Tüstav e-posta gruplarında yayınlanan, 2003 yılında yapılmaya
başlanan sözlü tanıklıklardan Ahmet Kardam'ın hazırladığı "Dönüş Süreci Üzerine
Tanıklıklar" başlıklı derlemeden alıntılar
TKP ve TBKP yöneticilerinin yazdığı aşağıda okuyacağınız
alıntıların biraz uzun tutulduğunun farkındayız. Bilinçli olarak böyle yaptık.
Aslında, imkânı olan arkadaşlarımızın Tüstav'da her üyenin okumasına açık olan
bu mektupların tümünü iyice incelemesini tavsiye ediyoruz. Bu dönek ve hain
yöneticilerin görüşleri, Partimizi ele geçiren bu ekibin yıllar boyunca nasıl
sinsice hareket ettiğinin de açık kanıtlarını oluşturuyor. Yazılanların tümü,
bir ibret vesikası olarak ortada. Tümü de marifetlerini anlatırken yaptığı
ahlaksızlıkla övündüğünün ya farkında değil, veya farkında ama övünmekte sakınca
görmüyor.
Ürün, TKP'nin bugün içinde bulunduğu durumun nesnel ve öznel
nedenlerini defalarca yazdı. 1920'lerde Vedat Nedim ve Şevket Süreyya
hainlerinden sonra, militan komünistler hapishanelerde veya ülke içinde kaçak
yaşarken Partimizin başına çöreklenen Nabi Yağcı ve Zülfü Dicleli hainlerinin
yaptıklarını da Yoldaşların Ateşle İmtihanı adlı kitabımızda ayrıntılı
olarak açıkladık.
O nedenle, burada anlatılanların hiçbiri bizim için sürpriz
değil. Partinin ayağa kaldırılması için on yıllardır mücadele yürüten
yoldaşlarımız da bunların hiçbirine şaşırmadılar. Şaşıran dar bir kesim var;
onlar da iyi niyet ve saflıkla, bu kadarını beklemedikleri için
şaşırıyorlar.
Bu uzun alıntıları, tarihe kesin bir not düşmek üzere
yayınlıyoruz. Partiye "sol" bir söylemle hâkim olan bu ekibin, kendi itirafları
ile, daha başlangıçta bu teslimiyetçi ve bozguncu fikirlere sahip oldukları
anlaşılıyor. Devrimci 1983 Programını, konjonktür gereği ve iç dengeleri
gözeterek hazırladıkları bütün anlattıklarından kesinleşiyor.
Komünist partisini, dişleri dökülmüş bir Cem Boyner'ci Yeni
Demokrasi Hareketi (YDH) müsveddesine dönüştürme planlarını başa geldikleri
günden hesap etmişler. Hiçbir zaman militanca bir mücadeleye hazır olmamışlar.
Ellerine aldıkları bu muazzam aygıttan korkmuşlar. Korktukları için de yok
etmeye karar vermişler.
Örgütleri illegal ama, kendileri bunu, Nabi Yagcı'nın ağzından
"illegal olmayı bir marifetmiş gibi
gördüğümüzü, oysa bunun yanlış olduğunu anladığımızı" belirterek
reddediyorlar. Madem reddediyordunuz, partiyi asıl sahiplerine, kadrolara,
militanlara, tabana bırakıp çekip gitseydiniz ya!
Veya, kendilerine "nereden
çıkarttınız bu yüzyıllık dönek Kaustky'nin uyduruk tezlerini" diye
soranlara, marifetmiş gibi, Zülfü'nün ağzından ama diğerlerinin de itiraz
etmediği "bu tezler 1991 Ocak ayında gökten
düşmedi, 1986 Ulusal Konferansıyla başlayan ve dönüşle devam eden"
bir sürecin sonucu diye yazmayı becerebiliyorlar.
Koskoca bir partinin tüm yer altı örgütlerini, hücrelerini
dağıtan, yurt içindeki, yurt dışındaki olanaklarını ortadan kaldıran bu hizbin,
bildiği hiçbir şey olmadığı, en küçük bir hazırlık yapmadığı da anılardan
çıkıyor.
Nabi Yağcı, daha sözlerinin başında bunu itiraf da ediyor:
"Hemen başta söylemeliyim ki, legale çıkış
projesi dediğimde anlaşılması gereken kağıda dökülmüş dört dörtlük bir proje
değildir, böyle hazırlanmış bir proje yoktu." Zülfü Dicleli de, "hemen hemen
hiçbir ciddi hazırlık olmadan gerçekleşen dönüşten sonra" diyerek
hepsinin ortaklaştığı aynı tespiti yapıyor.
Bir kez daha kanıtlandı ki, bu basiretsizlerin elinde kendi
korkularından başka hiçbir şey yokmuş. Tüm benlikleriyle kendilerini
burjuvazinin kollarına atmaktan başka bir hedefleri olmamış. O güne dek
öğrendikleri ne varsa tersini yaptılar. Kendilerini akıl yoluna davet eden kim
varsa, ondan uzaklaştılar.
