Sonunda ortak ÜRÜN'ümüzü çıkarttık. Artık tartışmalara başlayabiliriz. Sayfa sayısı çok olmuş, yok canım baksana çok az olmuş, aslında renkleri kötü basılmış, sen asıl küçücük harfli şu yazılara bak, bırakın bu biçim tartışmalarını da öze gelelim, bakın şunun şurası o kitabın burasına hiç de uygun değil, öyle deme canım, asıl... gibi tartışmaları yapabilir, şunlara bak, bir bunlar eksikti... gibi nitelikli eleştirileri dinleyebiliriz. Elimizde hiçbir şeyin olmamasındansa, kimileri açısından sadece eleştirmek için bile olsa, böylesi bir yayınımızın bulunması, dünyaya değer.
Peki ama biz bu kitap dizisine nasıl başladık? Bu yayının, öyle bir günde oturup, "çıkartalım mı, tamam o zaman hadi başlayalım" denerek çıkmadığını tahmin edebiliriz. Şöyle biraz gerilere doğru gidelim ve süreci bilenlerin sıkılmayacağını umarak, çalışmalara katılmayan veya uzaktan izleyen arkadaşlara yaşadıklarımızı aktarmaya çalışalım...
Türkiye sol kamuoyu TİP ve TKP'nin birleşerek yeni bir parti çatısı altında politikaya devam edeceklerini duyduktan çok kısa bir süre sonra, her iki partinin de kendilerini feshettiklerini ve TBKP adı altında açığa çıktıklarını gördü. O güne kadar zaten açık ve yasal çalışma yapan TİP açısından bir sorun görünmezken, alınan bu karar TKP kadro ve sempatizanları arasında büyük tartışmalara yol açmıştı. Özellikle "yeni düşüncenin" ve bugün genç insanlarımızın çoğunun duymadığı, duysa bile bir zamanlar nasıl olup da önemsendiğini anlayamadığı Gorbaçov'un "glasnost-perestroyka" politikaları ile ambalajlanarak ve Türkiye'de yaşayan hemen herkesin ortak özlemi olan "birlik" amacı ile paket halinde sunulan doğrultu sonucunda SBP, ardından BSP'ye varılması ve TKP'nin bilinen yaygın faaliyetlerine son verilmesi, TKPli olarak mücadele eden insanlarımızda alelacele tamamlanmış bir süreç duygusu yarattı. Bu duyguyu hemen herkes şu ya da bu ölçüde yaşıyordu ama yaygınlığı konusunda kimsenin net bir düşüncesi yoktu. Uzun yıllar boyunca istisnasız herkes tasfiye sürecine bir tek kendisinin veya çevresindeki bir kaç arkadaşının karşı çıktığını, geriye kalanların hepsinin "yeni politikaları" onayladığını sandı. Dolayısıyla bugüne kadar gelen zamanda yapılanlar bireysel, yerel veya bir iki bölgeyi kapsayan çalışmalardan öteye geçemedi.
95 yılında Ankara'da 10 Eylül'ü kutlamak amacıyla yapılan yemekli bir toplantıda biraraya gelen kimi arkadaşlar, beyin jimnastiği temelinde "ne yapılabilir" sorusunu ortaya attılar. Ortaya çıkan önerilerin normal şartlar altında sabah unutulması gerekirken, bu kez işini ciddiye alan dostlar sayesinde, aynı gün telefonlaşmalar başladı. Üç dört ay boyunca bazen buluşarak bazen telefonla yapılan görüşmeler yavaş yavaş temellenmeye ve bir şekle girmeye başladı.
Bu arada İzmir'de TKP MK üyesi Cemal Kıral'ın konuşmacı olarak katılacağı "TKP'nin Dünü ve Bugünü" konulu bir panelin yapılacağı haberi gelince, olanak bulabilenlerin bu panele ilgi göstereceğini tahmin etmek zor olmadı. Panelin yapıldığı yerin kapasitesini çok aşan bir kalabalıkla karşılaşmayı kimsenin beklemediğini bakışlardaki şaşkınlıktan rahatlıkla anlayabiliyorduk. Ankara'dan, İstanbul'dan ve Manisa gibi çevre illerden gelen başarı mesajlarının okunması ilginin yalnızca orada bulunanlarla sınırlı olmadığının göstergesiydi.
Dünya ve ülke hakkında uzun bir değerlendirmede bulunan Cemal Kıral, konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Türkiye'deki geçmiş ve mevcut siyasal ortamın tahlilini yaptı. TKP MK üyesi sıfatıyla partisinin hataları ve doğrularıyla bir muhasebesini yaptıktan sonra, herhangi bir partiyi adıyla belirtmeden, genel olarak politik partilerin hedef kitlesini ve dayandıkları veya temel almayı amaçladıkları sınıfların durumunu ve bu bağlamda parti-kitle ilişkilerini irdeledi. Özetle, "komünistlerin görevi, sınıf partisini oluşturmaktır" diyen ve "komünistlerin misyonu tamamlanmamıştır, sınıf partisi, her zaman olduğu gibi, bugün de bir ihtiyaçtır" tespitini yapan Cemal Kıral, bir soru üzerine, kendisinin de kitle partilerini desteklediğini, ancak bir komünistin herhangi bir kitle partisinde bu partiyi dönüştürmeyi amaçlayan biçimde çalışma yürütmesinin hem o partiye, hem de o komüniste zarar vereceğini düşündüğünü belirtti. Kitle partisi ile sınıf partisinin, birbirlerine alternatif olarak değil, farklı alanlarda birbirlerini bütünleyen tarzda çalışmasının ve kendisini komünist olarak niteleyenlerin buna uygun konumlarda bulunmasının daha doğru olacağını vurguladı.
