Daha önceki söyleşimizde SİP'in geçmişinin "TKP'yle bırakın birliği, en küçük bir yakınlaşmayı bile içine sindiremeyen, TKP'yi her konuda suçlayan, onu adeta mutlak kötülük' sayan küçük bir çevreye uzandığını" söylemiştiniz. Ne var ki, bu söyleşinin yayınladığı Ürün sayısının deyim yerindeyse- daha mürekkebi kurumadan SİP yönetimi bir oldu bittiyle TKP adını aldığını ilan etti. Bu adımı nasıl karşılıyorsunuz?
Cemal Toprak: SİP yönetimini elinde tutan küçücük grupta yer alanlar, üniversite eğitimlerini 12 Eylül faşizmi döneminde yaptılar. Evren-Özal diktatörlüğünün üniversitelerde serbestçe at koşturduğu bir dönemde, YÖK sisteminin altın yıllarını yaşadığı bir üniversite ortamında, uluslararası sermayenin dünyayı ve Türkiye'yi boğan yeni-sağcı muhafazakâr
saldırısına boyun eğmiş hocaların rahle-i tedrisinden geçtiler.
En kısa sürede en fazla kâr elde etmek için her yolu mübah
sayan, hızla yükselmekten başka bir amacı olmayan, rekabeti ve bencilliği kutsallaştırmış yağmacı bireyler olarak yetiştirildiler. Topluma karşı hiçbir sorumluluk taşımayan, yaptıkları konusunda en küçük bir ahlaki kaygı gütmeyen, etik ilkelerle alay eden birer "yuppie" olmak kafalarına kazındı. Kapitalizmin altın çocukları olacak masterli doktoralı "genç
profesyoneller" üreten bu eğitim sisteminin etkilerinin maalesef solun içine de taşındığını görüyoruz.
SİP yöneticilerinin son adımı, emeğe saygısız, hakkaniyet nedir düşünmeyen, herşeyi kendisinden başlatan, kendisinden önceki kuşakların binbir zahmetle oluşturduğu birikimleri yağmalanacak nesneler olarak gören bir
anlayışın ürünüdür. Banka reklamlarında görüyorsunuz, zamanında bir şekilde sola-sosyalizme bulaşmış metin yazarları,
devrim kavramını, Marks'ın özdeyişlerini, Nâzım'ın şiirlerini bile finans kapitalin yağma sofrasına meze yapıyorlar.
SİP yöneticileri, kendilerinde, emekçilerin yarattığı her değeri gaspetme hakkını vehmeden kapitalistlerin zihniyetiyle
hareket ediyorlar. TKP'nin dünya görüşünü, programını, adını savunmak için yaşamlarını, sağlıklarını feda eden,
devrim ve sosyalizm davasını dişleriyle tırnaklarıyla bugüne getiren bütün komünistleri yok sayarak, bu topraklarda Tütüncü
Abbaslar, Mustafa Hayrullahoğlular, Ahmet Hilmi Feyzioğlular, Talip Öztürkler, Meryem Karakızlar
hiç yaşamamış gibi yaparak,
Türkiye proleteryasının "en büyük ustalığı, en ince hüneri" olan partinin adını çalıyorlar. Yeni dünya düzeninin
"yuppie"leri en sonunda solu-sosyalizmi de bir av alanına çevirdiler. SİP'li "yuppie"ler iş başında!... Artık
tarihimizin, adlarımızın, kimliklerimizin bile gaspedildiği bir aşamaya ulaştık. Sömürücülerin "Ben yaptım oldu" mantığıdır bu. Ama olmadığı kısa sürede görülecektir.
Bakın, daha dün, Ürün Yayınları sahibi ve sorumlusu Ekrem Sarıoğlu TKP belgelerini yayınladığı için Devlet Güvenlik Mahkemesinde mahkûm oldu. Ortaya çıktığı günden beri bu taraklarda hiç bezi olmamış, TKP için serçe parmağını bile oynatmamış, üstelik hep TKP karşıtı olmuş SİP'li beyzadeler ise TKP adıyla çalım satıyorlar!
Yani emek başkasından, çalım beyzadelerimizden! Fakat "Emeğin ne önemi var, mühim olan kurnazlık" ilkesiyle hareket eden SİP yöneticileri sakın unutmasın, hakikaten "yağma yok, sosyalizm var"! Komünistlerin ahını alanlar asla iflah
olamazlar. Bu yalın gerçeğe hep beraber tanıklık edeceğiz.
