Bizi gün doğumundan gün batımına kadar çalıştıramayacaksınız
Yine 1 Mayıs günleri yaklaşıyor. Yüz yılı aşkın zamandır kutlanan, çalışanların en "küresel" bayramı 2008 yılında yine büyük
bir coşkuyla geçirilecek. 1 Mayıs'ın anılmasına ve kutlanmasına vesile olan haklar kapitalist ülkelerin bile çoğunda artık yerleşik hale geldiği için, kimi ülkelerde sadece bir avuç
insanın, kimi ülkelerde ise milyonların sokaklara çıkıp neşeyle kutladığı bir gün olacak. Kimi yerlerde eğlenceler düzenlenecek, festivaller yapılacak. Kimilerinde ise barikatlar kurulacak. Kimi ülkelerde tüm sendikalar ve partiler aynı yerde toplanacak,
kimilerinde ise her parti, her sendika sadece kendi yandaşlarıyla kutlamayı tercih edecek. Kimileri ise, böylesi şenlik, festival, kutlama, yürüyüş, mücadele günü gibi etkinliklerle hiç
ilgileri olmadığını söyleyecekler. Bu saydıklarımızın yaşanacağı ülkelerin ortak noktasını ise, 1 Mayıs gününün çok uzun yıllardır "resmi tatil" olarak belirlenmesi oluşturacak.
Ne var
ki, her ülkede her zaman "işçi sınıfının birlik, mücadele
ve dayanışma günü" 1 Mayıs, bir bayram havasında geçmiyor.
Hâlâ kutlamalardan korkan, emeğiyle geçinenlerin ortaklaşa
yapacağı etkinlikleri engellemeye çalışan ülkeler var. Sermaye
sınıfının tüm gösterilerine alabildiğine açılan meydanlar ve
salonlar, işçilerin ve sendikaların taleplerine kapatılmak
isteniyor. Bırakın resmî tatil olmayı, yani işçi, işsiz, ev
kadını gibi tüm çalışanları kapsamasını, bu hakkı hâlâ
toplu sözleşmelerle bile elde edememiş ülkeler var. Bunun
yanısıra, sadece resmî tatil olmasına karşı çıkılmakla
kalınmıyor, kimi ülkelerde gösteriler düzenlenmesine bile karşı
çıkıldığını görmekteyiz.
1 Mayıs
mücadelesi, işçilerin bir sınıf olarak doğuşundan bu yana
geçen yüzyıllar içinde, sömürüye karşı yürütülen mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. 1 Mayıs'ı doğuran taleplerin, yani daha az çalışma talebinin ortaya çıkışı, çalışanların en ayırt edici siyasal özelliklerinden biridir. Bu nedenle de, 1 Mayıs mücadelesinin başarıya ulaşması, emeğiyle geçinen herkesin yararına olmuştur. Bu herkes kategorisine, işçi
sınıfı düşüncesine en uzak olan kesimler bile dahildir.
1 Mayıs değerlendirmesini birbirinden bağımsız iki ayrı bölüm halinde ele alacağız. Birinci bölümde 1 Mayıs'ın nasıl doğduğunu, hangi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla dünya işçi
sınıfının ana gündemi haline dönüştüğünü ve ikinci bölümde 1 Mayıs kutlamalarının özet olarak ülkemizdeki seyrini inceleyeceğiz.
Daha kısa iş günü mücadelesi
1 Mayıs'ın doğuşu, işçilerin daha az çalışmak istemeleriyle, yani daha kısa işgünü mücadelesiyle ayrılmaz biçimde bağlıdır. Bilindiği gibi, işçilerin daha kısa süreler çalışma talepleri neredeyse fabrika sisteminin doğuşu kadar eskidir. Aslında, tahmin edilebileceği gibi, çalışanların ilk direnişleri pek çok ülkede doğal olarak "daha fazla ücret" talebiyle yapıldı.
Fakat, daha kısa çalışma saatleri ve örgütlenme hakkı mücadelesi de işçilerin patronlardan elde etmeyi istedikleri haklar arasında daima en başta yer alıyordu. Sömürünün en
acımasız biçimleriyle karşılaşıldıkça ve çalışma süresi neredeyse günün bütün kısmını kaplamaya başladıkça, ücret talebinden daha çok, çalışma saatlerinin makul düzeylere
düşürülmesine yoğunlaşıldığını görmekteyiz.
1800'lü yıllar boyunca çalışma saati "gün ışığı" esasına göre belirleniyordu. Yani, yazları on sekiz saati bulan, kışları ise on beş saatten
az olmayan bir işgünü vardı. Sabahları güneşin doğuşuyla başlayan, akşamları ise güneş batmadan sona ermeyen bir mesai şekli çok yaygındı. Hatta, işe girerken işçilere imzalatılan
sözleşmelerde, günde ondokuz yirmi saat çalışılacağı belirtiliyordu.
