I. Milletler Cemiyetinin Bile Gerisine Düştüler
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 22 Mayıs 2003 tarihli toplantısında, Irak'ı işgal eden ABD-İngiltere ikilisine Irak'ı yönetme ve ülkenin bütün kaynaklarını iste-dikleri gibi kullanma yetkisini sadece geçici üye Suriye'nin katılmadığı oylamada 14'e karşı 0 oyla tanıdı. 1483 sayılı bu karar bütünüyle gayri meşrudur ve Birleşmiş Milletler Anasözleşmesinin açık biçimde ihlalidir.
Körfez Savaşı, ABD-İngiltere ikilisinin sürekli bombalamaları ve uzun süreli am-bargoyla kolu kanadı kırılmış, hiçbir devlete tehdit oluşturması mümkün olmayan bağımsız ve egemen bir ülkeyi gayri meşru bir savaşla işgal ederek barışa karşı suç işle-yen saldırganların Birleşmiş Milletler Anasözleşmesinin Yedinci Bölümü hükümlerine göre açıkça cezalandırılması gerekirken, bu kararla, iki zorba devlet ödüllendirilmiş oldu. Başta Güvenlik Konseyinin sürekli üyeleri olmak üzere Suriye dışındaki bütün üyeler (yani, beş sürekli üye ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ile geçici üyeler Alman-ya, İspanya, Meksika, Şili, Pakistan, Bulgaristan, Gine, Kamerun ve Angola), Amerikan ve İngiliz sömürgecilerine tanıdıkları bu yetkiyle, uluslararası hukuku tamamen ayak-lar altına aldılar ve dünyada zorbalığın çıplak egemenliğine onay vermiş oldular.
Bilindiği gibi, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin gibi büyük devletlerin de içinde bu-lunduğu Güvenlik Konseyi üyeleri, Amerikan ve İngiliz saldırganlarına savaş yetkisi vermemişlerdi. Ne var ki, bu olumlu davranışın ardını getirmemişler; aksine, Irak'ın göz göre göre saldırıya uğramasını, bir ülkenin yok edilmesini, bir halkın sömürgeleş-tirilmesini seyretmekle yetinerek Anasözleşmenin kendilerine verdiği barışı koruma ve saldırgana karşı harekete geçme görevini savsaklamışlardı.
Ne Konseyin veto yetkisine sahip sürekli üyelerinden olan Fransa, Rusya ve Çin, ne Konsey dönem başkanı Almanya, ne de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, saldırgan-ları tecrit edecek ve fiziki olarak durduracak bir süreci başlatmak için parmaklarını bile kımıldatmadılar. Amerikan ve İngiliz saldırısına karşı bütün dünya halklarının ortaya koyduğu direnme iradesini, devletler, siyasal iktidarlar katına taşıyacak uluslararası bir girişimden kaçındılar. Böylece, Birleşmiş Milletler Örgütünü anlamsızlaştırdılar. Birleşmiş Milletler Örgütünü saldırıya göz yuman etkisiz bir kuruluş haline getiren bu tutumun ardından şimdi aldıkları bu kararla daha da vahim bir ortam yarattılar; Birleşmiş Milletler Örgütünü bizzat saldırganların suç ortağı durumuna düşürdüler.
ABD ve İngiltere'nin, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin'e "Saddam Hüseyin dönemin-de Irak'la aranızda yapılmış iş anlaşmalarından kaynaklanan Irak'taki menfaatlerinize saygı göstereceğiz" vaadini vererek elde ettikleri ve Birleşmiş Milletler Örgütüne de (işgal otoritesiyle birlikte çalışacak bir özel temsilci atamak ve durumu bir yıl sonra yeniden gözden geçirmek gibi) kimi ikincil yetkiler tanıyan bu suç ortaklığı kararıy-la, Birleşmiş Milletler, aslında, itibarsız atası Milletler Cemiyetinin bile daha gerisine düştü.
Tarihe Bakınca
Hatırlanabileceği gibi, Birinci Dünya Savaşından sonra "uluslararası barışı ko-ruma" gerekçesiyle kurulan Milletler Cemiyeti, kapitalist dünya düzenini istikrara kavuşturma amacını güdüyordu. Buna bağlı olarak, Birinci Dünya Savaşından galip çıkan devletlerin sömürge imparatorluklarını ve manda düzenini veri kabul ediyor, ancak artık yeni saldırılara ve işgallere izin vermeyerek dünyada kollektif güvenliği sağlayacağını ilan ediyordu. Ne var ki, Milletler Cemiyeti, amacına ve sözüne sahip çıkamadı. Japonya'nın, Almanya'nın ve İtalya'nın saldırganlığı karşısında herhangi bir varlık gösteremedi ve savaş yangınının genişleyerek İkinci Dünya Savaşına dönüşme-sinin yolunu açtı.
