AKP'yi Halk Kapatacak / 16 Mart 2008
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya 14 Mart 2008 Cuma
günü akşama doğru Anayasa Mahkemesine AKP'nin kapatılması
istemiyle dava açtı. Başsavcı'nın gerekçesi AKP'nin
laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi. Başsavcı
AKP'nin temelli kapatılmasını ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski Meclis Başkanı Bülent Arınç
dahil 71 AKP'linin 5 yıl süreyle siyasetten yasaklanmasını
istedi.
Davanın
zamanlaması çok dikkat çekici. 13 ve 14 Mart günleri işçi
sınıfı, kamu emekçileri ve emekliler, emeklilik ve sağlık
alanında kazanılmış haklarını kökten budayan Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası SSGSS tasarısını yasalaştırma
girişimine karşı harekete geçti, alanlara ve sokaklara çıktı.
İMF'nin ve kapitalist sınıfın AKP iktidarı aracılığıyla
gerçekleştirdiği neoliberal saldırıyı püskürtmek için
ülkenin dört bir yanında yüz binlerce işçi ve emekçi Cuma günü
iki saatlik iş bırakma eylemini başarıyla tamamladı. Aynı
saatlerde Başbakan Erdoğan, işçi sendikalarını yalancılıkla,
iş bırakan emekçileri zalimlikle suçluyor, Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik derslere girmeyen öğretmenler hakkında soruşturma
açacağını açıklıyordu.
22 Temmuz
2007 seçimini açık farkla kazanmanın, Cumhurbaşkanlığını ele
geçirmenin, YÖK'ün komutasını devralmanın, Cumhurbaşkanlığı
seçiminde ve türban yasasında MHP'yi yanına almanın, Kürt
kardeşlerimize karşı savaş açmayı kabul ederek Genelkurmay'la
ittifakını pekiştirmenin kibri ve küstahlığıyla daha da
pervasız davranan işbirlikçi AKP'nin, SSGSS'yi geçirmeye
çalışırken halk tarafından suçüstü yakalandığı ve
kendisine oy verenler dahil halkın gözünden düştüğü bir anda
Başsavcı kapatma davasını açtı.
İddianame,
AKP'nin kapitalist sömürüyü şiddetlendirmesini, özelleştirme
talanını, emperyalizmin işbirlikçiliğini yapmasını,
bağımsızlık ve demokrasi düşmanlığını, Kürt ve Alevi
haklarını inkâr etmesini, Şemdinli, Hrant Dink ve diğer
kontrgerilla cinayetlerini örtbas etmesini, halkları birbirine
kırdıran savaş politikasını, Irak, Filistin ve Afganistan
halklarına ihanetini hiçbir şekilde sorun etmiyor.
Başsavcının
iddianamesi AKP'yi sadece laikliğe karşı eylem ve söylemleri
nedeniyle suçluyor; ama bunu yaparken bile, Diyanet'in varlığı,
zorunlu din dersleri, İmam Hatip Liseleri gibi laikliği kökünden
sakatlayan uygulamaları söz konusu etmiyor.
Dolayısıyla,
açılan dava işçi sınıfının ve sömürülen, ezilen diğer
halk kesimlerinin kapitalizme ve emperyalizme, egemen sınıfların
sömürü ve baskısına karşı mücadelesini esas almıyor, bu
temel üzerinde yükselmiyor. Kapitalizme ve emperyalizme bağlılıkta
işbirliği yapan ve birbirleriyle uzlaşan, işçi sınıfına ve
emekçi halklara karşı birlikte saf tutan; buna karşılık,
sömürüden ve iktidardan daha fazla pay almakta birbirlerinin
ayağını kaydırmaya uğraşan egemen sınıflar içi bir
kapışmanın ifadesi olarak gündeme geliyor.
Zalimi
mazlum sayamayız: AKP işçilerin ve emekçi halkların en küçük
sempatisini bile hak etmiyor. AKP'nin işçi ve emekçi düşmanı
bütün temel politikalarına ortaklık edenlere de sırf son
derecede sınırlı bir alanda AKP'ye karşı çıktıkları için
destek olamayız ve onların peşine takılamayız: AKP'yi işçi
ve emekçiler alaşağı edecek, halk kapatacak.