Panelin ardından birlikte yenilen yemek daha sıcak ilişkilerin kurulmasını, nelerin yapılabileceğinin daha ayrıntılı konuşulmasını sağladı. Daha samimi ortamlarda yapılan ikili konuşmalardan, insanların kafasında hâlâ kuşkular olmasına rağmen, artık bir şeyler yapılabileceğine olan güvenlerinin artmaya başladığı anlaşılıyordu.
Neler yapılabileceği ve bunları gerçekleştirmek için ne gibi somut adımların atılabileceği konusunda insanların kafasında oluşan bu düşünceleri Ankara'da 7 Nisan 1996 Pazar günü, orada oluşturulan komitenin çağrısı üzerine biraraya gelince gördük.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu ilk toplantıda bulunanların çoğunun sonucun olumlu olacağına ilişkin herhangi bir beklentileri yoktu. Birbirini hiç tanımayan, ilk kez orada gören dostların konuşmalarından, katılımcıların bileşiminin, genel olarak partinin bu hale gelmesinde sorumluluğu olan kişilerden değil, bu olumsuz sonucun mağdurları olan, partiyi tabanda sırtlamış bulunan kadrolardan oluştuğu anlaşılıyordu. Bu nedenle, ilk bölümde yapılan konuşmaların çoğu, yıllardır biriktirilen eleştiriler için bir muhatap bulmaya yönelikti.
Toplantının ikinci bölümünde, suçlananların orada bulunmadığı anlaşıldığı için daha rahat ve çözüme yönelik konuşmalar yapılmaya başlandı. Sonuçta, alkışlarla karşılanan ve oybirliğiyle kabul edilen bir çağrı metni çıkarıldı:
"Biz uzunca yıllar ayrı düşürülmüş Türkiye Komünist Partililer Ankara'da oluşan komitenin çağrısı üzerine 7 Nisan 1996 Pazar günü biraraya geldik.
Türkiye Komünist Partisi'nin hukuki varlığının sona ermesi sonrasında, politik faaliyetlerini çok değişik örgüt ve çalışma biçimleri içerisinde sürdüren Türkiye Komünist Partisi üyelerinin, ortak bir politik irade meydana getirmek hedefiyle gerçekleştirdikleri bu toplantı, bileşimi ve içeriğiyle son dönemdeki en tarihsel toplantı özelliği taşımaktadır.
Ankara toplantısında 11 ilden toplantıya katılan yoldaşlarımız "Birarada tekrar neler yapabileceğimiz" sorusunun yanıtını aradı ve partimizin hukuki varlığının kaldırılmasıyla ortaya çıkan boşluğun bugüne kadar hiçbir şekilde doldurulamadığını saptadı.
Toplantıda;
-Türkiye'de yapılan çalışmalardan henüz haberdar olmayan illerle de bir an önce iletişim kurulması,
-Bu komitenin iller arası iletişimi sürdürmesi,
-Geçici bir örgütlenme yöntemi bulunması için tartışmaları sürdürmesi, bu amaçla vakıf vs. gibi örgütlenmenin gerçekleştirilmesi önerilerini dikkate alması,
-İletişimin en temel hedefi olarak aylık bir yayın organı çıkarması,
-Geçici üst komitenin en kısa zamanda Türkiye'nin ve Avrupa'nın her tarafından TKP'lilerin katılımının sağlanacağı bir konferans düzenlemesi, görüşleri oybirliğiyle benimsendi.
Ankara toplantısına katılan TKP'liler, Ankara, İstanbul ve İzmir'de sürdürülmekte olan ve günümüzde hangi oluşumun içinde çaba gösterirlerse göstersinler, tüm TKP üyelerini biraraya getiren toplantıların diğer illerde de gerçekleştirilmesi için oluşacak geçici üst komiteyi görevlendirdiler."
7 Nisan'da gerçekleştirilen bu toplantının ardından diğer illerde yapılan toplantılar sonucunda 15-16 Haziran tarihlerinde İzmir'de bir konferansın düzenlenmesi kararlaştırıldı. Bu konferansa hazırlık olmak üzere, eğer yapılabiliyorsa, tüm illerde ilin genel eğilimini yansıtabilecek toplantılar gerçekleştirilmesi önerildi. Bu doğrultuda, İstanbul, İzmir ve Ankara'da değişik tarihlerde yapılan bölgesel toplantılarda illerin genel görüşleri alınarak İzmir'de yapılacak konferansa hazırlanıldı.
15 Haziran Cumartesi günü otobüslerin imkân verdiği saatte İzmir'de toplantının yapılacağı yere vardık. İçeriye girdiğimizde bizden önce gelmiş olanlardan hemen hiçbirini tanımadığımızı farkettik. Daha önce yapılan toplantılara katılan arkadaşlar, önceden tanışmış olmanın verdiği rahatlıkla hemen selamlaşıp birbirleriyle sohbete koyuldular. Hiç kimseyi tanımayan ve ilişkiyi her nasılsa edinilmiş telefonlardan kuranlar kendilerini sessizce bir köşede oturup diğerlerini gözlemeleri ve bir tanıdık yüze rastlama umuduyla dört yana bakınmalarıyla belli ediyorlardı. Aradan bir süre geçip de orada bulunanların bütünüyle dostlardan oluştuğu anlaşılınca, tanışmak için bildikleri bir kişinin aracılığına ihtiyaç olmadığını anladılar ve her zaman olduğu gibi ortak sözler etmenin insanları nasıl hızla "eski dostuyla muhabbet eder gibi" kaynaştırdığını kanıtladılar.