Partinin legale çıkması gibi, tüm kadroların hayatını o denli
ilgilendiren bir konuyu bile, ayak üstü "bir
tatil sırasında" karşılaştıklarıyla konuşup bunu da "başka ülke komünistlerinden deney toplama"
diye yutturmaya kalkışacak kadar da cahiller.
Tüm dünyada komünist partileri, Gorbaçov'un sosyalizmin çökmesi
ve dünya halklarının emperyalizme teslimiyetiyle sonuçlanan "yenilenmeci"
tezlerine kuşku ile yaklaşırken, onlar Sovyetler Birliği'nden bile ileri
gitmekle övünüyorlar. Dünya komünistleri arasında,
"bizim kadar yenilenmede hızlı davranan ve ileri giden dünyada bir başka
KP'nin de olmaması" Türkiyeli komünistler için yüz karası iken,
bunlar için haklılıklarını gösteren bir unsur oluyor.
Türkiyeli komünistlerin sansürsüz biçimde halka, işçi sınıfına
ulaşmasını sağlayan yayınları vardı. Yakup Demir ve Bilen dönemlerinde sosyalist
ülkelerin yardımları ile burjuvazinin güç yetiremeyeceği yerlerde yayınevleri ve
radyolar kurulmuştu. Bu sayede 1970'li yıllar boyunca burjuvazinin ve 1980'lerde
faşizmin menzilinden çıkılabilmişti. Kitle iletişiminin bunca yaygın olduğu
günümüzde bile, doğrudan baskı aygıtlarının ulaşabileceği alanların dışında bir
yayına sahip olmanın önemi tartışılmaz. Ki, komünistlerin hapishanelere
tıkıldığı, işkencehanelerin dolup taştığı, en küçük muhalif sesin bile çıkmasına
izin verilmediği faşizm döneminde, bu radyolar Parti için işçilere, köylülere,
diğer devrimcilere ve komünistlere ulaşmanın en hızlı ve en güvenilir
araçlarıydılar.
İşte, "rakipleri düşmansız bırakmak" gibi ahmakça bir tezden
yola çıkan bu ekip, hem de topluca, radyoları kapatarak burjuvaziye kendi
samimiyetlerini göstermeye karar veriyor.
"TKP'nin Sesi'nin kapatılması Nabi'nin, Bizim Radyo'nun kapatılması ise
benim inisiyatifimle (tabii her ikisi de ilgili PB kararlarıyla) gerçekleşti.
Bu, legale çıkma talebimizin samimi olduğunu herkese göstermek
içindi" diyor bay Zülfü Dicleli.
Politik öngörüsü sıfır olan bu insanlar, partinin likidasyon
yolunu döşeyen bu kararları alırken, Süleyman Demirel gibi bir demagog halk
düşmanından bile medet ummuşlar. Anılarda görülüyor, onun "dün dündür bugün
bugündür" düsturuna sahip biri olması bile onları yıldırmamış. Bir maaşlı eleman
gibi, yalancılara bile sarılmaktan çekinmemişler.
TBKP sürecinin komünistler tarafından kabul edilen tek bir
kararı var; o da TİP'li komünistlerle birlik. TİP ve TKP birliği, işçi sınıfını
zayıflatan politik bir ayrımı sona erdirdiği için komünistlerin her zaman
desteklediği bir karar oldu. Ama, likidatörler, TİP'le yapılacak birliği bile,
kendi emellerine ulaşmak için kullanmaktan çekinmemişler. Parti örgütlerini
dağıtmakta yavaş davranan TİP'lileri bile yüzsüzce, arsızca eleştirmişler.
Fakat, sonunda ortaya çıkartılan, kendilerinin Birleşik Parti
adını verdiği garabet o kadar sahipsiz kaldı ki, bir komünistin ömrü boyunca
ulaşmayı hedeflediği en üst mertebe olan politik büro üyeliğini bile ayaklar
altına almışlar. Arkadaşa parti içindeki konumunu soruyorlar, o da, samimiyetle
"Politbüroya üye yapıldım mı? Bunu
hatırlamıyorum" demekten bile çekinmiyor. Görüyor musunuz bu sözde
partinin üyeliğinin ve en üst mertebesinin nasıl karşılandığını?
Bu böyle gitmeyecek
Sonuç olarak, komünistlerin likidasyon sürecini tersine
çevirmeye başladıkları bu alanda mücadele yürüten tüm kesimlerin ortak yorumu.
