Stephen Robin
Çev.: Sema Üstün
ABD'nin küresel askerî sistemi "büyük bir hızla" ilerlemeye devam
ediyor.
ABD'nin Yeni Afrika Birleşik Komutanlığı (Africa United Command: AFRICOM)
alanında önde gelen uzmanlardan Daniel Volman, Obama yönetiminin
Afrika'ya yönelik dış politikasını şöyle özetliyor:
"1990'larda Bill Clinton'ın başlattığı ve 2001 2009
yılları arasında Başkan George W. Bush tarafından muazzam ölçüde
arttırılan ABD askerî etkinliğini Afrika kıtasında
genişletmek." Hâlihazırda Obama yönetimi, Afrika'ya yönelik
ABD askerî programlarına 2010 Mali Yılı bütçesinden ayrılan
kaynağı ciddi oranda artırmıştır. (Gelecek yıl daha da
artırılması beklenmektedir.) Ayrıca, ABD'nin kıtadaki doğrudan
askerî operasyonlarının kapsamı da özellikle Nijerya, Mali ve
Somali'de genişletilmiştir. Tüm bu gelişmeler, "Obama'nın
George W. Bush'un dış politikasının devamı" olduğunu
belirten iddiaların ve yakın zamanda Edward S. Herman'ın Z
Magazine 'e yaptığı açıklamaların
doğruluğunun kanıtı niteliğindedir. ("Obama and the Steady
Drift to the Right (Obama ve İstikrarlı Biçimde Sağa Kayma)";
Mart 2010).
ABD Afrika
ilişkilerinin mevcut durumu, Bush Yönetimi boyunca ABD askerî
yapısında yaşanan önemli değişimler göz önüne alındığında
aslında hiç de şaşırtıcı değildir: 5 Eylül 2008 tarihinde
ABD'nin altıncı birleşik komutanlığı olan AFRICOM da bu
yapıya katılmıştır.
Kuruluşunun
öncesinde, ilgili bölgelerdeki tüm ABD savunma tesislerinin ve
operasyonlarının koordinasyonu, entegrasyonu ve idaresi, mevcut beş
birleşik komutanlık tarafından yapılıyordu. Afrika üç farklı
komutanlığın idaresi altındaydı: Avrupa Komutanlığı (European
Command: EUCOM), Merkez Komutanlık (Central Command: CENTCOM) ve
Pasifik Komutanlığı (Pacific Command: PACOM). Her biri de bu
kıtayı, özellikle de Sahra altı Afrika'yı "ikinci hatta
üçüncü derecede önemli alan" olarak görüyordu. Ancak,
Afrika'nın "ABD stratejik planlamasında artık ikincil bölgede
değil odağın merkezinde yer almasıyla birlikte," "Tüm
Afrika'da odak birliği" sağlamak amacıyla kıtada mevcut
bulunan ve faaliyetteki (Mısır hariç) tüm ABD askerî
tesislerinin ve operasyonların idaresini ele almak üzere AFRICOM
kurulmuştur.
Dış
politika uzmanları Afrika'daki artan ABD askerî odağının üç
temel nedenini söyle tanımlıyor: kilit önem taşıyan doğal
kaynak alanlarını korumak, Çin'in artan etkisine karşılık
vermek ve "terörle savaş" adını verdikleri süreci devam
ettirmek için stratejik bir yer kazanmak. Ancak, AFRICOM
planlayıcıları, bu stratejik menfaatleri "efsane" olarak
nitelendirip yalanladılar. Ayrıca, bir yandan "diyalog ve insani
yardım" söylemleriyle komutanlığın yerini sağlamlaştırırken;
bir yandan da Afrika ülkelerini, karargâhlarına evsahipliği
yapmaları için ikna etmek üzere 2007 yılında diplomatik bir
kampanya yürüttüler. Ancak tüm bu çabalarına rağmen,
vatandaşlar ve sivil toplum örgütleri planı hoşnutsuzlukla
karşıladılar ve Liberya hariç tüm hedef ülkeler, yeni
komutanlığın sınırları dâhilinde açılmasını reddetti.
AFRICOM kampanyası çerçevesindeki "imaj sorunu" üzerine bir
devlet görevlisi "kamuoyu ABD ile işbirliğine kesinlikle karşı.
ABD'ye hiçbir şekilde güvenmiyorlar" açıklamasını yaptı.
(AFRICOM planlayıcıları zekice bir halkla ilişkiler manevrasıyla
yeni komutanlık merkezini şu an için Almanya'nın Stuttgart
şehrine kurmaya karar verdi.)
Washington'un
stratejik radarında Afrika'nın "çevreden merkeze" geçmesi,
Afrika ABD ilişkilerinin değişen yüzü için kilit önem
taşımaktadır. Bu durum (her ne kadar bu makalenin konusu içinde
olmasa da) Afrika'nın dışında gelişen, Latin Amerika'nın
güçlenen iç entegrasyonu ve bağımsızlığı gibi jeopolitik
gelişmeler çerçevesinde ele alınmalıdır. Ülkeler arasındaki
değişen ilişki yapılarının yanında, tarihsel süreklilikler de
mevcuttur. Bu süreklilikler, planlayıcılarının ifadeleriyle;
AFRICOM'un, ABD askerî yöntemleri arasında yeni bir "paradigma"
sunan "farklı bir komutanlık" olduğu yönündeki beyanlarını
çürütmektedir. Bu makalede ele alınan iki süreklilik şunlardır:
(1) AFRICOM'un genel "sürdürülebilir güvenlik angajmanı"
ile yerleşik ABD askerî doktrini, özellikle de "Kontrgerilla
harekâtı" ve "Düşük yoğunluklu çatışma" doktrinleri
arasındaki tutarlılık; (2) Kıtada yaşanan çatışmalara karşı,
oğul Bush döneminde ABD destekli Etiyopya saldırısı ve işgaliyle
ülke çapında daha büyük bir krize sürüklenen Somali olayında
olduğu gibi müdahaleci politikaların Obama tarafından devam
ettirilmesi. Sürdürülen bu uygulamalar, Afrika topraklarında ABD
küresel askerî sisteminin hızla ilerlediğini gözler önüne
sermektedir.
Farklı
bir komutanlık mı?