SİP Genel Başkanı Aydemir Güler, gasp kongresinde yaptığı konuşmada Nâzım Hikmet'i bir numaralı üyeleri ilan etti. Buna ne diyorsunuz?
Nâzım Hikmet tabii ki proletaryanın son derece saygın bir ismidir. Yaşamını devrim ve sosyalizm davasına adamış, bu uğurda her türlü özveriye katlanmış bir komünisttir ve TKP Merkez Komitesi üyesi olarak dünyaya gözünü yummuştur. Nâzım Hikmet, "sizi TKP'nin bir numaralı üyesi olarak kabul ediyoruz" diyecek aklıevvellere gülüp geçecek, bu yağcılığın ardında neyin yattığını bilecek kadar külyutmaz bir insandı.
TKP'nin bir numaralı üyesi, partinin kurucu başkanı olan Mustafa Suphi'ydi kuşkusuz. Başkalarını
bir yana bırakalım, bizzat Nâzım'ın şiirlerinde de, konuşmalarında da, bu gerçeğin sık sık vurgulandığını görürsünüz. SİP yöneticileri de bu kadarını bilirler.
Ne var ki, Türkiye burjuvazisi, bugünlerde Nâzım Hikmet'i içini boşaltarak evcilleştirme, onu devrimci özünden, sömürüye karşı mücadelesinden, yeni bir dünya isteminden kopararak kapitalizme yamama, bir süse dönüştürme gayreti içinde. Proletaryanın gür sesli şairi, büyük insanlığın sözcüsü Nâzım Hikmet'i metalaştırıyorlar. Onu "devletine saygılı, ebedi şefe bağlı, uçuk bir sosyete playboyu" olarak medyatikleştiriyorlar. Burjuvazinin kanlı bir pusuyla yok ettiği Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve yoldaşları, emeğin kurtuluşu ve ülkenin bağımsızlığı uğrunda hayatları boyunca kapitalizme ve emperyalizme karşı yılmadan mücadele ettikleri için burjuvazinin zindanlara ve sürgünlere mahkûm ettiği Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Zeki Baştımar, İsmail Bilen, Hikmet Kıvılcımlı gibi öteki önderler ise, hâlâ öcü statüsünde tutuluyorlar ve tabu sayılıyorlar.
SİP yöneticileri, tam bir kapitalist "işletmeci" zihniy etiyle, burjuvazinin isteklerine neyin uygun olduğunu saptayıp ona göre davranıyorlar. Neyin piyasası var diye bakıyorlar, vitrine onu koyuyorlar. İşin açıkçası, kıbleleri piyasa olmuş bu kişilerin. Mustafa Suphi mi, boşverin onu, elleri kanlı müşterilerimizi rencide etmenin lüzumu yok diye düşünüyorlar herhâlde. Nâzım Hikmet mi, burjuvazi vicdanını biraz olsun rahatlatmak için artık onu moda ettiğine göre, biz de vitrine onu çıkartalım mantığıyla hareket ediyorlar. Bu arada birilerinin hakkı yeniliyormuş,
medyatik olmayan komünistler yok sayılıyormuş, hiç umursamıyorlar. Daha önce sözünü ettiğim çıkarcı, vurguncu yaklaşımın bir uzantısı da bu işte. Emeğe saygısızlık, hak hukuk tanımazlık ile burjuvaziye yaranma isteği iç içe geçiyor bu konuda.
Yine Aydemir Güler, Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte, "partileri kapatılsa bile, bazıları gibi, ülkemizi dışarıya şikâyet etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını" (17 Kasım 2001, sayfa 5) belirtti. Sizce ne demek istedi?
Her devrimcinin bildiği gibi, dil bir toplumsal mücadele alanıdır. Belli kavramları ve sözcükleri kullanmak, sadece dilsel bir olgu olarak, sadece dilbilim alanına giren bir konu olarak görülemez. Kullandığımız kavramlar, seçtiğimiz sözcükler sosyal sınıflar çatışmasında nerede yer aldığımızı, siyasal duruşumuzun ne olduğunu da gösterir.