Peki, Milletler Cemiyeti ne yapmıştı da bütün itibarını kaybetmiş ve sonuçta lağve-dilerek yerini Birleşmiş Milletler Örgütüne bırakmak zorunda kalmıştı?
Birincisi, Japonya, 1931 yılında Çin'in Mançurya eyaletini işgal ettiğinde, Çin, Milletler Cemiyetine şikâyette bulundu ve saldırgana karşı harekete geçilmesini istedi. Milletler Cemiyeti, doğrudan doğruya bir karar alıp harekete geçeceğine, "durumu yerinde inceleyecek bir araştırma komitesi" oluşturdu. Mançurya'ya giden komite, uzun araştırmalardan sonra Japonya'nın Çin topraklarına saldırdığını "saptadı". Bu-nun üzerine, Milletler Cemiyeti Japonya'ya Çin topraklarından çekilme çağrısında bulundu. Japonya çağrıyı reddedince, Milletler Cemiyeti hiç sesini çıkarmadı ve Çin'i Japonya'nın insafına terk etti.
İkincisi, Mart 1935'te Hitler, ülkesini bağlayan Versay anlaşmasına aykırı olarak Almanya'yı silahlandıracağını, zorunlu askerlik sistemine geçileceğini, yüz bin asker-den oluşan sınırlandırılmış ordusunu genişleteceğini, hava kuvvetleri ile donanmanın kurulacağını ilan ettiğinde Milletler Cemiyeti hiçbir şey yapmadı. Mart 1936'da, Al-manya askerden arındırılmış Ren bölgesine girdiğinde de Milletler Cemiyeti sesini çıkarmadı.
Üçüncüsü, Ekim 1935'te İtalya, Habeşistan'a saldırdı. Milletler Cemiyeti, İtalya'ya karşı ambargo kararı aldı; ama, bu ambargo, petrol, demir-çelik ve kömür gibi ger-çekten caydırıcı bir etki sağlayabilecek temel ürünleri kapsamayan göstermelik bir ambargoydu.
Üç saldırgan devlete karşı böylesine etkisiz kalan Milletler Cemiyeti, izlediği bu politikayla saldırganları daha da cesaretlendirdi. Japonya, Almanya ve İtalya saldırılarının çapını daha da genişlettiler ve 1939'da İkinci Dünya Savaşı patladı. Herkesin alay konusu haline gelen Milletler Cemiyeti varlık nedenini kaybetti.
Görüldüğü gibi, Milletler Cemiyeti, zorba devletlere karşı ya sessiz kalmış (Alman-ya örneği), ya kararlarının arkasında durmamış (Japonya örneği), ya da göstermelik çıkışlar yapmakla yetinmiştir (İtalya örneği). Bütün bunlar tabii ki çok kötüdür, ama bugün Birleşmiş Milletler'in yaptığı gibi saldırgan işgalcilere yasallık tanıyan bir karar almamıştır. Ülkelerin saldırganlar tarafından işgal edilmesini ve işgal yönetimlerini meşru saymamıştır. İşgalcileri, sömürgeleştirdikleri ülkenin halkını köleleştirme, her türlü kaynağını gasp etme yetkisine sahip "yasal otorite" olarak kabul etmemiştir. [Tabii, bütün bu saptamaları koşullu olarak yapıyoruz; daha önce söylediğimiz gibi, Milletler Cemiyetinin eski, yerleşik sömürge ve manda düzenini meşru saydığını ve tartışma konusu bile yapmadığını hiç unutmuyoruz!].
Ders Almıyorlar
Birleşmiş Milletler Örgütü, itibarsız Milletler Cemiyetine bile rahmet okutacak şe-kilde kendi saygınlığını paramparça etmiştir. Bu örgüte yön veren büyük devletlerden Amerika ve İngiltere bizzat saldırgandırlar. Fransa, Almanya, Rusya ve Çin, koca bir halkı boğazlayan Amerika ve İngiltere'ye küçük menfaatler karşılığında "yasal otorite" payesini veren soğukkanlı suç ortaklarıdır. Bütün halklar tehlikededir. Uluslararası hukuk ortadan kaldırılmıştır. Zorbalara gün doğmuştur. Uluslararası barış ideali par-çalanmış, bütün insanlığı yok edebilecek yeni bir dünya savaşına giden yol açılmıştır.