AFRICOM
planlayıcıları yeni komutanlığın "farkını" iki gerekçeyle
açıklıyor: birincisi, komutanlığın genel stratejisini oluşturan
"sürdürülebilir güvenlik angajmanı"; ikincisi, komutanlığın
yapısını oluşturan "kuruluşlar arası koordinasyon". AFRICOM
komutanı General William Ward, Kongre önünde yaptığı üç
açıklamasında (2008, 2009 ve 2010) stratejilerinin detaylı bir
tanımını yaptı. General Ward'a göre, sürdürülebilir
güvenlik politikası, öncelikli odağında "çatışma ve
anlaşmazlıklara ortaya çıktıktan sonra karşılık vermekten
ziyade, onların ortaya çıkmasını önlemenin" yer aldığı
"Afrika güvenlik güç ve kapasitesini oluşturmaya dayanan bir
stratejidir". Bu "önleyici stratejinin" bir parçası olarak
da AFRICOM, çeşitli "güvenlik yardımı" programları yoluyla
bu devletlerin konvansiyonel askerî ve güvenlik güçlerini
genişletmektedir. Bu programlar çerçevesinde, ilgili devletlerin
askerî güçleri ve güvenlik güçleri eğitilmekte, lojistik ve
istihbarat kapasiteleri geliştirilmekte, onlara silah ve askerî
malzeme temin edilmektedir. Bunlara ek olarak, AFRICOM, kıtada
özellikle deniz güçleri alanında "muazzam bir büyüme
gösteren" askerî operasyonları yürütmekte, bu operasyonların
koordinasyonuna yardımcı olmaktadır.
Ward'a
göre, sürdürülebilir güvenlik politikası, "işbirlikçi"
ulusların "Afrika'nın karşı karşıya kaldığı en büyük
güvenlik tehditlerine" karşı harekete geçmelerini
sağlayacaktır. Bu tehditler arasında, "sürekli çatışmalar,
kaçakçılık, bölgesel anlaşmazlıklar, ayaklanmalar, zorba
radikaller, korsanlık, yasadışı göç" gösterilmektedir.
Ayrıca, ABD askerî güçlerinin tüm kıtada "erişim ve serbest
dolaşımını" sağlamak; dünyanın dört bir yanına inşa
edilmiş olan ABD üslerindeki birliklerin Afrika'nın herhangi bir
yerine (veya Afrika'dan bu üslere) daha iyi bir şekilde "hızlı
intikalini" sağlamak için "askerî birliklerin ulaşım
altyapısını" geliştirmek; "kitle imha silahlarına ilişkin
yetenek ve uzmanlıkların izinsiz edinimini ve yayılmasını"
önlemek de AFRICOM'un bölgedeki amaçları arasında yer
almaktadır. İlk iki amaç makalenin ilerleyen sayfalarında ele
alınacaktır. Üçüncü amaca gelindiğinde ise, Afrika Birliği'nin
bütün Afrika'yı "Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge"
ilan ettiğini hatırlamak gerekir. Ancak bu noktada bir sorun
vardır: Anlaşmaya dahil olan "Diego Garcia" adındaki küçük
bir adada, ABD ve İngiltere'nin meydan okuması nedeniyle bu kural
uygulanamamıştır. Bu ada "denizaşırı bölgelerdeki en değerli
ve gizli ABD askerî üslerinden biridir". Bu denli önemli
olmasının nedenlerinden biri "nükleer malzeme ve silah
aktarımının düzenli olarak bu üs üzerinden yapılmasıdır."
Bu nedenle General Ward "izinsiz" derken; hukuka ya da
oybirliğiyle alınmış Afrika Birliği kararına göre değil
özellikle ABD dayatmasına göre konuşmaktadır.
Yeni
komutanlık, daha çok barışı koruma; insani ve afet yardım
programları gibi askerî kamu girişimleri üzerine yoğunlaşmayı
planlıyor. Tüm bunlar kuruluşlar arası koordinasyon aracılığıyla
gerçekleştirilecektir. Afrika vatandaşlarının, sivil toplum
örgütlerinin ve hükümetlerinin AFRICOM'a karşıt tutumu göz
önüne alındığında; bu program ve faaliyetler, bir yandan,
Afrika topraklarında, komutanlığın, faaliyet göstereceği
alanlara girişini sağlarken; bir yandan da kamuoyunu
şekillendirmesine olanak sağlamaktadır. Örneğin, barışı
koruma eğitimi alan kuvvetler daha saldırgan askerî operasyonlarda
görev almak üzere eğitilen güçlerle çoğu zaman aynı
kişilerdir. Böylece barışı koruma eğitimleri, daha müdahaleci
bir amaca hizmet edecektir. Aslında barışı koruma eğitimi,
Dışişleri Bakanlığı'ndan Pentagon'a devredilmekte, bu
sayede de "en azından bazı ciddi boyutlardaki istismarlar
konusunda caydırıcı bir işlevi olan" ılımlı "parlamento
gözetiminde insan hakları ve demokrasi şartları"ndan da muaf
tutulmaktadır. (Noam Chomsky, "Coups, UNASUR, and the US,
(Darbeler, UNASUR ve ABD) Z
Magazine , October 2009")
Pentagon,
ayrıca askerî güçlerin ve barış koruma güçlerinin eğitimi
gibi askerî faaliyetleri, insan hakları konusunda kötü bir sicile
sahip özel askerî şirketlere (Private Military Contractors: PMC)
devretmektedir. Uzmanlara göre, bu özel askerî şirketler "ABD
hükümeti tarafından görevlendirildiği için, evsahibi ülkeye
değil, sadece ABD'ye karşı yükümlüdür". Afrika devletleri,
sadece ABD diplomatik temsilcileri aracılığıyla bu şirketlerle
ilgili bir girişimde bulunabilir. Böylece, ABD bir yandan PMC'leri
kullanarak Afrika devletlerinin, askerlerin aldığı eğitim
üzerindeki kontrollerini kısıtlarken; bir yandan da Afrika askerî
ve güvenlik güçlerini "ABD jeo stratejik menfaatlerini
korumaya yönelterek" şekillendirebilmektedir. Bu şekildeki bir
"kapasite geliştirme" planı, yine bu güçlerin "kendi
ülkelerinin karşı karşıya kaldığı asıl tehditler karşısında"
daha da yetersiz kalmalarına neden olabilir. Görüldüğü üzere,
ilk bakışta iyi niyetli görünen ve aslında hedef nüfusun bazı
durumlarda yararlanabileceği operasyon ve programlar, Washington'un
daha müdahaleci politikalar izleyebilmesini sağlayacak temelleri
oluşturmaktadır. Dışişleri Bakanlığı ve USAID'in (United
States Agency for International Development: ABD Uluslararası
Kalkınma Ajansı) sivil kuruluşlara uyguladığı asgari
kısıtlamalardan bile muaf olan ABD askerî güçlerine ve onun özel
taşeronlarına, hızlı erişim ve müdahale imkânı sunmaktadır.
