Türkiye proletaryasının öncü siyasal örgütü TKP, 10 Eylül 1920'de kuruldu.
Büyük Ekim Sosyalist Devriminin çağ açıcı etkisi altında ve ülkenin emperyalist istilacılar tarafından işgal edildiği ortamda Türkiye'de ve yurtdışında çeşitli komünist örgütler ortaya çıkmıştı. Anadolu'nun Ankara, Eskişehir, İzmir, Erzurum, Rize, Kars, Samsun, Zonguldak, Ereğli, İnebolu, Trabzon, Konya, Adana gibi şehirlerinde, İstanbul'da ve Sovyet ülkesinde kendi başlarına çalışmalar yapan bu örgütleri bir çatı altında toplama ihtiyacı artık kendini iyice duyuruyordu. Mustafa Suphi'nin başkanlığındaki yurtdışı örgütü ile İstanbul ve Ankara'daki örgütler birleşme kongresini ülke içinde, Ankara'da yapmak istediler. Ankara hükümeti, kongrenin yapılmasına izin vermedi. Bunun üzerine kongrenin yurtdışında yapılması kararlaştırıldı. Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti hükümeti kongrenin Bakû'da yapılmasını kabul etti. Böylece, kuruluş kongresi, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti'nin başkenti Bakû'da yapıldı. Kongre Kızıl Ordu kulübünde toplandı.
Kuruluş Kongresi ve Bileşenler
Anadolu'da, İstanbul'da ve Sovyet topraklarında faaliyet yürüten 15 komünist grup ve örgütü temsil eden 75 delegeyi bir araya getiren ve merkezi bir yönetim altında birleştiren bu kuruluş kongresiyle Türkiye işçi sınıfı Marksist-Leninist öncüsüne kavuştu. Kongrede, Program ve Tüzük kabul edildi. Ulusal kurtuluş savaşı, toprak sorunu ve köylülük içinde çalışma, milliyetler sorunu, kadın hareketi gibi konularda önemli kararlar alındı. Merkez Komitesi seçildi. Mustafa Suphi başkanlığa, Ethem Nejat genel sekreterliğe getirildi. ("Türkiye Komünist Partisi 58 Yaşında", Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29).
TKP'nin kurulması, Türkiye proletaryasının, köylülerinin ve devrimci aydınlarının büyük başarısıydı. Türkiye proletaryası ve emekçi halkı, dünya kapitalizminin birinci genel bunalımını başlatan birinci dünya savaşında, tıpkı öbür ülkelerin proletaryası ve emekçi halkı gibi, ağır felâketler yaşamıştı. Rusya'da, Almanya'da ve Macaristan'da bu felâketleri ortadan kaldırmak üzere harekete geçen kardeşlerinin sosyalist devrimlerine tanık olmuş ve dünya savaşının hemen ardından varlığına kasteden emperyalistlere karşı silaha sarılmıştı. TKP'nin kurulması gibi büyük bir başarının ardında böyle bir süreç bulunuyordu.
TKP, Türkiye proletaryasının uluslararası ve ulusal mücadele deneyiminin ürünüydü; daha doğuşunda enternasyonalizmi ve yurtseverliği birleştirmişti. Mustafa Suphi'nin kongrede yaptığı konuşmada ayrıntılı biçimde açıkladığı gibi, "Cihan harbinin zuhuru ile memleketimizin mağdur sınıflarından yüzbinlerle amele ve rençberlerin asker sıfatıyla Rusya'ya esir düşerek Sibirya, Türkistan, Kafkasya ve nihayet İdil ve Ural boylarındaki demiryol, fabrika ve köy işlerinde çalıştırılmaları" sonucunda Türkiye işçileriyle Rusya proletaryası arasında dostluk ve yakınlık kurulmuş, her iki kesim birlikte sınıf mücadelesine katılmaya başlamıştı. Ayrıca, "vaktiyle memlekette halkçılık ve sosyalistlik hayaline hizmet edip beladan belaya uğrayan ve nihayet muhaceret ve esaret yoluyla bu işçiler kafilesi içinde çalışmaya mecbur olan muallim, muharrir inkılapçılarımızdan bazı gençler" kapitalizme ve savaşa karşı bilinçlenmişlerdi. Böylece 1915 yılından itibaren Türk işçi ve köylüleri ile Rus Bolşevikleri arasında ilişki kurulmuş, bir Türk Bolşevikleri grubu ortaya çıkmıştı. 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinden sonra bu grup Moskova'da Yeni Dünya gazetesini çıkarmış, 20 Temmuz 1918'de Türk Sol Sosyalistler konferansını toplamıştı. Konferans Türkiye Komünist Teşkilatı'nın kurulmasını, Rusya ve Türkiye'de yürütülecek propaganda ve örgütlenme çalışmalarının ardından ilk fırsatta Türkiye Komünist kongresinin toplanmasını ve "teşkilatın fırka haline getirilmesi"ni kararlaştırmıştı. Türkiye Komünist Teşkilatı, Üçüncü Enternasyonal'in kuruluş çalışmalarına ve 1919 yılının Mart ayında toplanan birinci kongresine de katılmıştı.
Öte yandan, Hilmioğlu Hakkı'nın belirttiği gibi, dünya savaşı sırasında "Tophane, Zeytinburnu, Tersane ve sair fabrikaları sanayi mekteplerine mensup dört bin kadar genç işçi, fabrikalarda sanat öğrenmek ve staj yapmak için Almanya ve Avusturya-Macaristan'a gönderildi. Bu genç amelenin büyük bir kısmı Almanya'nın muhtelif şehirlerine dağıtılmıştı ve bu, gençlerin Alman amelesinin hayatına karışmasına, Alman amele teşkilatıyla doğrudan doğruya temasa gelmesine imkân hazırlıyordu. ... Almanya'da inkılap başladığı zaman Türkiye işçileri Spartakların yanında mevki almaktan çekinmediler ve büyük ideale bağlı, saf ve civanmert genç inkılapçılarımız Liebknecht ve Rosa Luksemburg etrafında Spartaküs harekâtına bilfiil iştirak ettiler." Ayrıca, Bela Kun'a dayanarak, "Macaristan inkılabına birçok Türk gençlerinin de iştirak ve Türklerin bir ihtilal taburu teşkil ettiğini" açıklayan Hilmioğlu Hakkı'nın vurguladığı gibi, "Avrupa'dan avdet eden yoldaşlar memlekette teşkilat vücuda getirmişlerdir." İstanbul'a dönen komünistler, 22 Eylül 1919'da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nı kurmuşlardı. TİÇSF, Ethem Nejat'ın sözleriyle, "Avrupa'dan; Almanya, Avusturya ve Macaristan ve İsviçre'den gelen kol ve fikir işçilerinin, İstanbul'un eli nasırlı ve mahrum zahmetkeşlerinin birleşmelerinden vücuda gelmiştir." TİÇSF bir yandan Kurtuluş dergisini çıkarıyor, bir yandan da işçileri sendikalarda toplamak için çalışmalar yapıyordu. Ayrıca, üyelerinden birini "amele muhiti olan Eskişehir"e yollamış, bu üye, oradaki bir öğretmenin de yardımıyla İşçi adlı günlük bir sosyalist gazeteyi çıkarmaya başlamıştı.
