Egemen güçlerin ülke çapında başlattığı psikolojik harekât daha da derinleştiriliyor. Önce düşünce özgürlüğü
yok edildi. Ardından toplantı ve gösteri özgürlüğü gasp edildi. Bütün ülkede bir
linç havası yaratıldı. Kimliğini ve kültürünü savunmak isteyen Kürdün miting
yapamadığı, uğradığı kıyımı anmak, yok edilen kardeşlerine ağıt yakmak isteyen
Ermeninin lanetlendiği, F tipi hapishanelerdeki tecrite karşı bildiri dağıtmak
isteyen TAYAD'lıların linç edildiği, afiş asmak isteyen TÜM-İGD'lilerin
saldırıya uğradığı, solcuların sokağa çıkamaz hale getirilmesi için faşist
başıbozukların sistemli olarak harekete geçirildiği bir rejim, emin olun ki,
Türk emekçi halkının da düşmanıdır.
Newroz'da "bayrağa saygı" adı altında
başlatılan provokasyon, Şemdinli'de suç üstünde yakalanan kontrgerilla
bombalamalarına kadar uzandı. Susurluk zihniyeti bütün demokrasi makyajına
rağmen iş başında. Halk düşmanları, halkı birbirine kırdıracak cinayetlerini
planlı ve örgütlü olarak tezgâhlamaya devam ediyorlar. Kanunsuzluğun en derinine
batmış canilerin hâlâ "devlet otoritesinin meşru temsilcileri" olarak boy
göstermesine şu ya da bu gerekçeyle göz yumanları halk da affetmeyecektir, tarih
de.
Açıkça söyleyelim, kardeş halklara karşı şovenizmi körükleyenler, emekçi
halkı acımazca sömüren kapitalist patronlara hizmet ediyorlar. Sınıfsal sömürü
ile ulusal zulüm her zaman el ele gider. Dili, dini, inancı, etnik kökeni ne
olursa olsun, bütün emekçiler kardeştir. Şovenizme kararlı biçimde karşı
durmadan, enternasyonalizmi her koşulda savunmadan, emekçilerin kapitalist
sömürüye ve emperyalist saldırıya karşı seferber edilmesi mümkün değildir. Sırf
anadilde eğitim ilkesini tüzüğüne yazdığı için Türkiye'nin en büyük sendikasını
kapatmaya kalkanlar, halkımızın birliğini ve dirliğini ayaklar altına
aldıklarını bilmek zorundadırlar. Sırf kimliğine ve kültürüne sahip çıkan
kardeşlerimizi kalleşçe bombalarla katledenler, sadece Kürtlere değil, başta
Türkler olmak üzere Türkiye'de yaşayan bütün halklara en büyük kötülüğü reva
görüyorlar.
Şovenizmi körükleyen çevreler aynı zamanda ülkeyi Amerikan
emperyalizminin askeri planlarına daha da bağlayıcı adımlar atıyorlar. Şovenizmi
körüklemekle emperyalizme teslimiyet aynı madalyonun iki yüzüdür. Kürt
düşmanlığını, Ermeni düşmanlığını, sol düşmanlığını halkı geleneksel despotizme
kul köle ederek kötürümleştirmenin ve kapitalist düzeni sağlamlaştırmanın etkili
yöntemi sayanlar, komşu halklara karşı tehlikeli bir oyuna da alet
oluyorlar.
Son dönemde hangi yetkilinin konuşmasını ve demecini dinlesek,
ortak bir temayla karşılaşıyoruz. Devlet, hükümet ve genelkurmay başkanlığı
düzeyinde Amerika'nın "en büyük dostumuz ve müttefikimiz" olduğu defalarca
vurgulandı. Ankara, Amerikan askeri ve siyasi heyetlerinin yol geçen hanı oldu.
Art arda gelen heyetlerle kapalı kapılar ardında yürütülen görüşmelerin ilk
belirgin sonucu ortaya çıktı bile. İran ve Suriye'ye karşı başlangıçta belli
belirsiz bir şekilde atılan "ilişkileri soğutma" adımları artık sistemleşti.
Amerikancı köşe yazarlarının yazılarında görmeye alıştığımız, İran'ın Türkiye
için bir askeri tehdit olduğu, daha yakın zamanlara kadar bahar havası yaşanan
Suriye'nin "aslında samimiyetsiz olduğu" görüşü, artık en yetkili ağızlardan
dile getiriliyor. Amerikan sömürgeciliğinin Suriye ve İran'a karşı olası
tertiplerine katılmanın Türkiye için ne kadar hayırlı olacağı fikri, Amerikancı
medyada artık en yetkili ağızlardan yapılan alıntılarla "daha nesnel" ve
"tarafsız" bir görünüme büründürülerek sürekli işleniyor, böylelikle Amerika'nın
Irak saldırısına tam boy suç ortaklığı yapmamanın güya yol açtığı "ulusal
zararlar"ın giderileceği iddia ediliyor.