Burada
yer verilen gelişmeler, AFRICOM'u eşsiz benzersiz kılan
nitelikler değildir. AFRICOM planlayıcılarına göre, eşsiz
benzersiz olan şey, komutanlığın örgütsel yapısına, sivil
personeli entegre etmeye dayanan "vizyon"dur, bu parlak görüş
sayesinde Savunma (Savaş) Bakanlığı ile sivil birimler arasındaki
işbirliği artacaktır. Ancak, sivil personel alımındaki
zorluklardan dolayı, neredeyse tüm AFRICOM personelinin askerîyeden
olması nedeniyle kuruluşlar arası koordinasyon oluşturma
yönündeki çabalar, başarısız olmuştur. Bu sivil birimler için,
AFRICOM program ve operasyonlarında etkin rol oynama şansı, Soğuk
Savaş'ın sona erdiği tarihten itibaren bu bölümlere ayrılan
kaynaklardaki hızlı düşüş ile birlikte daha da azalmıştır.
M. J. Williams'ın 2008'de International
Affairs dergisinde yayımlanan bir
makalesinde belirttiği üzere, "Dışişleri Bakanlığı ve USAID
neredeyse 20 yıldır mali açıdan çökmektedir". Ayrıca
PMC'ler, AFRICOM'un koordine ettiği programların içerisinde
yer almaktadır ve "daha önce sadece sivil kurumlar için ayrılan"
görevleri üstlenmektedir. Bu olaylar, kuruluşlar arası
"işbirliği" iddialarının aksini göstermekte ve Savunma
Bakanlığı'nın büyük başarısını gözler önüne
sermektedir. Bakanlık zamanla daha çok askerî görevleri yerine
getirmek üzere değiştirilen dış yardım ve geliştirme
programları ile barışı koruma operasyonlarının yürütüldüğü
alanlarda hükümetin sivil bölümlerinden daha da bağımsız bir
yapı kazanmıştır.
Öğretisel
kaynaklar
Göreve
gelir gelmez, Kennedy hükümeti öngörülemeyen "stratejik
odakta, konvansiyonel ve nükleer savaştan gayrinizami çatışmaya
doğru bir geçiş" programı başlatmıştır. Amaç, savaş
sonrası dönemin ilk zamanlarında Üçüncü Dünya'yı kasıp
kavuran devrimci hareketlere karşı koymaktı. Bu geçiş, "ABD
hükümetinin gerilla ve kontrgerilla savaşlarına müdahale etmek
için politik askerî bir program oluşturma yönündeki ilk
kapsamlı hareketiydi." Sonuç, Güney Vietnam olayında olduğu
gibi yerli askerî güçleri ve güvenlik güçlerini Washington'un
emirlerini yerine getirmek için kullanan "kontrgerilla harekâtı
doktrini" oldu.
Bu
doktrin iki yönden önemlidir: Öncelikle, gayrinizami savaşı önem
bakımından "konvansiyonel savaşa eşit düzeye" getirmiştir.
İkinci olarak da, Üçüncü Dünya sorunlarını şekillendirmek
için devlet gücünün (askerî, ekonomik, diplomatik vb.) tüm
alanlarını istihdam etmenin önemini vurgulamıştır.
Düşük
Yoğunluklu Savaş: Seksenli Yıllarda Kontrgerilla Harekâtı, Karşı
Ayaklanmalar ve Anti Terörizm. Micheal Klare kontrgerilla
harekâtı doktrininin taktiklerini söyle ifade ediyor:
Doğrudan
Muharebe Harekâtları: Düşmanın taktik güç ve üslerini
özellikle özel harekât güçlerini kullanarak yok etmek ya da
etkisiz hâle getirmek.
Askerî
Kamu İşleri: Yerleşik hükümete halkın desteğini
kazandırmak amacıyla özellikle kırsal kesimlerdeki geliştirme
projelerinde askerî güçleri kullanmak.
Psikolojik
Harekâtlar: Genellikle propaganda ve askerî kamu işleri
aracılığıyla, hükümetlerin halkın gözündeki imajını
geliştirmek; isyancı hareketlerin güvenilirliğini sarsmak ve
onları etkisiz hâle getirmek.
Askerî
İstihbarat: Düşmanın örgütsel yapısı, komutanlık ve
kontrol sistemleri, iletişim sistemleri, lojistik desteği ve
düşmanı destekleyen kitlesel sivil kuruluşlar hakkında bilgi
edinmek
Bu
taktiklere ek olarak, kontrgerilla harekâtı, ABD dış
politikasının kilit noktalarından birini de yapısında
barındırmaktadır: Washington'dan gelen emirlere uymak şartıyla
işbirlikçi güçleri silahlandırmak, eğitmek ve finanse etmek.
Vietnam'dan
ABD birliklerinin çekilmesinin ardından, dış politika
planlayıcıları, "ABD vatandaşlarının, Üçüncü Dünya
ülkelerinin yerel sorunlarına doğrudan ABD müdahalesi konusundaki
geniş çaptaki isteksizliğinin" farkındaydı. Reagan yönetimi
"Vietnam Sendromu" olarak adlandırılan bu duruma kendi "ABD
askerî yapısı stratejik oryantasyonunu" başlatarak karşılık
verdi. Ardından da "düşük yoğunluklu çatışma" (Low
İntensity Combat: LIC) adı verilen yeni bir askerî doktrin
benimsendi. LIC doktrini, maddi öğelerle desteklenen propaganda
kampanyaları ve bazı durumlarda "gizli savaş" olarak
adlandırılan gayrinizami savaş koşullarında Özel Harekât
güçlerinin kullanımı gibi planlar üzerinden giderek ABD
müdahalelerinin yoksun olduğu desteğin yerini doldurmada başarılı
oldu. Amaç, bir yandan Amerikan vatandaşlarının hükümetin sözü
edilen doktrini uyguladığını fark etmelerini engellemek; bir
yandan da komünistlerin dışarıda onlara saldırmaya hazır
beklediğine, onları inandırmaktı. Orta Amerika'da yıllar
boyunca bölgeyi harap edecek olan terör kampanyalarında Reagan bu
doktrini çok iyi bir şekilde kullandı.
Klare'in
yukarıda alıntı yapılan çalışmasına göre, LIC kontrgerilla
harekâtının tüm taktiklerini içermekte ancak aşağıdaki
maddeler de yapısına dahil edildiği için ondan farklılaşmaktadır.
Karşı
ayaklanma: Düşman hükümetlerle savaşan anti komünist
ayaklanmaları desteklemek ve onlara maddi kaynak sağlamak.
Barış
dönemi muhtemel durum harekâtları: Gövde gösterisi
harekâtları, cezalandırıcı saldırılar, suikastler ve kurtarma
operasyonları gibi kısa vadeli askerî faaliyetlerde yer almak.
Terörle
mücadele: Uluslararası terörü engellemek ya da onunla
mücadele etmek için savunma ya da taarruz tedbirleri almak.
Uyuşturucuya
karşı mücadele operasyonları: Yabancı, yasadışı
uyuşturucu madde kaynaklarını yok etmek ve ABD'ye uyuşturucu
madde akışını durdurmak.