SİP Genel Başkanı, ikide bir parti kapatarak
işçi sınıfının ve sosyal muhalefetin örgütlenme ö zgürlüğünü
ayaklar altına alan iktidar sahiplerinin hukuksuzluğuna, usulüne
uygun olarak imzalanmış uluslararası anlaşmaları da öne sürerek
karşı çıkmak gibi temel bir demeokratik hakkı kullanmayı, tıpkı
iktidar sahipleri gibi, "ülkemizi dışarıya şikâyet etmek"
olarak tanımlıyor. Egemenlerin dilini benimsiyor. Özgürlüğü
değil, köleliği; direnmeyi değil, teslimiyeti seçiyor. Emekçi
halkın gürül gürül akması gereken, köleliğin bentlerini
yıkması gereken kendine güvenli dilini milliyetçi bir
kötürümleştirmeye uğratıyor. Egemen burjuvaziye milliyetçilik
garantisi veriyor. Finans oligarşisinin has elemanı yüce
devletlûlara, "Adımı TKP'ye çevirsem de yanlış anlamayın,
ben başkaları gibi değilim, ben milliyetçiyim, benden size zarar
gelmez" mesajını gönderiyor. Ne zavallı bir yaklaşım!
Ama, bizim egemenler kös dinlemişlerdir. Bu
yaltaklanmalar pek işe yaramaz; belli adların simgesel değerinin
bile burjuvazinin sınıfsal reflekslerini harekete geçireceğini ,
kapatılan TBKP, SBP, SP, DKP vb. örneklerine rağmen anlamayanlar,
yanıldıklarını kısa sürede göreceklerdir. Teslimiyet çıkmaz
sokaktır. Yaptığınız pis işler bile sizi burjuvazinin gözünde
makbul hâle getirmeye yetmeyecek; sıkılmış bir limon gibi
kullanıldıktan sonra bir yana atılacaksınız. Burjuvazi
tarafından devrim ve sosyalizm davasına karşı kullanılmış
olmanın, proletaryayı şaşırtmak üzere kullanılmış olmanın
onursuzluğu ve utancıyla kalakalacaksınız.
Haluk
Yurtsever, SİP'in TKP adını gaspetmesine mazeret üretmek
kaygısıyla olsa gerek, "TKP'nin denize ulaşamadan kuruyan bir
ırmak olduğunu", dola yısıyla
başkalarının bu adı pekâla üstlenebileceğini söyledi.
Dilin kemiği yok. Siyasal yaşamının sadece
kısacık bir diliminde TKP'de yer alan, sonrasında insanın
başını döndürecek bir hızla durmadan "yapı değiştiren"
eski yol arkadaşımız Haluk Yurtsever, bu tür temelsiz iddialar
öne sürmeden önce iki kez düşünmeliydi.
Dünya görüşünü, ilkeleri bir yana bırakıp
o an güçlü görünenin peşine takılarak siyaset yaparsanı z,
sonunda, burjuvazinin önünde secdeye varırsınız.
Marksizm-Leninizmin öngördüğü şekilde, iğneyle kuyu kazarak,
alınterimizi akıtarak, tırnağımızla dişimizle sınıfı
örgütlemekten, bu yolla sınıfsal bir güç yaratmaktan, bir sınıf
gücü olarak siyasete damga vurmaktan ve yeni bir dünya yaratmaktan
yılanlar, işin kolayına kaçıp şunun bunun peşinde dolaşıp
dururlar. Sınıf mücadelesinin hamallığını yapmadan hep
tepelerde yer almak için ilkelerinden vazgeçenlerin, bir ünvan
için, bir koltuk için, şan şöhret için davalarını satan
zavallıların nereye varacağını bir kez daha göreceğiz.
Haluk Yurtsever unutmasın: Proletarya var
oldukça, partisi de var olacaktır. TKP seksen iki yıllık tarihinde ateşin ve ihanetin her türlüsünü gördü. Kaç kez
öldüğü, yok olduğu, dağıldığı, çöktüğü, battığı, bittiği, ezildiği, yıkıldığı, silindiği, kökünün
kazındığı, imha edildiği, feshedildiği, ortadan kaldırıldığı, boğulduğu, kuruduğu ilan edildi. Ama her seferinde yaralarını
sarmayı, kendisini ayağa kaldırmayı başardı. Meydanı burjuvaziye ve yardakçılarına hiç bırakmadı. Haluk Yurtsever,
SİP'in hırsızlığına karşı yükselen tepkilere bir baksın, bir kez daha düşünsün. Ürün 'ün
açık mektubunu okusun. Farklı görüşlerden TKP emektarlarının basın açıklamasını okusun. Daha şimdiden proletaryanın
vicdanından mahkûm olan gaspçıların avukatlığını yapacağına, aynaya baksın, kendini sorgulasın.