Batılı
ülkelerde 1830'lu ve 40'lı yıllarda işçi örgütleri genel olarak çalışma saatlerinin on saate düşürülmesi talebini ileri sürdüler. Tabii, o yıllarda hâlâ eski kölelik günlerindeki
gibi, günün on sekiz, yirmi saati çalışılıyordu. Bu nedenle, sekiz saatlik işgünü talebi kapitalizmin geliştiği her yerde yükseliyordu. "Sekiz
saat çalışma, sekiz saat sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve
uyku" sloganı Avustralya işçilerinin de
kullandığı bir talebe dönüşmüştü. Avustralya işçileri bu hakkı 1856 yılında aldılar.
Tek tek
sendikaların veya işçi birliklerinin talebi olmasının ötesinde,
doğrudan 1 Mayıs'ın doğmasını sağlayan 8 Saat Hareketi 1884
yılında ABD'de yığınsal bir hareket olarak başladı. Ancak,
bundan bir nesil önce, 1866 yılının Ağustos ayında, asıl adı Uluslararası Emekçiler Birliği olan ve kısaca Birinci Enternasyonal olarak bilinen örgütten etkilenen Ulusal Emek
Birliği, kuruluş kongresinde "Bu
ülkenin işçilerini kapitalist kölelikten kurtarmak için
günümüzde atılması gereken birincil ve en önemli adım, Amerika'nın bütün eyaletlerinde normal iş gününün 8 saat olarak belirlenmesidir" kararı alındı.
Ayrıca, aynı bildirgede, işçilerin bu amaçla bağımsız politik mücadele yürütmesinin de gerek şart olduğu belirtildi. Aynı yılın Eylül ayında ise, çoğunlukla komünistlerden ve
anarşistlerden oluşan Birinci Enternasyonalin Cenevre Kongre
kararlarında, aynı talep "günlük
yasal çalışma sınırı 8 saati aşamaz"
şeklinde yer aldı.
Bu arada,
Amerikan Emek Federasyonunun (AFL), 7 Ekim 1884 tarihinde Şikago'da
yaptığı dördüncü kongresinde, "ABD
ve Kanada Sendikalar Federasyonu, sekiz saatin 1 Mayıs 1886
tarihinden başlamak üzere günlük yasal çalışma süresi olarak
belirlenmesini karar altına almıştır; ve biz tüm üye emek
örgütlerine, kendi yetki alanları dahilinde, sendika iç
tüzüklerini bu tarihe kadar bu karara uygun hale getirmelerini
tavsiye ederiz" şeklinde bir karar
çıkartıldı. Bu örgütün çatısı altında bulunan örgütler
ana yapıya gevşek bir şekilde bağlı olduğu için, Federasyon, 1
Mayıs 1886 tarihinde üye sendikaları greve zorlamak için kendi iç
tüzüklerinde değişiklik yapmalarını istiyordu.
Kısacası,
1 Mayıs, işçilerin 8 saatlik mücadele günü olarak ilk kez bu
kongrede karar altına alındı. Her ne kadar bu kongrede " sekiz
saatin 1 Mayıs 1886 tarihinden başlamak üzere günlük yasal
çalışma süresi olarak belirlenmesi" kararlaştırıldıysa da bunun ne şekilde eyalet yasalarına geçirileceği kesin olarak belirlenmemişti. Geçen zamanda, önce
sendika tüzüklerinde yapılan bu değişikliklerin daha sonra grevler, direnişler ve gösterilerle uygulamaya geçirilebileceği konusunda bir ortak fikir oluştu.
AFL'nin 8 saatlik iş günü için mücadele kararı aldığı kongresinden iki yıl sonra, alınan kararda kesinleştirilen 1 Mayıs 1886 tarihinde onlarca kentte greve çıkıldı. En yaygını Şikago'da olmak üzere, yüz binlerce örgütsüz ve vasıfsız işçiyi de kapsayarak iş bırakıldı ve meydanlarda gösteriler yapıldı.
Şikago, bu tarihte militan bir emek hareketine sahipti. Şikago'da yapılan grevler ve gösteriler, aynen diğer kentlerdeki gibi başarıya ulaştı. Sekiz saatin kabul edilmediği yerlerde bile, çalışma süreleri azaltıldı.
Bu arada, işçi sınıfının tarihinde sendika önderleri açısından önemi çok büyük bir olayı anlatmadan geçmeyelim. 3 Mayıs'ta grevdeki Mc Cormick fabrikasına polisin vahşice saldırarak altı
işçiyi öldürmesini ve onlarcasını yaralamasını protesto etmek
üzere, işçiler 4 Mayıs'ta Şikago Saman Pazarında bir protesto
düzenlediler. Ancak, bu barışçı gösteriye polisin bir kez daha
saldırması sonucunda kargaşa çıktı. Bu esnada, nereden geldiği
bilinmeyen bir bomba kalabalığın ortasına atıldı ve yedi
polisle dört işçinin ölmesine yol açtı. Bu olayın ardından
düzmece bir mahkeme sonucu Parsons, Spies, Fischer
ve Engel adlı dört işçi lideri idam edildi. Onlarcası tutuklandı
ve hapse atıldı. Hiçbir şekilde işçilerin sorumluluğunda
olmayan bu provokasyonu kullanan dönemin sermaye güçleri, "biraz
fazla talepte bulunan" emekçilerden bu şekilde hesap sormuş
oldular.