Daha likidasyonun başlamasıyla birlikte "Marksizm-Leninizm yolumuzu bugün de
aydınlatıyor" diyerek komünistlerin birliğini savunanlar yollarına yine devam
ediyorlar. 1993 yılında, tüm dünyada sosyalizmin yıkılması ve kapitalizmin
hâkimiyeti sözüm ona geri döndürülemez, ebedi bir süreç olarak dayatılırken,
kadro birikimini göz önüne alarak yeniden doğuş konferansı yapanlar
mücadelelerini bugün de sürdürüyorlar. 1996 yılında aynı kadrolar tarafından
kurulan Ürün, bugün gençliğe, kadınlara, diğer komünistlere ve işçi sınıfımıza
ulaşmanın çok önemli ama mütevazı adımlarını atmaya devam ediyor.
Dönekler ne yapıyor bugün?
Dönekler ise, kendi ifadeleriyle partinin başına
çöreklendikleri günden beri kafalarında mevcut partiyi yok etme, parti
örgütlerini tasfiye etme, mücadele eden kadroları ortadan kaldırma, işçi sınıfı
içindeki komünistleri örgütsüz bırakma yolundaki adımlarının sonuna
geldiler.
Sözde çağdaş ama ilkel bir sosyal demokrat parti
amaçlıyorlardı. Bu yolda Özal'ı en demokrat ilan etmekten çekinmediler.
Kapitalizmin kod adı olan piyasa sistemini refah ve özgürlükle eş tuttular,
emperyalist ülkelerdeki refahla bağımlı ülkelerdeki sefaletin aynı madalyonun
iki yüzü olduğunu reddettiler, üstelik kapitalizmin refah devletinde de
emekçileri yabancılaştıran sömürücü ve vahşi öze sahip olduğunu inkâr ettiler.
Demokrasiyi sınıfsal özünden soyutladılar, burjuva diktatörlüğünü "demokrasi"
ilan ettiler. Marksizm-Leninizmin bütünselliğini yok sayarak önce "sadece"
Leninist parti öğretisini reddettiklerini söylediler, Leninizmden sonra sıra
Marksizmi de reddetmeye geldi.
Bu doğrultuda TKP'yi ve TİP'i yok etmek için kurdukları TBKP'yi
bile ortadan kaldırdılar, çünkü adında "komünist" vardı. Sonra o zamanki adı
Avrupa Topluluğu olan emperyalist odak AB'yi hedef seçtiler. Sonra kurulan
Sosyalist Birlik Partisi SBP'yi kısır buldular. Utangaç kapitalizm dostluğunu
yeterli bulmadılar, ülkenin en büyük kapitalistlerinden Cem Boyner'in himayesine
girerek Yeni Demokrasi Partisi YDH'yi kurdular. En pespaye kapitalizm
güzellemelerini yaptılar. Milyarlarca liralık reklam vermelerine rağmen yüzde
bir civarında oy alarak yerlerine oturdular.
Bir kısmının ise bugün nerede oldukları bile meçhul. Kendi
geçmişlerine bakıp yolundan dönmeyen, sade, dürüst, onurlu emekçi yaşamına devam
eden bizlere bakıp nefretle tavır alıyorlar.
Biz onların vicdan aynasıyız yoldaşlar. Biz başardıkça onlar
çirkefleşecekler. Ama, bu böyle gitmeyecek. Bunu onlar da biliyor, biz de
biliyoruz.
Biz yorumlarımızı biraz kısa kesiyor ve aşağıdaki alıntıları
dikkatle okumanızı diliyoruz. Olanağı olan arkadaşlarımızın bu görüşmelerin ve
anıların daha ayrıntılı olan kısımlarını da okumalarını tavsiye ediyoruz.
Böylece geçmişe dair bizim için malum olan fakat genç kuşakların bilmediği
noktaların bizzat likidasyon sürecini yaratan döneklerin ağzından öğrenilmesi
mümkün olacaktır.
(TKP'NİN LEGALE ÇIKIŞ PROJESİ'ne dair görüş ve anılar)
NABİ YAĞCI (18.07.2003; D-258-Nabi, "Legale Çıkış Projesi-1"
başlıklı bölüm)
(
) Kuşku yok ki her illegal KP gibi TKP de legale çıkmayı amaç
edinmişti ama amaç edinmekle legale çıkışı somut politika haline getirmek iki
ayrı şeydir. 73 sonrasında kanımca en önemli yanlışımız legale çıkışı somut bir
politika olarak ortaya koyamayışımızdır. Buradan doğan bir dizi yanlış ortaya
çıkmıştır. Sekter ideolojik ve politik çizgimizin de atmosferini yaratan bu
yanlıştır, yani politik öngörüsüzlük.