Kapitalist emperyalizm, sosyalist ve devrimci-demokratik güçlerin büyük direnişi karşısında İkinci Dünya savaşından sonra klasik sömürgecilik politikalarını uygula-yamaz hale gelmiş, siyasal yönetimi yerlilere teslim etmek, sömürüsünü işbirlikçiler aracılığıyla sürdürdüğü yeni sömürgeciliğe geçmek zorunda kalmıştı. Bütün ülkelerin proleterlerinin ve ezilen halkların elbirliğiyle yarattığı sosyalist ve devrimci-demokra-tik direniş odaklarını 1980'lerin sonu ve 1990'ların başlarında büyük ölçüde yok eden dünya kapitalizmi, yeniden klasik sömürgecilik politikalarına dönüş yaptı. Çıplak as-keri işgal, sömürge valileri eliyle yönetim, yerli halkların katledilmesi, fetih politikaları yeniden kural haline geliyor.
Durum son derece vahimdir. Eşitlik ve özgürlük ideallerimiz, bütün sosyal hakları-mız, bağımsızlığımız, onurumuz, varlığımız, tarihimiz sömürgeci saldırganların tehdi-di altındadır. Amerikan emperyalizminin mutlak dünya egemenliği politikası, aslında bugün ona "yasal otorite" payesini veren devletleri de tehdit ediyor. Tıpkı, faşist Alman, İtalyan ve Japon saldırganlarını, uzun süre sosyalist Sovyetler Birliği ile bağımsızlık ve demokrasi güçlerine karşı destekleyen büyük güçlerin sonradan başlarını duvarlara vurması gibi, bu devletler de bugün yaptıklarından pişman olacaklardır. Ama, dünya halkları, ABD'yle karşılaştırıldığında her biri küçük ve orta boy kalan büyük devlet-lerin bu kısa görüşlü tutumundan bağımsız olarak, sömürgeci saldırganlara ve suç ortaklarına karşı her koşulda direneceklerdir. Sömürüsüz ve savaşsız yeni bir dünya kurmak, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık, dayanışma ve barış ilkelerine dayanan yeni bir insanlık düzeni kurmak için ellerinden geleni yapacaklardır.
II. Kitle İmha Silahları Yalanı
Amerikan ve İngiliz yönetimleri, başta George W. Bush ve Tony Blair olmak üzere, Irak'a saldırmak için kamuoyu oluşturmak amacıyla apaçık bir yalana sarılmışlardı. Güya Irak'ın elinde komşuları ve bütün dünya için büyük bir tehlike olan kitle imha silahları vardı. Bu nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların yok edilmesi acil bir gerek-lilikti. İşte, Amerikan ve İngiliz yönetimleri insanlık için büyük bir fedakârlığa katla-narak bu silahları yok etmek üzere Irak'a savaş açacaklardı. Bu arada, zavallı Irak halkı da Saddam Hüseyin'in diktatörlüğünden kurtarılacak ve özgürlüğe kavuşturulacaktı. Böylece hem Irak halkı, hem bütün dünya, bir taşla iki kuş vuran kahraman Amerika-lılara ve İngilizlere sonsuz bir minnet duyacaktı.
Amerikan ve İngiliz emperyalistlerinin psikolojik savaş merkezlerinin uydurduğu, sözümona dürüst ve saygın devlet-hükümet başkanlarının, bakanların ağzından sunu-lan, sermaye medyalarının herkesin kafasına kazıdığı bu öykünün baştan sona yalan olduğu, daha savaş başlamadan önce ortaya konulmuştu. Konunun yetkili uzmanları olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey ve Birleşmiş Milletler Silah Denetçileri Komisyonu Başkanı Hans Bliks, titizlikle araştırdıkları bü-tün iddiaların boş çıktığını, bu öyküyü doğrulayacak en ufak bir kanıt bile olmadığını, ABD ve İngiltere'nin bütün baskılarına rağmen açıklamışlardı. Bütün ülkelerin istih-barat örgütleri, bütün hükümetler, konuyla ilgili herkes ABD Başkanı George Bush'un ve İngiltere Başbakanı Tony Blair'in, ABD Dışişleri Bakanı Collin Powell'in ve İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw'un, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in ve İngiltere Savunma Bakanı Geoffrey Hoon'un yalan söylediğini bal gibi biliyordu.