Bir
tarafta TÜSİAD'ın, öteki tarafta MÜSİAD ve TUSKON'un; bir
tarafta yerleşik büyük sermayenin, öteki tarafta git gide
palazlanan yeni sermayenin; bir tarafta Genelkurmay'ın, öteki
tarafta Emniyet'in; bir tarafta Türk-İslam-NATO Sentezi'nin,
öteki tarafta İslam-Türk-NATO Sentezi'nin; bir tarafta Doğan
medyasının, öteki tarafta Fethullah medyasının zaman zaman
alevlenen, zaman zaman küllenen, ama her zaman kapitalizme ve
emperyalizme bağlılık temelinde halklara karşı ortaklaşan iç
kavgasında taraf olmayacağız. Bizim işçi sınıfının ve emekçi
halkların temel çıkarlarını yansıtan kendi tarafımız, kendi
ideolojimiz, kendi yolumuz, kendi politikalarımız var. Bu yolda
devam edeceğiz, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini
kararlılıkla sürdüreceğiz. Yeni dünyayı eski dünyanın
egemenleriyle birlikte değil, bu egemenlerin hepsine karşı, halkı
sömürüp ezerek sürekli suç işleyen bütün kesimlere karşı
ilkeli biçimde mücadele ederek kuracağız.
AKP'nin
Karşı Hamlesi
23
Mart 2008
Yargıtay
Başsavcılığı'nın AKP'nin kapatılması için Anayasa
Mahkemesi'ne başvurmasına AKP iktidarı Cumhuriyet
gazetesi imtiyaz sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk, İşçi
Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve arkadaşları ile eski
İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun da
içlerinde bulunduğu 12 kişiyi 21 Mart 2008 Cuma günü sabaha
doğru evlerine yaptığı baskınla gözaltına alarak karşılık
verdi. Her biri birbirinden ünlü adı geçen kişilere yöneltilen
suçlama "Ergenekon terör örgütüne üye olmak".
AKP
iktidarı polisin gece yarısı silahlı ev baskınları yöntemine
başvurarak, yakın tarihten başlayacak olursak 12 Mart ve 12 Eylül
faşizminin gelenekselleştirdiği, egemen sınıfın sosyalizme,
işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara karşı sürekli
uyguladığı bir yöntemi kullandı. Bu durum, egemen sınıflar
içerisindeki iki kanat arasındaki çatışmanın, çatışmada
hasımları alt etmek için her yolun mubah sayıldığı, hukukun
devreden çıkarıldığı bir üst aşamada sürdürüldüğünü
bir kez daha gösteriyor. Sermaye sınıfının iki kanadı
vuruşuyor; bir kez daha kılıçlar çekildi, "kelleler
isteniyor". Tam da düzene uygun dizide olduğu gibi, "kurtlar
vadisi"ndeyiz.
Bir
kanatta TÜSİAD, Genelkurmay, yüksek yargı bürokrasisi, Doğan
medyası var. Öteki kanatta MÜSİAD ve TUSKON, hükümet, emniyet
ve Fethullah medyası var.
Bir
tarafta ağırlıklı olarak Atatürkçüler-Kemalistler, bir tarafta
ağırlıklı olarak Nakşibendiler-Nurcular var. Bir tarafta başını
CHP'nin çektiği siyasi partiler, öteki tarafta başını AKP'nin
çektiği siyasi partiler var. Her iki kanadın da emperyalizmle
çeşitli bağlantıları, ABD ve AB içinde destekçileri, toplumun
çeşitli katları içinde uzantıları var.
Sermaye
sınıfının her iki kanadı sosyalizme, işçi sınıfına,
emekçilere ve ezilen halklara karşı temel politikalarda işbirliği
ve uzlaşma içinde. Aynı zamanda da, sömürüden ve iktidardan
aslan payını almak için birbirleriyle çatışıyor.
Bir
kanat, Diyanet, zorunlu din dersleri ve İmam Hatip liseleriyle iyice
kötürümleştirilmiş bir laikliği bayrak edinerek kapitalizmi ve
emperyalizmi savunuyor. Öteki kanat, Diyanet, zorunlu din dersleri
ve İmam Hatip liselerinin etkisini daha da genişletmeyi öngören
bir dinciliği bayrak ederek kapitalizmi ve emperyalizmi savunuyor.
Bir taraf Türk-İslam-NATO Sentezinden yana, öteki taraf
İslam-Türk-NATO Sentezinden yana.