Barışı
koruma harekâtları: Düşman ordular arasındaki ateşkes
anlaşmalarını yönetmek ya da bir tampon işlevi görmek üzere
ABD güçlerini kullanmak.
Buna
ek olarak; LIC, "ezici kuvvet ve ateş gücü sayesinde hızlı
zaferler kazanmak" için ABD güçlerinin hızlı bir şekilde
intikaline ve bu güçlerin muazzam coğrafi mesafeler arasında "bir
LIC faaliyetinden diğerine hemen geçebilmesini" sağlayacak hızlı
intikal ve hızlı hareket kabiliyeti olarak adlandırılan
yeteneklerin kazandırılmasına büyük önem verdi.
AFRICOM'un
sürdürülebilir güvenlik angajmanı stratejisi, Klare'in
yukarıda dikkat çektiği tam kapsamlı LIC ile büyük oranda
uyuşmaktadır. Ancak, LIC doktrini ile AFRICOM komutanlık
stratejisini karşılaştırmadan önce iki nokta açıklığa
kavuşturulmalıdır. Öncelikle, müdahale gerekçeleri ile müdahale
taktikleri birbirinden ayırt edilmelidir. AFRICOM konusunda, General
Ward'un tanımladığı "terörle mücadele" ve diğer
"güvenlik tehditleri" müdahaleler için bir meşrulaştırma
aracı olarak kullanılmaktadır ve LIC söylemlerinin temelindeki
Soğuk Savaş gerekçelerinden farklıdır.
İkinci
olarak, yukarıda belirtilen taktik nevileri hiçbir zaman
birbirinden bağımsız, ayrı olarak uygulanmamaktadır. Bu neviler;
güçleri, hem barışı koruma, hem de doğrudan çatışma
harekâtlarında görevlendirmek üzere eğitmek gibi çoklu
taktikler içerisinde yer alan birçok program ve operasyon olarak
karşımıza çıkmaktadır. Tüm bu ifadeler de göz önüne
alındığında; AFRICOM'un program ve operasyonlarının aşağıdaki
LIC ve kontrgerilla harekâtı taktiklerine harfiyen uyduğu
görülecektir:
Silah
transferi ve eğitimi: AFRICOM çeşitli
programlar aracılığıyla askerî eğitim ve güvenlik eğitimi
sağlamaktadır. Bu programlar arasında Afrika Muhtemel Durum
Harekâtları Eğitim ve Yardım (Africa Contingency Operations
Training and Assistance: ACOTA) ve Uluslararası Askerî Öğretim ve
Eğitim (International Military Education and Training: IMET)
programı yer almaktadır. Silahlar ve askerî/güvenlik donanımları
hükümetlere Yabancı Askerî Satışlar (Foreign Military Sales:
FMS), Yabancı Askerî Finansman (Foreign Military Financing: FMF) ve
diğer programlar aracılığıyla aktarılmaktadır. Tek başına
FMF için Obama hükümeti bütçesinden Sahraaltı Afrika ülkelerine
kaynak olarak ayrılan bütçe 8,2 milyon dolardan 25,5 milyon dolara
çıkarılmıştır.
Psikolojik
harekâtlar: Psikolojik Harekâtlar,
AFRICOM'un, ABD'nin stratejik amaçları doğrultusunda kamuoyunu
biçimlendirmek için propaganda aracı olarak "medya olanaklarını"
kullanmayı hedefleyen "bilgi operasyonları" aracılığıyla
yürütülmektedir.
Direk
muharebe harekâtları: AFRICOM, kıta
üzerinde direkt muharebe harekâtları yürütmektedir. Şu anda
AFRICOM Komutanlığı'nın emrinde olan Birleşik Müşterek Görev
Kuvveti Somali Yarımadası (Combined Joined Task Force Horn
of Africa: CJTF HOA), Somali'de yürüttüğü operasyonlarda,
El Kaide ile bağlantılı olduğu iddiasıyla çok sayıda
kişiyi öldürmüştür. Örneğin, Ağustos 2009'da Obama
yönetimi, bir ABD özel güçleri operasyonuna yetki vermiş ve
El Kaide üyesi olduğu iddia edilen Ali Saleh Nabhan'a
Somali'de suikast düzenlenmiştir.
Askerî
kamu girişimleri: AFRICOM'un şu anda
yürütmekte bulunduğu askerî kamu girişimlerinden biri de
HIV/AIDS programıdır. Programın amacı, Afrika askerî ve güvenlik
güçleri arasındaki HIV/AIDS enfeksiyon oranlarının artmasını
engellemektir. Bir diğer askerî kamu girişimi de MEDFLAG
programıdır. Bu programda, ABD Afrika Ordusu ve ABD Afrika Hava
Kuvvetleri, Swaziland Savunma Güçleri'nin "karşı atak
yeteneklerinin ve sivil ilk müdahale ekiplerinin işbirliği
becerilerinin tatbikatını gerçekleştirmek" için kitle imha
senaryoları oluşturmaktadır.
Askerî
istihbarat: AFRICOM "bilgi toplamak,
analiz etmek ve sentezlemek" için program ve operasyonlar
yürütmektedir. İstihbarat programlarından biri AFRICOM'un
İstihbarat Güvenlik İşbirliği ve Angajmanı (Intelligence
Security Cooperation and Engagement: ISCE)'dir. Bu programın amacı
"işbirlikçi uluslarda ve bölgesel kuruluşlarda sürdürülebilir
askerî güç oluşturmaktır." İstihbarat harekâtları, diğer
harekâtların önemli bir parçasıdır.(Bu durum, tek bir programda
bile birçok taktik yürütüldüğünü gözler önüne
sermektedir.) Örneğin, hava radarı ve istihbarat toplama da Afrika
Sahil ve Sınır Güvenlik Programı (African Coastal and Border
Security Program: ACBS)'na dahil edilmiştir. Bu sayede, özellikle
petrol bakımından zengin Gine Körfezi gibi stratejik deniz
yollarının, sınır ve sahil devriye operasyonları
geliştirilmektedir.
Barışı
koruma harekâtları: AFRICOM, barışı
koruma harekâtları için yerel güçlere eğitim vermektedir.
Örneğin, Afrika Muhtemel Durum Harekâtları Eğitim ve Yardım
Programı (African Contingency Operations Training Assistance: ACOTA)
dahilinde Afrika askerî ve güvenlik güçlerine, barışı koruma
girişiminin önemli bir bölümünü oluşturan kolluk, kontrgerilla
ve konvansiyonel askerî operasyonları geliştirmek için eğitim
verilmektedir. Özel askerî güçler (PMC) ACOTA'nın ve Küresel
Barış Operasyonları Girişimi gibi (Global Peace Operations
Initiative: GPOI) diğer barışı koruma operasyonlarının temel
yapılarından biridir.