Hem hükümet, hem askeri yetkililer
Amerikan militarizminin Suriye ve İran'a karşı istilaya girişmek, küçük çaplı
nükleer silahlar kullanmak, hava saldırısı yapmak, ambargo uygulamak, bu
ülkelerde iç karışıklıklar yaratmak gibi değişik seçenekleri elde bulundurmayı
ve böylece ister rejim değişikliği sağlayarak, ister rejim değişikliğine gerek
kalmadan her iki ülkeyi emperyalizmin önünde diz çökmeye zorlamayı öngören
planlarına uyum sağlayacakları yönünde işaretler veriyorlar. Amerika'yla yoğun
bir pazarlık sürüyor. ABD'ye İncirlik üssünün kullanımı konusunda yeni yetkiler
tanınmasının ardından, 3 Ekim 2005'te Avrupa Birliği zirvesinde Amerika'nın
sözümona Türkiye "lehinde" devreye girmesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice
tarafından davet edilmesi, Amerika'yla en sıkı fıkı Arap şirketlerinin (Dubai
şeyhi Mahdum'a ait Dubai International Properties şirketi ve öldürülen eski
Lübnan Başbakanı Refik Hariri'ye ait Saudi Oger şirketi) Türkiye'ye yatırım
kararı alması, İsrail'in en büyük kapitalist gruplarından Ofer'in
özelleştirmelerde boy göstermesi bu pazarlığın sonuçları arasında yer
alıyor.
Irak'ı Amerika'ya ve İngiltere'ye kaptırdığını düşünen Fransa'nın,
eski sömürgeleri Lübnan ve Suriye'ye tekrar göz dikmesi ve bu amaçla
Amerika'yla birlikte Suriye'ye karşı komplolar kurması (bilindiği gibi, Birinci
Dünya Savaşı'nın ardından Ortadoğu galip emperyalist haydutlar arasında
paylaşıldığında, Irak, Ürdün ve Filistin İngiltere'nin, Suriye ve Lübnan
Fransa'nın payına düşmüştü, Fransa bugünkü yeni emperyalist paylaşım döneminde
eskiyi hatırlıyor!), Türk devlet yöneticilerinin bu kararını kolaylaştırıyor.
Aynı şekilde, Avrupa Birliği'nin 3 büyük ülkesi Fransa, Almanya ve İngiltere'nin
İran'la ilişkilerinin gerilmesi, Türk dış politikasına yön veren çevrelerin (bu
çevrelere göre, ABD ve AB birlikte "bütün dünya" demektir, bu dünyanın önünde
durulamaz!) komşu halklara karşı böylesine ağır bir adımı göze almasında ayrı
bir etken oluyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin, Irak'a karşı
Amerikan saldırısı öncesinde olduğu gibi, Amerikan güdümlü sahte ve yanıltıcı
soruşturma raporlarına dayanarak bu kez Suriye'yi Refik Hariri suikastiyle
ilişkilendiren ve işbirliğine davet eden 31 Ekim 2005 tarihli 1636 sayılı
zorlayıcı kararı da, işbirlikçi militarist çevreleri cesaretlendiriyor. (Yeri
gelmişken söyleyelim, Alman savcı Detlev Mehlis'in kanıtlara değil, olsa olsa
yöntemiyle akıl yürütmeye dayanan raporunun bile kabul edilmesi, Birleşmiş
Milletler Örgütü'nün her türlü gerçeklik arayışından bütünüyle uzaklaştığını,
uluslararası hukuk ve siyasetin sadece büyük devletler arası pazarlıklara
indirgendiğini bir kez daha kanıtlıyor. Uluslararası hukuk ve siyaset maalesef
çıplak menfaat ve kaba kuvvet ilişkisinden ibaret hale getirilmiş bulunuyor!).
Amerikan yönetiminin Irak savaşını tezgâhlarken ne gibi yanıltmacalara
başvurduğu bugün bizzat Amerikan hukuk sistemi tarafından soruşturulur ve Beyaz
Saray üst düzey görevlileri resmen suçlanırken, ne kadar inanılmaz görünürse
görünsün, aynı bayat oyunun Suriye'ye karşı da sahneye konulması, meşruiyet
kaygısını zerre kadar umursamayan ve sadece bahane arayışı içinde olan
vicdansızların ellerini oğuşturmasına yol açıyor.