Konferans öğleden sonra Divan Başkanı arkadaşımız Avukat Rasim Öz'ün konuşmasıyla açıldı. Bu konuşmanın ve alınan kararların tam metinlerini kamuoyuna bir belge olması kaygısıyla sunuyoruz:
"Divan Başkanı'nın Konferansı Açış Konuşması
Dostlar, Arkadaşlar, Yoldaşlar
Bugün Türkiye işçi sınıfının şanlı bir direnişi olan 15-16 Haziran 1970 eyleminin 26. yılında, yılların özlemi sonrasında ortak bir hedef için biraraya gelmiş olmanın mutluluğunu yaşıyor, bu coşku içinde hoşgeldiniz diyoruz.
Bu tarihi gün yeni bir tarihi gelişmenin de başlangıcı olacaktır. Türkiye Komünist Partisi ile aynı tarihlerde likide edilip yıkıma uğratılan SBKP, yarın yasal mücadele içinde yapılacak olan seçimlerde iktidara yeniden en yakın aday parti durumuna gelmiştir.
Uzunca bir süreden bu yana ayrı düşürülmüş TKP'lilerin de aynı tarihte biraraya gelmiş olmaları da anlamlı ve güzel bir rastlantıdır.
Uluslararası kapitalizmin sosyalizme karşı topyekün saldırısı ve komünist partilerin çoğu, birçok etken yanında başındaki bir kısım likidatörlerin de katkısı ile, dağıtılmış, kıyım ve yıkımlara uğramışsa da, komünistler birçok ülkede yeniden derlenip toparlanmaya başlamışlar, ayağa kalkıp değişik biçimlerde de olsa iktidara aday ve iktidar olmuşlardır.
Çok değişik etkenlerle komünist partilerin geçici yenilgisi ile sınıflar ve sınıflararası mücadele ortadan kalkmamış, sömürüsüz ve sınıfsız topluma ulaşma hedefinde bir değişiklik olmadığı gibi, sermaye sınıfı ve emperyalizm daha da azgınlaşmıştır.
Bundandır ki, sınıf mücadelesinin tek aracı olan sınıf partileri de, sınıf partilerinin silahı olan sınıf mücadelesi de yeniden yükselmektedir. Çünkü sınıfsız sömürüsüz barış dolu dünya idealine varmak insanlığın boynunun borcudur.
Türkiye'de, 12 Eylül askersel diktatörlüğü ve onun yarattığı 1982 Anayasası ve bağlı yasalarının verdiği ve sürmekte olan ve kullanılan olanaklarla toplumumuzda onarılmaz kıyım ve yıkımlar yapıldı, yapılıyor.
Kürt sorununa adil, barışçıl ve demokratik bir çözüm getirilmedi. Askeri çözüm yöntemleri ile onbinlerce emekçi yurtdaş bu savaşta birbirine kırdırıldı, kırdırılıyor. Bunun yarattığı kaos ülkeyi ekonomik bunalımlara götürdüğü gibi, demokratikleşmenin de önünü tıkadı.
Siyasi arenada ise; TKP dışındaki Türkiye sosyalistleri, komünistlerinin çoğu, şu ya da bu biçimde kendilerini bir yerlerde ifade edebilme olanağını yarattılar ve buldular.
Türkiye komünistlerinin ana kaynağı, işçi sınıfının politik mücadelesinde belirleyici biricik parti olan TKP'nin varlığının sona erdirilmesinden sonra, parti üyesi ve sempatizanı pek çok komünistin bir kısmı hiç de kendini ifade edemediği, mutlu olmadığı yapılar içinde oradan oraya savrulurken, pekçoğu da hep beklemede kaldı, arayış içinde oldu, ama hiçbiri tam olarak istediğini bulamamıştı.
Büyük ozan yoldaşımız Nazım Hikmet'in "Dünümüz, bugünümüz, yarınımız, en ince hünerimiz" dediği gibi TKP'sini özleyenler vardı.
Bütün bunlardandır ki, önce Ankara, İzmir ve İstanbul'daki yoldaşlar "Tarihe tanıklık yapmak için TKP'liler kendilerini sorguluyor' başlığı altında ve çeşitli, böylesi yasal toplantılarda biraraya geldiler. Bu toplantıları sürdürme kararı aldılar. Böylece başlayan hareket devam etti, ediyor.
Son olarak 7 Nisan 1996 günü 11 ilden gelen yoldaşlar Ankara'da toplandılar. Bu tarihsel toplantıda "TKP'nin hukuki varlığının sona ermesi sonrasında, TKP üyeleri olarak ortak bir politik irade meydana getirmek" hedefinde birleştiler.
TKP'nin hukuki varlığının kaldırılması ile ortaya çıkan boşluğun hiçbir şekilde doldurulamadığını kesin olarak saptamakta da birleştiler.
Eski kuşak, orta kuşak ve genç kuşak komünistler sorunlarımızı, birlikte, birlikte siyaset yapmak, ortak bir politik irade oluşturmak, kimliğimizi açıkça ortaya koymak amacında da birleştiler.
Mevcut hiçbir siyasi partinin, yapının karşısında veya yanında olmadıklarını da ifade ettiler.
Saptanan ortak hedefe ulaşmak için, çalışmalardan haberdar olmayan iller ve bu inançtaki yoldaşlarla iletişim kurulmasına karar verip bizlerin de arasında bulunduğu geçici bir koordinasyon komitesine görev verdiler.
Komitemize ayrıca, en kısa zamanda Türkiye'nin ve Avrupa'nın her tarafından bu inançtaki komünistlerin bir konferansının düzenlenmesi ödevini de verdiler.
İşte, bu hareketin bu töresel ve yasal toplantısı, verilen bu görevin yerine getirilmesi için düzenlenmiştir.
Ancak, itiraf edelim ki verilen bu kısa süre içinde hedeflenen ve istenen tüm yoldaşların biraraya getirilmesi henüz sağlanamamıştır. Bunun sağlanması ve hareketin hedefine ulaşması bir yayın organı etrafında daha uzunca bir zaman alacaktır.