Ancak,
işçi önderlerinin asılması, yüz binlerce işçinin politik
taleplerle başlattığı 8 saat hareketine son vermedi. Aksine, her
yıl artık geleneksel hale gelerek 1 Mayıslarda grevler ve
direnişler artarak devam etti. Her geçen yıl bir öncekinden daha
fazla işçi gösterilere ve grevlere katıldı. Amerikan Emek
Federasyonu, 1889 yılından başlayarak her 1 Mayısta 8 saatlik
işgünü mücadelesi için grevler yapılmasını kararlaştırdı.
Bu karar, doğuşundan itibaren daha kısa çalışma hedefiyle
bütünleşen 1 Mayıs gününün emeğin sermayeye karşı yürüttüğü
mücadelenin simgesi olmasını sağladı.
1864
yılında kurulan Birinci Enternasyonal, bilindiği gibi birkaç
yılın ardından dağılmıştı. Daha sonra, Paris'te, Bastil
Hapishanesinin yıkılıp Fransız İhtilali'nin başladığı
tarihin yüzüncü yıldönümüne denk gelen 14 Temmuz 1889
tarihinde Paris'te toplanan Uluslararası Sosyalist Kongrede bir
araya gelen Marksist eğilimli sosyalist ve işçi partileri
tarafından yeniden kuruldu. Sonradan İkinci Enternasyonal adını
alan bu Birlik, her yılın 1 Mayıs gününü "kendi
siyasi partilerinde veya sendikalarında örgütlü bulunan dünya
işçilerinin, 8 saatlik işgünü için mücadele edecekleri gün"
olarak belirledi. Bu tarihte her ülkede sendikalar biçimini ve
koşullarını kendileri belirleyerek grevler, gösteriler ve
direnişler yapacaklardı. Böylece, 8 saat talebi ve 1 Mayıs
gösterileri uluslararası işçi örgütleri tarafından da
benimsenmiş oldu ve bu talep ilk kez bu denli uluslararası hale
gelmiş oldu.
Şimdiye
kadar yazdıklarımızı birkaç maddede özetlemeye çalışalım:
Kapitalizmin
yeni geliştiği dönemlerde işçiler "gün ışığı" esasına
göre çalışıyordu. Hava aydınlanınca işe başlıyor, karanlık
çökmeden işi bırakamıyorlardı.
İşçilerin
toplu olarak fabrika, atölye tarzı imalathanelerde çalışmaya
başladıkları ilk dönemlerden beri en önemli talebi daha kısa
çalışma süreleriydi.
Avustralya
işçileri, günde on sekiz yirmi saat çalışmaktan bıkmış ve
"sekiz
saat çalışma, sekiz saat sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve
uyku" sloganıyla gösteriler yapmaya
başlamışlardı.
Birinci
Enternasyonalin 1866 yılında Cenevre'de yapılan Kongresinde, "tüm
işçiler için yasal çalışma süresi günde sekiz saati aşamaz"
kararı alındı.
Amerikan
Emek Federasyonu, 1884 yılında yaptığı kongrede, sekiz saatlik
çalışma süresi için yığınsal mücadele yürütme kararına
vardı.
Amerika'nın
her yerinde, farklı siyasal anlayışlara sahip işçiler bir araya
gelerek Sekiz Saat Hareketi adıyla bir cephe kurdular.
1 Mayıs
1886 tarihinde, sekiz saatlik işgünü talebini hayata geçirmek
üzere başta Şikago olmak üzere ABD'nin pek çok ülkesinde
grevler yapıldı, örgütlü, örgütsüz, vasıflı vasıfsız on
binlerce işçi iş bıraktı.
4 Mayıs
1886 tarihinde Şikago Saman Pazarında yapılan gösteriye polis
saldırdı. Bu sırada kim tarafından atıldığı belli olmayan bir
bomba bazı polis ve işçilerin ölümüne yol açtı. Bunu bahane
eden hükümet dört işçi önderini düzmece bir mahkeme sonunda
idam etti.
ABD
sendikaları 1889 yılında her 1 Mayıs'ın 8
Saatlik İş Günü talebini hayata geçirmek
için grev ve gösteri günü olmasını kararlaştırdılar.
1889
yılında Paris'te toplanan İkinci Enternasyonal 1 Mayıs'ı tüm
dünyada işçilerin haklarını almak üzere grev ve eylem
yapacakları gün olarak belirledi. Bu kararla 1 Mayıs ilk kez
uluslararası hale geldi.