Anadolu'da hafi [gizli] Türkiye Komünist Partisi adıyla faaliyet yürüten, zaman zaman Anadolu Komünist Partisi veya Ankara Komünist Partisi olarak da anılan komünistler, emperyalist istilacılara karşı gerilla birliklerinin kurulmasına öncülük etmişlerdi. Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde "Halk Zümresi" içinde yer almışlar, "Yeşil Ordu"nun çalışmalarına katılmışlar, Şefik Hüsnü'nün sözleriyle, "müsellah [silahlı] köylü kuvvetleri üzerinde büyük bir nüfuz kazanmış"lardı. Hafi Türkiye Komünist Partisi, Haziran 1920'de "umumi nizamname"sini ve 14 Temmuz 1920'de kuruluş "beyanname"sini yayınlamıştı.
Bütün bu birikimi bir araya getiren kuruluş kongresinin kapanışında Mustafa Suphi şunları belirtti: "Teşkilat devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye Komünistleri bu kongreden örgütlü ve birleşik bir parti olarak çıkmakla yeni bir hayat devresine ayak basıyorlar. Partinin önünde duran birinci görev: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikirlerimizi kuvvet ve süratle yayarak, halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır". (Türkiye Komünist Fırkası'nın Birinci Kongresi, Türkiye Komünist Fırkası Neşriyatı, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay,Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991, s. 313).
Amaç: Amele ve Rençber Şuralar Cumhuriyeti
Kongrenin kabul ettiği programa göre TKP'nin amacı "halkçılığın en yüksek bir şekli olan amele ve rençber şûralar cumhuriyetinin kurulması"ydı. (Türkiye Komünist Fırkası Programı, çıkaran Türkiye Komünist Fırkası, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay, a.g.e., s. 315).
Kongrede alınan "Anadolu'nun Şimdiki Durumu" başlıklı kararda dile getirildiği gibi, komünistler, Anadolu'da devam eden milli devrim hareketinin emperyalizme karşı mücadelesiyle bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğine, bu milli hareketin ülke içinde gelişmesi ve derinleşmesiyle, sınıf bilincinin meydana gelmesine hizmet ettiğine ve böylece yarınki sosyal devrime elverişli bir ortam hazırladığına inanıyorlardı. Türkiye Komünist Partisi bir taraftan Türkiye'de emperyalizme karşı olan bu hareketin derinleşmesine yardım etmekle beraber diğer taraftan rençber, işçi halkın asıl maksadı ve son emeli olan çalışanlar hakimiyetini elde etmek için çalışacaktı. (a.g.e., s. 280).
Burjuvazinin Saldırısı
O dönemlerde emperyalist işgal altında bulunan bütün topraklarda bolşevizmin emekçilere ve halklara kurtuluş yolunu gösteren görüşleri sempatiyle karşılanmaktaydı. Kitleler nezdinde büyük bir prestije sahip olan bolşevizm, ulusal kurtuluş savaşının içinde yeralan burjuva önderlerinin bile sosyalist ideolojiye doğrudan cephe almasını önlüyordu.
Böylesi bir hava içerisinde ülkede bulunan üye ve sempatizanları aracılığıyla hızla örgütlenen TKP, burjuva kadrolar gözünde, bertaraf edilmesi gereken en büyük tehlike haline geldi. Komünist kadroların kendi kapitalist düzeni için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu bilen Türk burjuvazisi, bütün komünist grup ve örgütlerin 10 Eylül 1920 Bakû Kongresi'nde birleşmesinin yarattığı etkileri ortadan kaldırmak üzere, devlet denetiminde sahte bir komünist partisinin kurulmasına karar verdi. Nitekim, 18 Ekim 1920'de resmi bir "komünist partisi" kuruldu. Önde gelen kemalist kadrolara kurdurulan bu sahte parti, kanlı ve sinsi bir planın ilk aşamasıydı. Planın amacı, komünistleri ezmek ve gelişen toplumsal devrim hareketini kontrol altına almaktı.
Burjuvazinin bu oyununu boşa çıkarmak üzere Türkiye Komünist Partisi, Halk Zümresi ve Yeşil Ordu ile birleştiğini ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası adıyla çalışacağını ilan ederek 7 Aralık 1920'de hükümete THİF'in programını, tüzüğünü ve kuruluş bildirgesini sundu. Böylece TKP, THİF adıyla yasal olarak da kuruldu. THİF, Türkiye'nin ilk yasal komünist partisi oldu. Partinin başkanı Tokat mebusu Nazım Bey'di. Parti, görüşlerini yaymak üzere günlük Emek gazetesini çıkarmaya başladı.
Aynı sıralarda, Bakû Kongresinde seçilen TKP liderleri başta Mustafa Suphi ve Ethem Nejat olmak üzere, Anadolu'ya geçmek ve Kurtuluş Savaşına katılmak üzere hazırlıklara başladılar. Hazırlıklar tamamlanınca Ankara'ya doğru yola çıktılar. TKP'nin yeni seçilen yöneticilerinin Anadolu'ya geçme kararı, Türkiye'yi emperyalist işgalden kurtarmayı ve Büyük Ekim Devriminin sosyalist ideallerini gerçekleştirmeyi görev olarak belirleyen TKP'nin, proletaryanın enternasyonalist bayrağını yükselterek Türkiye'de toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesine atılmasının somut göstergesiydi.
Ancak, TKP yöneticilerinin Ankara'ya doğru yola çıkması burjuvazinin korkularını arttırdı. TKP'nin işçiler, silahlı köylü kuvvetleri ve genç aydınlar üzerinde önemli bir etki sağlamış olmasından zaten çok rahatsız olan burjuvazi, elini çabuk tutması gerektiğine karar verdi ve sahte parti kurdurmakla başlattığı imha planının ikinci aşamasını uygulamaya koydu: TKP'nin etkisi altına girmiş silahlı kuvvetler dağıtılacak, Ankara'da Millet Meclisi içindeki ve dışındaki komünist muhalefet ezilecek ve Mustafa Suphilerin Ankara'ya gelmesi mutlaka önlenecekti. Bu üç gücün birleşmesi TKP'nin ulusal kurtuluş savaşının önderliğini ele geçirmesi yolunda belirleyici bir dönüm noktası olabilirdi ve ne pahasına olursa olsun engellenmeliydi. Yoksa, burjuvazinin emperyalizmle uzlaşarak kapitalist egemenliğini kurması imkânsız hale gelebilir ve Türkiye işçilerin ve köylülerin egemenliğinde sosyalizme yönelebilirdi.
