CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 18 Aralık 2010 Cumartesi günü
yapılan Olağanüstü Kongre'den açık zaferle çıktı.
Hazırladığı Parti Meclisi listesini genel kurula firesiz olarak
kabul ettirdi. Daha önce, 3 Kasım'da Genel Sekreter Önder Sav ve
ekibiyle yollarını ayırıp yeni tüzüğe göre 13 genel başkan
yardımcısını ve genel sekreteri tek başına belirledikten sonra,
Parti Meclisi'ni de hem eski Genel Başkan Deniz Baykal
çevresinden, hem eski Genel Sekreter Önder Sav çevresinden
bağımsız olarak gönlüne göre oluşturdu.
Kemal Kılıçdaroğlu Kongre'de yaptığı konuşmada toplumun çeşitli
kesimlerine vaatlerini sıraladı. İşçi ve emekçi kitlelerine, kadınlara, gençlere, aydınlara, emeklilere, sola, Kürt ulusal hareketine sözler verdi. Kılıçdaroğlu'nun bir kısmı yuvarlak
sözlerden, bir kısmı kesin taahhütlerden oluşan vaatleri şöyle
sınıflandırılabilir:
Genel demokratikleşme için
Yeni bir Anayasa yapılacak.
DGM'lerin yerine getirilen özel yetkili mahkemeler kaldırılacak.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılacak.
Faili meçhul cinayetler aydınlatılarak devletin içindeki çeteler
ortaya çıkarılacak.
Özel yaşamın gizliliği sağlanacak.
Medya özgür ve bağımsız olacak.
Yüzde 10 seçim barajı kaldırılacak.
Seçim yasaları değiştirilecek, vatandaş kendi milletvekilini seçecek.
Siyasi Partiler Yasası demokratikleştirilecek, lider sultasına son
verilecek.
Kadın ve gençlerin siyasette temsili artırılacak.
Eğitim ve kültür hayatının özgürleştirilmesi için
YÖK kaldırılacak.
Üniversiteler bilimsel, yönetsel ve mali özerkliğe kavuşacak.
Üniversite yönetimlerinde gençlere söz hakkı ve karar sürecine katılma
hakkı verilecek.
Üniversite öğrencilerinin yurt sorunu en geç iki yıl içinde tümüyle
çözülecek.
Üniversite harçları kaldırılacak.
Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu özerkleştirilerek eski konumuna
getirilecek.
Kapitalizmin işçi ve emekçi kitlelerini yoksullaştırma saldırısına karşı
Kamuda taşeron işçilik kaldırılacak.
Kamuda 4/B ve 4/C uygulamalarına son verilecek.
Aile sigortası getirilecek.
İşsizlik Sigortası Fonu amacına yönelik olarak kullanılacak.
Emeklilere milli gelir artışından pay verilecek.
Eski emeklilerin maaşlarını arttırmak üzere İntibak Yasası
çıkarılacak.
Doğu ve Güneydoğu'da işsizlik ve aş sorunu doğrudan yapılacak
devlet yatırımları ile çözülecek.
Köylüleri ve çiftçileri desteklemek için
Mazotta ÖTV kaldırılarak mazot fiyatı yarıya indirilecek.
2/B arazilerinin mülkiyet sorunu çözülecek, kullandıkları araziler
orman köylüsüne bedelsiz verilecek.
Güneydoğu'daki mayınlı araziler mayınlardan arındırılarak topraksız köylülere verilecek.
Yolsuzluğa
karşı mücadele ve şeffaflaşma için
Kamu
İhale Yasası AB standartlarında yeniden düzenlenecek.
Çevre talanına dur denilecek.
Rant yasaları değil, kent yasaları çıkarılacak.
Siyasetin finansmanı şeffaf hâle gelecek.
Milletvekili dokunulmazlıkları kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılacak.
Siyasi Ahlak Yasası çıkarılacak.
Milletvekili ve yöneticilerin mal bildirimleri internet ortamında yayınlanacak.
TBMM'de, Kesin Hesap Komisyonu kurulacak.
Ekonomik
kalkınma için
Üreticinin
baş tacı olduğu ekonomik düzen kurulacak.
Ekonomi sıcak paraya değil, "çalışana, üretene, alın terine"
teslim edilecek.
GAP
projesi bir an önce tamamlanacak, GAP'a ayrılmış kaynaklar
amaçları dışında kullanılmayacak.
Doğu ve Güneydoğu'daki seçilmiş yatırımlara, sıfır faizli ve
uzun vadeli kredi verilecek.
Yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilerek, Türkiye enerjide dışa
bağımlı bir ülke konumundan çıkarılacak.
Bilim ve teknolojiye dayalı, yüksek katma değerli bir ekonomik kalkınma
hedeflenecek.
Kuşkusuz Kılıçdaroğlu'nun verdiği bu sözlerin takipçisi olacağız.
Söz konusu vaatlerin sosyalizmin şimşeğini çalmak için
kullanılmasına müsaade etmeden, sosyalizmin sesinin henüz bize
değil, burjuva ana muhalefet partisine kulak veren emekçi çevrelere
duyurulması, benimsetilmesi ve hayata geçirilmesi için çalışacağız.
Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasında Türkiye'nin 2023 yılında
"bölgesinde lider, dünyada oyun kurucu" konuma taşınacağını
iddia etti. Demokratik anlayışın en asgari kurallarına göre
bile, küçük büyük her ülke arasında ancak eşit ve yatay
ilişkiler kurulabileceğini, hiçbir devletin bölgesinde veya
dünyada liderlik taslayamayacağını her nedense unutan
Kılıçdaroğlu, böylece AKP'nin emperyalizmin güdümünde
yayılmacılığı ve hegemonyacılığı öngören yeni Osmanlıcı
emellerini paylaştığını ortaya koydu. Yerli banka ve
holdinglerin, devletin, çevre ülkelerde etki alanı oluşturma
politikasını olumladı.
Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirileceğini belirten Kılıçdaroğlu,
gümrük birliğinin yarattığı sorunlara değinme gereği bile
duymadı. Yerli sanayinin ve tarımın çökertilmesi ile emperyalist
metropollerin dayattığı ve yerli sermaye çevrelerinin benimsediği
neoliberal kapitalist saldırı arasındaki kopmaz bağı yok saydı,
kapitalist emperyalist dünya sistemine verilen ağır
kapitülasyonları gündeme getirmedi.
Kılıçdaroğlu, emperyalizmin artık sadece Avrupa'da değil, bütün dünya
çapında ortak saldırı örgütü rolünü üstlenen NATO'ya
üyeliğimizi hiç sorun etmedi. İncirlik üssünü, ABD üslerine
yerleştirilmiş nükleer füzeleri dert etmedi. AKP'nin daha bir
ay önce NATO'nun Lizbon zirvesinde resmen kabul ettiği füze
kalkanı projesine değinme gereğini bile duymadı. Türkiye'yi
emperyalizmin savaş makinesine organik biçimde bağlayan;
Amerikan Avrupa emperyalizminin sıçrama tahtası hâline
getiren; ülke, bölge ve dünya halkları için yıkıcı sonuçlar
doğurması kaçınılmaz olan militarist sisteme karşı tek bir söz
bile söylemedi. İsrail'in işgal ve saldırılarını da mesele
etmedi.
Kılıçdaroğlu, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine, dilini,
kültürünü, kimliğini savunma hakkına hiç değinmedi.
Alevilerin zorunlu din dersinin kaldırılması ve cemevlerinin
tanınması gibi en acil isteklerini bile dile getirmedi. Diyanet'in
ivmesi gittikçe artan biçimde genişlemesi ve güçlenmesine ses
çıkarmadı. Aksine, dinsel tarikatlara göz kırparak Mehmet
Ağar'ın danışmanı bir tarikatçıyı Parti Meclisi'ne aldı.
CHP küçük ve orta burjuvazi ile emekçi tabakaların üst kesimini,
okumuş meslek sahiplerini harmanlayan bir burjuva partisi olduğu
için, Kılıçdaroğlu'nun ufkunu kapitalizmle sınırlaması,
egemen kapitalizmin yarattığı kimi sonuçlara karşı kısmi
reformlar önerirken işbirlikçi düzenin sömürü ve baskıya
dayalı temel yapısını ve sistemsel uygulamalarını kabullenmesi
"doğal" görünebilir. Yine de, işçi sınıfının ve emekçi
halk kitlelerinin desteğini almak, bu kesimlerin oyunu kazanmak
isteyen bir partinin, işbirlikçi büyük sermayeye, ABD ve Avrupa
emperyalizmine, despotik sisteme karşı bu kadar sessiz ve
kişiliksiz bir duruş benimsemesi kabul edilemez. Emperyalizme ve
işbirlikçi sermaye çevrelerinin despotik rejimine karşı muhalif
bir politika geliştirmeden, burjuva anlamda bile, ne demokrasi, ne
bağımsızlık, ne de laiklik olur.