Her iki
kanat, 1940'ların ikinci yarısından beri sosyalizme, işçi
sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara karşı ortak mücadele
süreci içerisinde aralarındaki ideolojik ve siyasi ayrımları
adım adım azaltarak çok yakınlaştılar; bugün aralarında
sadece türban ve hatta türbanı bağlama şekli, sınır ötesi
harekâtın 7 gün mü, 10 gün mü olacağı gibisinden küçücük
ayrımlar kaldı. Kapitalizmin neoliberal saldırısına ortaklık
etmek, örneğin TÜPRAŞ'ı Koç grubuna hediye etmek, işçi ve
emekçilerin haklarını budamak, temel özgürlükleri ayaklar
altına almak, ezilen halklara karşı savaş hükümeti olmak,
öğretim sistemini YÖK'leştirmek konusunda aralarından su
sızmıyor. Bir tarafın ideali asker-polis devleti, öteki tarafın
ideali polis-asker devleti.
Bu kadar
yakınlaşmanın sonucunda AKP genelkurmaylaşıyor, CHP MHP'leşiyor,
MHP AKP'leşiyor. Kim neyi savunuyor, kim kiminle beraber, kim kime
karşı soruları kıran kırana bir iktidar savaşının
alacakaranlığı içinde gitgide belirsizleşiyor.
Özgürlük,
demokrasi, bağımsızlık, hukukun üstünlüğü, laiklik, sosyal
devlet vb. adına bu kanatların herhangi birinden medet ummak
tehlikeli bir yanılsamadan ibarettir. İşçi sınıfının ve
emekçilerin AKP'ye karşı ülke çapında harekete geçtiği gün,
bu kapsamlı eylemin şimşeğini çalarak AKP'ye karşı kapatma
davası açanlar da, bu gözaltı harekâtını yapanlar da
emekçilerin sempatisini ve desteğini hak etmiyor.
Gözaltına
alınanlar birinci kanadın "ulusalcı sol" olarak adlandırılan
kesiminin temsilcileri.
Biz
egemen sınıfların her iki kanadına, siyaseti hukuk kurallarına
uygun olarak yürütmeleri, ülkeyi gücü gücü yetene mantığının
egemen olduğu kuralsız bir zorbalık alanı olmaktan artık
çıkarmaları uyarısında bulunuyoruz.
Siyasette
demokratik işleyiş kurallarının egemen olacağı bir özgürlük
rejimini de işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halkların ortak
mücadelesiyle gerçekleştirmek için yola devam edeceğiz.
Sınır
Ötesi Harekâta Hayır!
22
Şubat 2008
Genelkurmay
Başkanlığı bugün (22 Şubat 2008) yaptığı açıklamada, 21
Şubat günü saat 19:00'da Türk Silahlı Kuvvetlerinin hava
destekli sınır ötesi kara harekâtına başladığını ve askerî
birliklerin Irak topraklarına girdiğini açıkladı. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir süre
sonra aynı yönde açıklamada bulundu.
CHP, MHP,
DSP ve kapitalist büyük medya harekâtı sevinçle karşıladı.
Düzenin bütün kurumları, türban kavgasında karşı saflarda yer
alsalar da, savaşı desteklemekte birbirleriyle yarışıyor. Yatık
medya yine militarizmin ve şovenizmin tek sesli korosu olarak
hareket ediyor. Genelkurmay açıklamasına göre, ilk çatışmalarda
24 PKK'li ile 5 asker ölmüş bulunuyor.
Sınır
ötesi kara harekâtı, 16 Aralık 2007'de başlatılan hava
harekâtının bir üst aşamaya ulaştığını gösteriyor. AKP
hükümeti ve Genelkurmay, Amerikan ipiyle kuyunun daha da
derinlerine inmeye karar verdiler. Bu karar derhal geri alınmalı ve
sınır ötesi harekât durdurulmalıdır.
Daha önce
yapılan 24 sınır ötesi harekâtın hiçbir işe yaramadığını,
aksine sorunun daha da ağırlaştığını yaşayan herkes görüyor.
25'inci harekât da sadece daha fazla acı, daha fazla yıkım
getirecek ve kardeş halklarımızı, Türkleri ve Kürtleri
birbirlerinden uzaklaştıracaktır.
