(4 Ekim 2005)
Avrupa Birliği dışişleri bakanları 2 ve 3 Ekim 2005 günleri Lüksemburg'da yaptıkları
toplantıda uzun pazarlıklardan sonra "Türkiye için müzakere çerçeve belgesi"ni
kabul ettiler. Avrupa devlet ve hükümet başkanlarının 17 Aralık 2004 zirvesinde
aldıkları karara uygun olarak 3 Ekim 2005'te başlatılması gereken Türkiye'yle
üyelik müzakerelerinin siyasi ve hukuksal çerçevesini çizen belge, Türkiye
egemenleri tarafından birkaç saat içinde kabul edildi ve Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül, Lüksemburg'a uçarak 4 Ekim sabaha doğru müzakereleri sembolik
olarak başlatan törene katıldı.
Herkesin bildiği ve Avrupa Birliği
yetkililerince defalarca açıklandığı gibi, müzakere süreci gerçek anlamda bir
müzakere değil, AB yasa, yönetmelik ve uygulamalarının, yani AB müktesebatının
AB'ye katılmak isteyen ülke tarafından kabul edilmesi sürecidir. Türkiye
egemenleri, müzakere çerçeve belgesini kabul etmekle, bütün bu süreç boyunca
sürekli bir siyasi ve diplomatik denetim altında olmayı kabul etmiş
bulunuyor.
Türkiye emekçileri açısından bakıldığında, müzakere çerçeve
belgesi bütünüyle bir teslimiyet belgesidir. AKP hükümetinin onay verdiği bu
anlaşmayla, Türkiye'nin en kodaman kapitalist şirketlerinin Avrupa
kapitalizmiyle daha da bütünleşmesi uğruna işçi ve köylülerin en temel
menfaatleri feda edilmiş, ülkemizin zaten delik deşik edilmiş siyasal ve
ekonomik bağımsızlığının son kalıntılarını da tamamen ortadan kaldıracak
köleleşme sürecinde yeni bir aşamaya gelinmiştir.
Müzakere çerçeve belgesi,
"perşembenin gelişi çarşambadan belli olur" deyişini doğrulayacak şekilde,
Avrupa Komisyonu'nun 6 Ekim 2004 tarihli "Türkiye İlerleme Raporu" ve Avrupa
Konseyi'nin 17 Aralık 2004 tarihli kararlarıyla uyum içindedir. Belgede şu
hususlar döne döne ve apaçık biçimde vurgulanıyor:
- Müzakere süreci, sonucu
önceden garantilenemeyecek ucu açık bir süreç olacaktır. Üstelik, müzakerelerin
sonuçlanması aşamasına gelindiğinde, Avrupa Birliği'nin "Türkiye'yi hazmetme
yeteneği" de dikkate alınacaktır. Yani sürecin sonunda Türkiye verdiği bütün
ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar karşılığında üye olmamayı da peşinen kabul
edecektir.
- Her şey yolunda gitse bile, müzakerelerin sonuçlandırılması
ancak 2014'ten sonra, yani Avrupa Birliği'nin 2014-2020 Mali Çerçevesini
belirlemesinden ve bu çerçevenin gerektirdiği mali reformların yapılmasından
sonra söz konusu olabilecektir.
- Avrupa Birliği, Türkiye'ye karşı kişilerin
serbest dolaşımı, yapısal politikalar ve tarım alanlarında uzun geçiş dönemleri,
kısıtlamalar, özel düzenlemeler veya sürekli koruma hükümleri
uygulayabilecektir. Bir başka deyişle, Türkiye günün birinde üye olsa bile, bu
üyelik, ikinci sınıf bile değil, üçüncü sınıf bir üyelik olacaktır.
Hatırlanacağı gibi, AKP hükümeti 17 Aralık 2004 kararlarında Türkiye'ye karşı
kalıcı kısıtlamalar ve koruma önlemleri alınabileceğini öngören hükmü "kabul
edilemez" bulduğunu Dışişleri Bakanlığı'nın 27 Aralık 2004 tarihinde verdiği
nota aracılığıyla Avrupa Birliği'ne iletmişti. Aynı hükmün, müzakere çerçeve
belgesinde yer almasına ses çıkarmayan AKP hükümeti, bu kez söz konusu cılız
itirazını da geri almış bulunuyor.
Türkiye'yi tek yanlı olarak Avrupa
Birliği'ne bağlayacak bu sömürgeleştirme sürecine, sırf "Türkiye'nin siyasi
alanda demokratikleşeceği" umuduyla olur verenlere ise, müzakere çerçeve
belgesinde tekrar vurgulanan Kopenhag kriterlerinin "işleyen bir piyasa
ekonomisi" şartını içerdiğini ve işleyen bir piyasa ekonomisinin, yani
kapitalizmin emekçilere karşı sistemli baskı ve terör uygulanmadan hayata
geçirilemeyeceğini hatırlatıyoruz. Üstelik, üyelerinin yarısı Irak'ın ve
Afganistan'ın işgaline katılan, öteki yarısı ise bu işgale ve içerdiği insanlık
ve savaş suçlarına ses çıkarmayan bir birliğin, değil Türkiye'de veya dünyanın
başka bir yerinde, kendi içinde bile demokrasiye düşman bir despotizmin ve
faşizmin temsilciliğini üstleneceği besbellidir. Kaldı ki, Avrupa Birliği
müzakerelerinin bu haliyle başlatılması için bile devreye ABD'nin girdiği,
Avrupa içi pazarlıkta Türkiye'yi İngiltere'nin "savunduğu" dikkate alındığında
"AB aracılığıyla demokrasiye kavuşma" hayalinin ne kadar temelsiz olduğu da
anlaşılacaktır. Tarihin en ahlâksız sömürgecileri işkenceci Bush ve Blair'den
demokrasi ve özgürlük bekleyenlerin vay haline! Halk düşmanı işgalcilerin
yardımıyla kurtulacağını sanmak nasıl bir şaşkınlıktır!
Türkiye'yi Avrupa
emperyalizminin tam sömürgesi durumuna getirecek "müzakere" sürecini
reddediyoruz. Kapitalizmi reddediyoruz. Emeğiyle yaşayan bütün işçi ve
köylüleri, siyasi partileri, sendikaları ve kitle örgütlerini, yurtsever
aydınları, işbirlikçi sermayenin ve uzantılarının dayattığı teslimiyete karşı
mücadeleye çağırıyoruz. Türkiye kapitalizme ve emperyalizme kölelik yolunu terk
etmeli, bağımsız ve emekten, emekçiden yana demokratik, halkçı, sosyalist
seçeneği hayata geçirecek devrimci bir rotayı benimsemelidir. Bu yolda ilk adım
olarak, gümrük birliği anlaşması iptal edilmelidir.