Sosyalist Dergi: 29 |  ÜRÜN |
Büyük Alevi Kurultayı Sonuç Bildirgesi

Büyük Alevi Kurultayı, Türkiye, Avrupa, Balkan, İran, Irak, Suriye'den 10 bini aşkın Alevinin, Alevi kurum yöneticilerinin, inanç önderlerinin, sanatçıların, akademisyenlerin, Alevi yöre derneklerinin, siyasi partilerin, büyükelçiliklerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerin katılımıyla 15 16 Ocak tarihlerinde Ankara'da gerçekleşmiştir.



Bugüne kadar pek çok kişi ve kurum, Alevilerin sorunlarını tespit etmek ve bu sorunlara çözüm getirmek iddiasıyla yola çıktı. Ama hiç kimse Alevilere ve Alevi kurumlarına samimiyetle kulak vermedi. Böylelikle Alevilerin somut ve meşru talepleri çarpıtılarak etkisizleştirildi. Bu tutum, Alevi inancının ve yolunun tartışılmasına kadar vardırıldı. Gelinen nokta, bu defa Alevilerin konuştuğu, sorunlarını ve taleplerini dile getirdikleri, bu talep ve önerilerin popüler siyasal söylemlerle bulandırılmadığı bir ortak iradeyi zorunlu kıldı. Bu iradenin tecellisi olan Büyük Alevi Kurultayı, Alevilerin haklarını Alevilere teslim edenlerin kurultayıdır. Alevilerin haklarını başka mahfillerde arayanların kurultayı değildir.

Bu amaçla toplanmış bulunan Büyük Alevi Kurultayı'nın uhdesi, bir sonraki adımda Dünya Alevi Kurultayı'nın gerçekleştirilmesi ve kurumsallaşmasıdır. Yetmiş iki millete bir nazarla bakıp "yol bir sürek bin bir" şiarıyla yaşayan Aleviler, dünya üzerinde dağılmış bulundukları değişik coğrafyalarda ötekileştirme ve ayrımcılık kavramlarıyla ifade edilebilecek ortak sorunlarla boğuşmaktadırlar. Temel amaç, dünyada Alevilerin yaşadığı her yerde düzenlenecek bölgesel kurultaylarla açığa çıkacak mücadele coşkusu ve enerjisi ile sorunlarımızı çözmeye yönelik ortak bir iradenin yaratılması ve bu iradenin Dünya Alevi Kurultayı ile taçlandırılmasıdır.

Kurultayımız toplumsal eşitsizliğin arttığı, mahalle baskısının yaygınlaştığı, siyasette gerilimin ve çatışmanın yaşandığı, sanatın değil politikacıların ucubeleştiği, Türkiye'nin huzursuzluğa, mutsuzluğa ve kutuplaştırılmalara maruz kaldığı bir ortamda toplanmıştır.

Bunun bilincinde olan Aleviler, aynı zamanda Türkiye'de, siyasal İslamcı hegemonyanın, gerek kamusal alanda, gerek özel alanda, cemaatler ve AKP iktidarının işbirliği ile kurduğu sosyal ve politik baskı mekanizmalarının, farklı olanları mağdur hâline getirdiğine tanık olmaktadır.

Biz Aleviler, her insanın doğuştan kazanılmış hakları olarak, bilinen, sağlık, eğitim, barınma, gibi haklarının AKP hükümeti ile birlikte kamusal hizmet olmaktan çıkarılıp piyasa koşullarına terk edildiği, özelleştirilme adı altında, cemaatlere peşkeş çekildiğinin bilincindeyiz. Bu nedenle kurultayımız, barınma, sağlık ve eğitim hakkının kamusal bir hizmet olduğunun görülüp; ücretsiz, nitelikli ve herkese eşit sunulmasını savunmaktadır.

AKP hükümetinin küresel kapitalizm ve neo liberalizmle kurduğu çıkar ilişkisinin sonucu, ortaya çıkan yıkım politikaları, emekçileri ve üreten tüm kesimleri ezmektedir.