Burjuvazi planını yıldırım hızıyla gerçekleştirdi. Altı aylık kısa bir zaman diliminde Çerkez Ethem liderliğindeki köylü partizan birliklerini dağıttı, Ankara'da Halk İştirakiyun Partisi önderlerini istiklal mahkemesine vererek ağır cezalara çarptırdı ve mücadeleye katılmak üzere Anadolu'ya dönmekte olan TKP lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını tuzağa düşürerek Karadeniz'de katletti. Bu ağır saldırılarla kurtuluş savaşının burjuvazinin denetiminde kalması sağlanmış, emperyalizme ve kapitalizme karşı köklü bir devrim hareketine dönüşmesi önlenmiş oldu. Burjuva cumhuriyetinin yolu işte böyle açıldı.
Uzun yıllar CİA'nın Türkiye istasyon şefi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye masası sorumlusu olarak çalışan CİA ajanı George Harris, 10 Eylül 1920'de yapılan TKP birinci kongresinin hemen ardından -18 Ekim 1920 tarihinde, yani gerçek TKP kongresinden yalnız 38 gün sonra- kurulmuş olan ve komünist önderlerin yok edilmesi ve komünistlere dost güçlerin dağıtılmasıyla birlikte görevini tamamladığı düşünülerek faaliyeti durdurulan sahte partinin kuruluş nedenini Türkiye'deki komünist akımları incelediği kitabında şöyle değerlendiriyor: "Komünizm muhakkak ki bir kitle hareketi olamamış, bunu başaramamıştır. Yine de, istiklal mücadelesinin ilk safhaları esnasında, bir yerde, komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı. Bu tarihte komünist liderleri, Anadolu ihtilal hareketinin başlıca askeri gücünü teşkil eden önemli partizan birlikleriyle özel bir ilişki kurmayı becermişlerdir. Komünistlerin etkisine kapılmış bu güçlere, bu, Ankara rejimine karşı öylesi bir kafa tutma, meydan okuma tavrı takındırmıştı ki, Atatürk, filizlenmekte olan bu komünist hareketini kontrol altına alıp hizaya getirmek çabasıyla kendi resmi Türk Komünist Partisini kurmak zorunda kalmıştı." (George Harris, Türkiye'de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1979, s. 10-11).
Ziynetullah Nuşirvan, burjuvazinin kanlı planını "Mustafa Suphi Yoldaş ve Anadolu Komünistleri" başlıklı yazısında şöyle anlatır: "Vaziyeti siyasiye tam bu merkezde iken Avrupa emperyalistleri tarafından Türkiye burjuvazisine anlaşma teklifi vaki oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, sulh esaslarını konuşmak ve kararlaştırmak için Londra Konferansı'na davet ediliyordu. Avrupa burjuvazisi ile anlaşma lüzumuna kani olan bu genç burjuvazi, Avrupa'daki efendilerin hoşnudisini üzerine celbedebilmek için her iki cephede, Ankara ve Kafkasya'daki Türk komünistlerine karşı kati bir taarruza geçti. ... Ankara'da Türk Halk İştirakiyyun Fırkası'nın azaları 11, 27, 28 Kânunusani [Ocak] 1921 tarihlerinde grup grup tevkif olunarak hapishanenin ıslak ve karanlık köşelerine atılırken, diğer taraftan şark cephesinde Suphi ve arkadaşlarına karşı caniyane bir facia oynanmağa başlamıştı. Suphi'nin Anadolu'ya duhulünü teşvik eden burjuva acentaları, burjuva uşakları, zahiren Suphi ve arkadaşlarının yüzüne gülmüşler, yoldaşlık etmişler ve alttan alta bu facianın tertibatını ikmal ile meşgul olmuşlardır. ... Suphi ve arkadaşlarını -şüphesiz imha etmek emeliyle- Erzurum'dan Trabzon'a yollamışlar ve Trabzon'da da yanındaki 14 arkadaşıyla beraber Anadolu komünistlerinin son grubunun tevkif olunduğu 28 Kânunusani 1921 gününde vahşiyane bir surette parçalayıp denize atmışlardır."
Daha sonraları, Üçüncü Enternasyonal tarafından Şubat 1930'da kabul edilen "Türkiye Meselesine Dair Tezler"de TKP, bu dönemi şöyle değerlendirdi: "Halk iştirakiyun fırkası ... istiklal mücadelelerinin ilk merhalesinde çok kuvvetli olan yoksul köylü hareketini kommunizme doğru çevirmek, ve onun başında, milli kurtuluş hareketinin hegemonyasını ele geçirmek hedefi üzerine bütün gayretlerini teksif etmişti. Halk iştirakiyun fırkasının 'yeşil ordu' (kemalistlere hasım, yoksul köylülerin inkılapçı teşkilatı) ile ve onun elebaşılarıyla kaynaşmasının sebebini burada aramak lâzımdır. Kommunistlerden yardım gören 'yeşil ordu'nun bir ara kemali ve taraftarlarını yenmesine ve onların yerini tutmasına ramak kalmıştı. Bu teşebbüsün mağlubiyeti ve SSCİ'de bulunan harp esirleri arasından KB.nin müzahereti ile doğmuş olan Türkiye kommunist fırkasının baş teşkilatçılarından 'onbeş' mücahidin ...canavarcasına boğazlattırılmaları kommunist teşkilatını tali rola irca etmişti [ikincil role indirgemişti] (kânunusani 1921)."
Aynı olayları değerlendiren Mustafa Kemal, Tevfik Rüştü Aras'a gönderdiği 16 Mayıs 1921 tarihli mektupta şöyle yazıyordu: "...geçen yılda Rusların eğilimlerini ve büyük yardımlarını sağlamak için müsamaha edilen ve Komünizmi temsil eden her türlü örgütlenmeler tüm olarak ortadan kalkmıştır. Türkiye Komünist Partisi ile Halk İştirakiyun Fırkası bugün tam olarak dağılmış ve ülkede Komünizm mesleğini tutan ve temsil eden resmi, özel hiçbir örgüt kalmamıştır."