Ama bütün devletler, bütün hükümetler, Amerikan ve İngiliz ordularının Irak'a saldırmasını, Irak'ın adım adım işgal edilmesini, bağımsız ve egemen bir devletin or-tadan kaldırılmasını, koca bir ülkenin sömürgeleştirilmesini seyretmekle yetindi. Hiç bir devlet, hiç bir hükümet Irak halkının yardımına koşmadı. Irak halkının ve onunla dayanışma içinde aylarca sokaklara dökülen dünya halklarının haykırışları, "bencil hesabın soğuk sularında" boğuldu.
Irak, kendisini yok etmek üzere saldırıya geçen dünyanın en güçlü savaş makina-sına karşı direnmeye çalışırken, Bush'un, Blair'in ve yardımcılarının iddia ettiği kitle imha silahlarını nedense hiç kullanmadı. Bush'un, Blair'in ve çalışma arkadaşlarının yalan söylediği deneyli olarak bir kez daha kanıtlandı.
Sonunda Bağdat düştü. Bağdat'ın düşmesinin üzerinden iki buçuk ay, Bush'un za-fer kazandıklarını, savaşın sona erdiğini açıklamasının üzerinden iki ay geçti. Irak'ın yönetimi artık bütünüyle Amerikan ve İngiliz sömürgecilerinin elinde. Ama hâlâ orta-lıkta her hangi bir kitle imha silahının izi bile yok. Amerikan ve İngiliz yönetimlerinin yalanı bir kez daha tescil edildi.
İtiraf
Baklayı ağzından çıkaran ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz oldu. Amerikancı medyamızın gözünün içine baktığı, Türkiye'ye savaşta Amerika'ya yete-rince yardımcı olamadığı için attığı küstahça fırçalarla meşhur Wolfowitz, "kitle imha silahları meselesinin savaşı haklı göstermek amacıyla bürokratik nedenlerle öne çıkar-tılıp abartılmış olabileceğini, çünkü bütün dünyanın kabul edebileceği tek savaş gerek-çesinin bu olduğunu" söyleyiverdi! Emperyalizmin haydutu övünürken alçaklıklarını anlatırmış ya, işte o hesap.
Bu iğrenç yalanın sonunda itiraf edilmesi, eminim ki, Irak'a açılan saldırı sava-şına karşı bıkmadan usanmadan kampanya yürüten dünya halklarını hiç şaşırtmadı. Ama sadece onları değil, hükümetleri, istihbarat örgütlerini, medyaları, konuyla ilgili uzmanları da hiç şaşırtmadı. Bu kesimlerden herkes yalanın yalan olduğunu baştan beri biliyordu. Hepsi kuzuyu yemeyi aklına koymuş kurdun "suyumu bulandırıyorsun" oyununu oynadığını biliyordu. Bilmeyenler sadece yöneticilerinin ve medyanın yalan-larına kanan zavallı ve bilgisiz kesimlerdi. Sadece onlar şimdi şaşırmışlardır.
İkiyüzlü Ahlâkçılar
Ama şu anda ne görüyoruz? Sömürgeci savaşı baştan beri destekleyenlerin bir kısmı bu günlerde ortalıkta "aldatıldık, kandırıldık" edasıyla dolaşıyorlar. Savaştan önce Bush'un, Blair'in, Powell'in, Straw'un, Rumsfeld'in, Hoon'un açıklamalarından çok etkilendiklerini söyleyip yazanların bir kısmı günah çıkarıyor. Savaş karşıtlarının açıklamalarına zamanında burun kıvıran kimi kaşarlanmış politikacılar, kulağı kesik köşeyazarları, şimdi, Irak'ın işgali tamamlandıktan, cellatlar ve haramiler işlerini gör-dükten sonra "bizi yanıltmışlar" diyerek Bush ve Blair için soruşturma açılmasını isti-yor. Hayır, Irak'ı işgal ettikleri, sömürgeleştirdikleri, katliamlar düzenledikleri, en ağır insanlık suçlarını işledikleri için değil, kitle imha silahları konusunda yalan söyledik-leri için! Koca bir halka yönelik taammüden cinayet hiç umurlarında değil, kendilerine yalan söylenmiş olmasını dava ediyorlar!
