Sosyalist Dergi: 7 |  Muhsin Salihoğlu |
80 YILDAN SAYFALAR

     Kuruluş Kongresi ve Bileşenler
     Türkiye proletaryasının öncü siyasal örgütü TKP seksen yıl önce, 10 Eylül 1920'de kuruldu. Kuruluş kongresi, Ankara hükümetinin izin vermemesi üzerine Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti'nin başkenti Bakû'da yapıldı. Kongre, çeşitli komünist grup ve örgütleri biraraya getirdi ve merkezi bir parti halinde birleştirdi. Program ve tüzüğü kabul etti. Ulusal kurtuluş savaşı, toprak sorunu ve köylülük içinde çalışma, milliyetler sorunu, kadın hareketi gibi konularda önemli kararlar aldı. Mustafa Suphi'yi başkanlığa, Ethem Nejat'ı genel sekreterliğe seçti.

     TKP'nin kuruluşu, dünya kapitalizminin birinci genel bunalımını başlatan birinci dünya savaşında ağır felâketler yaşayan, Rusya'da, Almanya'da ve Macaristan'da bu felâketleri ortadan kaldırmak üzere harekete geçen kardeşlerinin sosyalist devrimlerine tanık olan ve dünya savaşının hemen ardından varlığına kasteden emperyalistlere karşı silaha sarılan Türkiye proletaryasının, köylülerinin ve devrimci aydınlarının büyük başarısıydı.
     TKP, Türkiye proletaryasının uluslararası ve ulusal mücadele deneyiminin ürünüydü; daha doğuşunda enternasyonalizmi ve yurtseverliği birleştirmişti. Mustafa Suphi'nin kongrede yaptığı konuşmada ayrıntılı biçimde açıkladığı gibi, "Cihan harbinin zuhuru ile memleketimizin mağdur sınıflarından yüzbinlerle amele ve rençberlerin asker sıfatıyla Rusya'ya esir düşerek Sibirya, Türkistan, Kafkasya ve nihayet İdil ve Ural boylarındaki demiryol, fabrika ve köy işlerinde çalıştırılmaları" sonucunda Türkiye işçileriyle Rusya proletaryası arasında dostluk ve yakınlık kurulmuş, her iki kesim birlikte sınıf mücadelesine katılmaya başlamıştı. Ayrıca, "vaktiyle memlekette halkçılık ve sosyalistlik hayaline hizmet edip beladan belaya uğrayan ve nihayet muhaceret ve esaret yoluyla bu işçiler kafilesi içinde çalışmaya mecbur olan muallim, muharrir inkılapçılarımızdan bazı gençler" kapitalizme ve savaşa karşı bilinçlenmişlerdi. Böylece 1915 yılından itibaren Türk işçi ve köylüleri ile Rus Bolşevikleri arasında ilişki kurulmuş, bir Türk Bolşevikleri grubu ortaya çıkmıştı. 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinden sonra bu grup Moskova'da Yeni Dünya gazetesini çıkarmış, 20 Temmuz 1918'de Türk Sol Sosyalistler konferansını toplamıştı. Konferans Türkiye Komünist Teşkilatı'nın kurulmasını, Rusya ve Türkiye'de yürütülecek propaganda ve örgütlenme çalışmalarının ardından ilk fırsatta Türkiye Komünist kongresinin toplanmasını ve "teşkilatın fırka haline getirilmesi"ni kararlaştırmıştı. Türkiye Komünist Teşkilatı, Üçüncü Enternasyonal'in kuruluş çalışmalarına ve 1919 yılının Mart ayında toplanan birinci kongresine de katılmıştı.