Ülkemizde
1 Mayıslar
Osmanlı
döneminden başlayarak bizim topraklarımızda da Avrupa ve Amerika
fikri akımlarından etkilenen örgütler kurulmuştu. Bilinen ilk
işçi örgütü, illegal olarak oluşturulan Amele Perver Cemiyeti
1871 tarihinde kuruldu. Eldeki kayıtlara göre ilk grev olarak da
Haliç tersane işçilerinin 1872 tarihinde yaptıkları grev
gösterilir. O dönemde, Abdülhamit yönetimine karşı kurulan
örgütlerin bir kısmı 1889 yılında kurulan İttihad-ı Osmani
Cemiyeti gibi yüksek askerî ve mülki bürokratlardan oluşuyordu.
1895
yılında Paris'te gizli olarak kurulan Amele Perver Cemiyeti ise,
o dönemde büyük acılar çeken emekçilerin dertlerine ortak olmak
amacıyla, işçicilik fikirlerinden etkilenen aydınlar tarafından
oluşturulmuştu.
Kimisi
geniş çevreleri etkileyen kimisi ise dar kalan bu işçi
örgütlenmeleri, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 24 Temmuz 1908
tarihinde iktidara geçmesinden sonra hızla açığa çıktılar.
Sendikalar kuruldu, ilk kez yaygın grevler yapılmaya başlandı.
İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesinden bir iki hafta sonra Sofya,
Selanik, Ereğli, Adana gibi büyük kentlerde yüzlerce grev ve iş
bırakma yaşandı. 13 Ağustos-15 Eylül arasındaki bir ayda,
kayıtlara geçen yüzlerce direnişin ardından, 25 Eylül'de
sendika ve grev yasağı tekrar kondu.
İttihat
ve Terakki döneminin Birinci Dünya Savaşı'na kadar geçen
döneminde Üsküp'te, Selanik'te, İstanbul'da dünya
işçileriyle aynı zamanda 1 Mayıs gösterileri yapıldığı
bilinmektedir. Türkiyeli işçilerin de talepleri dünyanın diğer
bölgelerindekiyle aynı: Kanunlarca güvence altına alınmış daha
az çalışma süresi, seçme seçilme hakkı, sendika kurma hakkı,
grev yapabilme hakkı.
1914-18
arası savaş döneminde sıkıyönetim olduğu için kayıtlarda
grevler ve gösteriler bulunmuyor. Daha sonra, kimisi işgal
kuvvetlerine rağmen olmak üzere, İstanbul'da ve Ankara'da
grevler, gösteriler yapıldı.
Cumhuriyetin
ilanından sonra da 1 Mayısların kutlanmasında Hükümet
tarafından zorluklar çıkartıldı. 1925 yılında Şeyh Sait
isyanı gerekçe gösterildi ve tüm örgütlenmeleri, grevleri,
gösterileri yasaklayan Takrir-i Sükûn (Sessizliğin Sağlanması)
kanunu çıkartıldı. Kemalist iktidarın emekçiler üzerindeki bu
yasağından sonra, tam elli yıl boyunca 1 Mayısı kutlamayı
amaçlayan yasal hiçbir
toplantıya veya gösteriye izin verilmedi.
1 Mayıs
1935 yılında çıkarılan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller
Hakkındaki Kanun ile "Bahar Bayramı" olarak kabul edildi. Ancak
bu tatil gününün diğer genel tatil günlerinden bir farkı vardı;
çalışanlara ücret ödenmeyecekti. Daha sonra çıkartılan
kanunlarla, genel tatil günü olan 1 Mayıs'ta önce 1951 yılında
yarım günlük ücret ödenmesi, sonradan 1956 yılında ise tam gün
ücret ödenmesi kabul edildi.
Ülkemizde,
gizlice yapılan pullamalar, duvar yazıları, kimi işyerlerinde
yapılan toplantılar vs. dışında yasal olarak 1 Mayıs'ın
kutlanması için 1975 yılının beklenmesi gerekti. O yıl,
İstanbul'da Tepebaşı'nda bir düğün salonunda DİSK
tarafından 1 Mayıs kutlandı. Böylece, yüzlerce işyerinden gelen
işçilerin yaptığı bu mütevazı kutlama, elli yıllık bir
yasağı da ortadan kaldırmış oldu.
1976
yılında, komünist sendika önderleri İbrahim Güzelce'nin ve
Kemal Türkler'in büyük kişisel gayretleri sonucunda ilk kez
yığınsal olarak 1 Mayıs mitingi yapıldı. Bu mitingin
organizasyonunda TKP kadroları çok büyük görevler üstlendi.
İstanbul'da Taksim meydanında yapılan mitinge ülkenin dört bir
yanından onbinlerce işçi, emekçi, aydın katıldı. Bu mitingde
kortejler Taksim'e Beşiktaş yönünden girdiler. Bu miting
sayesinde, Kemalist iktidarın yarım yüzyıl boyunca işçilere
koyduğu yasak, bir önceki yıl nasıl salonda kutlanarak ortadan
kaldırıldı ise, bu kez alanlarda böylesine yığınsal şekilde
kutlanarak geri dönülmez biçimde kırılmış oldu.