Yapılanlardan
ders alalım. Geçmiş hataları tekrarlamayalım. Sorunu barış ve
kardeşlik yoluyla, Kürt kardeşlerimizin eşitliğini ve
özgürlüğünü tanıyarak, temel yurttaşlık haklarını herkese
tanıyarak siyaset yoluyla çözelim. Savaşa ve ölüme hayır
diyelim, barışı ve yaşamı savunalım.
Amerikan
emperyalizmi Irak'taki sömürgeci işgalinin güçlü Irak
direnişine takılıp başarısızlığa uğramasıyla bölge
politikasını yeniden ayarlıyor. Irak'ta kurduğu baskı ve
işkence rejimini yürütmek için işbirlikçi Şii ve Kürt
güçlerine dengesiz biçimde dayandığını ve böylece İran'ın
"gereğinden fazla" güçlenmesine yol açtığını düşünüyor.
İran'ı dengelemek için Şii partilerine karşı Sünnileri, Kürt
partilerine karşı Türkiye'yi birer adım öne çıkarıyor.
Amerikan izni ve istihbaratıyla gerçekleştirilen sınır ötesi
harekât, işte bu ayarlamayı içeren Amerikan planının hayata
geçirilmesidir. Türkiye ve Irak halklarının bu plandan hiçbir
çıkarı yoktur. Amerika'nın bölgedeki işbirlikçilerini
yeniden hizalandırması, hiçbir halkın çıkarlarıyla ilgili
değildir.
Türkiye
işçi sınıfının, hangi kökenden olursa olsun emekçi
halklarımızın, gençlerimizin, annelerin ve babaların ölüm,
yıkım ve evlat acısından başka bir şey getirmeyecek olan bu
kardeş kavgasından hiçbir çıkarı yoktur. Savaştan sadece
kapitalistler ve emperyalistler ile onların işbirlikçileri yarar
sağlayacaktır. Amerikan planlarına uymak, Amerikan emperyalizminin
bölge hesaplarına alet olmak hiçbir halka yarar sağlamadı,
sağlamaz.
Türkiye
Amerika'yı ve İsrail'i örnek almamalıdır. Sınır ötesi
harekâta son verelim. Bütün birlikler Türkiye topraklarına
dönsün.
Kahrolsun
Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçileri!
Yaşasın
halkların kardeşliği!
İşbirlikçiliğin
ve Militarizmin Fiyaskosu
29
Şubat 2008
Genelkurmay
Başkanlığı bugün (29 Şubat 2008) öğleden sonra yaptığı
açıklamada, hava destekli sınır ötesi kara harekâtına sabah
saat 04:00'te son verildiğini ve harekâta katılan birliklerin
Türkiye'ye döndüğünü açıkladı. Açıklamaya göre, Zap
bölgesini hedef alan harekâtta yaklaşık 300 kişilik bir PKK
grubundan 240 kişi öldürüldü ve grubun fiziksel altyapısı
tahrip edildi. Çatışmalarda TSK'dan da 24 asker ve 3 köy
korucusu öldü. Genelkurmay değerlendirmesine göre, harekât
hedeflerine ulaştı.
Halbuki
bu harekât da tıpkı daha önce yapılan 24 sınır ötesi harekât
gibi koca bir fiyaskodan ibarettir. Kürt sorununun çözümüne en
ufak bir katkı sağlamamış, aksine sorunu daha da
ağırlaştırmıştır. Kürt sorunu sadece barış, kardeşlik ve
anlayışla çözülebilecek bir sorundur. Ölü ve yaralı gençlerin
sayısını çoğaltmakla çözülmez, daha da kangrenleşir.
Hayatının baharında gençlerin Amerikan güdümlü planlarla
ölmesi ve öldürmesiyle, sadece kapitalizm kazanır, sadece
emperyalizm kazanır. Türkiye kazanmış olmaz; tıpkı yoksul Kürt
halkı gibi, yoksul Türk halkı da kaybeder.
Süreç
hepimizin önünde cereyan etti. Amerikan yönetimi ile Türkiye,
Irak ve Kürt Bölgesel Yönetimi arasında yapılan pazarlıklarda
Türkiye'ye bir hafta boyunca Irak'a serbestçe girme ve PKK
kuvvetlerine saldırma izni verildi. Bir hafta boyunca bu emperyalist
düzenlemeye taraf olan her yönetim, kendi halkları ile dünya
halklarının gözünü boyamak üzere "kamu diplomasisi"
yürüttü. Bu danışıklı dövüşte kukla Irak yönetiminden
Başbakan Maliki Londra'ya "tedavi"ye gitti, Cumhurbaşkanı
Talabani ses çıkarmadı. İşbirlikçi Barzani itiraz eder göründü,
bölge topraklarını istilasına karşı koyacağını belirttikten
sonra hiçbir şey yapmadan kenara çekildi. Gül, Erdoğan ve
Büyükanıt bir yandan Talabani'yi Türkiye'ye resmen davet
etti, bir yandan da harekâtın sonuna kadar süreceğini açıkladı.