Tüm bunlara rağmen, yine de Ankara toplantısından sonra gerçekleştirilen bu birliktelik, bize gelecek için büyük ve güzel umutlar vermiştir.
TKP, Siyasi Partiler Yasası'ndaki ve Anayasa'daki faşist hükümlerin ortadan kaldırılarak siyaset dünyasında serbestçe yer alma mücadelesi vermiştir. Yarım kalan bu mücadeleye devam edilecektir.
TKP, hiçbir ayrıcalık talep etmeden bütün komünistlerin birliğini amaçlamış ve fakat bunu tam olarak başaramamıştır. Yarım kalan bu mücadeleye de devam edilecektir.
Bu konferansın tarihsel bir rol oynayacağına inanıyoruz. Diliyoruz ki geçmişi ve dışımızdaki olguları tartışmaktan çok, geleceği belirleyecek ve tüm yoldaşlarımızı ortak hedefe taşıyacak bir toplantı olsun.
Bu kapsamda da bu konferansın tarihsel bir rol oynayacağına inanıyoruz
Burada, emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni adı verilen kokuşmuş sisteminde önemli gedikler açacak kararların alınacağını, ayrıca bu kararları hayata geçirme iradesinin gösterileceğini derinden hissediyorum.
Bu duygularla çalışmalarınıza başarılar diliyor ve konferansınızı açıyorum.
Hepinizi komünist duygularımla, saygıyla selamlıyorum."
Divan Başkanının açış konuşmasının ardından, yıllar süren bir suskunluğun sonucu olarak neredeyse katılımcıların tamamının konuşma talebinde bulunduğu görüldü. Konferansın niteliğinden dolayı konuşma süresinde ve sayısında herhangi bir kısıtlamaya gidilmedi. Heyecanlı, hararetli ve sorgulayan konuşmalar yapıldı. Gelenler arasında bu toplantının çeşitli gerekçelerle yapılamayacağını iddia eden kimilerinin olmasından kaynaklanarak tansiyon arada bir yükseldiyse de, sonuçta devrimci bilince ve komünist olgunluğa sahip katılımcıların ortak gayretleriyle nitelikli bir toplantı gerçekleştirildi.
Bu toplantı özelinde, henüz katılım kıstaslarının ve herkesi bağlayacak normların oluşturulamaması nedeniyle ÖDP'yi temsilen Sıtkı Coşkun'un katılması çok arkadaşımızı hayrete düşürdü. Sıtkı Coşkun her zamanki üslûbuyla katılımcıların duygu ve değerlerine yönelik konuşmalar yapınca, aynı şekilde karşılık aldı. "Bir musibet bin nasihatten iyidir" sözünün tekrar doğrulanmasını sağlayan bu konuşmalar, çalışmaları farklı yönlere çekme gibi beklentileri olanların bir daha bu toplantılara katılamayacakları doğrultusunda bir karar alınmasıyla sonuçlandı.
Akşam geç saatlere doğru konferansa ikinci gün devam etmek üzere ara verildi. Akşam yemeği, artık birbirlerine iyice alışmış, ısınmış olan dostların ortaklaşa sohbetleri ile devam etti. Üçlü beşli sohbetlerde illerin durumu ele alındı, ortak tanıdıklar yad edildi ve ulaşılamayan arkadaşların telefonları karşılıklı aktarıldı.
İkinci gün genel konuşmalardan çok, somut adımların atılması için yapılabilecekler tartışıldı. Geçici olarak kurulan kurulların, daha kapsamlı ve tüm illeri temsil edebilecek bir yapıya kavuşturulması için seçimsiz, gönüllülük temelinde aday göstermeye dayanan kurullar oluşturuldu. Sonuç bildirgesini yazmak üzere bir karar tasarısı komisyonu oluşturulması ve bildirgenin tartışmaya açılması karara bağlandı.
Çeşitli illerden gönüllülerin oluşturduğu Komisyonun yazdığı tasarı daha sonra aralarında seçtikleri sözcüleri tarafından okundu. Bildirgede şu görüş ve kararlara yer verildiği görüldü:
"Sonuç Bildirgesi
Türkiye Komünist Partisi'nin hukuki varlığına son verilmesinden sonra ortaya çıkan siyasal ve örgütsel boşluğun bugüne kadar hiçbir şekilde doldurulamadığı saptamasında birleşen Türkiye Komünist Partililer, Ankara, İzmir ve İstanbul'da düzenlenen bölgesel toplantıların ardından, 15-16 Haziran 1996 tarihinde İzmir'de, ülkenin her bölgesinden gelen yoldaşların katılımıyla yapılan genel konferansta biraraya geldiler.
Konferansa katılanlar, uluslararası kapitalizmin sosyalizme karşı dünya çapında topyekün yeni-tutucu saldırısı ortamında dayatılan, TKP'yi likide etme kararını gayri meşru ilan ettiler. İşçi sınıfının ve diğer bütün emek ve kültür güçlerinin kapitalizme karşı savaşımında Komünist Partisinden asla vazgeçilemeyeceği değerlendirmesiyle, likidasyon sürecine son vermeyi kararlaştırdılar.
Katılımcılar, bu hareketi mevcut herhangi bir başka partiye bağlama önerilerini kesin olarak reddettiler ve komünist ideallere, siyasal ve toplumsal devrim hedefine bağlılıklarını bir kez daha vurguladılar.
Konferansa katılanlar, TKP'nin kuruluşundan itibaren yasallık mücadelesi verdiğine dikkat çekerek, Komünist Partisi'nin yasal oluşumu önündeki engellerin kaldırılması mücadelesine kararlı biçimde devam edeceklerini belirttiler.
