Türkiye'de de dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi kapitalizmi mutlaklaştıran post
modernist anlayışların ve liberal solcuların sıkça kullandıkları bir çift sözcük var, sivil toplum, sivil
insiyatif. Özellikle bizim ülkemizde liberal sol mucize bir çözüm bulmuş gibi sivil insiyatifleri geliştirmenin çok önemli
olduğunu, içinde bulundukları sorunların çözümünün sihirli anahtarının burada olduğu inancı ile politik hatlarını bu
anlayış doğrultusunda refüze etmeye başlıyorlar, daha doğrusu depolitizasyona doğru anti marksist bir yolda ilerliyorlar.
Anti marksist diyorum, çünkü bu tür teorilerin ve pratiklerin marksizmle ya da marksizmi
zenginleştirmekle ilgisi olmadığının bilinmesi gerekiyor.
Bizler bu filmi ilk defa görmüyoruz, tarihin değişik evrelerinde Marksist-Leninist teoriye
karşı saldırılar hiç durmamıştır, ama tarihin hiçbir döneminde Marksizm, Marksist olduklarını söyleyenler tarafından
bu kadar çok saldırıya uğramamıştır, tabi bu tam da karşıdan bir saldırı şeklinde gelişmiyor. Çoğu zaman Marksizmin,
Leninizmin eskidiği ve bugün bunları aşmak gerektiğini, değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gibi Marksizmin gelişme
yasalarına uygun söylemlerle yapılıyor, yerine şu an için koydukları şey de "sivil insiyatifler ve yurttaş insiyatifleri".
Sosyalizmin yeni yolunun da devrimde değil evrimde olduğu ve bunun kapitalizmin doğal evrilmesi sonucunda olacağı gibi
kendiliğindenci, reformist yönelimler içerisine giriyorlar.
Bu anlayış asıl olanın demokrasiyi geliştirme yolunda sivil toplum örgütlerinin toplumsal
baskı aracı olması yeteneğinin geliştirilmesi olduğunu ve bunun
solun yeni kültürü olduğunu iddia ediyorlar.
Bu arkadaşlar <<Toplumlar
tarihinin sınıf savaşımları tarihi>> olduğunu unutup en
gelişmiş kapitalist demokrasisinin burjuvazinin diktatörlüğü
olduğunu da görmezden geliyorlar.
Toplum gelişmesinde
devrimci müdahaleyi yapmak yolunda kendini egemen sınıf olarak
örgütlemeyen sınıfın devrimci dönüşümü yapma şansının
olmadığını tarih bizim kafamıza vura vura anlatıyor. (Paris
Komünü, Şili'de Allende hükümeti, 12 Eylül'de ülkemiz
devrimci hareketinin geldiği nokta)
Bu yüzden sosyalistlerin
sivil toplumcu anlayışların içerisine yuvarlanmalarını
devrimcilikten ayırmak ve eleştirmek gerekiyor.
Sivil toplumcu anlayış,
doğası gereği popülisttir ve depolitizasyona kaymaya mahkumdur.
Çünkü bileşenleri toplumsal muhalefet dinamikleridir. Felsefe
olarak idealist, yöntem olarak eklektik, siyasal perspektif olarak
uzlaşmacıdır. Çünkü niyet olarak kendinizi ne kadar sınıf
yanlısı olarak ifade etmiş olsanız bile sivil insiyatifler
içerisinde bağlaşıkların sınıfsal konumlanışları öne
çıkarılmaz, daha çok devlet ile toplum arasında dengesizlik
üzerinden hareket eder. Bu tam da burjuvazinin sömürü hedefinde
toplumsal konumlanışlarda sorun çıkarmadan sürebilmesi için
devlet mekanizması ile toplumun arasındaki çatışmalarda
sömürünün politika dışı gösterilmesi amacının hayata
geçirilmesine hizmet eder.
Burjuvazinin zaman zaman
sivil toplum hareketlerinin içinde olması da bu yüzdendir.