Amerikan yönetimi ise Savunma Bakanı Gates ve Başkan Bush
aracılığıyla malumu ilam etti, başkomutanın Amerika olduğunu
herkese duyurdu. Türkiye derhal birliklerini geri çekti. Avrupa
Birliği süreç boyunca Amerikan yönetiminin kuyruğuna takıldı.
Amerikan
planının uygulayıcısı olarak ortaya çıkan bütün bölgesel
işbirlikçiler ve militaristler Amerika'nın çizdiği çerçeve
içinde çeşitli aşağılamalara maruz kaldılar ama hepsi elde
ettikleri küçük menfaatlerle durumdan memnun ve mesut görünüyor.
Bölge halkları ise, kendi sırtlarından yürütülen bu "öldür
ve öl" oyunundan yine ağır kayıplarla çıktılar. Halklarımız
bu kanlı oyuna toptan son verecek yeni bir bilincin ve örgütlenmenin
öznesini yaratmak göreviyle karşı karşıya.
Onlar
Bizi Sokağa Atmadan, Biz Sokaklara Çıkıyoruz!
10
Mart 2008
AKP,
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa
tasarısını büyük bir utanmazlıkla reform diye gösterip
çıkartacak. Daha 1999 yılında, prim ödeme gün sayısı en fazla
5000 gün olsun diye başta Abdullah Gül olmak üzere birçok AKP
önde geleninin imzaladığı bir önergenin üzerinden birkaç yıl
geçtikten sonra ne değiştiğinin hesabını vermeden yasayı
çıkartamazlar. Ne oldu da dün halk düşmanı diye nitelediğiniz
Mezarda Emeklilik Yasasını mumla aratan yeni bir tasarı
hazırlıyorsunuz.
Emeklilik
hakkımızı elimizden alan, yüz yıllık kazanımlarımıza göz
diken, parasız sağlık hakkımızı yok eden bu yasayı
imzalayanları affetmeyeceğiz.
Onlar
bizi sokağa atmadan bizim sokakları onlara dar edebilmemiz için
haydi eylemlere!
Tüm Ürün
okurlarını bulundukları bölgelerde her türden eylem kararına
katılmaya çağırıyoruz. Türk-İş'in, DİSK'in ve Emek
Platformunun diğer üyelerinin düzenleyeceği her eylemin
katılımcısı, örgütleyicisi ve aktif koşturanı olalım.
Haydi,
hep birlikte yasayı çöpe atalım.
Yaşasın
işçilerin birliği!
İşçilerin
birliği sermayeyi yenecek!
İş,
ekmek yoksa barış da yok!
Siyonizmi
Durduralım
2 Mart
2008
İsrail
siyonizmi Filistin halkını katletmeye devam ediyor. Sadece dün (1
Mart 2008 Cumartesi) Gazze'ye yaptığı füze saldırılarında
içlerinde bebeklerin ve çocukların da bulunduğu 54 kişiyi
öldürdü, 200 kişiyi yaraladı. 27 Şubat Çarşamba'dan bu yana
öldürülen Filistinlilerin sayısı 87. Bu sabah ise İsrail savaş
uçakları Filistin Başbakanı İsmail Haniye'nin Gazze'deki
çalışma ofisini bombalayarak yerle bir etti.