1977
yılında ise yüz binlerce işçinin katılımıyla Türkiye
tarihinin en görkemli mitingi yapıldı. DİSK yöneticileri,
yaptıkları hesapta mitinge beş yüz bin kişinin katıldığını
belirttiler. Katılımın o denli yığınsal olacağı tahmin
edilmişti ki, iki ayrı güzergâh belirlendi. Bir kesim
Beşiktaş'tan, diğerleri Saraçhane tarafından Taksim'e
girdiler. Hatta, miting kalabalıktan dolayı ilan edilen saatte
başlayamadı; DİSK genel başkanı Kemal Türkler'in kürsüden
konuşması öğleden sonra saat 4'ü buldu.
Kemal
Türkler konuşmasına henüz başlamıştı ki, Taksim meydanındaki
en yüksek bina olan o zamanki adıyla İntercontinental Oteli'nden
(bugünkü adı The Marmara) yüzbinlerce insanın üstüne ateş
açıldı. Çıkan izdihamda ne yazık ki 34 işçimiz hayatını
kaybetti. Hastaneye kaldırılan yaralılar arasından 2 kişinin
daha hayatını kaybetmesiyle 1 Mayıs 1977 şehitlerinin sayısı
36'yı buldu. (Kimi
kaynaklar bu rakamı 37 olarak vermektedir.)
Bu olayın
failleri hâlâ meçhul. Kimlerin hangi görevde olduğu bilinmesine,
oteldeki hangi odaların kimler tarafından kullanıldığının
belirlenmesine, polis telsizlerinden geçen konuşmaların kaydının
tutulmasına rağmen, hiçbir sorumlu yakalanmadı. Geçen otuz yıl
boyunca soruşturma açılması talebi hep reddedildi. Emekçilerin
bayramını kana bulayanlar aranmadı. Ülkemizi bir parça bile
tanıyanlar bilir ki, bu türden eylemlerin failleri meçhul
kaldığında, bu tipik bir kontgerilla eylemidir.
Olayın
gerçek failleri yerine, sendikacılar soruşturuldu; aralarında
miting tertip komitesindeki DİSK yöneticilerinin de bulunduğu bir
kısmı sırf asıl failleri perdeleme adına gözaltına alındı ve
tutuklandı. Daha sonra hepsi de serbest bırakıldı. Ancak,
katliamın sorumlularının ele geçirilmesine dair bilinçli olarak
bugüne dek hiçbir işlem gerçekleştirilmedi.
Sıradan
bir yurttaşın kafasında 1 Mayıs'ın "olaylarla", "korkuyla"
özdeşleşmesi bundan sonra gerçekleşti. Egemenler bilinçli
olarak bu korkuyu beslediler, halkın, emeğiyle geçinen insanların
alanlara çıkarak hak talebinde bulunmasını engellemeye
çalıştılar. Her insanın aklına, "mitinge gidersem başıma
bir şey gelir mi" sorusunun düşmesini istediler. Katliamın
faillerinin bilerek yakalanmamasını başka türlü açıklamak
mümkün değildir.
Ancak,
tüm bu korkuyu besleyen propagandalara rağmen, 1978 1 Mayıs'ında,
işçiler yine aynı kalabalık ve coşkuyla Taksim'e geldiler. Bu
kez, diğer taleplerinin yanı sıra, 1977 katliamının
sorumlularının bulunmasını da istediler. Halkı yıldırma
politikasına karşı verilebilecek en sağlam cevabın, aynı
kararlılıkla, aynı yığınsallıkla talepte bulunmak olduğu bir
kez daha görüldü. 1978 1 Mayısında "Yaşasın TKP" "TKP'ye
Özgürlük" ve "Atılım Bizimle" pankartları alanın dört
bir yanında açıldı.
1979
yılında, İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildiği için merkezî
kutlamalar İzmir'e alındı. Türkiye İşçi Partisi yöneticileri
ise, bu yasağa karşı İstanbul'da alana çıkma kararı aldılar;
ancak başta Behice Boran olmak üzere yüzün üzerinde TİP üyesi
göz altına alındılar.
1980
yılında ise en büyüğü Mersin'de olmak üzere ülkenin çeşitli
yerlerinde yapıldı.
12 Eylül
1980 faşist askeri darbesi, sadece 1 Mayıs kutlamalarını
yasaklamakla kalmadı, bu günün tatil olmasını da engelledi ve 1
Mayıs günü tatil olmaktan çıkartıldı.