(
) Hemen başta söylemeliyim ki, legale çıkış projesi
dediğimde anlaşılması gereken kağıda dökülmüş dört dörtlük bir proje
değildir, böyle hazırlanmış bir proje yoktu. Bu ise çıkışta yaşadığımız bir
dizi olumsuzluğun ve yanlışın ana nedeni olmuştur. Kağıda dökülmüş olmasa da,
yurt dışında parti kadrolarının genel ruh hali ülkeye dönmekti. Apaçıktı ki,
legale çıkış olmaksızın dönüş olanaksız ve anlamsızdı. Geçmiş yanlışlarımıza
eleştirici yaklaşımımız ve bu ruh hali ilkin bizi yeni politika arayışlarına
yöneltti. (vurgular bize ait)
(
) Legale çıkış deneylerinin toplanması: İllegalden legale
çıkmış diğer partilerden deney toplamaya giriştik. Bunu bir yandan uluslararası
ilişkiler çerçevesinde kurduğumuz ilişkilerle yaparken diğer yandan ideolojik
çalışmalar düzeyinde de ele aldık. Ayrıca kişisel olarak kendim en üst düzey
görüşmelerimde ve Moskova'daki eğitimimde bu konuyu hep gündeme getirdim.
Örneğin Bulgaristan'da bir tatil sırasında karşılaştığım Portekiz KP
Genel Sekreteri ile görüşmemizde ya da Yunanistan KP'si ile karşılaşmamızda
olduğu gibi. (vurgular bize ait)
Hemen hemen, illegalden legale çıkmış [bütün] partiler bize
deney olarak şunu aktarmışlardı: Hem ülkedeki hem de dışarıdaki parti
kadrolarının büyük çoğunluğu legale çıkışa genel ya da özel nedenlerle karşı
çıkarlar; genel nedenler içinde en fazla görüleni ultra sol tezlerle legal
mücadeleye karşı çıkmak ya da parti yönetiminin politik koşulları yanlış
değerlendirdiğini ileri sürmek; özel nedenler içinde ise aile çevrelerinin
tepkisi ve işini kaybetme geliyordu. (Hatırlatmak isterim ki, bu partilerin
çoğu devrim ya da devrimsi koşullarda legale çıkmışlardı, bizim koşullarımızda
bu gerekçeler çok daha anlaşılabilir gerekçelerdir.) (vurgular bize
ait)
(
) Parti Merkezinin batıya taşınması projesi:
Yukarıdaki amaç doğrultusunda böyle bir karar aldık. Aynı
zamanda bu yolla Partimizin Batı Avrupa'da merkezi yöneticiliğini
güçlendirecektik. Bir bina satın alındı ve daha profesyonelce bir yayın
çalışması başladı. Bu düşünceyi SBKP ve ASBP'ye söyleyip, genel bir olur
aldıktan sonra bazı adımları atmaya giriştik.: (1) Parti Merkez Organını batıya
taşımak: Parti Merkezinin batıya taşınmasının ilk adımı olarak Atılım'ı
taşıyacaktık. Bunun da ilk adımı olarak ilkin batıda basımını hedefledik,
Çeklerden bir matbaa da aldık ve batıda basımı gerçekleştirdik. (2) Redaksiyonun
da batıya taşınması idi, buna zaman kalmadı. (3) Türkiye Postası: Legal
propaganda esas olarak T. Postası ve çevresinde oluşturulacaktı. Bunun için
kadro-teknik-dağıtım olarak güçlendirilmesi gerekiyordu. Ayrıca, bu izlenim ne
kadar doğru bilmiyorum ama, T. Postası'nın Berlin'de kaldığı sürece Avrupa
örgütlerince ve en başta F.Almanya örgütünce sahiplenilmeyeceği düşüncesi de
vardı. Bu nedenle T. Postası Duisburg'a taşındı. (4) Yol Amaç da aynı doğrultuda
düşünüldü. Bu arada Oya B. bu derginin redaksiyonuna alındı.
(TKP'NİN 1986 ULUSAL KONFERANSI'na dair görüş ve
anılar)
ZÜLFÜ DİCLELİ (10.03.2003; D-085-Zülfü-ek2-tkp-Sorular2)
(
) Parti içi demokrasi fikri özellikle ülke içi kadrolar
tarafından oldukça zor algılanmış ve kabul edilmiştir. Ama hemen hemen hiçbir
ciddi hazırlık olmadan gerçekleşen dönüşten sonra, legale çıkma ve
Kutlu-Sargın'a özgürlük kampanyalarına parti içinden destek sağlanmasında bu
fikir bence çok yaratıcı sonuçlar getirmiştir. (vurgular bize ait)
(TKP MERKEZ KOMİTESİNİN OCAK 1987 TARİHLİ PLENUMU'na dair görüş
ve anılar)
ZÜLFÜ DİCLELİ (21.02.2003; 038-Zülfü)
Kardam ve Feridun 1987 Ocak ayı plenumunda TKP MK'ya girdiler.