Tüm emek örgütlerinin mücadeleleri sonucu elde ettikleri kazanımları, her geçen gün geriye gitmektedir.

Tüm bu politikaların sonucu, yoksulluk ve işsizlik giderek artmaktadır.

Bütün bunlar Alevilerin sorunlarından bağımsız olmamakla birlikte, Alevilerin kendine özgü çözüm bekleyen sorunları ve talepleri vardır.

Ülkemizde de Aleviler tarih boyunca yoğun baskı ve ayrımcılığa maruz bırakılmış ve katliamların, sürgünlerin hedefi olmuşlardır. Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Ümraniye ve Gazi katliamlarının utancıyla yüzleşilmesi ve Alevilerin acılarının paylaşılması Türkiye'de yurttaşların farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşamalarının gereğiyken resmî ağızlardan katliamları onaylayan seslerin yükselmesi, Alevilerin acılarını gün geçtikçe daha da derinleştirmektedir. Aleviler yakın tarihte Sivas'ta yakıldıklarında dönemin başbakanı bu eylemi gerçekleştirenlerin burnunun dahi kanamadığını övünçle ilan edebilmiştir. Ne acıdır ki, katliamı gerçekleştirenlerin avukatlığına soyunan bir şahıs daha sonra bu ülkenin adalet bakanı olmuştur. Öte yandan Alevilerin sorunlarını çözme iddiasıyla çalıştay düzenleyen mevcut hükümet, adı Alevi katliamlarına karışmış bir şahsı Alevilerin sorunlarını tartışmak üzere çalıştaya davet etme cüretinde de bulunmuştur. Bu da yetmezmiş gibi ülkenin bugünkü başbakanı, 1980 yılında büyük bir Alevi katliamına sahne olmuş olan Çorum'da gerçekleştirilen bir mitingde, fetvalarıyla Alevi katliamlarını kutsamış olan şeyhülislam Ebu Suud'un adını Çorum'un gururu diye anabilmiştir. Başbakanın Alevilere yönelik açık nefret ifade eden bu söylemi, geride bıraktığımız anayasa referandumu öncesinde yaptığı konuşmalarda doruk noktasına çıkmıştır. Bu konuşmalardan birinde başbakan, Siirt'te okuduğu şiir nedeniyle aldığı hapis cezasının Yargıtay'ın Alevi hâkimlerin bulunduğu bir dairesi tarafından onandığını ileri sürmüştür.

Ülkenin başbakanının dahi Alevilere yönelik söylemlerinde ortaya çıkan ve Alevileri toplumun diğer kesimleri karşısında açık hedef hâline getiren bu tutum, çeşitli topluluklara yönelik olarak yaratılan ve yeniden üretilen kin ve nefret duygularının, kardeşlik ve hoşgörü gibi içi doldurulamayan afakî kavramlarla ortadan kaldırılamayacağını gözler önüne sermektedir. Çağdaş demokrasi ve insan hakları anlayışı, kişilere ve gruplara ırk, inanç, cinsiyet vb. özellikler bakımından taşıdıkları farklılık nedeniyle yöneltilen ve toplumsal önyargılardan beslenen nefret ve ayrımcılık suçu içeren saldırılara karşı yasal düzenlemelerin yapılmasını gerektirmektedir. Türkiye'de Alevilerin ve ötekileştirme ve ayrımcılığa maruz bırakılmış tüm grupların sorunlarını çözme iddiasında olanların öncelikli hedefi, nefret suçlarına ilişkin hukuki alt yapıyı oluşturmak olmalıdır. Demokratikleşme çabalarının başarısı her şeyden önce, Alevilere, azınlık inanç gruplarına ve şu ya da bu farklılıkları nedeniyle ayrımcılığa uğrayan bütün gruplara yönelik toplumsal önyargılardan beslenen ve sürekli şiddet üreten nefret ve ayrımcılık duygusuyla mücadele kararlılığına bağlıdır. Türkiye toplumu olarak katliamların ayıbı ve utancıyla yüzleşmek ve mağdurların bu konudaki acı ve hassasiyetlerini paylaşmak amacıyla adım atmak, nefret suçlarına ilişkin bilinç geliştirme yolunda bir başlangıç noktası olarak düşünülmelidir. Alevilere yönelik katliamlar zincirinin bir halkası olan Sivas Katliamının gerçekleştiği Madımak Oteli'nin utanç müzesi hâline getirilmesi talebi de bu çerçevede değerlendirilmeli ve bir an önce karşılanmalıdır. Alevilerin toplumsal tarihsel hafızasında aynı oranda önemli bir yer tutan tüm katliamlarla yüzleşilmelidir. Bu bağlamda, zamanaşımına uğratılan Çorum, Maraş ve Sivas Katliamlarının dosyaları yeniden açılmalı ve failler bir an önce ortaya çıkarılmalıdır. Dersim katliamıyla ilgili devlet arşivlerindeki kayıtlar açılmalı ve Seyit Rıza'nın mezarının yeri açıklanmalı, mezarı ailesine teslim edilmelidir.