12
Eylül'den sonra
Darbeden
sonra demokratik her etkinlik yasaklandı. DİSK üyesi sendikalar
topluca kapatıldı; Türk-İş'e bağlı kimi sendikalar geçici
sürelerle kapatıldı. Partiler, dernekler, gösteriler, grevler,
direnişler yasaklandı. Buna rağmen her 1 Mayıs'ta gizlice de
olsa bayram kutlandı. Bazen üst geçitlere asılan pankartlarla,
bazen duvarlara geceden yazılan sloganlarla, kimi zaman kentlerin
merkezî yerlerinde dağıtılan bildirilerle, çoğu zaman
işyerlerinde işçilerin kendi aralarında yaptıkları
toplantılarla 1 Mayıs kutlanmaya devam etti.
Ancak,
tekrardan ilk yasal etkinlikler, İstanbul ve Ankara gibi büyük
kentlerde, 1985 yılından başlayarak kapalı salon toplantıları
şeklinde ve faşist yasalardan dolayı resmen "1 Mayıs Kutlaması"
adı verilemeden yapıldı.
12 Eylül
sonrasının ilk yasal 1 Mayıs mitingi girişimi 1988 yılında
gerçekleştirildi. Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş,
Tümtis, Deri-İş sendikaları ile bağımsız BANKS ve Otomobil-İş
sendikaları kurdukları tertip komitesi ile İstanbul Valiliğine
başvurarak 1 Mayıs'ı yasal olarak kutlamak istediler. Ancak
Valilik 1 Mayıs'ın yasal olarak kutlanmasına izin vermedi. Buna
rağmen 1 Mayıs günü Taksim'e çıkmak isteyen sendikacılar
polisin saldırısıyla karşılaştı. 81 işçi, temsilci ve
sendikacı gözaltına alındı ve bunlardan bir kısmı tutuklandı.
1989
yılında bir kez daha yasal olarak kutlama girişiminde bulunuldu.
Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş,
Basın-İş ile bağımsız Otomobil-İş, BANKS ve Laspetkim-İş
sendikalarının 1 Mayıs'ı kutlama isteği, kutlamanın önünde
herhangi bir engel bulunmamasına rağmen yasaklandı. Mecidiyeköy
ve Çağlayan'da gösteri yapmak isteyen işçiler ve sendikacılar
gözaltına alındı ve uzun süre gözaltında tutuldu.
Aynı
yıl, Taksim'in simgesel öneminden dolayı 1 Mayıs'ta Taksim
meydanına yürümek isteyen gruplar polisin çok sert bir
saldırısıyla karşılaştı. Bir trafik polisinin hedef gözeterek
açtığı ateş sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç
bir işçi hayatını kaybetti.
1990'da
1 Mayıs yasağına rağmen, 1 Mayıs'ı korku ve şiddet günü
gibi göstermek isteyenlere inat fabrikalarda, işyerlerinde yüz
binlerce işçi birlik ve dayanışma ruhuyla bayramı kutladı.
Fabrikalarda 1 Mayıs bildirileri okundu, türküler söylenip
halaylar çekilerek 1 Mayıs kutlandı. Bu arada yine 1 Mayıs'ı
Taksim'e çıkarak kutlamak isteyen grubun üzerine açılan ateş
sonrasında hemşire bir genç kız, Gülay Beceren felç oldu.
1991
yılında 1 Mayıs yine fabrikalarda kutlandı. 1989 yılından
başlayarak 1 Mayıs'a ilişkin tutumunu değiştiren Türk-İş
Genel Merkezi de hem genel merkezinde hem de çeşitli il
temsilciliklerinde düzenlediği kapalı salon toplantıları ile 1
Mayıs'ı kutladı.
1992 1
Mayıs'ında Türk-İş, Hak-İş ve yasakları kaldırılan DİSK
Ankara'da salon toplantısı yaparak ortak bir kutlama
gerçekleştirdi. Üç konfederasyonun ortak açıklaması
işyerlerinde okundu. Aynı yıl 12 Eylül'den sonra ilk yasal 1
Mayıs mitingi İstanbul Gaziosmanpaşa Meydanı'nda Sosyalist
Parti tarafından düzenlendi.
1993
yılında işçiler yeniden meydanlarda 1 Mayıs'ı kutlamaya
başladılar. Türk-İş 1 Mayıs'ı İstanbul'da Abide-i
Hürriyet Meydanında düzenlenen bir mitingle kutladı. Türk-İş
genel merkez olarak tarihinde ilk kez 1 Mayıs'ı alanlarda
kutlamış oldu. DİSK ise aynı gün İstanbul Pendik Meydanı'nda
düzenlediği mitingle 1 Mayıs'ı kutladı.
1994 1
Mayıs'ı ortak kutlamanın yapıldığı, emekçilerin
taleplerinin hep bir ağızdan ve birlikte haykırıldığı bir yıl
oldu. O zamanlar oluşturulan Demokrasi Platformu içinde yer alan
Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve daha sonra KESK'i kuracak olan Kamu
Çalışanları Sendikaları Platformu İstanbul'da Abide-i
Hürriyet Meydanında ortak bir mitingle 1 Mayıs'ı kutladı.