Sömürgeci politikaları desteklemekte hiçbir sakınca görmeyen, yani boğazlarına kadar çirkefe batmaktan kaçınmayan bu kişilerin bir de ortalıkta sütten çıkmış ak kaşık gibi dolaşmak istemeleri yok mu, insanı deli ediyor. Kapitalizm dininin ahlâk numuneleri de işte bu kadar oluyor. Ne var ki, halklar artık bu ikiyüzlü ahlâkçıların sömürgeci özünü göremeyecek kadar toy değiller, aldanmayacaklar. Irak'a saldırıyı ön-lemek için aylarca gösteri yapan barışseverlerin, ABD ve İngiliz yönetimlerinin yalanı bu kadar açık biçimde tescil edildikten sonra yeni katılımlarla genişleyeceğini ve bu kez, Irak'taki işgale son verilmesi talebiyle meydanları daha da güçlü olarak doldura-cağını şimdiden kestirebiliriz.
III. Irak'ta Gerilla Savaşı
Irak yurtseverleri, ülkelerini işgal eden Amerikan ve İngiliz sömürgecilerine karşı direnişi yoğunlaştırıyor. Emperyalistler ve işbirlikçiler, Bağdat'ın düşmesiyle her şeyin bittiğini, Irak halkının sömürge köleliğine razı olmaktan başka bir şey yapamayacağını iddia ediyorlardı. Ülkeyi artık istedikleri gibi sömüreceklerini, halkına uşak muamelesi yapabileceklerini, petrolünü istedikleri gibi işleteceklerini, bütün işletmeleri özelleşti-receklerini, kuracakları üslerle Irak'ı mutlak dünya egemenliği doğrultusunda rahatça bir atlama taşı olarak kullanacaklarını sanıyorlardı. Ama hevesleri kursaklarında kaldı. Irak halkı her yol ve yöntemle köleliği kabul etmeyeceğini, bağımsızlığını ve sosyal haklarını savunacağını, birliğini, onurunu ve kimliğini koruyacağını gösteriyor.
Direniş Yöntemleri
Bush'un savaşın bittiğini ilan etmesinden bu yana, Irak halkı her gün dilekçe, bil-diri, basın açıklaması, miting, gösteri, yürüyüş gibi barışçı, vur-kaç eylemleri, sabotaj, bombalama, askeri konvoylara pusu, cephaneliklere ve karakollara baskın, helikopter ve uçak düşürme, işgal askerlerini ve işbirlikçileri cezalandırma gibi silahlı eylemler yoluyla işgali asla kabul etmeyeceğini ortaya koydu.
Amerikan ve İngiliz işgalcileri daha şimdiden savaş sırasında verdikleri kadar kayıp verdiler. Ülkenin orta ve batı bölgelerinde başlayan "hareket-i mukaveme", yani direniş hareketi daha şimdiden ülkenin güney bölgelerine yayıldı. Basra, Kerbela ve Necef'te sömürgecilerin iş başına getirdiği belediye başkanları öldürüldü. Irak halkı-nın emperyalist işgale karşı ulusal kurtuluş savaşının daha şimdiden ulaştığı yaygınlık, Amerikan ve İngiliz sömürgecilerini bile bir gerilla savaşıyla karşı karşıya olduklarını itiraf etme noktasına getirdi.
Sömürgeci Terör
Amerikan ve İngiliz işgal yönetimi, bu direnişe, sivil göstericileri topluca öldürerek, mahalleleri basarak, sokağa çıkma yasağı ilan ederek, kasabaların ve köylerin bütün evlerini tek tek arayarak, camileri bombalayarak, yurtseverleri toplama kamplarına tıkarak, evleri yıkarak, kısacası topyekün terörle cevap veriyor. Herbiri bir öncekinden daha şiddetli Yarımada harekâtı, Çöl Akrebi harekâtı, Çöl Yılanı harekâtı sırasında öl-dürülenler ve tutuklananlar, Irak halkını yıldırmıyor, yabancı işgalciye karşı duyulan nefreti koyulaştırıyor.