İkinci Kongre
En seçkin yöneticilerini kaybeden, yasal örgütleri ve yayın organı kapatılarak yasal çalışması önlenen ve ağır baskılarla karşılaşan komünistler, bütün engellere rağmen mücadeleye devam ettiler. Komünistlere yönelik baskı ve terör uygulaması, ülke içinde ve dışında yoğun protestolara yol açtı. 9 Mayıs 1921'de 15'er yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilen Nazım Bey, Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirvan gibi THİF yöneticileri, Sakarya savaşı sonrasında, Batılı emperyalist ülkeler karşısında pozisyonunu güçlendirmek amacını taşıyan hükümetin, komünistlere siyasal haklarını tanıma kararıyla 29 Eylül 1921'de serbest bırakıldı. THİF 29 Mart 1922'de yeniden düzenli olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde THİF'in yayın organı haftalık Yeni Hayat gazetesiydi.
Parti, yaralarını sarmak ve yeni duruma uygun politikalarını belirlemek üzere 15 Ağustos 1922'de Ankara'da kongre toplama kararını aldı. Kongre THİF'in ilk, TKP'nin ikinci kongresi olacaktı. Henüz işgalci Yunan ordularına karşı belirleyici zaferin kazanılmadığı, ulusal mücadele açısından bu kadar kritik bir dönemde bile Ankara hükümeti kongreyi yasakladı. 12 Ağustos 1922 tarihinde alınan bu yasaklama kararının ardından hükümet kongreye öteki illerden gelen kimi delegeleri tutukladı ve kongreye katılmalarını engelledi. Fabrikalardan gelecek işçi komünist delegelere engeller çıkarıldı. Kongreyi izlemeye gelen Fransız Komünist Partisi delegesi kurşunlandı. Oysa, kongreden 45 gün önce hükümetten gerekli izin alınmıştı.
Bütün baskılara rağmen kongre, Komintern temsilcilerinin de katılımıyla Küçükesat bağlarında toplandı ve çalışmalarını sürdürdü. Yapılan beş oturumda güncel gelişmeler ve TKP'nin politikaları enine boyuna tartışıldı. Kemalist burjuvazinin emperyalizmle uzlaşma ve işçi köylü kitlelerine terör uygulama siyaseti teşhir edildi. Önceliğin ulusal kurtuluş savaşının tamamlanmasına verilmesi, emperyalist işgale karşı olan bütün siyasal grupların birliğinin sağlanması, buna karşılık partinin işçi ve köylülerin çıkarlarını korumak üzere bağımsızlığını sürdürmesi, burjuvazinin emperyalizmle uzlaşma girişimlerine karşı çıkılması kararlaştırıldı. Yeni merkez komitesi seçildi ve Salih Hacıoğlu genel sekreterliğe getirildi.
Ne var ki, İzmir'in kurtarılmasından üç gün sonra, 12 Eylül 1922'de, THİF yeniden yasaklandı. Kongrenin üzerinden henüz yaklaşık üç hafta geçmişken alınan bu kararla, Ankara hükümeti, o güne kadar yasal çalışma yürüten TKP'yi yasaklamış oluyordu. THİF'in Yayın organı Yeni Hayat gazetesi kapatıldı. Burjuvazi, Lozan konferansına giderken emperyalistlere güvence vermek ve her konuda kendi bildiğince pazarlık etmek için komünist muhalefeti bir kez daha susturmaya karar vermişti. THİF, "bugünlerde Avrupa emperyalizmine karşı askeri bir zafer kazandıran", "bir milli hükümetin dağılmadan yaşamasını temin eden Türkiye işçi ve köylüleri"nin çıkarlarına taban tabana zıt bu anti-demokratik kararı protesto etti ve "Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası sınıfî bir varlıkdır. O Türkiye işçi ve köylülerinin teşkilatıdır. Bu sınıflar mevcud oldukça fırka yaşayacaktır. Bu sınıflar imha edilemez ki fırkayı imha ve ilga edebilesiniz" diyerek komünistlerin mücadeleye devam edeceğini açıkladı. Hükümetten, partinin serbest ve yasal olarak çalışmasını talep etti. Türkiye Halk İştirakiyun Partisi yöneticileri ve bir kısım üyeleri tutuklanıp işkenceden geçirildi. Sonunda 35 kişi hakkında dava açıldı. 9 Ağustos 1923'te verilen kararla, hükümetin yasaklama emrine uymadıkları ve parti faaliyetlerine devam ettikleri gerekçesiyle Salih Hacıoğlu üç buçuk ay, Nazım, Kenan, Ahmet Hilmi, Nizamettin Nazif ve Baytar Osman üçer ay hapis cezasına çarptırıldılar.
Üçüncü Kongre
İşgal altındaki İstanbul'da çalışan komünistler, TİÇSF'nin ve Kurtuluş dergisinin Mart 1920'de kapatılmasından sonra, Haziran 1921'de Aydınlık dergisini çıkardılar. Derginin yayını bir süre sonra İngilizler tarafından durduruldu. Mayıs 1922'de derginin yeniden yayınlanmasına izin verildi.
Kasım 1922'de padişahlık kaldırıldı ve İstanbul ulusal hükümetin siyasal denetimine geçti. TİÇSF, 15 Nisan 1923'te TKP'nin yasal kolu olarak yeniden faaliyete başladı. Sadece 15 gün sonra, 1 Mayıs 1923'te dağıtılan parti bildirisi bahane edilerek TİÇSF yöneticileri "vatana ihanet" suçlamasıyla tutuklandı. Burjuvazi işçi sınıfını milliyetçi bir merkez etrafında toplayarak doğrudan doğruya kontrol etmek istiyordu. İstanbul'da bağımsız bir işçi birliği oluşturan komünistleri vatana ihanetle suçlayıp zindanlara atmak demokrasinin en küçük belirtisine bile tahammülü olmayan burjuvazinin bu amacına uygun bir önlemdi. Burjuvazinin baskı ve terörüne uğrama sırası artık İstanbul'daki komünistlere gelmişti. Komünistler, yargılama sonunda beraat ettilerse de baskılar sürdü ve TİÇSF 1924'te feshedildi.
Daha kurulduğu günden başlayarak ezilmeye çalışılan ve yasal örgütlenme olanağı da ortadan kaldırılan TKP'nin üçüncü kongresi bu baskı ortamında İstanbul Akaretler'de gizlice toplandı. Emperyalist işgale son verilerek siyasal bağımsızlığın elde edildiği, iktidarın milli burjuvazinin eline geçtiği yeni koşullarda TKP'nin yönelimini belirlemeyi amaçlayan kongre 1924'ü 1925'e bağlayan yılbaşı gecesinde yapıldı. Kongrede yeni bir programın hazırlanmasına karar verildi ve bu programın anahatları belirlendi. Genel sekreterliğe Şefik Hüsnü getirildi.