1995
yılında da 1 Mayıs Demokrasi Platformu tarafından ortak bir
biçimde kutlandı. Ancak bu kez Hak-İş bu ortak kutlamanın içinde
yer almadı, ayrı kutladı. Demokrasi Platformu tarafından organize
edilen ortak mitingler İstanbul, İzmir, Mersin, Adana ve Ankara'da
yapıldı.
1996
yılında son dönemin en yığınsal 1 Mayıs'ı yapıldı. Yine
yüz binlerce insan 1 Mayıs'ı kutlamak üzere alanlara,
İstanbul'da Kadıköy meydanına geldi. Türk-İş, DİSK, Hak-İş
ve KESK tarafından düzenlenen mitingin yürüyüşü daha
başlamadan arama noktalarında çıkan bir arbedede polis silah
kullandı ve üç işçi öldürüldü. Daha sabahın erken
saatlerinde polisin yaptıkları, sonraki olayların da tetikleyicisi
oldu. Medya, her zamanki gibi, yüz binlerin disiplin içinde birlik,
mücadele, dayanışma bayramını kutlamasını değil de, birkaç
kişinin, öldürülen arkadaşlarının yarattığı derin öfke ile
kırdığı camları göstermeyi tercih etti. Bu provokasyondan
sonra, iktidar Kadıköy'ü yasal miting alanı listesinden
çıkarttı.
1996
yılında yaşanan 1 Mayıs'ın meşrulaştırılması ve
kitleselleşmesini gölgelemeye dönük siyasal iktidarın
kışkırtmalarına rağmen 1997 1 Mayıs'ında işçiler yine
alanlardaydı. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Antalya,
Denizli ve Uşak'ta yürüyüş ve miting düzenlendi. Bu yılki 1
Mayıs kutlamalarını Türk-İş, DİSK ve KESK birlikte organize
ettiler. Merkezi miting İstanbul'da Çağlayan Meydanı'nda
yapıldı.
1998 1
Mayıs'ı "Şimdi Demokrasi Zamanıdır" temel sloganı ile
ifade edilen, demokrasi ve özgürlük talebinin, güvenli bir
gelecek isteğinin dile getirildiği mitinglere sahne oldu.12 Eylül
sonrasında ilk kez bu yıl 1 Mayıs yaygın biçimde kutlandı.
Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK tarafından İstanbul, Ankara,
İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve
Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs
kutlandı.
1999 1
Mayıs'ı işçi konfederasyonları ve çeşitli toplumsal
muhalefet örgütlerinden 15 örgütün bir araya gelmesiyle
oluşturulan Emek Platformu tarafından kutlandı. İstanbul, Ankara,
İzmir, Mersin, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, Gebze, Eskişehir,
İskenderun, Kayseri, Trabzon, Silifke ve Divriği'de mitingler
yapıldı. 1999 1 Mayıs'ında dikkat çeken nokta büyük
kentlerin yanı sıra emekçilerin yoğun olarak bulunduğu ilçe
merkezlerinde de 1 Mayıs mitinglerinin düzenlenmiş olmasıydı.
2000
yılında Türkiye'de 1 Mayıs'ı kutlamak üzere bir araya gelen
Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK "Küresel saldırıya karşı
güç birliği" sloganını temel aldılar. İstanbul, Ankara,
İzmir, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Mersin, Malatya, Tunceli'de
düzenlenen mitinglerde çalışanlar sosyal devletin korunmasını
istediler ve iş güvencesi talep ettiler.
2001
yılında İstanbul kutlamaları üç işçi konfederasyonu ve KESK
ile ortak düzenlendi. Miting Çağlayan'da yapıldı. Ülkenin pek
çok kentinde yine kutlamalar yapıldı.
2002 1
Mayıs'ını bir çok emek örgütü, İstanbul'da Çağlayan
meydanında kutladı.
2003
yılında aynı şekilde, 1 Mayıs yine Çağlayan'da yapıldı.
2004
yılında DİSK ve Türk-İş kutlamaları Taksim'de yapmak üzere
valiliğe başvurdu, ancak valilik izin vermedi. Bunun üzerine
Türk-İş Çağlayan için başvurdu ve mitingi orada yaptı. DİSK,
KESK ve pek çok emek örgütü, Taksim'de ısrar edince, valilik
ara formül olarak 1 Mayıs mitinginin Saraçhane'de toplanılarak
Yenikapı'ya yürünülmesi şeklinde yapılmasına izin vermek
zorunda kaldı. Yasal izin başvurusunda bulunmadan Saraçhane'de
kutlanan bu mitingin yararı, 1996'dan sonra yasaklanan Kadıköy'ün
tekrar mitinglere açılması oldu.
2005 ve
2006 yıllarındaki mitingler Kadıköy meydanında yapıldı.