Çağdaş demokrasi ve insan hakları anlayışının temel düsturlarından biri de eşit yurttaşlık ilkesidir. Eşit yurttaşlık ilkesi, yurttaşların dili, dini, inancı, cinsiyeti ve ırkı nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakılmaksızın hakta ve özgürlükte eşit kabul edilmesini ifade eder. İnsanlığın ortak tarihi, eşitliğin anayasal güvenceye alınmasının bu hedefe ulaşmak için yeterli olmadığını gösteren örneklerle doludur.

Türkiye'de eşit yurttaşlığın gözetilmemesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalan toplulukların içinde Aleviler de yer almaktadır. Alevilerin temel sorunları, Türkiye'de siyasal ve toplumsal yaşamın Alevilerin diğer inanç gruplarıyla eşit olanaklara sahip olarak yaşamalarına olanak bırakmayacak şekilde örgütlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Tam da bu nedenle Alevilerin hemen bütün talepleri eşit yurttaşlık talebi olarak değerlendirilebilecek niteliktedir. Öte yandan son yıllarda, bu taleplerle karşı karşıya kalan hükümetin, taleplerin karşılanmasını Alevilerin bir inanç topluluğu olarak farklılıklarını ‘kabul edilebilir' bir tanımla meşrulaştırmaları koşuluna bağladığı görülmektedir. Düne kadar Aleviler katledilirken bugün gelinen noktada bizzat Aleviliğe saldırılmakta, Aleviliğin içini boşaltan ve Alevilerin hem hâkim inanç grubundan farklılığını hem de Alevilerin kendi içlerindeki çeşitliliği inkâr eden tek tipleştirici bir Alevilik tanımı yaptırma gayreti dikkat çekmektedir. Aleviler "Alevilik Nedir?" sorusuna devlet tarafından kabul edilebilir bir yanıt vermeye zorlanmakta, ilahiyat uzmanları ve siyasetçiler başta olmak üzere çeşitli kimseler bu soruyu Aleviler adına yanıtlama konusunda adeta birbirleriyle yarışmaktadır. Yine bu bağlamda, Aleviliğin temel kurumları ve Alevilerin iç konuları olarak görülmesi gereken kimi konular devlet merkezli bir kurumsallaştırma hedefi doğrultusunda tartışma konusu yapılmaktadır. Bunun en somut örneklerinden birini, dedelik kurumunu devletin müdahalesine açmaya yönelik tartışmalar ve girişimler oluşturmaktadır. Aleviliğin ne olduğu ya da dedelik kurumunun Alevilik içindeki yeri ve kuruma ilişkin mevcut sorunların neler olduğu, bilimsel bir araştırmanın veya teolojik bir tartışmanın konusu olabilir. Ancak açıktır ki, Alevilerin Aleviliğin ne olduğuyla ilgili bir sorunları yoktur. Alevilik Alevilerin inanç adına yaşadıklarının ve yapıp ettiklerinin tümüdür. Aleviliğin dedelik kurumu gibi temel kurumları da zaten Alevilik öğretisinin çerçevesi içinde anlamlandırılmış bulunmaktadır. Bu konuların, devletin Aleviliğe onu yeniden inşa edecek tarzda müdahale etmesinin zeminini oluşturmak üzere tartışmaya açılmasındaki esas amaç, Alevilerin son derece anlaşılır ve meşru olan eşit yurttaşlık talebi mücadelesini etkisizleştirmektir. Bu talebi pazarlık konusu hâline getirmeye yönelik tanım tartışmalarına son verilmelidir.