Katılımcılar, il toplantılarının daha örgütlü, düzenli ve yaygın hale getirilmesini kararlaştırdılar, hâlâ ulaşılamayan illerle temasa geçilmesini ivedi bir görev olarak ortaya koydular.
Katılımcılar, başlangıç adımı olarak, İstanbul'da çıkarılacak ÜRÜN [veya Birlik ve Dayanışma] adlı siyasal ve enformatif içerikli bir yayın organında, yeniden örgütlenme sürecinin teorik-ideolojik ve pratik sorunlarının işlenmesini kararlaştırdılar.
Konferansa katılanlar, bu tarihsel süreçte yapılacak çalışmalar için bir Yayın ve Koordinasyon Kurulunu seçtiler ve yetkilendirdiler. Kurul'u, öncelikle sendika, gençlik ve bilim-araştırma komisyonları kurmakla görevlendirdiler.
Konferansa katılan TKP'liler, komünist partisinin yeniden örgütlenmesi, komünistlerin birliğini sağlaması, siyasal hayattaki meşru yerini almasıyla, ülkenin yakıcı sorunlarına çözüm yolunda büyük bir adım atılmış olacağı bilinciyle, bütün komünistleri birlik ve dayanışma ruhuyla bu sürece omuz vermeye çağırdılar."
Bildirgenin okunmasından sonra, görüşlere geçildi. Hemen herkesin bildirgenin lehinde veya aleyhinde görüş bildirdiği ve yoğun tartışmaların yaşandığı konferansın bu bölümünde, tartışmaların daha sağlıklı devam etmesini sağlamak amacıyla kısa bir ara verildi. Aradan sonra divana aşağıdaki önerge verildi:
"Başkanlık Divanına
2 günden beri süren tartışmalar ışığında
1. Karar tasarısı komisyonu tarafından hazırlanan tasarının geri alınmasını ve bu toplantının yeni bir karar hazırlamamasını,
2. Görev başında olan Üst Koordinasyon Komitesinin görevini sürdürmesini,
3. Koordinasyon komitesinin yayın organını çıkarmak için hazırlık yapmak üzere bir alt komite oluşturmasını,
4. Toplantıların sürdürülmesi için üst komitenin ulaşılamayan ve komünist partinin boşluğunu hisseden TKP'lilere ulaşmak için çaba göstermesini,
5. Bu süreçten diğer komünist çevreleri de haberdar ederek onların da süreçle bağını kurma yolunda adımlar atılmasını saygıyla öneririz.
Fadıl Barkan-Cemal Kıral-Şahabettin Bakırsan-Sabahattin Dikmen."
Bu önergenin ardından tartışmalar tekrar alevlendi. Sonuçta asgari bir zeminde buluşulmasını sağlamak, o güne dek kaydedilen ilerlemeyi devam ettirmek yaklaşımı ağır bastığından, Komisyonun yeni bir karar metni hazırlamak üzere çalışması noktasında görüş birliğine varıldı. Komisyonun ikinci kez hazırladığı ve bu sefer oybirliği ile kabul edilen karar şu şekilde açıklandı:
"Sonuç Bildirgesi
Ankara çağrısından sonra düzenlenen Ankara, İzmir ve İstanbul bölge toplantılarının ardından, genel toplantı 15-16 Haziran 1996'da İzmir'de yapıldı.
- Bu platformun bir komünist partisi ihtiyacını duyan TKP'lilerin platformu olarak devam etmesi kararlaştırıldı.
- Bu platformun sesi olarak bir derginin çıkarılmasına ve bir Yayın ve Koordinasyon Kurulunun oluşturulmasına karar verildi.
- Tartışma ve toplantıların daha yaygın ve düzenli biçimde sürdürülmesi kararlaştırıldı."
15-16 Haziran'da yapılan bu iki günlük forumun en önemli sonuçlarından biri, alınan kararların ve bu kararları hayata geçirme iradesinin yanısıra, neredeyse sekiz on yıldır birbirlerini hiç görmeyen, büyük bir kısmı birbirini hiç tanımayan seksen doksan temsilcinin biraraya gelmesiyle birlikte sergilenen içten yaklaşımdır. Elle tutulacak kadar somut bir dayanışma duygusunun yaşandığı, yoldaşça tavırların hâkim olduğu, çok doğal düşünsel ayrılıklara rağmen duygu ve inanç birliğinin bulunduğu bu toplantı, katılan komünistlerin geleceğe olan umutlarını pekiştiren bir işlev görmüştür. 18-20 yaşındaki gençlerin konuşması, yıllarını komünist mücadeleye adamış 60-70 yaşındaki yoldaşların konuşmasından ayrı tutulmamış, hepsi de bütünü oluşturan parçaların öneminin bilinciyle, can kulağıyla dinlenmiştir.
Duygu ve inanç ortaklığına vurgu yapmamızın nedeni, her iki öğeyi de yoldaşça bir ilişki kurmak için olmazsa olmaz koşul olarak görmemizdir. Özellikle günümüzde solcuların "takıldığı" hemen her kahvede (Sakarya caddesinde, Aksaray veya Beyoğlu'nda ya da Konak meydanında bol miktarda bulunur) birlik kararlarının alındığını bilince ve ne hikmetse bunların en uzun ömürlüsünün 1 yıl sürdüğünü görünce ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Tüm birlik kararlarından sonra, kararı alan taraflar hemen bunun "gayri kabili rücû" bir karar olduğunu beyan ederler. Aradan geçen sürede ne oluyorsa oluyor, bu kararın aslında "geriye alınabilir" olduğu meydana çıkıyor ve bütün o "kaynaştık, birleştik" söylemlerine rağmen ayrılanların ya da kalanların sayısına bakıldığında, tesadüf eseri olarak, birleşen grupların önceki sayısına eşit oldukları görülüyor.