Kendini sorgulamasına belki yardımcı olur diye, çok iyi bilmesi gereken ama anlaşılan unuttuğu bir tarihsel
belgeden müsaadenizle küçücük bir bölüm aktarayım. Sözkonusu belge, TKP'nin yasal kolu Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası'nın,
1922'de kapatılmasını protesto eden bildirisidir: "Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası sınıfsal bir varlıktır. O Türkiye
işçi ve köylülerinin teşkilatıdır. Bu sınıflar mevcut oldukça parti yaşayacaktır. Bu sınıflar imha edilemez ki partiyi
imha ve ilga edebilesiniz. ... Sınıfımızın mevcudiyeti sizin kararlarınız ve kanunlarınızın üzerindedir." Böylesine köklü
bir kuruluşun varlığı, SİP'in gayrimeşru kararına veya bu kararın avukatlığını yapmaya kalkışan siyaset cambazlarının
laf ebeliğine bağlı değildir.
SİP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, kongrede yaptığı konuşmada, "Bakın
sevgili dostlar, neredeyse 15 yıldır bu ülkede şu veya bu biçimde TKP adı altında bir siyasi mücadele veril miyor"
diyerek bu adı almalarının etik açıdan yanlış olmadığını savundu.
Kemal Okuyan minareyi çalmış, ama kılıfını iyi hazırlayamamış. SİP'in göstermelik KP'yi kurdurmasından
3 ay sonra Yunanistan Komünist Partisi radyo ve televizyonunun Kemal Okuyan'la yaptığı söyleşiye bakalım isterseniz:
"Soru: Neden bu partiye Komünist Parti dediniz de Türkiye Komünist Partisi demediniz?
" Yanıt: Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, bir parti ki, Türkiye'nin en eski partisidir aslında yakın döneme kadar, Sovyetler Birliği çözülene kadar, Türkiye Komünist Partisi adı altında varlığını sürdürdü. Biz bu partinin devamı gibi gözükmek istemiyoruz. Çünkü bu parti tarihinin belli bölümlerinin Türkiye'deki sosyalist mücadelenin mirasını temsil edemeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye'de komünist hareket daha zengin bir kanalda aktı. İkincisi, bugün, bu geçmişteki Türkiye Komünist Partisi'nin devamı olduğunu söyleyen, bizim saptadığımız, altı yedi örgüt var. Bu adı kullanıyorlar. Biz Komünist Partisi'ni kurarken gereksiz bir tartışmaya girmek istemedik. Bu biçimsel bir tartışmadır
aslında. Konuyu saptıracaktır. Türkiye Komünist Partisi adı etrafında bir kördöğüşü ortaya çıkacaktı ve biz bu kördöğüşü içerisinde yer alacaktık. Bu tartışmaya da girmek istemedik."
Kemal Okuyan, söyleşinin sonraki bölümünde, "TKP'nin devamı olduğunu söyleyen ve bu adı kullanan"
örgütlere ilişkin ek bilgiler verirken, şunu da vurguluyor: "Bu kesimlerin bazıları kendilerini komünist diye tanımlamalarının
ötesinde, Türkiye Komünist Partisi biziz diyorlar".
Apaçık görüldüğü gibi, Kemal Okuyan, bir yıl önce doğruyu söylüyor; Türkiye'de TKP adıyla şu ya da bu biçimde bir siyasi mücadele verildiğini kabul ediyor. Bir yıl sonra ise gözünü karartıp her türlü etik
kaygıyı bir yana bırakıyor ve siyasi gaspına mazeret bulmak için kongrede düpedüz yalan söylüyor; Türkiye'de neredeyse 15
yıldır TKP adıyla siyasi mücadele yürütülmediğini iddia ediyor.
SİP yöneticilerine soruyorum: Yalanın hak yarattığı nerede görülmüş? Yalan dolanla bir yere varılır
mı? Hadi yeni dünya düzeninin sola-sosyalizme sızmış "yuppie"leri olarak bu konuları felsefi ve etik açıdan hiç
düşünmediniz diyelim; hiç olmazsa pragmatik bir yaklaşımla "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" atasözünün doğru
olabileceğini de mi hesaplamadınız?