Üçüncü Kongreden iki ay sonra Mart 1925'te Şeyh Sait önderliğindeki Kürt isyanını gerekçe göstererek Takrir-i Sükûn (Sessizliğin Sağlanması) kanununu çıkaran burjuvazi açık diktatörlüğünü kurdu. Partinin yasal yayın organları Aydınlık ve Orak-Çekiç kapatıldı. Kapatılan bu dergilerin yerine, Bursa'nın yerel Yoldaş gazetesi 23 Nisan 1925'te yeni bir içerikle çıkarıldı. Ancak o da derhal yasaklandı. 1 Mayıs 1925 münasebetiyle Amele Teali Cemiyeti'nin yayınladığı broşür üzerine geniş bir tutuklama başlatıldı ve önde gelen komünistler Ankara'ya götürülerek istiklal mahkemesinde ağır cezalara çarptırıldı. Yakalanamayan Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Ali Cevdet ve Hasan Ali Ediz gıyaplarında 15 yıla mahkûm edildiler.
Likidatörler
Tutuklamaların yol açtığı düzensizliği ortadan kaldırmak üzere Mayıs 1926'da Şefik Hüsnü'nün girişimiyle Viyana'da parti konferansı toplandı. TKP'nin ikinci programının taslağı kabul edildi. Komintern yönetiminde görev yapan Şefik Hüsnü'nün liderliğinde yurt içindeki çalışmaları yürütmek üzere örgüt sekreterliğine Vedat Nedim getirildi.
Vedat Nedim dönemi tam bir menşevik yönelim dönemi oldu. Vedat Nedim yönetimi, partiye Leninist ilkelerden uzak bir hareketsizlik çizgisini dayatmaya kalkıştı. Bu durum partinin yerel örgütlerinde tepkiye yol açtı. Kemalist iktidarın tanımlanması, partinin rolü ve örgütlenme ilkeleri konusunda parti içinde yoğun tartışmalar yaşandı. Vedat Nedim ve yardımcısı Şevket Süreyya, gittikçe daha geri noktalara kaydılar ve tam bir likidasyon programını savunmaya başladılar.
Bu durumun partinin varlığını tehlikeye düşürdüğünü saptayan Komintern'in onayıyla yeni bir geçici merkez komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bunun üzerine Vedat Nedim parti belgelerini polise teslim etti ve yönetim değişikliğini gerçekleştirmek için Türkiye'ye gizlice dönen Şefik Hüsnü'yü yakalattı. Bir başka deyişle, Vedat Nedim ve Şevket Süreyya menşevik çizgilerini polisle işbirliği noktasına getirdiler. 1927 tevkifatı olarak bilinen bu yaygın tutuklama kampanyasında partinin İstanbul, Adana ve İzmir örgütlerinden 48 kişi mahkemeye çıkarıldı. Ayrıca Nazım Hikmet'in ve İ. Bilen'in de aralarında bulunduğu 6 kişi gıyabi olarak yargılandı. 30 kişi gizli örgüt kurmaktan hüküm giydi.
Buna karşılık, dönek Vedat Nedim ve Şevket Süreyya, Marksizm-Leninizmi geçersiz ilan ettiler ve kemalizmin tek geçerli ideoloji olduğunu savundular. Daha sonra, 1932 yılında Kadro dergisini çıkardılar. Sosyalizme ve liberalizme karşı üçüncü yol olarak sundukları kemalizmin bayraktarlığını yaptılar, şeflere tapınmanın, devleti yüceltmenin ve Türk milliyetçiliğinin teorisini işlediler.
Daha önce değindiğimiz "Türkiye Meselesine Dair Tezler"de partinin bu dönemi şöyle değerlendiriliyordu: "1925-1927 devresinde fırkanın merkez komitası artık kendisine düşen vazifeleri başaracak bir seviyede bulunmuyordu. En azimli üyelerinin mahkûm edilerek hareket haricine atılmış olmasından, o son derecede zayıf bir hale gelmiş, istiklal mahkemelerinin tethişkâr kararlarından gözü korkmuş ve maneviyatı kırılmıştı. Böylece kendisini kaptırdığı yılgınlıktan kaynaklanan ısrarlı hareketsizliği (pasivite) mazur göstermek ihtiyacı ile o, sosyal-iktisadi vaziyetin bir menşevikçe değerlendirmesine saplanmış ve tam manası ile tasfiyeci (likidasyonist) bir fikriyat ileri sürmüştü. Bu devrede fırkanın tamamıyla çözülmemiş olmasını mahalli teşkilatların yılmaz dayanıklığına ve kommunist gençliğine mensup mücahitlerin sebatlı faaliyetine borçluyuz. TKP, yurtdışında bulunan, KB.nin kayıtsız şartsız itimadını haiz mahkûm liderlerin idaresi altında 1927'de, bu korkak ve fikriyat bakımından soysuzlaşmış amirleri başından attı; ve tecrübe edilmiş ve KB.nin hattına sadık fırka ve kommunist gençliği mücahitlerinden meydana gelen yeni bir idareci kadronun liderliği altında yeniden inkılabî mücadelelere atıldı. Bu dönümün tatbikinden kaynaklanan hiyanetler, kütlevi tevkifat ve mahkûmiyetler fırkanın gelişmesini sekteye uğratmak şöyle dursun, ona büyük bir hız verdiler ve işçiler nezdinde kommunizmin itibarını yükselttiler."
Vedat Nedim ile Şevket Süreyya'nın görevden alınması ve geçici merkez komitesinin kurulması parti içindeki çatışmayı sona erdirmedi. 1928 ve 1929 yılları TKP'ye yönelik iki yeni tutuklama kampanyasına tanık oldu. 1929 tutuklamalarında yakalananlar arasında merkez komite üyeleri İ. Bilen, Hikmet Kıvılcımlı ve Hüsamettin Özdoğu da bulunuyordu. Bu tutuklamaların ardından, TKP içinde, kemalist iktidara karşı takınılacak tutum konusunda, bölünmeyle sonuçlanan bir anlaşmazlık çıktı. Nazım Hikmet'in de içinde bulunduğu "işçi muhalefeti" olarak adlandırılan sol muhalif grup, burjuvaziyle uzlaşmaya karşı çıkıyor ve daha sol bir mücadele çizgisi öneriyordu. Bu gruba mensup partililer, 1929'da İstanbul'da Pavli adasında bir kongre topladı ve yeni bir merkez komitesi seçti. Seçilen bu komite Komintern'e başvurarak kongrenin tanınmasını istedi. Komintern, Mart 1930'da bu isteği reddetti. Komintern'in bu kararından sonra muhalefette yer alan üyelerin bir kısmı geriye döndüyse de, muhalif grubun çoğunluğu bu kararı tanımadı, kendini asıl parti sayarak faaliyetine devam etti. Nazım Hikmet'in de içinde bulunduğu adı geçen muhalif grup troçkizm suçlamasıyla partiden çıkarıldı. (Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 76). Parti merkez komitesi, 1929'da Kommunist, 1930'da İnkılap Yolu dergilerini yayınladı.