Birlik çalışmaları konusunda çok ısrarlı olmak hayati önemdedir; birlikte mücadele etmek nesnel bir gerekliliktir; topyekün saldırı karşısında topyekün mücadele cephesi oluşturmak tek tek bireylerin öznel niyetlerine bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Bizim de tespit ettiğimiz tüm bu önermeler haklıdır ancak yoldaşça dayanışma içinde aynı çatı altında devrimci mücadele yürütmek için, ne yazık ki, aynı sözleri söylemek ve filanca konuda aynı şekilde düşünmek yetmiyor. "Yoldaşlık" kavramı inancıyla, duygusuyla, değerleriyle, geleneğiyle, fikirsel birliği ve mücadele yöntemiyle bir bütündür. Bu kavramların tek bir parçasının eksik kalması, bütünün aksamasına yol açar. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi iki günde kotarılan birliklerin üç günde yok olmasına yol açan etken, birlik düşüncesinin eksik kavranmasıdır.
İzmir toplantısına katılanların umudunu pekiştirmesini sağlayan etken, işte tam da bu noktada bahsettiğimiz gibi, "birbirine sırtını dayayabilmek için şart olan duygu ve inanç ortaklaşmasını" görünür kılmasıdır. Her zaman olduğu gibi düşünsel ayrılıklar, fikri farklılıklar mevcuttur. Olması da gerekir. Bu süreç içinde, herkes birbirini alabildiğine eleştirecek, herkes birbirini ikna etmeye uğraşacak ve kendi düşüncesini yapının bütün unsurlarına iletirken, diğerlerinin katkısına da açık olma bilinciyle hareket edecektir.
Devrimci temelde birarada yürümek için herşeyin konuşulmasına ihtiyaç vardır. İdeolojimizin, teorimizin, politikalarımızın en ince ayrıntısına kadar değerlendirilmesi ve irdelenmesi şarttır. Değerlendirmelerde çok hassas olunması herkesten beklenen bir yaklaşımdır, çünkü sonuçta oluşturulacak araç, emekçilerin, ezilen halkların nihai kurtuluşunu sağlayacak bir siyasal örgüttür. İşçi sınıfının öncü örgütü komünist partisi içinde mücadele edecek olan kadrolar, bir sivil toplum örgütü niteliği gösteren partilerde çalışma yürütenlerden daha duyarlı ve disiplinli olmak durumundadırlar. Bu nedenle, görüşmelerde yoğun tartışmaların yaşanmasının bir zaaf olarak değil, geleceği kurma yönünde atılacak adımların daha sağlam temellere oturmasını sağlayacak bir zenginlik olarak görülmesi, bu şekilde değerlendirilmesi gerekir.
15-16 Haziran toplantısının ardından bütün bölgelerde yoğun bir faaliyet başlatıldı. Düzenli olarak yapılan toplantılarla, geniş katılımlı çalışmalar yürütüldü. Dışa açılma kararına uygun olarak siyasi faaliyetler içerisinde ÜRÜN Dergisi Girişimcileri adıyla bulunuldu. Bu doğrultuda, yazın hapishanelerde insanlık onurunu korumak için başlatılan "Ölüm Orucu Direnişleri" eylemlerine çeşitli düzeylerde katılım yanında, DİSK kurucusu ve DİSK ve Maden-İş sendikasının genel başkanı Kemal Türkler, şehit edildiği tarih olan 22 Temmuz'da mezarı başında anıldı.
10 Eylül'de büyük komünist şairimiz Nazım Hikmet'in "Sen dünümüz bugünümüz yarınımızsın/ en büyük ustalığımız/ en ince hünerimizsin,/ sen aklımız, yüreğimiz ve yumruğumuzsun" dizeleriyle birlikte "Türkiye Komünist Partisi'nin 76. kuruluş yıldönümü anma ve kutlamalarına işçi sınıfının kurtuluşu davasına gönül vermiş bütün işçiler, emekçiler, aydınlar, gençler ve kadınlar davetlidir" çağrısıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'de yapılan anma ve kutlamalar gerçekleştirildi. Tüm anti propagandalara ve "tertip komitesi dışında fazladan 10 kişi gelirse, kendinizi başarılı sayın" türünde kehanetlere rağmen, bizim gördüğümüz Milliyet, Y. Yüzyıl ve Cumhuriyet gibi gazetelerin ilgisini çekecek boyutta etkinlikler gerçekleştirildi.
Özellikle İstanbul'da yapılan ve Mehmet Bozışık'a, şahsında tüm yoldaşlarımız için EMEK ve ONUR plaketinin verildiği yemekli toplantı, bizim bile öngörülerimizin ötesinde bir kalabalığı topladı ve gecenin coşkulu, heyecanlı ve geleceğe yönelik umut dolu konuşmaların yaşandığı bir ortamda geçmesini sağladı.
Gece Rasim Öz arkadaşımızın konuşması ile açıldı:
"Değerli konuklar, dostlar, arkadaşlar, yoldaşlar...
Bugün 10 Eylül. Bugün güzel bir gün. Bugün anlamlı bir gün. Bugün büyük ozanımız N. Hikmet'in "Dünümüz... Bugünümüz... Yarınımız... En güzel hünerimiz TKP'miz" dediği partimizin kuruluş yıldönümü.
Bugün aynı zamanda hüzünlü bir gün.
Bugün aynı zamanda UMUT dolu bir gün.
Yılların ÖZLEMİ ardından, bugüne hoşgeldiniz.
ONURUMUZ TKP'nin, bütün doğrularına ve bazı hatalarına rağmen, tüm Türkiye komünistlerinin ana kaynağı, Türkiye işçi sınıfının politik, demokrasi ve barış mücadelesinde inkâr edilemez katkıları olmuştur.