Eşit yurttaşlık ilkesinin hayata geçirilmesi, ötekileştirme ve ayrımcılığı topyekûn reddeden bir bilincin geliştirilmesi ve toplumsal yaşamın her alanının bu bilinç doğrultusunda yeniden yapılandırılması ile mümkündür. Alevilerin eğitim öğretim, bürokrasi gibi başlıca alanlarda maruz bırakıldıkları ayrımcılık, Türkiye'nin eşit yurttaşlık idealinin gerçekleştirilmesi yolunda ne kadar geri bir noktada durduğunu gözler önüne sermektedir. 2007 yılında Amasya'da Meslek lisesinde okuyan dört kız öğrencinin okulda ve kaldıkları yurtta namaz kılmaya zorlanması, geçen Aralık ayında Çorum'da ilköğretim öğrencilerinin "uygulamalı eğitim" gezisi adı altında camiye götürülerek namaz kılmaya zorlanmaları gibi basına da yansıyan olaylar, eğitim öğretim alanında Alevilere yönelik ayrımcılığın iddia edildiğinin aksine son bulmadığını gözler önüne seren örneklerdir. 2009 yılında, Malatya'nın Hekimhan ilçesinde hizmet veren devlet hastanesinin yemekhanesinde çalışan bir Alevi kadın işçinin amiri tarafından "Alevilerin yaptığı yemek yenmez" denilmek suretiyle mutfakta çalışmaktan alıkonulması ve aşçıbaşı tarafından aynı gerekçeyle elinin satırla yaralanması olayı da kamuda çalışan Alevilere yönelik ayrımcılığı gözler önüne seren çarpıcı bir örneği oluşturmaktadır. Bu uygulamalar yeni olmamakla birlikte söz konusu olayların, hükümetin Alevilere yönelik demokratik açılım söylemi ve girişimleriyle tarihsel olarak çakışması, söz konusu girişimlerin tanım tartışmalarına boğulmaksızın ve talepleri pazarlık konusu yapmaksızın Alevilerin gerçek ve son derece yakıcı sorunlarına odaklanması gereğinin altını çizmektedir. Eğitim öğretimde ve kamuda Alevilere yönelik ayrımcılığı gözler önüne seren bu olaylar ve tüm ayrımcılık iddiaları bir an önce ciddi ve tarafsız idari soruşturmalarla aydınlatılmalıdır.

Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerine temel teşkil eden en önemli sorunlarından biri de, zorunlu din dersi uygulamasıdır. Zorunlu din dersleriyle amaçlanan, inanç yönüyle de tek tip yurttaş yaratmaktır. Bu doğrultuda tek inanç olarak İslam, tek mezhep olarak Hanefilik ve hatta tek itikat olarak Maturidilik öne çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bu dayatmalar karşısında inançlı veya inançsız, hatta Sünni yurttaşlarımız dahi mağdur konumundadır.