Dördüncü Kongre
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü sistemli biçimde bastıran kemalist devletin artık gelenekselleştirdiği TKP tutuklamaları devam etti. 1930 tutuklamalarında o sırada örgüt sekreterliğini yürüten Hasan Ali Ediz de yakalandı. 1931 yılındaki yeni tutuklamalardan sonra, parti içindeki bölünmeye ve örgütsel kargaşaya son vermek üzere Şubat 1932'de İstanbul'un Defterdar semtinde Dördüncü Kongre toplandı.
Dördüncü Kongrenin gündeminde, 1. Partinin durumu ve politik platformu üzerine rapor; 2. Program ve tüzüğün yenilenmesi; 3. Yeni çalışma platformunun onaylanması; ve 4. Yeni merkez komitesinin seçilmesi yer alıyordu. Kongrede yeni çalışma platformu onaylandı. Program ve tüzükte değişiklik yapılması kararlaştırıldı. Partinin gizlilik koşullarına uygun çalışmalar yürütebilmesi amacıyla kararlar alındı. İçlerinde Mehmet Bozışık'ın da bulunduğu işçi ağırlıklı yeni ve geçici bir merkez komitesi seçildi. Emin Sekun örgüt sekreterliğine getirildi. Partiye ihanet etmiş olan dönek Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir'in partiden kovulmaları resmen onaylandı.
Dördüncü Kongreden sonra daha düzenli hale giren TKP çalışmalarına Türk burjuvazisi aynı yıl içinde dört büyük komünist tutuklaması ile karşılık verdi. Dördüncü Kongrenin hemen ardından yakalanan Emin Sekun yedi yıl cezaya çarptırıldı. Hükümet, komünistlerin ağır koşullarda büyük bir yiğitlik ve fedakârlıkla sürdürdükleri mücadeleyi söndürmek amacıyla 1933, 1934, 1935 ve 1936'da da tutuklamalar yaptı. 1933'te Nazım Hikmet ve yoldaşları tutuklandı ve Bursa'da yargılandı. Görüldüğü gibi, burjuvazi işçi sınıfının örgütlü mücadelesini yok etmeye çalışırken grup ayırımı yapmıyor, sürekli bir terör siyaseti uyguluyordu.
Parti bu dönemde en küçük yasal olanaklardan bile yararlanmak için özel düzenlemeler yaptı ve çalışma tarzında sekterlik eğilimlerini düzeltmeye gayret etti. Dönemin örgüt sekreterliğini, Komintern'de TKP temsilcisi olarak görevlendirildiği 1937 yılı sonuna kadar İ. Bilen yürüttü. Dördüncü Kongrede hapisteyken merkez komitesi üyeliğine seçilen İ. Bilen hapis cezasının bitiminde sürgüne gönderilirken kaçmayı başarmış, 1934 yılında yapılan MK Plenumunda örgüt sekreterliğine getirilmişti.
Faşizme Karşı Mücadele ve Separat Kararı
Dünya komünist hareketi 1935'te yapılan yedinci Komintern kongresinde, dünya çapında faşist tehlikeyi durdurmak için yeni bir yönelim benimseyerek "savaşa ve faşizme karşı birleşik cephe" siyasetini öne çıkardı. Komintern, Türkiye'ye ilişkin olarak, Alman faşizminin yayılma planlarını dikkate aldı ve bu planları boşa çıkarmak, Türk hükümetini Sovyetler Birliği'yle dost bir çizgide tutmak için Türkiye seksiyonunda köklü örgütsel ve siyasal değişiklikler yapılmasını kararlaştırdı. TKP'nin Komintern bünyesinden örgütsel olarak ayrılmasını ve ayrı çalışma yürütmesini istedi. "Desantralizasyon" veya "Separat" kararı olarak adlandırılan bu düzenlemeye bağlı olarak TKP yeni bir politika benimsedi. Bu politika, 20 Ağustos 1936'da "Türkiye Komünist Partisi'nin Yeni Taktikasına Dair Merkez Komitesinin Beyanatı" adlı parti belgesiyle açıklandı.
Belge, "Milli istiklalimiz yeniden müthiş bir tehlikeye maruz bulunuyor. Bu tehlikenin başlıca kaynağı, Hitler faşizminin Almanya'da galebe çalması üzerine milletlerarası durumun son derecede karışması ve gerginleşmesi, ve bu büyük devletin her an bir imperyalist harp tutuşturacak şekilde ortalığa provokasyonlar saçmasıdır" saptamasıyla başlıyordu.
Bu saptamadan şu sonuç çıkarılıyordu: "Bu vaziyet bütün düşüncelerimizi ve dikkatlerimizi memleketimizin bu en canalacak meselesi üzerinde toplamamızı, ve tekmil vatanseverlerle el ele vererek, harp ve faşizme karşı, barışı devam ettirmek için, teşkilatlı bir tarzda çalışmamızı zaruri kılmaktadır."
Parti, faşizme karşı en geniş birliği kurmak, demokratik halk cephesini oluşturmak için çalışma usullerini kökten değiştireceğini, bundan böyle "bütün faaliyetlerini herkesin gözü önünde, legal olarak yapmayı" kararlaştırdığını belirterek, "legal bir halk hareketinin teşekkül ve inkişafına engel olan sebepleri ortadan kaldırmak için, hükümetin nihayet almağa karar vereceği tedbirleri, biz ve partimizin rehberliği altında yürüyen emekçi kitleler memnuniyetle alkışlayacağız" açıklamasında bulundu.
TKP faaliyet programının öngördüğü "Türkiye Komünist Partisi iktidarda bulunan Halk Partisi'ne karşı barışmaz azimkârane bir tarzda mücadele eder" hükmü Komintern'in ve TKP Merkez Komitesinin kararlarına uygun olarak bir yana bırakıldı ve Parti "o zamanki İsmet İnönü hükümetinin, memleketin milli bağımsızlığına, sosyal gelişmesine hizmet eden, memleketin ve halkın yararına olan bütün icraatında aktif olarak desteklenmesine karar verdi. Partiye bağlı gizli işçi sendikaları ve gizli Komünist Gençlik Teşkilatı kaldırılarak üyeleri legal işçi ve gençlik teşkilatlarına girmekle görevlendirildi". (Zeki Baştımar, "Komintern 7. Kongresi'nin 30. Yıldönümü Konuşması", Yeni Çağ, Ekim 1965'den aktaran Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 126).