     Öte yandan, Hilmioğlu Hakkı'nın belirttiği gibi, dünya savaşı sırasında "Tophane, Zeytinburnu, Tersane ve sair fabrikaları sanayi mekteplerine mensup dört bin kadar genç işçi, fabrikalarda sanat öğrenmek ve staj yapmak için Almanya ve Avusturya-Macaristan'a gönderildi. Bu genç amelenin büyük bir kısmı Almanya'nın muhtelif şehirlerine dağıtılmıştı ve bu, gençlerin Alman amelesinin hayatına karışmasına, Alman amele teşkilatıyla doğrudan doğruya temasa gelmesine imkân hazırlıyordu. ... Almanya'da inkılap başladığı zaman Türkiye işçileri Spartakların yanında mevki almaktan çekinmediler ve büyük ideale bağlı, saf ve civanmert genç inkılapçılarımız Liebknecht ve Rosa Luksemburg etrafında Spartaküs harekâtına bilfiil iştirak ettiler." Ayrıca, Bela Kun'a dayanarak, "Macaristan inkılabına birçok Türk gençlerinin de iştirak ve Türklerin bir ihtilal taburu teşkil ettiğini" açıklayan Hilmioğlu Hakkı'nın vurguladığı gibi, "Avrupa'dan avdet eden yoldaşlar memlekette teşkilat vücuda getirmişlerdir." İstanbul'a dönen komünistler, 22 Eylül 1919'da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nı kurmuşlardı. TİÇSF, Ethem Nejat'ın sözleriyle, "Avrupa'dan; Almanya, Avusturya ve Macaristan ve İsviçre'den gelen kol ve fikir işçilerinin, İstanbul'un eli nasırlı ve mahrum zahmetkeşlerinin birleşmelerinden vücuda gelmiştir." TİÇSF bir yandan Kurtuluş dergisini çıkarıyor, bir yandan da işçileri sendikalarda toplamak için çalışmalar yapıyordu. Ayrıca, üyelerinden birini "amele muhiti olan Eskişehir"e yollamış, bu üye, oradaki bir öğretmenin de yardımıyla İşçi adlı günlük bir sosyalist gazeteyi çıkarmaya başlamıştı.
     Anadolu'da hafi [gizli] Türkiye Komünist Partisi adıyla faaliyet yürüten, zaman zaman Anadolu Komünist Partisi veya Ankara Komünist Partisi olarak da anılan komünistler, emperyalist istilacılara karşı gerilla birliklerinin kurulmasına öncülük etmişlerdi. Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde "Halk Zümresi" içinde yer almışlar, "Yeşil Ordu"nun çalışmalarına katılmışlar, Şefik Hüsnü'nün sözleriyle, "müsellah [silahlı] köylü kuvvetleri üzerinde büyük bir nüfuz kazanmış"lardı. Hafi Türkiye Komünist Partisi, Haziran 1920'de "umumi nizamname"sini ve 14 Temmuz 1920'de kuruluş "beyanname"sini yayınlamıştı.
     Bütün komünist grup ve örgütlerin 10 Eylül 1920 Bakû Kongresi'nde birleşmesinden sonra, burjuvazi 18 Ekim 1920'de resmi bir "komünist partisi" kurdurdu. Burjuvazinin bu oyununu boşa çıkarmak üzere Türkiye Komünist Partisi, Halk Zümresi ve Yeşil Ordu ile birleştiğini ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası adıyla çalışacağını ilan ederek 7 Aralık 1920'de hükümete THİF'in programını, tüzüğünü ve kuruluş bildirgesini sundu. Böylece TKP, THİF adıyla yasal olarak da kuruldu. THİF, Türkiye'nin ilk yasal komünist partisi oldu. Partinin başkanı Tokat mebusu Nazım Bey'di. Parti, görüşlerini yaymak üzere günlük Emek gazetesini çıkarmaya başladı.