İsrail
aylardır sürekli bombaladığı, yoğun bir abluka altında
tuttuğu, ilaç, gıda ve yakıt ambargosu uyguladığı Gazze'yi,
bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bu kez de bir kara harekâtıyla,
yeniden işgalle tehdit ediyor. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak,
bugün verdiği demeçte "geniş bir kara harekâtı kaçınılmaz,
sadece uygun zamanı bekliyoruz" dedi. Savunma Bakanı Yardımcısı
Matan Vilnai, 29 Şubat'ta İsrail Ordu Radyosu'na yaptığı
açıklamada "Roket saldırıları yoğunlaştıkça ve daha uzun
menzillere ulaştıkça, Filistinliler büyük bir soykırımı davet
ediyorlar, çünkü kendimizi savunmak için tüm gücümüzü
kullanacağız" dedi. Bu bir dil sürçmesi değil, çünkü bakan
yardımcısı derdini İbranice'de İkinci Dünya Savaşı
sırasında Nazilerin uyguladığı Yahudi soykırımını tanımlamak
icin kullanılan "şoah"
kelimesiyle ifade etti, Filistinlilerin "şoah"a
davetiye çıkardıklarını söyledi. Filistinlilere soykırım
yapacaklarını söyleyen kişi kahvehanede oturup gevezelik eden
şovenist bir emekli değil, soykırım yapmak için elverişli
güçlere ve araçlara sahip yetkili bir kişi, İsrail savaş
kabinesinin üyesi. Siyonizmin Nazizm demek olduğu bir kez daha
kanıtlanıyor.
Kendini
uygar olarak tanımlayan bütün dünya, Avrupası, Amerikası,
Birleşmiş Milletler Örgütü'yle, Filistinlilerin katledilmesini
boş gözlerle seyrediyor. İsrail günümüzün en uzun süreli
sömürgeci işgaliyle Filistin'i her gün boğazlıyor. Filistin
halkının elinden gelen her şeyi yaparak ABD ve AB tarafından
körüklenen iç bölünmesini gidermesini, Filistin Kurtuluş Örgütü
ile Hamas arasındaki düşmanlığı ortadan kaldırmasını,
emperyalizme ve siyonist işgale karşı birliğini tekrar
oluşturmasını diliyoruz. Türkiye, bölge ve dünya halklarını
İsrail'in yeni katliamlarını önlemek için Filistin halkıyla
dayanışmayı yükseltmeye çağırıyoruz.
Yaşasın
Newroz!
21
Mart 2008
Bugün 21
Mart. Kürt halkının ulusal günü Newroz ile Batı ve Orta Asya
halklarının bayramı Nevruz'u sevinçle kutluyoruz.
21 Mart
Kürt halkının zalim hükümdar Dehak'a karşı Demirci Kawa
önderliğinde isyan ettiği gün olarak kutladığı, bölgemizdeki
diğer halkların doğanın yeniden doğduğu bahar bayramı olarak
karşıladığı, Birleşmiş Milletler kararıyla da bütün dünya
halklarının Irkçılığa Karşı Mücadele Günü olarak kutladığı
derin anlamlar taşıyan bir gündür.
Bu günü,
ülkemizde, bölgemizde ve dünyada zulme karşı mücadelenin
yükseltileceği, emperyalizme, kapitalizme, sömürgeciliğe, işgale
ve ırk ayrımcılığına karşı halkların birliğinin ve
dayanışmasının pekiştirileceği bir halklar bayramı, ortak bir
şenlik sayıyoruz.
Türkiye
işçi sınıfı ve emekçi halklarımız Newroz'un Kürt halkının
kimliğinin, dilinin ve kültürünün tanınması, inkâr ve imha
politikalarına son verilmesi, halklar arasında özgürlük ve
eşitlik temelinde barış ve kardeşliğin kurulması için bir
imkân olarak görülmesini talep ediyor ve kutlamalarda bu istemini
coşkuyla haykırıyor.
Yaşasın
21 Mart!
Yaşasın
halkların birliği ve dayanışması!
Newroz
bütün emekçilere kutlu olsun!
Diyarbakır
Saldırısı Üzerine
8 Ocak
2008
Diyarbakır'ın
Yenişehir semtinde 3 Ocak 2008 günü bombalı bir aracın
patlatılmasıyla 6 kişi yaşamını kaybetti, yüze yakın kişi de
yaralandı. Saldırıyı üstlenen olmadı. Olay, bütün halkta
haklı olarak büyük bir tepki doğurdu, halkı hedef alan,
demokrasi ve özgürlük güçlerini karalamayı ve yeni baskılara
ortam hazırlamayı amaçlayan bir provokasyon olarak
değerlendirildi.