Şaskınlık içindeki Amerikan ve İngiliz emperyalistleri bu kadar kısa süre içinde planlarını ve yönetim kadrolarını birçok kez değiştirmek zorunda kaldılar. İlk sömür-ge valisi Jay Garner daha koltuğunu ısıtmadan azledildi ve yerini Paul Bremer'e bıraktı. Göreve getirilen kukla yöneticiler halkı pasifize edemedikleri için ikide bir görevden alınıyorlar. Sinirleri bozulan sömürge valisi Paul Bremer, özgürlük ve demokrasi nu-tuklarını unutup artık sömürgecilerin bildik kaba kuvvet diliyle konuşuyor; sömürgeci işgale direnen Irak halkını küstahça tehdit ediyor: "Onlarla savaşacağız, onlara irade-mizi kabul ettireceğiz; bu ülkede hukuku ve düzeni hakim kılana dek onları yakalaya-cağız veya öldüreceğiz. Güçlü olan biziz ve bu ülkeye irademizi kabul ettirme çabala-rımızı sürdüreceğiz." Daha önce tantanayla duyurulan kısa süre içinde geçici yönetim oluşturma ve seçime gitme planı iptal edildi.
Irak halkını, milliyet ve mezhep temelinde birbirine düşürerek bölme planı da başarısızlığa doğru gidiyor. Sünni Arapların direnişi ile ?ii Arapların direnişi daha uyumlu bir niteliğe bürünüyor. ABD'nin tatlı vaatlerinin gerçekleşmesini bekleyerek şimdilik direnişe katılmayan Kürtlerin hoşnutsuzluğu artıyor. Paul Bremer'in, seçim kararını iptal ederek atanmış bir kukla danışma meclisi kurma planını eleştiren Bar-zani'nin KDP'sine ait büroların, anında Amerikan askerlerinin baskınına uğraması, işgalcilerin Kürtler arasındaki desteğinin de aşınmaya başladığını kanıtlıyor.
"Barış Gücü" Oyunu
Ulusal direniş karşısında Irak'taki askerlerinin sayısını arttırmak zorunda kalan ABD, güney Irak'ı işgali altında tutan İngiliz birliklerine ek olarak sözümona bir "Uluslararası Barış Gücü" oluşturmaya çalışıyor. Bu gücün komutasını Polonya'nın yapması düşünülüyor. Polonya, Ukrayna, Macaristan, Bulgaristan, Romanya gibi eski sosyalist ülkelerin bu güce katılmakta gösterdikleri heveskârlık insanın içini sızlatıyor. 1989-1991 karşı-devrimlerinden sonra hızla zenginleşmek için her şeyi mubah sayan Amerikan hayranı vurguncuların eline geçen bu ülkelerdeki sağcı iktidarlar, Amerikan emperyalizmiyle, örneğini 1950'lerde Türkiye'de Demokrat Parti döneminde gördü-ğümüz bir aşk ilişkisi yaşıyorlar. Amerikan emperyalizminin emrinde savaşmaları için Kore'ye Mehmetçikleri göndermekte tereddüt etmeyen Demokrat Parti iktidarı gibi, bugün bu ülkelerin iktidarları da bir avuç dolar için kendi gençlerini Irak halkının anti sömürgeci mücadelesini bastırmak üzere ABD'nin emrinde ölüme gönderiyorlar.
Bu arada, medyada, Amerika'yla bozulan ilişkileri düzeltmek ve ABD'ye "jest yap-mak" üzere, Türkiye'nin de bu kiralık askerler ordusuna katılmayı düşündüğüne dair söylentiler yer alıyor. Güya, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün bu ay sonlarında ABD'ye yapması planlanan ziyaretinde bu konu karara bağlanacakmış. AKP iktidarını ve asker sivil bütün devlet yöneticilerini, hem Türkiye halkının, hem Irak halkının kesin ira-desine ters düşen böylesine canice, sorumsuz ve basiretsiz bir karara karşı şimdiden uyarıyoruz. Bir avuç dolar için Mehmetçiğin kanını satmayın, Türkiye halkının alnına kara leke sürmeyin! Amerikan emperyalizmiyle değil, ülkelerini işgalden kurtarmaya çalışan Iraklı yurtseverlerle birlik olun!
Kahraman Irak halkının gerçekten çok elverişsiz koşullarda Amerikan ve İngiliz sömürgecilerine karşı ortaya koyduğu bugünkü direnişi, yarının tam boy ulusal kur-tuluş savaşına dönüşmeye adaydır. Irak'ın her köşesi, bir direniş ocağı olacak ve Ame-rikan ve İngiliz emperyalistlerinin elini yakacaktır. Emperyalist zalimleri ve uşaklarını kötü günler bekliyor.