Amerika ile Türkiye
yönetici çevreleri arasındaki pazarlıkta Irak'taki olası gelişmelere ilişkin
olarak ne gibi uzlaşmalara varıldığı henüz belli değil. Irak halkının kahramanca
direnişi Amerikan ve İngiliz işgalcilerini iyice köşeye sıkıştırdı. Amerika'nın
Irak'ta stratejik bir yenilgiye uğradığı saptaması artık en şahin Amerikalı
yetkililer tarafından da bizzat egemen medyada açık açık dile getiriliyor.
Irak konusunda Amerikan egemen medyasında hararetli bir tartışma sürüyor,
ama bu tartışma savaşın nasıl kazanılacağı üzerinde değil, Irak'tan "nasıl ve ne
zaman çıkılacağı" üzerinde yoğunlaşıyor. Amerikan yönetimi, artık Irak'taki
stratejik yenilgiyi bir bozguna dönüşmeden katlanılabilir boyutlarda tutma
arayışı içinde. İşgal yönetiminin büyük bir tantanayla düzenlediği sahte
seçimlerin ardından sahte anayasa oylamasının da direnişi durdurmakta işe
yaramaması ve işgalcilerin kayıplarının her geçen gün büyümesi karşısında, ABD
Türkiye'yi ve Arap Birliği içindeki işbirlikçilerini Irak'ta yeniden devreye
sokma planları yapıyor.
Dünya kapitalizminin işleyişi açısından çok zengin ve
stratejik bir bölgede, çok çeşitli güçleri karşı karşıya getiren, sınıfsal,
ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel çelişmelerin yoğunlaştığı bu ülkede,
emperyalist pazarlıklar da kaygan bir zeminde yapılıyor. Irak ulusal kurtuluş
savaşını görülmemiş fedakârlıklarla başarıyla sürdüren yurtsever güçlere karşı
hangi gerekçeyle olursa olsun Amerikan emperyalizmin yanında yer almaya
niyetlenenler bölge ve dünya halklarına karşı affedilmez bir suç işlemiş
olacakları gibi, Türkiye halkını da bir yangının içine atmış olacaklardır.
Üstelik, kazanmakta olan değil, kesinlikle kaybetmekte olan bir gücün yanında
yer aldıkları için, göz diktikleri hiçbir hedeflerine de ulaşamayacak, hüsrana
uğrayacaklardır. Amerikan emperyalizmi savaşı kaybediyor, kaderlerini onunla
birleştirenler de kaybedeceklerdir.
Emperyalist işgalcilerin bu uğursuz
planlarını boşa çıkarmak için şovenizmden uzak, halkların dostluğunu öne alan
soğukkanlı bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Emperyalizmin tatlı sözlerine ve
rüşvetlerine kanmadan, tehditlerine de boyun eğmeden, hem ülke içinde, hem
bölgemizde, hem dünyada insani ve barışçı bir politika uygulamak zorundayız. Hem
ülke içinde, hem bölgemizde, hem dünyada fırsatçı tüccar politikasını matah bir
şey sanan kapitalist ve militarist egemen çevreleri durdurmak zorundayız.
Zenginleşmekten, sermaye biriktirmekten, lüks ve şatafat içinde yaşamaktan başka
bir şey düşünmeyenler, ülkelerini pazarlamakla mükellef olduklarını göğüslerini
gere gere ilan edenler, halklarına sadece yıkım getirebilirler. Bu sorumsuzluğun
nelere yol açacağını bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Kürt kardeşlerimizi ezme
planlarının, provokasyonların, kontrgerillacılığın, linçlerin hiçbir işe
yaramayacağını göstermeliyiz. Irak halkı ölüm kalım savaşı verirken mal
pazarlığına girişen dar kafalıların oyununu mutlaka bozmalıyız. Suriye'ye ve
İran'a karşı Amerikan sömürgecilerinin oyununu oynamaya kalkan gafilleri
etkisizleştirmeliyiz. Arap ve İslam halklarına karşı emperyalist Haçlıların ve
siyonistlerin kiralık askeri olmayı içine sindirenleri, Ortadoğu'da Batı
kapitalizminin uzantısı olarak hareket etmeyi kendilerine semavi veya dünyevi
din edinenleri teşhir etmeliyiz. Sömürgecilerin bu vicdansız oyununa alet
olanlar arasında, İslamcılığı kullananlar da var, milliyetçiliği ve laikliği
kullananlar da. Çeşitli olaylar bahane edilerek yaratılan sis perdesini
dağıtarak bu yalın gerçeği görmek, halk bilgisi durumuna getirmek, ülke, bölge
ve dünya halklarıyla birlikte gereğini yapmak, kapitalizmin ve emperyalizmin büyük oyununu bozmanın ilk adımı olacaktır.