Yeni politika, iktidarın komünistlere karşı tutumunu değiştirmedi. Baskı ve şiddet aynen devam etti. Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı başta olmak üzere birçok partili 1938'de Harp Okulu ve Donanma davalarında ağır cezalara çarptırıldı. Bununla birlikte, yeni çalışma tarzı partinin güçlenmesini ve faşizme karşı önemli bir gücü seferber edebilmesini sağladı. Zeki Baştımar'ın sözleriyle, "Sendika hareketinde sola doğru bariz bir kayma oldu. Legal solcu sendikalar ve sendika önderleri Türkiye işçi hareketinde önemli bir rol oynamaya başladılar. Gençlik hareketi canlandı. Gençliğin, özellikle üniversiteli gençliğin inisiyatifi arttı. Evvelce aşırı milliyetçi çevrelerin etkisi altında olan hareketin yönü değişti. İlerici gençliğin sesi daha gür çıkmaya başladı."
İkinci Dünya Savaşı sırasında TKP üzerindeki baskılar daha da şiddetlendi. Buna rağmen TKP, Alman emperyalizminin işbirlikçi uzantısı ırkçı-faşist harekete karşı kararlı biçimde mücadele etti. Faşizme karşı yoğun bir teşhir kampanyası yürüttü. İkinci Dünya Savaşı sırasında CHP üst yönetiminin gitgide Nazi taraftarı bir çizgiye kayması, özellikle Şükrü Saraçoğlu'nun başbakanlığı sırasında Türkiye'nin Nazi Almanyası'nın yanında savaşa sürüklenmesinin an meselesi haline gelmesini dikkate alan TKP, 1943 yılında yapılan merkez komitesi genel toplantısında faşizme ve vurgunculuğa karşı geniş cephe platformunu kabul etti ve faşizm yanlısı iktidara karşı mücadele çağrısını yaptı. Bu politikayı açıklamak için En Büyük Tehlike ve Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum? adlı broşürler legal olarak yayınlandı. İkinci Dünya Savaşının sonlarına doğru faşizmin yenilgiye uğrayacağı kesinleşince uygun hale gelen ulusal ve uluslararası koşullardan yararlanan TKP bir canlanma ve genişleme dönemine girdi. Partinin üye sayısı ve örgüt birimleri arttı. Kitle örgütleri içinde daha yoğun çalışmalar gerçekleştirilirken, parti kendi girişimleriyle de yeni kitle örgütleri kurmaya soyundu; siyasi ve kültürel yayınlar çıkartmaya başladı. İktidar bu adımlara 1944'te geniş bir tutuklamayla yanıt verdi. Baş sanık, o sırada örgüt sekreterliği görevini üstlenen Reşat Fuat'tı. TKP üyeleri ve yöneticileri işkenceli sorgulardan geçirildiler ve zindanlara kapatıldılar.
Çok Partili Rejime Geçiş ve TKP'nin Legale Çıkması
İkinci Dünya Savaşının ertesinde TKP, tek parti rejimine son verilmesi, özgürlük ve bağımsızlık, köklü toprak reformu, ırk ve millet ayırımı gözetmeksizin bütün vatandaşlara eşitlik, barışseverlik ve dostluk ilkelerine dayanan yeni bir düzen kurulması çağrısında bulundu ve bu amaçla "ileri demokratlar cephesi" oluşturmaya çalıştı. Bu girişimden ürken tek parti iktidarı antikomünizmi ve antisovyetizmi körükledi, 4 Aralık 1945'te kışkırttığı çapulcularla sol eğilimli Tan matbaasını yıktırdı, üniversitelerde cadı kazanını kaynatarak sol eğilimli öğretim elemanlarını tasfiye etti.
Bu arada, Almanya-İtalya-Japonya blokunun oluşturduğu faşizm cephesinin yenilmesiyle belirlenen yeni uluslararası ortamın zorlamasıyla Türkiye'deki tek-parti diktatörlüğü Temmuz 1945'te çok partili sisteme geçiş kararı almıştı. Siyasal parti ve dernek kurma yasağı kaldırıldı. TKP legale çıkmayı kararlaştırdı. Ne var ki, parti içinde yıllar önce meydana gelen, daha önce sözünü ettiğimiz bölünmenin de etkisiyle iki legal sosyalist parti ortaya çıktı. 1946 yılının Mayıs ayında, içinde Hüsamettin Özdoğu gibi bölünme sırasında muhalefette yer almış kimi TKP'lilerin de bulunduğu Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) kuruldu. Onu, aynı yılın Haziran ayında Şefik Hüsnü'nün başkanlığında kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) izledi. Merkez Komitesinin kararıyla kurulan legal Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi aşağı yukarı TKP'nin ana teşkilatından oluşuyordu. Komünistler derhal işçi sendikaları oluşturmaya başladılar. Komünistlerin yoğun bir sendikal örgütlenme faaliyetiyle özellikle işçiler arasında güç kazanmakta olduğunu gören CHP hükümeti, hem TSEKP'i, hem TSP'yi, hem de bu iki partiye bağlı örgütleri 1946 yılının Aralık ayında kapattı. Her iki partiden komünistler ağır cezalara çarptırıldı. Böylece, ülkemizde çok partili rejim, komünistlere ve sola hayat hakkı tanımayan anti-demokratik bir kapitalist oligarşi olarak doğdu. Türk burjuvazisinin çok partili sistemi, tıpkı tek partili sistemi gibi, komünistlere ve solculara sımsıkı kapalıydı. Başında tek-parti döneminin eski bakan ve başbakanlarından Celal Bayar'ın bulunduğu sağcı, liberal-muhafazakâr Demokrat Parti'nin yolu böyle açıldı.
İkinci Dünya Savaşından olağanüstü kazançlı çıkan ve dünya hakimiyetini eline geçirme stratejisini benimseyen ABD ile "harp içinde güttüğü halka karşı politika yüzünden halkın güvenini tamamen kaybeden" ve bu nedenle "dışarıda bir destek, tutunacak bir kuvvet arayan" iktidardaki gerici sınıflar arasındaki ilk ikili anlaşma 12 Temmuz 1947'de imzalandı. Bu anlaşma uyarınca ABD, Türkiye'ye 100 milyon dolar tutarında askeri ve ekonomik kredi açtı; karşılığında Türkiye'de üs kurma hakkını elde ettiği gibi askeri, ekonomik ve hukuksal ayrıcalıklara kavuştu. Türkiye, 1948 yılında Marşal Planı kapsamına alındı ve yeni krediler elde etti. TKP, Türkiye'nin Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgesi haline getirilmesine dönük bütün girişimlere en başından itibaren bayrak açtı.