Uyuşturucu
ile mücadele operasyonları: Kıta
üzerindeki "uyuşturucuya karşı mücadele" alanlarını
genişleten Obama hükümeti, Afrika'da bu yönde düzenlenen
Uluslararası Narkotik Denetim ve Yaptırım (International Narcotics
Control and Law Enforcement: INCLE) programı gibi operasyonlar için
ayrılan bütçeyi artırmıştır. INCLE ve diğer uyuşturucuyla
mücadele programları, "işbirlikçi devletlerin kolluk
kuvvetlerini, milis güçlerini ve askerî birliklerini eğitmek,
gerekli ekipmanlarını temin etmek ve desteklemek amacını
taşımaktadır." Bu sayede bu güçler, gemileri durdurmak ve
onlara el koymak dahil "geniş çaplı uyuşturucuya karşı
mücadele operasyonları yürütebilmektedir."
Barış
dönemi muhtemel durum harekâtları:
Deniz güvenlik operasyonları, ABD'nin Afrika'daki barış
dönemi muhtemel durum harekâtlarından biridir. Örneğin, ABD
gemileri zengin petrol yatakları bulunan Gine Körfezi kıyılarında
hızla artan sayılarda konuşlanmaktadır. Bu harekâtların
amaçlarından biri Shell, ExxonMobil ve ABD'nin toplam petrol
ithalatının %10'unu karşılayan Nijerya'daki Nijerya Deltası
bölgesinde faaliyet gösteren diğer çokuluslu petrol şirketlerinin
petrol rafinelerine yapılan hırsızlık ve sabotaj girişimlerini
önlemektir.
Karşı
ayaklanma: AFRICOM'un herhangi bir
karşı ayaklanma kampanyasına doğrudan katıldığına dair
elimizde bir belge bulunmamaktadır. Ancak programları sayesinde,
düşman hükümetlere karşı başlatılan ayaklanma hareketlerini
hemen silahlandırabilmekte, eğitmekte ve finansmanını
sağlayabilmektedir. El Kaide ya da diğer terörist gruplarla
bir bağlantısı olduğuna karar verilen tüm hükümetler karşı
ayaklanmaya maruz kalabilir. (Yaşanan pek çok örnekte görüldüğü
gibi, bu durum, fiilen hiçbir kanıta dayanmadan işgale girişmek
için bir gerekçe olarak kullanılmaktadır.)
Terörle
mücadele: AFRICOM, 1983 yılında ilk
"teröre karşı savaş" döneminde kurulan Terörle Mücadeleye
Yardım Programı (Anti Terorism Assistance Program: ATA)
çerçevesinde çeşitli program ve operasyonlar yürütmektedir.
Program dahilinde şunlar yer almaktadır:
Kalıcı
Özgürlük Harekâtı Trans Sahra (Operation Enduring
Freedom Trans Sahara: OEF TS): "Teröristlerin
kalabileceği güvenli noktaları" kontrol altına almak, ele
geçirmek üzere özel harekât güçleri tarafından yürütülen
bir programdır.
Kenya
Terörle Mücadele Polis Birliği (Kenyan Antiterorism Police Unit:
KAPU)
Doğu
Afrika Terörle Mücadele Girişimi (The East Africa
Counter Terrorism Initiative: EACTI)
Küresel
Mühimmat ve Eğitim Programı: Pentagon'un, yabancı askerî,
kolluk ve diğer güvenlik güçlerinin, yönetim gözetiminde
terörle mücadele edebilmesi için malzeme ve eğitim temin etmesine
olanak sağlamaktadır. Terörle mücadele programlarına ayrılan
bütçe Obama hükümetinin 2010 mali yılında önemli ölçüde
artırılmıştır.
Hızlı
intikal ve hareket kabiliyeti: Yeni
komutanlığın öncelikli hedeflerinden biri, ABD birliklerinin
hızlı bir şekilde bulundukları yerden Pentagon'un emrettiği
herhangi bir bölgeye hızlı bir şekilde geçebilmelerini sağlamak
için tüm ulaşım ağı altyapısını geliştirmektir. Aslında,
Havadan İntikal Komutanlığı Mart 2009'da, özellikle Afrika
gibi "kilit bölgelere" ABD askerinin "küresel erişimini"
sağlamak amacıyla "küresel bir ulaşım ağı stratejisi"
sunan bir belge yayınlamıştır. Belgede AFRICOM'un, Afrika'da
"önemli hareket kapasitesi" oluşturma konusunda kilit rol
oynayabileceği ve Güney Amerika'daki ABD üslerinin "Afrika'ya
doğru hareket alanı" oluşturma konusunda yardım edebileceği,
böylece kıtanın "Afrika'ya gidecek ikmaller için bir kalkış
noktası" olarak tasarlanabileceği belirtilmektedir.
Daniel
Volman'a göre bu temel erişim anlaşmaları, ABD'nin "yerel
askerî üslere ve diğer tesislere erişimine imkân sağlayacaktır.
Böylece ABD güçleri buraları geçiş üssü ya da çarpışma,
gözetim ya da diğer askerî harekâtlar için ileri harekât üssü
olarak kullanabilecektir." Bu antlaşmalara ek olarak, askerî
personel, Afrika'daki ABD elçiliklerine gönderilmekte ve "her
bir ülkede küçük AFRICOM karargâhları oluşturulmaktadır."
Ayrıca, Cibuti'de bulunan Lemonnier Kampındaki CJTF HOA
üssü, AFRICOM'un "Afrika'daki temel harekât alanı" olarak
tanımlanmakta ve kıtadaki fiili bir karargâh olarak
genişlemektedir. Bu gelişmeler ışığında, (Liberya hariç) tüm
Afrika ülkelerinin ev sahipliği yapmayı reddetmesi üzerine yeni
komutanlığın resmî karargâhını Almanya'nın, Stuttgart
kentinde tutma kararının, Afrika topraklarına doğrudan askerî
erişim imkânını elde etme yolunda bir engel teşkil ettiği
söylenemez.
Çok
kapsamlı bir karşılaştırma olmasa da, askerî doktrin ve
strateji açısından izleri Kennedy ve Reagan döneminde
gerçekleştirilenlerin de ötesinde bulunabilecek önemli ölçüde
tarihsel bir devamlılığın söz konusu olduğu görülmektedir. Bu
süreklilikler, AFRICOM'u "farklı bir komutanlık türü" ya
da radikal bir Soğuk Savaş sonrası "deneyi" olarak tanımlayan
resmî ifadelerin doğruluğuna gölge düşürmektedir. Aslında bu
iddialar, ABD askerî güçlerinin Afrika'da karşı karşıya
kaldığı "imaj sorunu"na bir cevap verme çabası olarak ele
alınmalıdır. Washington'un asıl amacı, Afrika devletlerini ABD
hegemonyası altına alma ve bunu gerçekleştirmek için gerekli
gördüğü yerde direk askerî müdahaleyi de içeren tam yetkili
devlet gücünü kullanmada AFRICOM'un kilit bir araç olduğu
gerçeğini örtbas etmektir. Yerleşik askerî doktrinin temel
yapısı korunurken, AFRICOM stratejisinde, belirtmeye değer bir
yenilik yapılmıştır: "Korsanlıkla mücadele" olarak
adlandırılan operasyonlar genişletilmiştir. Bu yenilik, ABD'nin
Afrika'ya yönelik dış politikasındaki artan askerîleşmeye de
bir gerekçe olarak gösterilen ülke, Somali açıklarında yaşanan
korsan olaylarına karşı geliştirilmiştir.