Susurluk ışık
eylemlerinde olduğu gibi, MGK'ya karşı TÜSİAD raporu gibi.
Yöntemsel olarak
eklektiktir. Çünkü gündeme eklemlenerek kendini var eden bu tarz
kendini en iyi ÖDP'de gösteriyor. Susurluk'ta ışık söndürme
eylemleri ve halkın raporu öne çıkarken, çetelerin hizmet
ettiği, korumaya çalıştıkları, kapitalizm ve faşizm gündem
dışı kalmıştır, çünkü Koç, Eczacıbaşı, Sabancı gibi
egemen sınıfın kendisi de sivil insiyatifin içinde olduğu gündem
üzerinden eklemlenerek politik alanda kendini var etmiştir. Bu
örnekleri çoğaltmak mümkün, Refahyol iktidarına karşı
geliştirilen tavır ve bunlar gibi.
Uzlaşmacıdır diyorum
çünkü etkileyebildiği alanın ideolojik alanını da demokrasi
ile sınırlar. Kitle olarak etkileyebildiği alanın geniş olmasına
rağmen siyasal hareket alanı dardır. Sınıf kavramı yerine
yurttaş kavramının geçirilmesi doğal olarak siyaset yapmak
istediğiniz alanı da daraltacaktır. Sebebi de, sınıflara
ayrılmış bir toplumda bütün yurttaşları kucaklayan hedefler
kendi koşulları gereği kısıtlı bir siyaset alanı ortaya
çıkartır. Örneğin pahalılığa, işsizliğe, yoksulluğa,
özelleştirmeye karşı mücadelenin bütün yurttaşları
kapsayacak bir çerçeve içerisinde yürütülmesi mümkün
değildir. Bunlar sınıf çıkarlarının damgasını taşıyacak
mücadelelerdir. Kendilerine Marksist ve devrimci diyen, hala devrim
türkülerini ve en keskin devrimci sloganları atarak sivil
toplumculuğa soyunan bu arkadaşların değişen ortamda politik,
stratejik taktikleri saptamaktaki zorluklar karşısında
Marksist-Leninist dünya görüşünün aşılması gerektiğini
söylerken modern yaşamın nimetlerinden faydalanmada sınıf
savaşımının içinde taşıdığı riskleri göze almadan popülist
çıkışlarla devrimciliği de kendilerine maletmekten
çekinmemektedirler.
Marksizmi sosyalist
devrimden arındırarak Marksist olduğunu söyleyenlere bu
literatürde sosyal demokrat deneceğini herkes bilir.
Marksizm hiçbir zaman
basit bir teori, bilimsel bir hipotez ya da felsefe değildir.
Marksizm dünyayı yalnız somut bilimsel biçimde açıklayan bir
teori de değildir. O, dünyayı toplumsal ilerleme doğrultusunda
değiştirmek, yığınları devrimci eylemlerde eğitmek için en
iyi silahtır. Çünkü Marksist-Leninist sistem toplumsal yaşamın
tüm olaylarına sınıfsal açıdan yaklaşımı, savaşımı
gerektiriyor. (Bazı sivil toplumcu arkadaşlar hala sınıf mı
kaldı diyebilir).
Son olarak 1976 Komünist
ve İşçi Partileri Konferansı'nda İ. Bilen yoldaşın
sözleriyle bitirmek istiyorum:
"Komünistler kapitalizmle savaşırken Marksizm-Leninizm ve proletarya enternasyonalizminin ilkelerini kesinlikle savunmayı, bu ilkeleri ardıcıl biçimde hayata geçirmeyi Marksist-Leninist teoriyi sürekli olarak geliştirmeyi ve sınıf savaşının içinde bulunduğu somut durumlara, sosyalist toplum kuruluşundaki somut
koşulları uygulamayı kendilerine görev bilirler.
Komünistler Marksizm-Leninizmin yaratıcı özüne her zaman bağlı kalacaklardır.
Komünist bir dünya kurmak yolunda savaşa devam edenlerin Ürün'leri yolumuzu aydınlatıyor."