     Aynı sıralarda, Bakû Kongresi'nde seçilen TKP liderleri başta Mustafa Suphi ve Ethem Nejat olmak üzere, Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Ankara'ya doğru yola çıktılar. Ziynetullah Nuşirvan'ın "Mustafa Suphi Yoldaş ve Anadolu Komünistleri" başlıklı yazısındaki anlatımıyla, "Vaziyeti siyasiye tam bu merkezde iken Avrupa emperyalistleri tarafından Türkiye burjuvazisine anlaşma teklifi vaki oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, sulh esaslarını konuşmak ve kararlaştırmak için Londra Konferansı'na davet ediliyordu. Avrupa burjuvazisi ile anlaşma lüzumuna kani olan bu genç burjuvazi, Avrupa'daki efendilerin hoşnudisini üzerine celbedebilmek için her iki cephede, Ankara ve Kafkasya'daki Türk komünistlerine karşı kati bir taarruza geçti. ... Ankara'da Türk Halk İştirakiyyun Fırkası'nın azaları 11, 27, 28 Kânunusani [Ocak] 1921 tarihlerinde grup grup tevkif olunarak hapishanenin ıslak ve karanlık köşelerine atılırken, diğer taraftan şark cephesinde Suphi ve arkadaşlarına karşı caniyane bir facia oynanmağa başlamıştı. Suphi'nin Anadolu'ya duhulünü teşvik eden burjuva acentaları, burjuva uşakları, zahiren Suphi ve arkadaşlarının yüzüne gülmüşler, yoldaşlık etmişler ve alttan alta bu facianın tertibatını ikmal ile meşgul olmuşlardır. ... Suphi ve arkadaşlarını -şüphesiz imha etmek emeliyle- Erzurum'dan Trabzon'a yollamışlar ve Trabzon'da da yanındaki 14 arkadaşıyla beraber Anadolu komünistlerinin son grubunun tevkif olunduğu 28 Kânunusani 1921 gününde vahşiyane bir surette parçalayıp denize atmışlardır."
     Daha sonraları, Üçüncü Enternasyonal tarafından Şubat 1930'da kabul edilen "Türkiye Meselesine Dair Tezler"de TKP, bu dönemi şöyle değerlendirdi: "Halk iştirakiyun fırkası ... istiklal mücadelelerinin ilk merhalesinde çok kuvvetli olan yoksul köylü hareketini kommunizme doğru çevirmek, ve onun başında, milli kurtuluş hareketinin hegemonyasını ele geçirmek hedefi üzerine bütün gayretlerini teksif etmişti. Halk iştirakiyun fırkasının 'yeşil ordu' (kemalistlere hasım, yoksul köylülerin inkılapçı teşkilatı) ile ve onun elebaşılarıyla kaynaşmasının sebebini burada aramak lâzımdır. Kommunistlerden yardım gören 'yeşil ordu'nun bir ara kemali ve taraftarlarını yenmesine ve onların yerini tutmasına ramak kalmıştı. Bu teşebbüsün mağlubiyeti ve SSCİ'de bulunan harp esirleri arasından KB.nin müzahereti ile doğmuş olan Türkiye kommunist fırkasının baş teşkilatçılarından 'onbeş' mücahidin ...canavarcasına boğazlattırılmaları kommunist teşkilatını tali rola irca etmişti [ikincil role indirgemişti] (kânunusani 1921)."
     Aynı olayları değerlendiren Mustafa Kemal, Tevfik Rüştü Aras'a gönderdiği 16 Mayıs 1921 tarihli mektupta şöyle yazıyordu: "...geçen yılda Rusların eğilimlerini ve büyük yardımlarını sağlamak için müsamaha edilen ve Komünizmi temsil eden her türlü örgütlenmeler tüm olarak ortadan kalkmıştır. Türkiye Komünist Partisi ile Halk İştirakiyun Fırkası bugün tam olarak dağılmış ve ve ülkede Komünizm mesleğini tutan ve temsil eden resmi, özel hiçbir örgüt kalmamıştır."

     İkinci Kongre
      En seçkin yöneticilerini kaybeden, yasal örgütleri ve yayın organı kapatılarak yasal çalışması önlenen ve ağır baskılarla karşılaşan komünistler, bütün engellere rağmen mücadeleye devam ettiler. Komünistlere yönelik baskı ve terör uygulaması, ülke içinde ve dışında yoğun protestolara yol açtı. 9 Mayıs 1921'de 15'er yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilen Nazım Bey, Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirvan gibi THİF yöneticileri, Sakarya savaşı sonrasında, Batılı emperyalist ülkeler karşısında pozisyonunu güçlendirmek amacını taşıyan hükümetin, komünistlere siyasal haklarını tanıma kararıyla 29 Eylül 1921'de serbest bırakıldı. THİF 29 Mart 1922'de yeniden düzenli olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde THİF'in yayın organı haftalık Yeni Hayat gazetesiydi.