Güç
artıyor, sorunlar sürüyor
Önde
gelen iki Afrika uzmanı Willian Minter ve Daniel Volman, AFRICOM'un
"kurumsal gücünün" gelişimi konusunda bir yıl öncesinde
uyarmış ve bu durumun Afrika'da yaşanan çatışma ve krizlere
karşı müdahaleci bir politika yürütmek için Obama hükümeti
tarafından kullanılabileceğini belirtmişti. ("Making Peace or
Fueling War in Africa (Afrika'da Barış Yapmak ya da Savaşın
Fitilini Ateşlemek)" FPIF, 13 Mart 2009; "Somalia
Crossroads (Somali Kavşakları)" These
Times , 29 Haziran 2009). AFRICOM'un
"gücünü" artıran kilit faktörler, ABD militarizminin kıtada
genişlemesine neden olan stratejik menfaatlerdir: doğal kaynak
havzalarını korumak, Çin ve diğer gelişen güçlerle savaşmak,
"terörle mücadeleyi" hızlandırmak vb. ayrıca, ABD dış
politika planlayıcılarının, bu stratejik menfaatleri elde etme
olasılıklarını artıran kapsamlı bir strateji sahibi olmaları,
güçlerini ve etkinliklerini daha da artırmaktadır. Bir diğer
önemli etken de, yeni komutanlığın üst düzey görevlilerinin
gittikçe büyüyen askerî bütçeden daha büyük pay almadaki
başarılarıdır. ABD Devlet Saymanlık Müdürlüğü'nün
ifadesine göre, CJTF HOA artırılmış uzun dönem bütçesinden
yararlanmaktadır.
Minter
ve Volman, Obama hükümetinin Afrika'ya yönelik güvenlik
politikasında hangi "temel alternatifler"i kullanabileceğini
saptamaktadır: (1) Terörle mücadele ve kontrgerilla
harekâtlarını desteklemeye devam etmek ve süreç dâhilinde
baskıcı rejimleri desteklemek ya da (2) Sorunlara daha diplomatik
yollarla çözüm bulmak için çok katmanlı yapılar oluşturmaya
ve kıtadaki istikrarsızlığın temelindeki (yoksulluk; işsizlik;
eğitimden, sağlık hizmetlerinden yoksunluk; kadına karşı
şiddet; küresel ısınma vb.) sorunlara öncelik vermek. İlk
alternatif, AFRICOM'un hâlihazırdaki ilerleyişi ile aynı
yöndedir ama ikinci alternatif tam zıttı niteliğindedir. Obama
yönetiminin önemli ölçüde artırılan AFRICOM bütçesi,
Afrika'nın en uzun süreli krizlerinden birini yaşayan Somali'ye
karşı tutumu ele alındığında, ABD'nin Afrika'ya karşı
benimsediği dış politikanın hangi yönde olduğunu tahmin etmek
zor değildir.
Yakın
zamanda yayınlanan İnsan Hakları Gözlem raporunda Somali'deki
mevcut insani kriz şu şekilde ifade edilmektedir: "Somali'deki
yaklaşık 1,5 milyon insan evlerinden çıkarılmıştır ve nüfusun
yarısının acil insani yardıma ihtiyacı vardır. Yarım milyondan
fazla insan, başka ülkelere mülteci olarak sığınmak zorunda
kalmıştır." Bu yazının yayın tarihi itibariyle BM Dünya Gıda
Programı da güney Somali'nin büyük bir bölümüne yapılan
gıda yardımını askıya almak durumunda kalmıştır.
Egemen
medya kaynakları, ABD yetkililerinin resmî açıklamalarına
takılıp kalmış durumdadır ve "Somali kendi kendine çöktü"
ifadeleriyle kriz iç faktörlere bağlanmaktadır. Ancak, tarihi
kayıtlara göre, bu durum şu anda Obama yönetimince sürdürülen,
Bush dönemi politikaları ile doğrudan ilişkilidir. Bush gibi
Obama da, "radikal İslamcıları" yakaladıkları ve süreç
dâhilinde çok sayıda sivili öldürdükleri için müttefiklerini
silahlandırmakta, eğitmekte, finansal destek sağlamakta ve
diplomatik gerekçeler oluşturmaktadır. ABD Somali topraklarında
direkt askerî operasyonlar da gerçekleştirmektedir. Uganda'da
yaşanan 11 Temmuz terörist saldırılarına karşılık Obama
hükümeti, 76 sivilin ölümüne yol açan saldırıları nedeniyle
dikkatleri üzerine çeken El Şebab militan grubunun yakalanması
için düzenlenen operasyonları iki katına çıkarmıştır. Ancak
önde gelen yorumcular, Obama'nın askerî müdahale yöntemlerinin
terör tehditlerinin yanı sıra krizleri de daha da alevlendireceği
konusunda sürekli olarak uyarıda bulunmaktadır.
Somali'ye
yönelik oğul Bush dönemi politikaları 11 Eylül saldırılarının
hemen ardından başlamıştır. İlk olarak Bush yönetimi, kırılgan
ekonomide, 250 milyon dolar para hacmiyle faaliyet gösteren Dubai
merkezli Somali para aktarma ağı Somali Bankası Al Barakaat'ı
kapatmak için uluslararası çalışmalara başlamıştır. Bu
girişim, Al Barakaat'ın terörü desteklediği gerekçesiyle
başlatılmış olsa da bir yıl sonra Washington bu iddiasından
vazgeçmiştir. Kurgusal terörizm ile mücadele yolunda oluşturulan
bir diğer politika gereğince de, Bush 2006 yılında İslami
mahkemeler ve milis güçlerinin koalisyonuna karşılık
diktatörlerin koalisyonunu desteklemiştir. İslami koalisyon
Somali'nin başkenti Mogadişu'yu ve güney bölgesini, bölgede
terör estiren ABD destekli diktatörlerden kurtarmış ve İslam
Mahkemeleri Birliği'ni (Union of the Islamic Courts: UIC)
kurmuştur. UIC, 16 yıl süren diktatörlük teröründen, temel
güvenlik ve idari görevlerini yerine getiremeyen 2004 yılından
beri uluslararası arenada tanınan yozlaşmış ve etkisiz Geçici
Federal Hükümet'ten (Transitional Federal Government: TFG) sonra,
kısa zamanda Somalilerin büyük çapta desteğini kazanmıştır.