Çok değişik etkenlerle komünist partiler geçici olarak yenilgiye uğramış, TKP likide edilmiş, TCK'nın 141-142. maddelerinin şeklen kaldırılmış olduğu sıralarda, TKP'nin tüzel kişiliğine son verilmiştir.
Bütün bunlara ve Yeni Dünya Düzeni yutturmacalarına rağmen "Sınıflar ve sınıflararası mücadele" ortadan kalkmamıştır. Sömürüsüz ve sınıfsız bir topluma ulaşma hedefinde değişiklik olmamıştır.
Aksine, emperyalizm daha azgınlaşmış, tek kutuplu dünyada vahşi kapitalizm özlemleri yeniden kabarmaya başlamıştır. Örneğin, ABD'de 1879'da elde edilen 8 saatlik işgünü, yeniden 12 saate çıkarılmak istenmektedir.
Ülkemizin başındaki ABD'nin uydusu bir kadın, "Devletin çöktüğünü, iflas ettiğini" itiraf ederek "bir bayrağın, bir de terörle mücadelenin" ayakta kaldığını belirtmiştir.
Devletin tüm maddi ve manevi değerlerini uluslararası sermayeye sunarak, devleti küçültüyoruz derken, devleti tüm yurtdaşları ile sermayenin köleliğine teslim ettiler. Sırf şovenizm simgesi gibi gördükleri bayrağa sığınmak ve bu soygun düzeninin karşıtlarının tümünü de terörist göstermeye çalışarak yurtdaşları bir süre daha avutma çabalarından başka çareleri kalmamıştır.
Bundandır ki; SINIFSIZ, SÖMÜRÜSÜZ, BARIŞ dolu dünya idealine varma savaşımının insanlığın boynunun borcu olduğu bir kez daha doğrulanmıştır.
TKP'nin likide edilmesi ve TÜZEL kişiliğinin sona erdirilmesinden sonra da, Türkiye SOSYALİSTLERİNİN hemen hepsi, şu ya da bu biçimde kendilerini ifade etmeye devam etti ve ediyor.
TKP'den gelenlerin pek azı (% 5'i) TBKP, SBP, BSP ve sonrasında, kitle partisi olma özlemi içindeki ÖDP gibi yeni süreçlerde yer aldı.
Bunların da pek çoğu aradıklarını bulamamış, kendilerini tam olarak ifade edememiş ve bulundukları yerlerde mutlu olmamıştır.
Pek çok partili ve sempatizan ise beklemede kaldı, arayış içinde oldu ve partisini yaşatmaya devam etti.
"Herkesin umudu kestiği anda" bile, onlar UMUTLARINI yitirmediler. Kimileri bencileyin oğlunun adını da UMUT' koyarak, bunu yeşertmeye ve yaşatmaya devam ettiler.
İşte bu durumu saptayan bir kısım yoldaşlar önce çeşitli illerde biraraya geldiler; bu arayışlarını dile getirdiler. Sonra da çeşitli illerden gelen yoldaşları ile yaptıkları değerlendirmede; "TKP'nin tüzel kişiliğine son verilmesi ile doğan boşluğu... ve Türkiye'nin bir işçi sınıfı partisine, bir komünist partisine gereksinimi olduğunu" saptadılar.
Bu boşluk doldurulmadığındandır ki, Sosyal Demokrat Partilerin ve Demokratik Kitle Partilerinin işlevini gereği gibi yapamadığı saptandı.
Bu arayışı tartışmak, birlikte ORTAK bir POLİTİK İRADE meydana getirebilmenin yollarını aramak için, bir yayın organı, bir vakıf etrafında öncelikle yukarıda açıklanan konumdaki eski TKP'li ve sempatizan yoldaşlara, sonra da tüm Türkiye komünistlerine ulaşmayı hedeflediler.
Bunun yaşama geçirilmesi için de, en son, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşımızın katledildiği tarih olan 28-29 Ocak tarihine kadar ÜRÜN' adı ile bir derginin çıkarılmasına karar verdiler.
Bu çok iyiniyetli ve yasal girişimde bulunanlar, pek çok kişi ve kesim tarafından çeşitli spekülasyonlar yapılacağını da biliyorlar.
"Bizleri oldu bittilerle karşı karşıya bırakıyorlar" diyenlerin de olabileceğini duyar gibiyiz.
Ancak şunun bilinmesini diliyoruz ki; "Kişisel özlem ve isteklerimiz her ne olursa olsun, bütün bunları dostlarımız, yoldaşlarımız ve dışımızdaki kardeş Türkiye sosyalistleri, komünistleri ile birlikte örmek, yaşama geçirmek" temel dileğimizdir.
ÜRÜN dergimizin de tümüyle bu arayış, tartışma, iletişim, siyasal bilinç ve tercihlerimizin aynası olmasına çalışılacaktır.
Buna hep birlikte katkı verebilirsek başarabileceğimize inanıyoruz.
Bize onurumuz 10 EYLÜL'ü armağan edenlerin önünde saygı ile eğiliyor, onları alkışlarla anıyoruz.
Sizleri yoldaşça kucaklıyor ve alkışlıyoruz."
Derginin 28-29 Ocak'ta çıkartılması düşünülen ilk sayısının kapağı, anı olarak kart şeklinde bastırılmış ve o gece satışa sunulmuştu. Daha ilk geceden 100'e yakın kart satılmıştı. Bu arada, kartları satmakla görevli genç arkadaşların, geceyi izleyen polislerin masasına bilmeden yaklaşarak ısrarla kart satmak istemeleri, para vermek istemeyen polislerin de kimliklerini bir türlü açıkla(ya)mamaları çok komik bir görüntü oluşturmuştu.