Aleviler özelinde durumu değerlendirecek olursak, zorunlu din dersi uygulaması her şeyden önce Alevilerin vicdan özgürlüğüne müdahale niteliği taşımaktadır. Otuz yıldır Alevi çocuklara ve gençlere okutturulan zorunlu din dersleri marifetiyle çocuklar ve gençler kendi yoluna, erkânına ve toplumsallığına yabancılaştırılarak asimile edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'de zorunlu din dersi uygulamasının velilerin çocuklarına kendi inançları doğrultusunda eğitim verme hakkını ihlal ettiği yolundaki kararı açıktır. Danıştay da ilk ve ortaöğretimde verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin mevcut içeriğiyle zorunlu tutulmasının hukuka aykırı olduğunu hükme bağlamıştır. Yargı kararları ortadayken hükümet, zorunlu din dersi uygulamasının kaldırılması konusunda herhangi bir adım atmaya yanaşmadığı gibi, müfredata Alevilikle ilgili metinler eklemek gibi göstermelik çözümlere yönelmektedir. Kimler tarafından nasıl hazırlandığını hiçbir Alevi örgütünün bilmediği, ama Aleviler tarafından hazırlandığı iddia edilen bu metinler bir müjde gibi Alevilere sunulmaktadır. Bu da açıkça göstermektedir ki, hükümet kendi Alevilerini ve Aleviliğini üretmek çabasında ısrar etmektedir. Bu süreç tarafımızdan dikkatle izlenmektedir. Bundan sonra düzenlenecek Alevi kurultaylarıyla süreci takip ve teşhir etmekte kararlı olan biz Alevilerin talebi açık ve nettir. Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır.

Öte yandan, laiklik ilkesine aykırı bir biçimde, din alanına siyasal müdahalenin kurumsallaşmış biçimini temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı'nın konumu ve görevleri, Alevilere yönelik asimilasyonu derinleştirmektedir. Bir kamu kurumu olmasına rağmen İslam inancının içeriğini ve biçimini belirlemek gibi teolojik bir göreve soyunan, din ve ahlak alanında halkı aydınlatma görevi çerçevesinde ahlak alanını bütünüyle ve belirli bir İslam anlayışı temelinde dinselleştiren ve ibadethanelerin yöneticisi sıfatıyla çoğu din hizmetinin yürütülmesini tekelleştiren Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, bu nitelikleriyle, Alevileri Sünnileştirme amacına hizmet ettiği ve din ve vicdan özgürlüğünü ihlal ettiği açıktır. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı'nın temsil ettiği ve topluma dayattığı tek tip inanç anlayışıyla uzlaşması mümkün olmayan Aleviliğin, müstakil bir inanç ve ibadet düzeni olduğu reddedilmektedir. Bu reddiyenin en somut ifadelerinden biri, Aleviler için ibadethane işlevi gördüğü açık olan cemevlerine ibadethane statüsünün tanınmamasıdır. Alevilerin eşit yurttaşlık taleplerini etkisizleştirmek üzere Aleviliği tanımlamaya ve siyasal amaçları doğrultusunda yeniden inşa etmeye soyunan siyasal irade, cemin niteliğini ve cemevlerinin statüsünü de bu bağlamda tartışmaya açmaktadır. Aleviliğin ne olduğuyla ilgili bir sorunları olmayan Alevilerin, ibadetlerinin ve ibadet mekânlarının Alevilik öğretisi içinde anlamlandırılması konusunda da bir sorunları olmadığı açıktır. Sorun, cemevlerine yasal statü tanınmamasından kaynaklanan bir eşitsizliğe mahkûm edilmiş olma sorunudur. Alevi inancı ve ritüellerinin farklılığını inkâr etmek suretiyle yurttaşların hakta ve özgürlükte eşitliğini hiçe sayan bir başka uygulama da Alevi köylerine zorla cami yapılmasıdır.

Kendini Müslümanlığı tanımlama ve ibadet pratiklerini belirleme konusunda yetkili merci olarak gören bir kurumun varlığı ve merkezi idare içinde yapılanmış olması kabul edilemez. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalı, cemevlerinin ibadethane statüsü pozitif hukuk çerçevesinde tanınmalı ve Alevi köylerine zorla cami yapılmasına olanak sağlayan yasal ve idari düzenlemeler bir an önce yürürlükten kaldırılmalıdır.