Ne var ki, bir uluslararası kriz grubu raporuna göre; Somali'de
"güney bölgesinde yaşayanlar için onbeş yıldan daha uzun bir
süredir yabancı olan barış ve güven duygusunun bir nebze de olsa
hissedildiği" süreç olarak tanımlanan UIC hâkimiyeti, sadece
2006 Haziran ayından Aralık ayına kadar sürmüştür.
Washington'un
bölgedeki işbirlikçisi Etiyopya, UIC tehdidiyle karşı karşıya
kalan (sadece Mogadişu'nun kuzeyindeki küçük bir şehirde etkin
olan) TFG'ye hükümeti devirmek üzere destek olmak için
birliklerini hazırlamaya ve askerî mühimmat tedarikine
başlamıştır. Kasım ayına kadar, binlerce asker Somali'de
yerini almıştır. Etiyopya, Somali'nin özerkliğini tanımayı
ve 7.000 askerden oluşan birliğini Somali topraklarında çekilmeyi
reddettiği için barışçıl yollarla çözümü engellemiştir. Bu
durum; tüm devletlerin, gerilimi artıracak ve "Somali'deki
sorunların barışçıl ve müzakereye dayalı bir şekilde
çözülmesine engel teşkil edecek" herhangi bir hareketten
sakınması gerektiğini belirten BM 733 no'lu kararının doğrudan
ihlali demekti. ABD yetkilileri, UIC'in El Kaide tarafından
"kontrol edildiği" iddiasıyla Etiyopya'nın saldırısına
diplomatik destek sağladı. Ancak uzmanların görüşü, bu
gerekçenin abartıdan ibaret yersiz bir ifade olduğu yönündeydi.
ABD Yönetimi; bu olayın ardından 6 Aralık'ta, Afrika "barışı
koruma" güçlerinin mevzilenmesine yetki veren BM Güvenlik
Konseyi 1725 no'lu kararına destek sağladı ancak Etiyopya
birliklerinin ülkeden çekilmesi yönündeki talepleri göz ardı
etti.
Ocak
ayında, ABD destekli Etiyopya işgali daha da şiddetlendi. Şu anda
ABD Afrika Komutanlığı'nın amacını gerçekleştirmesi için
çok önemli bir "model" olarak tanımlanan CJTF HOA, aktif
bir rol oynayarak Etiyopya birliklerini eğitmiş, onlara ABD askerî
danışmanları tedarik etmiş, UIC savaşçılarının konumları
konusunda istihbarat sağlamış ve hava saldırıları
düzenlemiştir. Bu işgal, altı ay süren daha barışçıl ve
güvenli UIC dönemi sürecinin sonunu getirmiş ve ülkeyi yine eski
savaş, terör ve baskı ortamına geri döndürmüştür. Ocak
2009'da Etiyopya Somali'den çekildiğinde, "Somali'yi
terörden kurtarma" iddiasıyla yaşatılan dehşet ortamında
binlerce sivil hayatını kaybetmiş, bir milyondan fazla kişi evsiz
kalmış ve üç milyondan fazla kişi acil insani yardıma muhtaç
duruma gelmiştir. Bu durum karşısında Bush hükümeti, "TFG'nin
ve Etiyopya'nın askerî istismarının boyutlarını resmî olarak
açıklamayı ya da bu durumla yüzleşmeyi" reddetmiş ve her
zamanki gibi dünyayı aslı olmayan bir terörden kurtarma
iddiasıyla gerçek bir terör ve saldırı ortamı yaratarak "ölü
sayısına bakmayan" ABD politikasını devam ettirmiştir.
ABD destekli Etiyopya işgali sonucunda, UIC'in daha
ılımlı
kesimleri ülke dışına çıkarılmış ve daha militan olan
gruplar savaşmak üzere ülke içinde bırakılmıştır. Bu
gruplar, UIC'in radikal kanadını meydana getiren El Şebab'ı
oluşturmuştur. Bush'un diktatör terörünü ve dış saldırıyı
destekleyen politikası, tahmin edilebileceği üzere terörizmi
beraberinde getirmiştir. İnsan Hakları Gözlem Raporu'na göre,
Washington'un iddia ettiği gibi El Kaide'nin bir kolu
olmasa da; bazı El Şebab liderleri El Kaide ile bağlantıları
olduğunu açıklarken, bazıları dış etkiye tamamen direnmekte
kararlıydı. Ayrıca, Afganistan ve Pakistan'dan bazı
direnişçilerin El Şebab ile savaşmak için Somali'ye geldikleri
ve bu durumun, son terörist saldırılarla birlikte Uganda'ya
kadar uzanarak "sorunu uluslararasılaştırdığı"
belirtilmektedir. Aynı zamanda, ABD, önceleri "radikal" ya da
"terörist" olarak nitelediği şu anda TFG'nin başında olan eski UIC
lideri Şeyh Şerif gibi kişileri desteklemekten de geri durmamaktadır.
Şu anda, TFG Mogadişu'da çok küçük bir bölgeyi kontrol altında
tutmaktadır ve ABD yanlısı Uganda ve Burundi'nin desteklediği
Somali'deki 6.000 kişilik Afrika Birliği Misyonu (AMISOM) olmasa
çoktan yıkılmış olabilirdi. Güney Somali'nin büyük bir
kısmı silahlı karşıt gruplar tarafından yönetilmektedir. Bu
gruplar içerisinde en güçlüsü, nüfusun büyük bir çoğunluğunu
"sert Şeriat tutumuyla, hedef göstererek öldürme ve saldırı,
baskıcı sosyal kontrol yapıları ve acımasız cezalara" maruz
bırakarak kontrolü altında tutan El Şebab'dır. Ocak 2009'da
Etiyopya'nın Somali'den çekilmesinden beri halk, AMISOM
destekli TFG, El Şebab ve diğer silahlı grupların arasında
kalmış durumdadır. İnsan Hakları Gözlem raporuna göre, "tüm
taraflar orantısız saldırılarıyla savaş hukukuna aykırı
davranmıştır;" ancak bu ihlallerin büyük bir çoğunluğu, TFG
ve AMISON güçlerinin El Şebab saldırılarına karşı sivillerin
yoğunlukta bulunduğu alanlara düzenledikleri saldırılar
sırasında yaşanmıştır. Ayrıca, yardım konvoylarının akışına
müdahale edilmekte ve asker olarak küçük yaştaki çocuklar
kullanılmaktadır. Bu suçlar, her ne kadar sadece El Şebab'a
izafe edilse de, TFG de aynı suçları işlemektedir. Somali halkı
da bu ardı arkası gelmez 2007 yılından beri 21.000 kişinin
hayatına mal olan şiddet karşısında, kalabalık gruplar hâlinde,
kendilerini dayak ve tecavüzle karşılayan Kenya gibi ülkelere
mülteci olarak göç etme yolunu seçmiştir.