Demokrat Parti'nin Karanlık Terörü
14 Mayıs 1950'de yapılan seçimleri Demokrat Parti kazandı. Demokrat Parti iktidarı, Amerikan emperyalizmine bağımlılığın, soğuk savaş zihniyetinin, halk düşmanlığının cisimleşmesi oldu. Demokrat Parti, komünistlere baskı açısından önceli Cumhuriyet Halk Partisi'nin tüm uygulamalarını aynen devam ettireceğini kanıtladı.
Demokrat Parti yönetiminin ilk işlerinden birisi, ABD'nin isteğine uyarak Kore'ye asker göndermek oldu. 4500 kişiden oluşan Kore Türk Tugayı 25 Temmuz 1950'de alınan Bakanlar Kurulu kararıyla Kore'ye gitti ve savaşa katıldı. İktidar, bu adımla, emperyalizmin saldırgan askeri paktı NATO'ya daha kısa süre içinde katılma hesabını da yapıyordu. Nitekim, 18 Şubat 1952'de Türkiye NATO'ya girdi.
Türkiye'nin Amerikan emperyalizminin üssüne dönüştürülmesine karşı çıkan, Kore'ye Amerikan emperyalizminin emrinde savaşmak için asker gönderilmesine karşı geniş bir kampanya yürüten TKP, 1951 yılında büyük bir tutuklamayla karşılaştı. TKP, 1951 tutuklamasıyla ağır yara aldı, dönemin örgüt sekreteri Zeki Baştımar ile Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Mihri Belli, Mehmet Bozışık dahil parti yöneticilerinin ve üyelerinin büyük bölümü yakalandı. Hasan Basri işkencede öldürüldü. Tutuklamaların yarattığı moral bozukluğunun da etkisiyle parti yöneticileri arasında hizipleşmeler ve bölünmeler meydana geldi. Partinin yurt içindeki eylem gücü neredeyse tükenme noktasına geldi. Komünistlerin çoğu 1950'leri hapiste ve sürgünde geçirdi.
Bu kısır dönemde, sosyalizm adına ülke içinde yürütülen başlıca faaliyetler legal alanda Hikmet Kıvılcımlı'nın önderliğinde kurulan Vatan Partisi örgütlenmesi ve illegal alanda tutuklamalarda açığa çıkmamış yerel hücrelerin birbirinden kopuk çalışmaları oldu. Vatan Partisi de kuruluşundan 3 yıl sonra 1957'de kapatıldı. Bu dönem boyunca TKP'nin yurtdışındaki kadroları başta merkez komite üyesi ve TKP temsilcisi İ. Bilen olmak üzere yayın ve örgütlenme faaliyetlerine devam etti. Dönemin en önemli faaliyeti, 1958'de kurulan "Bizim Radyo"nun yayınlarıydı.
TKP'nin önde gelen liderlerinden Şefik Hüsnü hapis cezasını tamamladıktan sonra sürgüne gönderildiği Manisa'da 1959'da öldü.
Toparlanma Çabaları
Demokrat Parti iktidarı 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle devrildi. Amerikan emperyalizmine bağımlı kapitalist ekonomik ve sosyal politikaların yol açtığı ekonomik çöküntü 1958'den itibaren belirgin bir durum almış ve toplumsal muhalefetin gelişmesi sonucunu doğurmuştu. TKP 1962 Konferans Kararında işaret edildiği gibi, 1960 yılında "ayaklanma şeklini almaya ve halk yığınlarına sirayet etmeye yüz tutan kitlevi öğrenci hareketlerinin emperyalizme ve topyekün gericiliğe karşı dönmesi tehlikesi, memleketin soygunundan dilediği payı alamayan bir kısım burjuvaziyi 27 Mayıs askeri devirmesine zorlamıştı."
Parti yöneticileri hapis ve sürgün cezalarını tamamlayıp serbest bırakılınca, TKP'nin yurtdışı kadroları onlara yurtdışında yapılacak bir parti konferansında biraraya gelme ve aralarındaki sorunları giderme çağrısını yaptı. Çağrıya son örgüt sekreteri Zeki Baştımar uyarken Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gibi eski yöneticiler uymadılar. Zeki Baştımar Ağustos 1961'de yurtdışına gitti. Merkez Komitesinin iki üyesi İ. Bilen ve Zeki Baştımar'ın bir araya gelmesiyle Dış Büro oluşturuldu ve yeni örgütsel düzenlemelerle TKP daha hareketli hale geldi.
2-6 Nisan 1962'de Leipzig'de yapılan "TKP MK Dış Bürosu ile memleket dışındaki parti grupları aktifinin müşterek toplantısı"nda veya kısa adıyla 1962 Konferansında Zeki Baştımar'ın sekreterliğinde İ. Bilen, Nazım Hikmet ve A. Saydan'ın içinde bulunduğu yeni Merkez Komitesi Dış Bürosu seçildi. Eski tutuklamaların alevlendirdiği hizipleşmeler ve bölünmelerin etkisiyle Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi ülke içinde bulunan TKP liderleri konferansa katılmadılar. Böylece komünist hareketin birliğini sağlama, birleşik bir parti önderliği kurma yolunda büyük bir fırsat kaçırılmış oldu. Mehmet Bozışık, bu olayı şöyle anlatıyor: "1951 Adnan Menderes döneminde 186 komünistin tutuklanması sonucunda Harbiye hapishanesinde komünistler arasında meydana gelen ihtilaf sonucu partililer arasında büyük kavgalar olmuş ve bu tutuklamada TKP telafisi zor yaralar alarak birkaç gruba ayrılmıştır. Bu ayrılıkların telafisi ve aralarındaki görüş farklılıklarının giderilmesi için partinin dış kanadına mensup MK üyelerinin daveti üzerine dış memleketlere bazı yoldaşlar gitmiştir. Bazıları ise bu davete icabet etmemiştir." (Mehmet Bozışık, "Türkiye'nin Durumu ve Sorunlarımız", Ürün Kitap Dizisi, sayı 2, 15-16 Haziran 1997, s. 33). Mehmet Bozışık, "partimizin dış kanadının daveti"nin kabul edilmemiş olmasının partiye "büyük zararlar, fireler" verdiği değerlendirmesini yapıyor. (a.g.y.).
1962 Konferansında alınan kararlara uygun olarak 1963 yılında Yurdun Sesi, 1964'te Yeni Çağ yayınlanmaya başladı. Özellikle Batı Almanya'da artık yoğun bir topluluk oluşturan göçmen işçiler arasında çalışma yürütüldü.