Aynı plenumda Karaca ile ben PB'ya alındık. (...) Genel olarak ayrı bir terim
olarak kooptasyon sözcüğünü kullanmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Herkes
koopte çünkü. Seçim diye bir şey yok. Olamazdı da. Genel Sekreter kendi başına
ya da önem verdiği birkaç kişinin görüşüne göre belirliyor ve önerisi kabul
ediliyor; böylece seçilmiş oluyor. İllegal örgütte başka türlü nasıl olabilir?
Yazılı ya da üzerinde anlaşmaya varılmış ölçütler de yoktu, olamazdı da. Nerede
var ki?
(KUTLU VE SARGIN'IN TÜRKİYE'YE DÖNMELERİ KARARININ ALINIŞI
(BERLİN) üzerine görüş ve anılar)
NABİ YAĞCI (13.10.2003; D-583-Nabi)
(
)TİP legale çıkışı yakın hedef olarak, dönüşümüze kadar
düşünmedi hiç. Birleşme görüşmelerinde en çok söyledikleri, bizi illegal bir
parti olarak görmüyorsunuz, bizi komünist partisi olarak görmüyorsunuz idi. Bu
görüşmelerden birinde, kahve molasında, Boran ile aramızda şöyle bir diyalog
geçmişti: Ben "Boran yoldaş, Türkiye'ye dönüş ve legalite için ne
düşünüyorsunuz, eğer dışarıda on yıl daha kalırsak çürüyeceğiz, ne
düşünüyorsunuz?" diye sormuştum. Özellikle çürüme sözüm üzerine dikkat
kesildiğini gözlerinden anladım, çok eminim ki o da bu tehlikeyi seziyordu.
Üstelik Belçika'da yaşam koşullarının hem kişisel hem politik çalışma açısından
Boran için çok zor olduğunu biliyoruz. Üstelik ciddi biçimde hastaydı da,
kontrolü elde tutmada zorlanıyordu. Bu nedenle de birlik çalışmalarının bir an
önce bitmesini istiyordu. Ölmeden bu sonucu görmek istiyordu. İlk kez bana Kutlu
yoldaş değil de Nabi diye seslendi, çok içten, sanki oğluymuşum gibi yumuşak bir
ses tonu ile, Nabi dedi "gerçekten yakın bir zamanda ülkemize dönebileceğimize
inanıyor musun, dönebilir miyiz?" Bunu gerçekten samimiyetle soruyordu.
İnanmaktan öte buna zorunluyuz, yoksa gerçekten çürüyeceğiz dedikten sonra,
illegalite meselesine girdim, illegal olmayı bir marifetmiş gibi gördüğümüzü,
oysa bunun yanlış olduğunu anladığımızı ama şimdi aynı yanlışı kendilerinin
yapmakta olduğunu söyledim. Hiç bir şey söylemedi, sustu. (vurgular bize ait)
(SSCB'DEKİ GLASNOST VE PERESTROYKA POLİTİKASININ DÖNÜŞLER
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ VE KUTLU-SARGIN'IN TÜRKİYE'YE DÖNÜŞLERİ KONUSUNDA SOSYALİST
ÜLKE PARTİLERİNİN TUTUMU üzerine görüş ve anılar)
ZÜLFÜ DİCLELİ (10.03.2003;
D-085-Zülfü-ek2-tkp-Sorular2)
Gorbaçov'un perestroyka ve glasnostunun genel bir etkisi
olmuştur. Ama bu etki somut dönüş kararından çok, bizim TKP olarak yenilenme
olarak adlandırdığımız arayışı ve yeni politika geliştirme çabalarımıza destek
ve yol gösterici olmuştur. Gorbaçov'un Nisan 1985'de başa geldiği, dönüş
kararının Kasım 1987 olduğu düşünülürse, bu çok kısa bir süredir ve karar daha
çok bizim, özellikle de Nabi'nin güçlü vizyonunun bir eseri olmuştur. Ocak 1987
özellikle önemlidir. Bizim TKP MK 7. Plenumu toplanmıştır. Bütün önemli kararlar
orada alınmıştır. Aynı günlerde SBKP MK Plenumu yapılıyordu ve SBKP parti içi
demokrasi ve ülkede demokrasi fikrini ilk kez o toplantıda gündeme getirip
karara bağlamıştır (glasnost). Bu kararı bizim toplantı arasında DDR radyosundan
dinleyip yoldaşlara haber olarak aktardığımı da şimdi hatırlıyorum. Biz ise o
toplantıda (1986 Ulusal Konferans ve Nabi'nin Türkiye seyahati sonrası ilk
toplantı) şu kararları aldık:--B'nun ve MK'nın bilinen isimlerle
güçlendirilmesi. Görüldüğü gibi, hepsi bir araya geldiğinde bir dönüm noktası
olduğu anlaşılıyor. Kendi iç dinamizmimiz ve Gorbaçov çizgisinin etkisinin olsa
olsa 50-50 olduğu söylenebilir yenilenme sürecinde. (Bizim kadar yenilenmede
hızlı davranan ve ileri giden dünyada bir başka KP'nin de olmaması bizim etki
-ya da kimilerini dediği gibi emirle- değil, iç dinamizmimiz ile, demokrasinin
önemini -Türkiye için- tarihte ilk kez kavramamızla bağlantılı olduğunu
gösterir.) Dönüş ve birlik ise bizim yenilenme sürecimizin sonuçlarıdır.
