiye'deki işçi
sendikaları DİSK, Türk-İş ve Hak-İş içinde örgütleniyorlar.
Her üç konfederasyon da dönem dönem birbirleriyle sorun yaşarlar.
Ama, bu konfederasyonlarda örgütlü sendikalar yurt içi, yurtdışı
etkinliklerde defalarca ortaklaşmışlardır. Fakat, kamuoyunca pek
bilinmeyen bir nokta, tekstil, metal ve kimya işkollarında örgütlü
her üç konfederasyona bağlı sendikalar kendi işkollarının
dünya veya Avrupa üst örgütlerinin çatısı altında bir araya
gelirlerken, özellikle metal işkolunda Türk Metal hem
International Metal Federation (İMF) adlı dünya örgütü, hem de
European Metal Federation (EMF) adlı Avrupa üst örgütü
tarafından dışlanmış ve ambargoludur. Her iki kuruluşun da
gerekçesi, "Türk Metal'in evrensel ölçülerdeki sendikal
tanımlardan hiçbirine uymaması" olarak belirtilmiştir.
Kısacası, Türk Metal, ne amaçla kurulduğu kesin olarak belli
olmayan bir örgüttür tespiti yapmaktadırlar. Aynı şekilde,
Avrupa Maden Kimya ve Enerji Sendikaları Federasyonu EMCEF'in de
İsveç İfmetall sendikasıyla ülkemizde yaptığı seminer,
toplantı, eğitim vs. etkinliklere Türk Metal'in benzer
gerekçelerle hiçbir zaman davet edilmediğini de belirtelim.
Son olarak, Türk
Metal'in asıl olarak DİSK'e bağlı Maden-İş'in 1980
öncesinde yürüttüğü sınıf ve kitle sendikacılığı
anlayışını yok etmek üzere masa başında dizayn edilmiş bir
örgüt olduğunu da asla unutmayalım. Türk Metal, Türkiye'nin
en stratejik işkolu olan metal sektöründeki mücadeleci
sendikacılığı yok etmek, tümüyle Koç'ların Sabancı'ların
güdümünde sahte, işbirlikçi bir "sendikal" anlayış
yerleştirmek üzere ihtimamla yetiştirildi.
1990'larda DİSK
yeniden kurulduktan sonra eski Maden-İş'in Otomobil-İş
sendikasıyla birleşmesiyle oluşturulan Birleşik Metal İş'in
karşılaştığı muamele de unutulmamalıdır. Patronlar ortak
kararla, "bedeli ne olursa olsun bir daha Tofaş'a, Renault'ya,
Arçelik'e DİSK girmeyecek" demişlerdi. Hâlen de bu
kararlılıkları devam ediyor.
Metal işkolunda yetkili
3 sendika var. Türk Metal, Çelik-İş ve Birleşik Metal İş
sendikaları MESS'le grup toplu sözleşmesi yaparlar. En büyük
sendika da yüz binin üzerinde üyeye sahip Türk Metal olduğundan,
onun yaptığı sözleşme lokomotif işlevi görmektedir. Metal
işkolundaki yüzlerce işyerinde imzalanan düşük çerçeve
sözleşmesini de küçük sendikaların, yani Çelik-İş ile
BMİS'in tek başlarına aşmalarına genellikle olanak
bırakılmıyor. İşverenlerimizdeki Özbek hayranlığının
altında yatan ana sebebin de bu olduğunu görüyoruz elbette.
"Ergenekon'un sendika
ayağı" denince kimsenin aklına Türk Metal'den başka sendika
gelmemesi de oyunun çok açık oynandığının göstergesi değil
midir? Son sözümüzü de, yargı bağımsızlığına dair
söyleyelim. "Ergenekon'un sendika ayağı" sözleri aylardır
gündemde. Buna rağmen operasyonun zamanlaması dikkatinizi
çekmiştir. Acaba, bağımsız yargı bu sözleri hiç duymadı da
mı, Türk Metal'e karşı operasyon bütün toplu sözleşmeler
imzalandıktan, metal işçileri iki yıllığına sefalet ücretine
mahkûm edildikten, diklenenler işten atıldıktan ve tüm
fabrikalarda asayiş temin edildikten sonra ancak başlatıldı bu
operasyon?
Türk Metal, işçi
hareketinin önündeki en büyük engellerden biridir. Türk Metal ve
onun temsil ettiği sözde sendikal anlayışlar yok edilmeden
Türkiye'de sendikacılık eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi içinde olamayacaktır.