Öte yandan dünyanın hiçbir yerinde, bir inanç topluluğunun kutsal mekânlarının parayla ziyaret edilebilen bir müzeye dönüştürülmesini kabul edebilen bir anlayışa rastlamak olanaklı değilken Aleviler bugün, Hacı Bektaş Dergâhı'na ücret karşılığı ve ziyaretçi olarak girebilmektedirler. Siyasi irade, dergâhın, asıl sahipleri olan Alevilere iade edilmesine yönelik herhangi bir girişimde bulunmayı da reddetmektedir. Alevi topluluklar için tartışmasız biçimde en önemli kutsal mekânlardan biri olan Hacı Bektaş Dergâhı, gerçek sahiplerine teslim edilmelidir.

Alevi inancının ve ibadetlerinin özgünlüğünü inkâr eden yaklaşımın Alevilerin kutsal mekânlarını hiçe sayma biçimindeki tutumu, Hacı Bektaş Dergâhı'yla ilgili düzenlemeyle de sınırlı değildir. Alevi toplumunun önemli kutsal mekânlarından bir diğeri olan, Elmalı Tekke Köyü'ndeki Abdal Musa türbesinin yanı başında taş ocağı yapılması için ruhsat verilmesi, Dersim'de Munzur vadisinde yapılması planlanan barajlarla Alevilerin kutsal saydığı çeşitli mekân ve ziyaretlerin yok edilecek olması da Alevilerin inanç ve ibadet özgürlüklerine doğrudan saldırı niteliği taşımaktadır.

Aleviler kendisi için talep ettiği tüm demokratik hak ve talepleri, bu ülkede yaşayan, ve Aleviler gibi ayrımcılığa maruz kalan tüm farklı; etnik, inançsal, kültürel kimlikler için de eşdeğerde talep etmektedir.

Bu nedenle kurultayımız, ülkemizin en önemli gündemlerinden birini oluşturan Kürt sorununun, demokratik, barışçıl ve şiddetten arındırılmış yöntemlerle çözülmesini talep etmektedir.

Kürtlerin kültürel kimlik haklarını ve anadillerini kullanma özgürlüğünü evrensel bir insan hakkı olarak görmektedir.

Kurultayımız yukarıda ifade edilen tüm bu sorunların çözümü ve taleplerin karşılanmasını sağlayacak zeminin yaratılmasının; Türkiye'nin ihtiyacı olan, toplumun tüm kesimlerinin katılımı ile yeni baştan yazılmış, demokratik bir anayasadan geçtiğine inanmaktadır.

Biz Alevilerin baştan beri söylediği gibi, hiç bir kesimin talebini dinlemeden, sadece yüksek yargıyı ele geçirmek amacı taşıyan yeni AKP anayasanın kendisi de, bizzat 12 Eylül anayasası kadar sorunludur.

Yeni anayasa ihtiyacının zaruretini tespit etmiş olan kurultayımız, önümüzdeki süreçte çalışma programın merkezine Yeni Anayasa'ya ilişkin görüşlerini oluşturmak için yapılacak çalışmaları koymuştur.

Alevilerin hakta ve özgürlükte eşit yurttaşlar olarak tanınma talebinin içeriği ve gerekçeleri açıktır. Aleviler VAR'dır ve Alevilik HAK'tır. Tam da bu nedenle;

Ötekileştirilen tüm diğer gruplarla birlikte Alevileri de hedef alan nefret suçları yasal müeyyidelere bağlanmalıdır.

Türkiye toplumunun utancı olarak görülmesi gereken tüm Alevi katliamlarıyla yüzleşilmeli ve bu bağlamda;

Madımak Oteli utanç müzesi yapılmalıdır.

Zamanaşımına uğratılan Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarının dosyaları yeniden açılmalı ve failleri ortaya çıkarılmalıdır.