Yalan kendini bir başka gelişmeyle de ele verdi. Bilindiği gibi, siyasal çalışmasında TKP adını kullanan
İşçinin Sesi grubunun lideri Rıza Yürükoğlu'nun sürgünde ölmesinden sonra vasiyetine uygun olarak yakılan naaşının külleri Türkiye'ye
getirildi. Küllerin denize serpilmesi töreni için gazetelere ilan verildiğinde SİP yöneticilerinin kongrede sığındıkları "zaten
bu adı 15 yıldır kimse kullanmıyordu" mazereti bir kez daha çürüdü. Küplere binen SİP yöneticileri, çareyi, ilanı
yayınlayan gazetelere ihtarname göndermekte buldular. "Yürürlükteki Siyasal Partiler Kanununa göre Türkiye Komünist Partisi adını
kendilerinden başka kimsenin kullanamayacağını, bundan sonra verecekleri haberlerde ve yayınlayacakları ilanlarda bu hususa
titizlikle riayet etmeleri gerektiğini" gazetelere resmen bildirdiler. Bu sansürcübaşılara şimdi güler misiniz, ağlar
mısınız? Böyle bir yavuzluğun örneği var mı şu dünyada?
SİP yönetiminin etik açıdan kabul edilemez bir adım attığı görüşünü paylaşan kimi arkadaşlar, olaya başka bi açıdan yaklaşmak
gerektiğini düşünüyorlar. Onlara göre, SİP'in TKP adını alması etik bir hareket olmasa da, pratikte TKP üzerindeki çağdışı
yasağın kalkmasına hizmet edecektir ve bu nedenle SİP'e tepki göstermek siyasal açıdan pek doğru olmaz. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Bu konuya yaklaşırken çeşitli düzlemleri birlikte ele almak gerekir kanısındayım.
Birincisi, etik açıdan kabul edilemez olanın siyasal açıdan doğru olabileceğini hiç düşünmüyorum.
Sosyalizmin politikası burjuva politikasından kökten farklıdır. Politika ile ahlakı birbirinden kesin olarak
ayıran Makyavelist anlayışın sömürücü sınıflara özgü olduğuna, buna karşılık sosyalizmin politikasının etik
temellere oturduğuna kuvvetle inanıyorum. Sömürüye son vermeyi amaçlayan sınıfın politikası etik olmak zorundadır. Etik
ilkelerin ayaklar altına alındığı yerde proletarya politikası olamaz. Geçici çıkarlar uğruna etik ilkelerin bir yana
bırakıldığı yerde, eşitlik ve özgürlük davası zarar görür ve niyet ne olursa olsun despotizm üretilir, köle ruhu üretilir,
kapitalizm üretilir, piyasa ahlakı üretilir, beyler ve uşaklar üretilir, ağalar ve yanaşmalar üretilir. El birliği, gönül
birliği ve dayanışma yerine bencillik, dalkavukluk, sinsilik ve ikiyüzlülük egemen olur.
İkincisi, TKP üzerindeki yasak, sınıfsal bir yasaktır. Türkiye proletaryasının örgütlenme özgürlüğünü tanımak istemeyen burjuvazinin 80 yıllık temel bir politikasıdır. Bu yasak, bütün komünistlerin, sosyalistlerin, demokratların elbirliği olmadıkça, tek bir grubun şu ya da bu girişimiyle kalkmayacaktır. Bu konuda güçlü bir cepheye, kitlesel bir desteğe, bizzat emekçilerin en temel demokratik hakları için harekete geçmesine ihtiyaç var. Ürün işte bu gerçeği gördüğü için 2000 yılının başında bu yasağın kaldırılması amacıyla bir platform oluşturma çağrısı yapmıştı. SİP yöneticileri bu çağrıya burun kıvırdılar. Bu konuda birlikte davranmayı reddederek burjuvazinin proletaryanın örgütlenme hakkını daha da uzun süreyle gaspetmesinin yolunu açtılar. Dar grup mantığıyla hareket eden SİP daha ilk adımda adını değiştirmesi için Anayasa Mahkemesi'nden ihtar aldı. SİP yönetiminin, kısa günün kârı mantığıyla, gerçek sahiplerinden çaldığı bu adı ne ölçüde savunacağını birlikte göreceğiz.