Dünyada
ve Türkiye'de kapitalist egemenlerin, gizli servislerin bu tür
kontrgerilla eylemleriyle halkı devrimci muhalefet örgütlerinden
nasıl soğuttukları, halk kitlelerini nasıl sindirdikleri,
planladıkları faşist ve despotik hamleler, sıkıyönetimler,
askeri darbeler, işgaller için kamuoyunu nasıl hazırladıkları
konusunda çok zengin bir birikim var. Sorumluluğu devrimci
örgütlere, siyasal ve toplumsal muhalefet hareketine yükleyerek
metrolara bomba konulması, yolcu otobüslerinin yakılması,
alışveriş merkezlerinin havaya uçurulması, sokağa park edilmiş
özel arabaların tahrip edilmesi, kahvehanelerin, dükkânların
taranması gibi sade emekçilerin, sokaktaki insanın, esnafın,
küçük mülk sahiplerinin ölümüne, yaralanmasına,
korkutulmasına, sindirilmesine ve çaresizlik duygusu içinde
egemenlere sarılmasına yol açan terörist taktikler NATO'nun ve
Amerikan ordusunun "gayri nizami harp" ve "ayaklanmaların
bastırılması" adıyla bütün dünya gericiliğine armağan
ettikleri talimnamelerde bütün ayrıntılarıyla bir bir
işlenmiştir.
Fırat
Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre, Kürt ulusal hareketi adına
bugün (8 Ocak 2008) yapılan bir açıklamada, Diyarbakır'daki
patlamayla ilgili olarak dolaylı bir sorumluluk üstlenildi. "Bu
eylem hareketimizin merkezi planlaması değildir. Bu saldırı bizim
araştırmamıza göre yerel bağımsız otonom grupların yaptığı
bir eylemdir" ve "Sivillerin yaşamını yitirmesinden dolayı
üzüntülerimizi belirtiyoruz, halkımızdan da özür diliyoruz"
denildi.
Böyle
bir ortamda, Marks ve Lenin'den Mustafa Suphi ve İsmail Bilen'e
kadar sınıf bilinçli proletarya önderlerinin ortaya koyduğu
yaklaşımı bir kez daha tekrarlıyor ve halka yönelik bu tür
terör taktiklerini mahkûm ediyoruz. Bu tür eylemler, sınıf
mücadelesi tarihinin hep gösterdiği gibi, asla eşitlik ve
özgürlük davasına hizmet etmezler, sadece egemenlerin eline koz
verirler. Devrim, kurtuluş, eşitlik, özgürlük adına yola çıkan
hiçbir örgüt, kontrgerilla taktikleriyle karıştırılabilecek bu
tür eylemlere girişemez ve bunları hoş göremez, bu eylemlere
mazeret üretemez. Bir halkın özgürlük davasını savunanların
yaptıklarıyla kontrgerillanın yaptıkları arasında ilkesel
olarak açık, kesin ve birbirine karıştırılması imkânsız
farklar olmalıdır. Eğer sade emekçilerin kafasında "acaba bu
işi kontrgerilla mı yaptı, yoksa bizim davamızı savunduklarını
söyleyenler mi" şeklinde bir kuşku uyanıyorsa, egemen sınıflar
zaten amaçlarına yarı yarıya ulaşmışlardır. Ardından
kitlelerin politikadan uzaklaşması, tarafsızlaşması ve hatta
karşı cepheye savrulması gelir. Bu tür kuşkuların uyanmaması
ve egemenlerin psikolojik savaşın unsuru olarak savurdukları
iftiraların kolaylıkla anlaşılması için, bizim eylem çizgimizin
açık ve net olması gerekir.
Bir kere
daha tekrarlıyoruz: Halka zarar veren, onları hedef seçen bütün
eylemler ağır birer suçtur. Hangi gerekçeyle olursa olsun, halka
yönelik bütün bombalama, molotof atma, kundaklama vb. eylemler
yanlış, gayrimeşru ve zararlıdır. İşe giden, okula dersaneye
koşturan, fabrikada, tarlada, büroda çalışan, yorgun argın
evine ulaşma telaşı içinde tıkış tıkış metroya veya otobüse
binen, köşedeki meyhaneye uğrayıp iki tek atan, çoluğu
çocuğuyla alışverişe çıkan, sinemaya giden, arkadaşlarıyla
buluşan, sevgilisiyle eğlenen, kafasını dinleyen masum insanları
öldürmek, yaralamak, yakmak, korkutmak, sindirmek faşist
kontrgerilla taktiğidir ve kim tarafından yapılırsa yapılsın
faşizme yarar. Bu tür eylemler hem felsefi açıdan, hem siyasal
açıdan kesinlikle reddedilmelidir.