Dersim katliamıyla ilgili devlet arşivleri kamuoyunun bilgisine sunulmalı, Seyit Rıza'nın mezarının yeri açıklanmalı ve mezar Seyit Rıza'nın ailesine teslim edilmelidir.

Aleviliği siyasal amaçlar çerçevesinde yeniden tanımlama ve inşa etme girişimlerine son verilmelidir.

Eğitim, öğretim başta olmak üzere tüm kamu hizmeti alanlarında ve bürokraside Alevilere yönelik ayrımcılık iddiaları, hukuk devleti ilkesine inanan tüm yurttaşların adalet duygusunu tatmin edecek biçimde soruşturularak aydınlatılmalıdır.

Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır.

Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmelidir.

Alevi köylerine zorla cami yapılmasına son verilmeli, şimdiye kadar yapılmış bulunan camiler kaldırılmalı veya köy halkının talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda cemevine dönüştürülmek üzere mimari yapı ve donatılarında gerekli değişikler yapılmalıdır.

Hacı Bektaş Dergâhı, dergâhın gerçek sahipleri olan Alevilere teslim edilmelidir.

Keza, Karacaahmet ve Şahkulu gibi, ancak kira karşılığı kullanılabilen dergâhlar da Alevilere teslim edilmelidir.

Alevilerin kutsal mekânlarına yönelik yağmaya son verilmelidir.

Abdal Musa türbesinin yanı başında taş ocağı yapılmasına müsaade eden yapım ruhsatı iptal edilmelidir.

Munzur vadisine, Alevilerin kutsal mekânlarının yok olmasına yol açacak biçimde yapılması planlanan barajların yapımı durdurulmalıdır.

Antakya ve çevresinde yaşayan Alevilerin, kutsal günü sayılan ‘Gadiri Hum' resmi tatil olarak kabul edilmelidir.

Toplumun önemli bir kesiminde Alevilere karşı içselleştirilmiş bir nefret ve önyargının bulunduğu kesindir. Bu nefret ve önyargılar, kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam etmektedir. Tam da bu nedenle, sıraladığımız tüm taleplerimize temel teşkil eden ayrımcılık tek başına bir yasa ve hukuk sorunu değildir. Öte yandan söz konusu nefret ve önyargılar yalnızca Alevilere yönelik de değildir. Bu anlamda Alevilerin sorunları, farklılıklarıyla hâkim inanç ve anlayışların dışında kalan ve ayrımcılığa uğrayan tüm grupların sorunudur. Hükümet zorunlu din derslerini dayatmak yerine eğitim müfredatının içeriğini ayrımcılığa karşı farkındalık yaratacak biçimde şekillendirmelidir.

Alevilerin talepleri açık ve nettir. Talepleri dinlemek ve karşılamak iddiasıyla Alevi açılımına girişen hükümet, Alevi Çalıştayı adı altında düzenlediği toplantıların tutanaklarını ve sonuç raporunu bir an önce kamuoyuna açıklamalıdır. Bugün burada Büyük Alevi Kurultayı'nda bir araya gelen biz Aleviler, bundan sonra gerçekleştireceğimiz kurultaylarla da AKP iktidarının ve genel olarak da iktidarların Alevilere yönelik politika ve uygulamalarının takipçisi olacağımızı beyan ederiz.

17 Ocak 2011

 
Yazarın Diğer Yazıları
 Açıklama
 TKP Tüzük Taslağı
 TKP Program Taslağı
 TKP Yasal Kuruluş Hazırlık Konferansı Sonuç Bildirisi
 Tarihimizden
 Suphi'den Bilen'e Gelenek Yaşıyor
 Emperyalist Savaş Blokunun Pirus Zaferi
 Merhaba
 Dünya Komünist ve İşçi Hareketinden: Yunanistan Komünist Partisi Programı - II
 Gündemden
 Norveç'te Faşist Katliam
 15‑16 Haziran 1970'in Derslerini Tartıştık
 15-16 Haziran
 Ortadoğu'dan
 Selamlaşma