2007
yılında, İstanbul 1 Mayıs mitingi için iki ayrı kutlama kararı
bulunuyordu. DİSK, TMMOB, KESK, Tabibler Odası Taksim meydanını
istiyordu. Türk-İş ise bu örgütlerden ayrıldı; Kadıköy'de
kutlama kararı verdi ve kutladı. Taksim'de kutlama yapmak isteyen
işçileri ve işçi önderlerini emniyet kuvvetleri çok aşırı
şiddet ve zor kullanarak dağıttı. Polisin aldığı olağanüstü
tedbirler yüzünden sadece bir meydanla sınırlı kalacak bir
kutlama, tüm kente yayıldı. Sabahın erken saatlerinden akşama
kadar vapur, otobüs, tren gibi toplu taşıma araçlarının
seferleri durduruldu. Tüm çalışanlar mağdur edildi. Adeta kentte
sıkıyönetim ilan edildi. Barışçıl bir gösteri için bir araya
gelen işçilerin ve halkın üzerine kilolarca gaz bombası atıldı.
Ancak, yine de, sendikaların Taksim meydanına çıkması
engellenemedi ve 1 Mayıs 1977'nin otuzuncu yıldönümünde
emekçiler yine Taksim'de bayramlarını kutladılar.
En
küresel bayram
1
Mayıslar tüm dünyada işçilerin, emekçilerin, geçimini
çalışarak sağlayanların renk, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı
gözetmeksizin kutladığı bir bayramdır. 1 Mayısın doğuşunda
işçilerin sermayeye tüm hayatlarını vermeme mücadelesi vardır.
İşçiler, sosyal bir varlık olarak yaşamak istemişler, "gün
doğumundan gün batımına" çalışmayı reddetmişlerdir.
Kapitalizmin
yeniden yapılandığı, tüm sermaye sözcülerinin sürekli olarak
"küreselleşme"den bahsettiği bir dönemdeyiz. Yeryüzünde
mevcut iki tür küreselleşmeden birisi kapitalistlerin mallarını
ve paralarını istedikleri ülkeye, istedikleri zaman, istedikleri
kadar taşıyabilmeleri anlamına geliyor.
İkinci
tür küreselleşme ise, gerçek anlamda ulussuz, gerçek anlamda
dost, gerçek anlamda birbirinin kardeşi bir sınıfın, işçi
sınıfının enternasyonalizmi anlamındadır. Hayatı yaratan
emekçiler, sermayeden almak istedikleri en önemli taleplerini hep 1
Mayıs'ta haykırmışlardır. Bu nedenle dünyanın pek çok
ülkesinde 1 Mayıs resmen tatil ilan edilmiştir.
Emekçilerin
dünkü talepleri daha kısa süre çalışmak, kalıcı bir
işgüvencesine sahip olmak, hastalandığı, sakatlandığı, emekli
olduğu zaman sağlam günlerindeki gibi hayatını devam ettirmek,
çocuklarına iyi bir gelecek bırakmak, eğitimlerini
gerçekleştirmek, başını sokacak bir ev sahibi olmak, ele güne
muhtaç olmadan yaşamak, milli geliri eşit bir şekilde
paylaşmaktı.
Bugün,
bu taleplerin hangisinin geçersizliğinden bahsedebiliriz?
Tüm
insanlığa yetecek birikimlerin, birkaç yüz özel şirkete
verildiği dönemdeyiz. Böylesine acımasız bir sömürü düzeninin
tüm çalışanlara kader diye dayatıldığı bir çağdayız.
Geçmiş yüzyıllardaki kazanımlarımızın artık unutulması
gerektiğini iddia ediyorlar. Yeni dönemde sermayenin sınırsız
kâr hırsını engelleyecek her düzenlemenin "çağdışı"
olduğu propagandası yapılıyor.
Ama,
işçiler, emeğiyle geçinenler, beyaz yakalısı, mavi yakalısı
dünyanın en ücra köşesinde bile, daha fazla hak elde etmek için
alanlara çıkmakta, hayatı talep etmekte ısrarcılar. Milli gelir
sürekli artarken, işçinin cebine giren paranın azalmasını, ne
kadar süslenirse süslensin, hiçbir iktisatçı anlatamıyor. Bu
sermaye sisteminin parıltılı yaldızlarının altında yatan
sömürü çarkını kimse gizleyemiyor artık.
Her 1
Mayıs, 1886 yılından beri, emekçilerin çok mütevazı davranarak
dünyayı istedikleri bir gün olmaya devam edecek.
Kaynaklar:
Türkiye
Sendikacılık Tarihi,
Kemal Sülker, Tüstav yay., 2004
Türkiye'de
Grev Hakkı ve Grevler,
Kemal Sülker, Gözlem yay., 1976
The
History of May Day,
Alexander Trachtenberg, International Pamphlets, 1932
Gelenekten
Geleceğe 1 Mayıs,
Aziz Çelik-Zafer Aydın, Kristal-iş yay., 2007
Türkiye
Sendikacılık Ansiklopedisi,
Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yay., 1998
http://www.mayday.org.uk
http://www.dol.gov