Somut dönüş kararında ise sosyalist ülkelerin hiçbir etkisi yoktur olabilir
falan gibi sözlerin ötesinde bir şey söylemediklerini sanıyorum. Kendi
başlarından bir bela kalkacağı için de hayırhah davrandıklarını sanıyorum.
(vurgular bize ait)
ZÜLFÜ DİCLELİ (10.03.2003;
D-085-Zülfü-ek2-tkp-Sorular2)
Nabi ve Sargın'ın dönüşlerinden önce, bu konuda onlarla [söz
konusu partilerle] Nabi konuştu. Ne gidin aman ne iyi olur, ne de gitmeyin kötü
olur dediklerini sanıyorum.
1989 başında yanılmıyorsam ya da 1988 sonlarında, bize daha çok
destek çıkmaları için PB'muzun kararıyla SBKP, BKP ve Macar Partisi'ne gittim,
Çeklere yazı yazdık. Hiçbiri Nabi ile Sargın'ın kısa sürede serbest
bırakılacağına inanmıyordu. Macar ve Bulgarlar (Dimitrof'un oğluParuşev)
kesin olarak yanlış yaptınız dediler. (Ben hapisteki yoldaşlarla dayanışma
falan derken, Macar yetkili o akşam beni Paris'teki Mulenruj'u aratmayan
Budapeşte'deki bir revüye götürdü mesela.) Sovyetler kayıtsızdı. DDR ise sonuç
alacağımıza inanmasa da, somut destek verdi bize. Çok yardımları oldu. Werner
Umbreit kendi partisi için çalışıyor gibi destek sağladı. Önce TKP'nin
Sesi'ni sonra da Bizim Radyo'yu kapatmamızın ve giderek Leipzig'i tümüyle
boşaltmamızın DDR'in işine geldiğini söyleyebiliriz. Ama bu yönde hiçbir talep
ve yönlendirmeleri olmadı. TKP'nin Sesi'nin kapatılması Nabi'nin, Bizim
Radyo'nun kapatılması ise benim inisiyatifimle (tabii her ikisi de ilgili PB
kararlarıyla) gerçekleşti. Bu, legale çıkma talebimizin samimi olduğunu herkese
göstermek içindi. (vurgular bize ait)
(1986 KONFERANSI'NIN VE TÜRKİYE'DEKİ SİYASİ GELİŞMELERİN DÖNÜŞ
KARARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ üzerine görüş ve anılar)
ZÜLFÜ DİCLELİ (10.03.2003;
D-085-Zülfü-ek2-tkp-Sorular2)
O yıllardaki Aydınlar Dilekçesi hareketinin ve Türk-İş'teki
demokratik politika taleplerinin ve Süleyman Demirel'in (DYP) demokrasi
yanlısı söylem ve mücadelesinin de tarafımızdan olumlu gelişmeler olarak dikkate
alındığı söylenmelidir. (vurgular bize ait)
(TBKP MERKEZ KOMİTESİ VE POLİTİK BÜROSUNUN FAALİYETLERİ [KUTLU
VE SARGIN'IN TAHLİYESİNE - 4 MAYIS 1990- KADAR] üzerine görüş ve anılar)
BERDAN DERE (15.02.2003; D-014-Berdan)
Kongreden sonra (TKP kökenlilerin propagandaları sonucunda
etkilenen) TİP kökenli yoldaşların ısrarı ve diğerlerinin kabulü ile (cebren)
koopte edildim. Dışarıda yapılan [Mart 1989'daki] TBKP MK toplantısına da
katıldım. (Sonra bir grup birlikte Moskova'ya gittik.) (
) TBKP MK gündemine
kooptasyon geldi. TBKP MK kooptasyon kararı verdi. Politbüroya üye yapıldım
mı? Bunu hatırlamıyorum. (vurgular bize ait)
ZÜLFÜ DİCLELİ (10.03.2003;
D-085-Zülfü-ek2-tkp-Sorular2)
[Kutlu ve Sargın'ın dönüşünden sonraki] ilk günlerde millet
akın akın dönme yanlısıydı. Nabi ile Sargın'a işkence haberleri moralleri hemen
bozdu. Yumuşatıldı ve TBKP'liler yerine politik göçmenlerin dönüşü haline geldi.
Bir posta gitti, gecikmeli olarak. Gecikme hemen gitmek isteyen birkaç kişiyi,
(
) tepkiyle, dönmekten vazgeçmeye savurdu. (
) çok çalıştılar kadroları ikna
etmeye.