Kemal Okuyan, yukarıda değindiğim söyleşisinde, "Türkiye'de, şu anda düzen, Avrupa Birliği ile ilişkileri nedeniyle bir iki yıllık süre
içinde, Komünist Parti üzerindeki yasağı kaldırmak istiyor" diye kendince bir saptama yapıyordu. Zaten alelacele sahneye
koydukları bu oyunun ardındaki mantık budur. Yasağı mademki burjuvazi bizzat kendisi kaldıracak, öyleyse biz öne geçelim, bu
adı biz "kapalım" diye düşündüler. Fırsatçılık gözlerini hakikaten kararttı. Mücadelesiz elde edilecek büyük
bir olanak hayaliyle, büyük bir mirasa konma hırsıyla davrandılar. Herkesi ve her şeyi çiğnediler. Emeği hiçe
saydılar.
Gelişmelerin bu saptamayı doğrulamadığı noktada, bu işin uzun soluklu bir mücadeleyi ve büyük fedakârlıkları gerektirdiği gerçeğinin ortaya çıktığı anda, ilkesizlikleri ve kaypaklıkları bu kadar belli olanların ne şekilde davranacakları tahmin edilebilir. SİP'in TKP adını alması, demek ki, yasakların kalkması açısından da yararlı değil, zararlı olmuştur.
Üçüncüsü, siyasal açıdan SİP yönetiminin neden olduğu zarar bununla da sınırlı değildir. Komünist olmayanlar , üzerlerinde iğreti duran bu adı sahiplendiklerinde işçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve aydınların bilincini de karartırlar. SİP yönetimi, devrimden ve enternasyonalizmden vazgeçip teslimiyetçiliğe ve milliyetçiliğe yelken açtı. Komünizm bayrağı altında, devrimcilere burjuvazinin kokuşmuş mallarını yutturmaya çalışıyor. SİP'in medyatik yetkilisi Mehmet Kuzulugil'in milyonların önünde
faşistlerle bir olarak savurduğu anti-komünist iftiralar, öyle sanıyorum ki, SİP'in etik ilkeleri çiğneyen hareketinden
siyasal açıdan yarar uman arkadaşların gözünü açacaktır.
Dördüncüsü, siz hiç karşıtlarının elinde yücelen bir program ve ad gördünüz mü? TKP karşıtları
TKP'nin işine yarayacak işleri niçin yapsınlar? Kemal Okuyan, söyleşisinde, TKP'nin devamı gibi görünmek istemediklerini
söylediği gibi, "Türkiye Komünist Partisi adının Türkiye'de Kürt ve Türk emekçilerinin aynı örgütte örgütlenmesi gereğine
ters düştüğünü, böyle bir ortak örgütlenmenin önünde engel teşkil edebileceğini düşündüklerini" de belirtmeyi ihmal
etmiyor. Temelde böyle bir inançsızlık varken, TKP adı sadece pragmatik gerekçelerle üstlenilmişken, SİP'in uygunsuz hareketinden TKP yasağının kalkması, özgürlük sınırlarının genişlemesi ve benzeri konularda zaten nasıl bir siyasi yarar doğabilir ki? Karşımızda bilerek herkesi aldatmaya çalışan,
hesaplı kitaplı birileri var. Kemal Okuyan açıkça da söylemiş: "Şimdi, bugün, partimizin, zaten belli bir siyasi çizgisi var Sosyalist İktidar Partisi olarak. Bunu değiştirmeyeceğiz." Yani söz konusu olan yeni bir siyasi yapı, yeni bir siyasi anlayış, yeni bir yaklaşım değil, bildiğimiz SİP. Herkesin değerlendirmelerini bunu bilerek yapmasında yarar var.
Son sözünüz?
Hayat öğretir. Bu süreçte hepimiz çok şey öğreneceğiz. Serinkanlılıkla yolumuza devam edelim, kendi
iş imize bakalım. Yalan dolanla, farfaralıkla, kurnazlıkla, işbitiricilikle, arkadan vurmakla
kimsenin bir şey kazanamayacağı bellidir. İşçi sınıfı siyasetinin gereklerini daha düzgün yerine getirelim. Emeğin kurtuluşu için, yeni bir dünya için saflarımızı sıklaştırarak, çalışma tarzımızı düzelterek, daha disiplinli ve düzenli davranarak, uygun adım yürüyerek, sabırla, kararlılıkla hareket edelim. Kimsenin kuşkusu olmasın, biz bu engeli de aşarız.
Nisan 2002