Gecenin etkisinin basına, haber olmanın ötesinde, nasıl yansıdığını Milliyet gazetesinin 12 Eylül 96 tarihli sayısında 15. sayfada çıkan Nazım Alpman imzalı yazıyla gösterelim:
"TKP gecesinde illegalite' vardı
TÜRKİYE Komünist Partisi (TKP) 76. kuruluş yıldönümünü Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde yemekli bir toplantıyla kutladı. Siyasi yaşamının neredeyse tamamını yeraltında geçiren TKP'nin önceki akşamki yemeğinde de "illegalite" izleri kendini gösteriyordu. Yemek, TKP'nin adına idi, ancak salonda TKP yazılı tek bir pankart, afiş vb. gibi aksesuvar bulunmuyordu. Yemeğe katılan 300 kişinin büyük bölümü birbirini tanıyordu, ancak "konspirasyon" (gizlilik) koşullanmışlığı içinde "tanımıyormuş" gibi yapanlar da az değildi!
Toplantıda saçları beyazlaşmış olanlar çoğunluğu oluşturuyordu. Masalara tek tük serpişmiş gençler de göze çarpıyordu, ancak bir süre sonra bunların diğer sol hareketlerin "müfettişleri" olduğu ortaya çıkıyordu. Örneğin bizim yanımıza düşen iki gençten biri Sosyalist İşçi Partisi mensubu olduğunu ifade ederken şöyle diyordu:
"Abi, afedersin, ama burası harp malulü gaziler cemiyeti toplantısına benziyor!"
Eski ve yeni kuşak sosyalistler arasında "terminoloji kopukluğu" da açık olarak görülüyordu. 1970'li yıllarda TKP'nin kitlesel gençlik örgütü İlerici Gençler Derneği (İGD) üyesi olan biri kökenini açıklarken bu olgu daha net olarak ortaya çıkıyordu:
"Ben İGD'liyim."
"İETT'li mi?"
DHKP-C'li bir genç ise bu yıl Kadıköy'deki 1 Mayıs'ın kendileri açısından görkemini anlatıyordu... Yanındaki "eski tüfek" nostaljik bir bağlantıyla konuya dahil oluyordu:
"1 Mayıs 1977'de İGD'nin alana girişini hatırlıyor musunuz?"
Toplantının mimarı Maden-İş Sendikası'nın avukatı Rasim Öz, TKP'nin bir ihtiyaç olarak varlığını koruduğunu söylüyordu. TKP'nin son genel sekreteri Haydar Kutlu'nun, partiyi tasfiye edip bar işletmeciliğine soyunması nedeniyle epeyce kulakları çınlatıldı! TKP'nin yeniden canlandırılması için ÜRÜN adlı bir dergi yılbaşında yayın hayatına girecekti.
Birçok sanatçının katıldığı gecenin finali ise toplu olarak söylenen TKP Marşı'yla noktalanıyordu:
"Kavga sesleri geliyor, köylerden ve şehirlerden / TKP'miz ilerliyor, bugün esir yarın herşey... Hey hey..."
Ankara ve İzmir'de yapılan etkinliklerde de, bir fazlası bir eksiğiyle aynı yönde sonuçların alınması hepimizi daha azimli çalışmaya sevketti.
10 Eylül gecesinde yapılan etkinlikten sonra, dışa açık diğer bir faaliyetimiz de, işkenceyle öldürülen Mustafa Asım Hayrullahoğlu'nun (Deniz Yoldaş) mezarı başında, iki gün sonraya denk gelen İ. Bilen'in ölüm yıldönümü ile birlikte, 16 Kasım 1996 günü kalabalık bir grupla yaptığımız anmaydı. Gençlerin sayısının daha fazla olduğunu görerek heyecanlanan Mehmet Bozışık, çok hasta ve yorgun olmasına rağmen bir konuşma yaptı:
"TKP'nin Merkez Komitesi Üyesi büyük devrimci sayın Mustafa Hayrullahoğlu. T.K.P'nin kurucusu Mustafa Suphi ve 15 yoldaşımız Karadeniz'de hunharca kuşatılarak boğulmak suretiyle öldürüldü. Kemalistlerin işçi sınıfını körlüğe, halkı soyma ve açlığa mahkum etme politikası yüzünden halk düşmanları, hainlere karşı TKP'nin saflarında işçi sınıfının, halkın her türlü siyasi, hukuki, sosyal ve ekonomik haklarını elde etmek ve sosyalist bir rejim kurmak için TKP saflarında yaptığın devrimci mücadele sonunda, işkence ile öldürüldüğünün yıl dönümü nedeniyle mezarının başında bulunuyoruz. Sömürücü, soyguncu burjuvaziyi lanetlerken seni mezarının başında saygı ile anıyoruz. Bu arada sana Türkiye işçi sınıfının saygısını, sevgisini iletirken ve seni selamlarken mezarının başında Enternasyonal marşı ile konuşmama son veriyorum.
1927 senesinde TKP'ye üye olan, TKP'nin 4. Kongresinde Polit Büroya seçilen Mehmet Bozışık (Boz Mehmet)"
İşte dostlar, ÜRÜN, acısıyla, tatlısıyla, zorluklarıyla, kızgınlığıyla ve neşesiyle böyle bir süreçten sonra çıktı. Şimdi yayınımızı daha da nitelikli bir hale getirmek, onu yaşatmak ve devamını sağlamak, amaçladıklarımızın tümünü gerçekleştirmek, onu ortak mutfağımızın ürünü yapmak ancak elbirliğiyle kotaracağımız bir iştir. "Biz hepimiz" istersek olur, "bizler" yapmazsak olmaz. ÜRÜN'ün yönelimini de biz hepimiz belirleyeceğiz, kaderini de biz hepimiz yazacağız. ÜRÜN'de, başarılarıyla başarısızlıklarıyla yalnızca senin hikâyen anlatılacaktır.