Somali krizi
Uganda'da gerçekleştirilen 11 Temmuz terörist saldırıları, Somali krizini
24 27 Temmuz tarihlerinde yapılan Afrika Birliği zirvesi
gündemine oturtmuştur. Zirveye katılan Afrika liderleri, daha
saldırgan bir "barışı koruma" yetkisi verme ve AMISOM
birliklerinin sayısını 8.000'e çıkarma konusundan anlaşmaya
varmıştır. Bu sayının 10.000'in üzerine çıkması
beklenmektedir. Cibuti ve "2009 yılında 150 karşı grup
destekçisinin katliamını ve çok sayıda toplu tecavüzünü de
içeren" insan hakları istismarı konusunda kötü bir üne sahip
olan Gine orduları da Uganda ve Burudi yardımcı birliklerine
katıldı. Uganda terörist saldırılarının ardından daha da
şiddetlenen AMISOM'un düzenlediği El Şebab saldırılarıyla
karşı karşıya kalan Somali'deki sivillerin daha saldırgan bir
yetkilendirme kararının bedelini hayatlarıyla ödemelerini
engellemek için gerekli önlemleri almak konusunda AMISOM ve TFG'nin
beceri ve istekliliğine duyulan şüphenin ardında pek çok sebep
yatmaktadır.
Bu faktörlerden ikisi TFG ve AMISOM'un sürekli olarak işlediği
suçlar ve TFG'nin yetersizliğidir. Ordusu ve polisi arasında
yaşanan "şiddetli çatışma," yüksek orandaki
istikrarsızlığı, birliklerinin bir "fiziksel karargâh"tan
yoksun olması ve kendisini Somali halkına bir politik fikir olarak
sunamaması TFG'nin yetersizliğini gözler önüne sermektedir.
Ayrıca, TFG ve AMISOM arasında da gerginlik yaşandığına dair
bilgiler bulunmaktadır. Birkaç TFG yetkilisi, Uganda başkanı
Museveni'nin Uganda terörist saldırılarının intikamını almak
için AMISOM saldırılarını şiddetlendirme kararı nedeniyle
yaşananlardan dolayı AMISOM'u eleştirmiştir. Bir diğer faktör
de, AMISOM yetkilendirme kararını şekillendirmede etkin rol
oynayan başta Etiyopya ve Uganda gibi bölgesel güçlerdir.
Özellikle Museveni Afrika Birliği misyonu üzerinde önemli etkiye
sahiptir. Çünkü askerlerin büyük bir kısmı Uganda tarafından
sağlanmakta ve AFRICOM aracılığıyla yürütülen (bir kısmı
özel askerî şirketlerce üstlenilmiş) ABD eğitimi de Uganda'da
gerçekleştirilmektedir. İkisi de, AMISOM'un insan hakları
konusundaki kötü sicilini temizlemek adına hiçbir şey yapmasa
da, "müdahale"yi genişletmek için efendilerinden daha fazla
kaynak talep etmekten geri durmamaktadır.
Büyük Biradere, yani ABD'ye dönecek olursak, misyonun temel finansörü
olduğu gerçeği göz önüne alındığında, durumu çok önemli
derecede etkileyebilmektedir. 11 Temmuz terörist saldırıları
ardından, Obama yönetimi şimdiye kadar sürdürdüğü desteği
iki katına çıkarmıştır. Bu finansman, TFG ve AMISOM
kuvvetlerine eğitim verme, silah temin etme, istihbarat ve lojistik
destek sağlama, ulaşımını gerçekleştirme yollarını izleyerek
AFRICOM'un sürdürülebilir güvenlik angajmanı stratejisinin
temel taktiklerinin uygulayabilmesi içindi. Aynı zamanda da, ABD
destekli gerçekleştirilen suçlara karşı İnsan Hakları Gözlem
komisyonu tarafından önerilen "askerî destek için uluslararası
insan hakları hukukuna asgari düzeyde uyma koşulu getirmek gibi"
çok küçük bir önlem almayı bile reddetmiştir. Yönetim, ABD
tarafından yönlendirilen tam ölçekli bir Afrika işgali taraftarı
olmasa da, özellikle Özel Harekât Kuvvetleri tarafından doğrudan
muharebe harekâtları gerçekleştirilmektedir. Örneğin, geçen
yıl bir kişi El Kaide üyesi olduğu gerekçesiyle düzenlenen
saldırıda öldürülmüştür. General Ward, yaptığı
açıklamasında, ABD'nin "doğrudan bir dış müdahale" ile
ilgilenmediğini, bu durumu daha çok "rahatsız edici ve dikkat
dağıtıcı" olarak gördüğünü ifade ederken, yaşanan bu
olayı unutmuş olmalı.
Kısacası, kilit faktörler Somali'deki katliamın artacağını
göstermektedir. Bu durum gerçekleşirse, savunmasız Somalililer
yine neresi olursa olsun bulabildikleri ve büyük ihtimalle de El
Şebab ve diğer silahlı grupların kontrolü altında tutulan
yerlere sığınmak zorunda kalacaktır. Bu olası senaryonun
alternatifi ise, yakın zamanda Uluslararası Kriz Grubu tarafından
önerilen silahlı gruplar arasında diyalog çağrısına
uyulmasıdır. Ne yazık ki, Obama yönetimi, Afrika'daki sorun ve
krizler karşısında müdahaleci bir tutum sergilemekte ve asıl
nedenleri göz ardı etmektedir. Ayrıca, Obama hükümetinin,
"Afrika'nın kilit noktalarına girmek için" 1.000 kişilik
bir Denizci Hızlı İntikal Kuvveti oluşturmayı planladığı
belirtilmektedir. Artık, AFRICOM faaliyettedir; Afrika ve tüm
önemli noktaları, komutanlığın devrim niteliğinde diye
tanımlanan stratejisinin uygulamalarına maruz kalmaktadır. Bu
strateji, nizami ya da gayrinizami yollarla güçsüz devletlerin
güçlü emperyalist devletlerin boyunduruğu altına girmesine neden
olan, ancak iyi uydurulmuş bir kılıfla uzun yıllardır uygulanan
taktiklerle yürütülmektedir. Afrika'nın "çevreden merkeze"
yükselen stratejik önemi nedeniyle AFRICOM'un gün geçtikçe
daha da artan gücü göz önüne alındığında; hükümetin
başında vur emrini veren bir "Afrika evladı" da olsa;
Washington'un yeni emperyalist silahını kullanmak için yeni
birçok fırsat yaratacağı şüphesizdir.
Z Magazine, Eylül 2010