Mayıs 1989'da Batı Berlin'de, yurtdışındaki MK üyelerinin
katılımıyla, açık geri dönüş konulu çok önemli bir toplantı yapıldı. MK'dan
(...), (
) ve (
) ve diğerlerinin de komünist üyeler olarak dönüşüne ait karar
zor bela bu toplantıda alındı.
TİP kanadından gelenlerin çoğu karşı çıkıyor, çeşitli
gerekçeler öne sürüyorlardı. Bunlar siyasiden çok kişisel gerekçelerdi, o
nedenle de kesin direnemediler. PB'dan (
) destekliyordu. (Temmuz 1989'da
[onunla] birlikte birer gün arayla Berlin-Viyana-İstanbul döndük ikimiz de,
illegal olarak) Bizden Cemal Kıral, yaşlandığı, işkenceye dayanamayacağı
gerekçesiyle, kendisinin affını rica etti, ama karara lehte oy verdi.
Türkiye'deki TİP'lilerin ise -o ara TSİP'liler, Aziz Nesin,
Sadun Aren, Gencay Gürsoy'la birlikte bizi dışlayan bir legal sol parti girişimi
içinde oldukları için- bizlerin dönüşünü hiç istemedikleri söylenebilir.
(DÖNÜŞ SÜRECİ'NE İLİŞKİN GENEL DEĞERLENDİRMELER'e dair görüş ve
anılar)
ZÜLFÜ DİCLELİ (13.06.2003; D-209-Zülfü-ek-yasallaşma)
Kutlu-Sargın'ın açık ve ilan edilmiş dönüş nedeni, TKP'yi yasal
olarak kurmaktı. Bu dönüş, iç içe geçmiş iki hedefe tabiydi: (a) özel olarak
Partinin konumunu geliştirmek, olanaklarını artırmak, etkisini genişletmek; (b)
genel olarak Türkiye'nin demokratikleşmesine katkıda bulunmak. Dolayısıyla
Marx'ın, kendi çıkarlarını ulusun bütününün çıkarları içinde, onunla uyum içinde
ifade etmek, şeklindeki uyarısına bağlı bir yaklaşımdı.
Bu, 1986 ulusal konferans sürecinde başlayan ve Ocak 1987 MK
Plenumunda netleşen yeni bir stratejik yaklaşımın ürünüydü. TKP bununla,
mücadelenin her aşamasını nihai hedefe tabi, doğrudan ona götüren, onu
yakınlaştıran bir aşama olarak formüle etme şeklindeki geleneksel
Marksist-Leninist strateji (kesintisiz devrim) anlayışını terk ediyor, kendi
başına bağımsız bir aşama olarak demokrasiyi önüne hedef olarak koyuyordu.
(Mamafih daha önce de, Nisan 1983 Plenumunda SED'li yoldaşların ısrarı ve Gönül
Dinçer'in yaratıcı geliştirmesiyle kabul edilen Barış ve Ulusal Demokrasi Eylem
Programı da aynı yaklaşımı benimsemişti, ama bizler de dahil partinin geri kalan
kısmı bunun önemini anlamamış ve 6 ay sonra 5. Kongre'de çok daha sol bir
programla bu yaklaşım terk edilivermişti.) Yani sosyalizm için bir araç
olarak demokrasi değil, kendi başına bir ilerleme olduğu için demokrasi
fikri. Bu, bütün zihniyetimizin değişmesi demekti ve sancılı bir dönüşüm
süreci gerektirdi. Tutarlılığımızın bir kanıtı: Buna paralel olarak 86 ulusal
konferans süreciyle başlayarak tarihimizde ilk kez olmak üzere parti içi
demokrasi fikrini geliştirmiş ve el yordamıyla uygulamaya başlamıştık. Bu, süreç
içinde, Leninci parti öğretisinin terk edilmesine, yeni bir parti öğretisine
götürecekti (1991 TBKP Tezleri). (
)
(
) Öte yandan, dönüş kararını almamız Özal hükümetinin AB'ne
aday üyelik başvurusunu yapmasını izlemiştir. Bu bakımdan da bilinçlidir. Hem
AB'ye üyelik sürecinin hızlanmasına katkı gibi bilinçli bir hedefi
içermekte, hem de AB çevrelerinden destek ve dayanışma beklentisini
içermektedir. (
)
(
) Bu süreç aynı zamanda, sırasıyla Stalinizm, Leninizm ve
Marksizmin eleştirel değerlendirilmesi süreci olmuştur. (
)
(
) Bu tezler 1991 Ocak ayında gökten düşmedi, 1986 Ulusal
Konferansıyla başlayan ve dönüşle devam eden o zor mücadelenin ateşleri içinde
pişirildi! (
)
(
) Yanlışlar yapmadık da değil elbette. Bugün dönüp
baktığımda: Komünist adında ısrar etmemiz diğer marksist soldan, özellikle de
TİP kökenli arkadaşlardan yalıtlanmamıza, onlarla birlikte yürüyemememize yol
açmış; ama bu arada politik olarak solun birliğine kilitlenmiş olmaya devam
etmemiz, daha geniş "çağdaş demokrasi partisi" gibi sol-liberal bir parti
fikrini geliştiremememize neden olmuştur. Politik söylemimiz piyasa
ekonomisinin olumlu yanlarını kabul etmeye kadar genişlerken, parti maceramız
kısır SBP'ye takılıp kalmıştır. Oysa ayrı KP'den vaz geçip, 141-142'nin
kalkmasıyla yetinseydik, diğer marksist çevreleri de belki daha geniş bir
partiye, adını öyle koymasak da, çağdaş bir sosyal demokrat partiye
yöneltebilirdik.