Kılıçdaroğlu,
kendi çalışma kadrosunu oluştururken önemli tercihler yaptı.
Örneğin ABD'nin Irak işgaline Türkiye'nin boylu boyunca
katılmasını ve Türkiye'nin de fiilen ABD ordusunun işgali
altına girmesini öngören 1 Mart 2003 tezkeresine karşı çıkan
Onur Öymen ve Şükrü Elekdağ yerine, 1 Mart tezkeresini hararetle
savunmuş (dönemin Dışişleri müsteşarı) Uğur Ziyal ve
(dönemin Washington büyükelçisi) Faruk Loğoğlu'na Parti
Meclisi'ne girme teklifinde bulundu. Uğur Ziyal teklifi kabul
etmediği için CHP'ye girmedi ama Faruk Loğoğlu teklifi kabul
etti ve Parti Meclisi'ne seçildi.
Faruk
Loğoğlu'nun kayıtsız şartsız ABD, AB, İsrail ve NATO
yandaşlığını görmek için daha geçen ay içinde füze kalkanı
projesine Türkiye'nin katılmasını nasıl savunduğunu
hatırlayalım: "Türkiye'nin evet' demesini gerektiren bir
önemli neden daha bulunmaktadır. Ülkemizin Batı ve
Avrupa Atlantik camiasıyla bağlarının durumunu gösteren
dört temel ölçü vardır: AB, ABD, İsrail ve NATO. İlişkilerimiz
AB'yle belirsiz, ABD'yle rahatsız, İsrail'le ise bozuktur.
Türkiye'nin içiyle, dışıyla ekseninin tartışıldığı bir
ortamda, NATO'ya ilişkin tutum ve politikamız ayrı bir önem ve
anlam kazanmaktadır. Eğer Türkiye, füze savunma girişimine ciddi
ve inandırıcı bir gerekçesi olmadığı hâlde evet'
diyemezse, bu önce NATO içinde bizi yalnızlığa itecek, sonra ABD
ve Avrupa'yla aramızdaki mesafeyi daha da büyütecektir. Bu
gidişle Türkiye'nin artık Avrupa Atlantik ailesi içinde
yer aldığı iddiası inandırıcılığını yitirecektir."
(Faruk Loğoğlu, "Türkiye için İyi mi, Kötü mü?",
Hakimiyet i Milliye , 13 Kasım 2010).
Kılıçdaroğlu,
bugün (25 Aralık) yapılan Parti Meclisi toplantısında genel
başkan yardımcılarının sayısını 16'ya çıkarttı ve
despotik tüzüğün kendisine verdiği "tek adam" yetkisine
dayanarak 16 genel başkan yardımcısını ve parti genel
sekreterini atadı. Büyük sermayeyle içli dışlı Umut Oran'ı;
DSP MHP ANAP koalisyon hükümeti döneminde Türkiye
emekçilerine ekonomik soykırım uygulayan İMF'ci ekipte Kemal
Derviş'in yardımcılığını yapan Faik Öztrak'ı; aynı
hükümette bakanlık yapan Erdoğan Toprak'ı, Kemal Derviş'in
ekonomik soykırım politikalarını destekleyen televoleci
neoliberal ekonomist Hurşit Güneş'i; uzun süre adı Demokrat
Parti genel başkanlığı için geçen sağcı Süheyl Batum'u;
Avrupacı Amerikancı Gülsün Bilgehan'ı genel başkan
yardımcısı yaparak Merkez Yönetim Kurulu'na aldı.
Eski Harb İş sendikası başkanı İzzet Çetin'in genel başkan
yardımcılığı işçi ve emekçilere, eski Diyarbakır Barosu
başkanı Sezgin Tanrıkulu'nun genel başkan yardımcılığı
Kürt halkına göz kırpma anlamına geliyor.
Kılıçdaroğlu
CHP'si görüldüğü gibi, bir yandan, yerli ve yabancı sermaye
çevrelerine, ABD ve Avrupa emperyalizmine güven verecek isimleri
kilit mevkilere yerleştiriyor; bir yandan da, toplumsal muhalefetin
başlangıçta değindiğimiz bir kısım talepleri konusunda söz
verip bu kesimlere el uzattığı izlenimini verecek kimi isimleri
yönetime katıyor. Ayrıca, sağcı ve dinci seçmenlere sevimli
gelebilecek isimleri içine alıyor. Bu ilkesiz mavi boncuk
politikasıyla tabanını genişletmeyi ve iktidara gelmeyi umarak
seçimlere hazırlanıyor.