Ve tabii, en kötüsü de, yukarıda özetlenen yaratıcı çizgiyi
geliştirip devam ettirecek gücümüzün kalmaması ve dağılıp gitmemiz oldu. (
)
(tüm vurgular bize ait)
MEHMET KARACA (21.06.2003; D-215-Karaca)
(
) Ülkemizde yıllardan beri yapıla gelen kaba anti-komünizm de
bu süreçte kırılmıştır. 70 yıl sonra insanlar komünist kimlikleri ile toplumun
önüne, halkın önüne çıkmış, görüşlerini açık ifade etmişlerdir. Komünistlerin
ve KP'nin toplum içinde, halk içinde legal meşruiyetini de bu dönem
sağlanmıştır. (
)
(
) Türk basın mensupları da yabancı basının Özal'a yönelttiği
sorulardan rahatsız olmuş olacaklar ki, basın toplantısı sonrasında Özal'dan
ayrı bir toplantı isterler ve "niye uluslararası kamuoyu önünde bu kadar zorda
kalıyoruz, düşünce suçlarına ilişkin bir şeyler yapamaz mısınız?" dediklerinde,
"Bizde de milli gelir yıllık 15.000 dolar olsa yaparız" demesi, Özal'ın bu
konudaki zihniyetini çok iyi ifade ediyor.
Yalnız bu düşünce ve yaklaşım sadece kapitalist bir ülke
başbakanı ile de sınırlı değildi. 1980'li yılların sonlarında TBKP'nin kuruluş
kongresinden sonra, Osman Sakalsız ile birlikte Çekoslovakya'ya partiyi ziyarete
gitmiştik: Hem TKP kongresinin yapılmasına gösterdikleri destek ve dayanışmaya
bir teşekkür, hem birleşme kongremizin tamamlanıp iki partinin artık TBKP çatısı
altında varlığını sürdüreceğini göstermek, hem de yasallaşma mücadelemizde
geldiğimiz son durumu aktarmak için. Çekoslovak KP Genel Sekreteri ile 45
dakikalık görüşme var. Görüşmede biz söyleyeceklerimizi söyedik, Genel Sekreter
yoldaş da programlarının güncel durumuna ilişkin bir şeyler söyledi. Sonuçta ben
diplomatik kurallar içinde kalarak, "muhalefetle ilişkilerini" sordum. (Benim
kastettiğim Dubçek hareketi idi.) O bana parlamento içindeki çiftçi-köylü
partileri ile ilişkilerini uzun uzun anlattı: "Biz önce ekonomide reformlar
yapacağız, bundan sonra sıra diğer reformlara gelecek." Çevirmenin yüzüne
baktım, renk vermemeye çalışıyor. 45 dakikalık süreyi de aştık. Ben sorumu artık
yinelemedim, çünkü bizden sonra görüşmeye Varşova Paktı orduları komutanı Sovyet
General girecekti. Daha önceden bize bu söylenmişti. Nitekim biz vedalaşıp
çıkarken oda kapısında Sovyet Generallerle karşılaştık. Aynı gün Prag'dan
ayrıldık, akşam Berlin'de misafirhanede çantamdan çıkardığım küçük el
radyosundan BBC'yi dinlerken, Prag'da gösterilerin başladığını öğrendim. Ertesi
gün Paris'e döndüm. Bir hafta boyunca devam eden Prag'daki gösteriler
Çekoslovakya'daki rejimin sonunu getirdi.
(
) Eğer bunlar yapılmasa idi hepimizi üzen, dünyanın başımıza
yıkılışı diye niteleyebileceğimiz, sosyalist sistemin çökmesi sonucu (
)
arkadaşımız acaba Leipzig'den nasıl dönecekti, merak ederim. Eğer bugün
podyumlara çıkıp [konuşabiliyorsa], unutmasın, işte bu kampanya ile, (
) de
dahil, onurumuzu koruduğumuz içindir.