     Parti, yaralarını sarmak ve yeni duruma uygun politikalarını belirlemek üzere 15 Ağustos 1922'de Ankara'da kongre toplama kararını aldı. Kongre THİF'in ilk, TKP'nin ikinci kongresi olacaktı. Kongreden 45 gün önce hükümetten gerekli izin alındığı halde, daha sonra 12 Ağustos'ta kongre yasaklandı. Kongreye öteki illerden gelen kimi delegeler tutuklandı ve kongreye katılmaları engellendi. Kongre bu koşullar altında, Komintern temsilcilerinin de katılımıyla Küçükesat bağlarında toplandı. Beş oturumda tamamlanan kongrede, önceliğin ulusal kurtuluş savaşının tamamlanmasına verilmesi, emperyalist işgale karşı olan bütün siyasal grupların birliğinin sağlanması, buna karşılık partinin işçi ve köylülerin çıkarlarını korumak üzere bağımsızlığını sürdürmesi, burjuvazinin emperyalizmle uzlaşma girişimlerine karşı çıkılması kararlaştırıldı. Yeni merkez komitesi seçildi ve Salih Hacıoğlu genel sekreterliğe getirildi.
     Ne var ki, İzmir'in kurtarılmasından üç gün sonra, 12 Eylül 1922'de, THİF yeniden yasaklandı. Yayın organı Yeni Hayat gazetesi kapatıldı. Burjuvazi, Lozan konferansına giderken emperyalistlere güvence vermek ve her konuda kendi bildiğince pazarlık etmek için komünist muhalefeti bir kez daha susturmaya karar vermişti. THİF, "bugünlerde Avrupa emperyalizmine karşı askeri bir zafer kazandıran", "bir milli hükümetin dağılmadan yaşamasını temin eden Türkiye işçi ve köylüleri"nin çıkarlarına taban tabana zıt bu anti-demokratik kararı protesto etti ve "Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası sınıfî bir varlıkdır. O Türkiye işçi ve köylülerinin teşkilatıdır. Bu sınıflar mevcud oldukça fırka yaşayacaktır. Bu sınıflar imha edilemez ki fırkayı imha ve ilga edebilesiniz" diyerek komünistlerin mücadeleye devam edeceğini açıkladı. Hükümetten, partinin serbest ve yasal olarak çalışmasını talep etti. Türkiye Halk İştirakiyun Partisi yöneticileri ve bir kısım üyeleri tutuklanıp işkenceden geçirildi. Sonunda 35 kişi hakkında dava açıldı. 9 Ağustos 1923'te verilen kararla, hükümetin yasaklama emrine uymadıkları ve parti faaliyetlerine devam ettikleri gerekçesiyle Salih Hacıoğlu üç buçuk ay, Nazım, Kenan, Ahmet Hilmi, Nizamettin Nazif ve Baytar Osman üçer ay hapis cezasına çarptırıldılar.

     Üçüncü Kongre
      İşgal altındaki İstanbul'da çalışan komünistler, TİÇSF'nin ve Kurtuluş dergisinin Mart 1920'de kapatılmasından sonra, Haziran 1921'de Aydınlık dergisini çıkardılar. Derginin yayını bir süre sonra İngilizler tarafından durduruldu. Mayıs 1922'de yeniden yayın izni verildi. Kasım 1922'de padişahlık kaldırıldı ve İstanbul ulusal hükümetin siyasal denetimine geçti. TİÇSF, 15 Nisan 1923'te TKP'nin yasal kolu olarak yeniden faaliyete başladı. Sadece 15 gün sonra, 1 Mayıs 1923'te dağıtılan bildiri bahane edilerek TİÇSF yöneticileri "vatana ihanet" suçlamasıyla tutuklandı. Burjuvazinin baskı ve terörüne uğrama sırası İstanbul'daki komünistlere gelmişti. Komünistler, yargılama sonunda beraat ettilerse de baskılar sürdü ve TİÇSF 1924'te feshedildi.
     TKP'nin üçüncü kongresi bu baskı ortamında İstanbul Akaretler'de gizlice toplandı. Emperyalist işgale son verilerek siyasal bağımsızlığın elde edildiği, iktidarın milli burjuvazinin eline geçtiği yeni koşullarda TKP'nin yönelimini belirlemeyi amaçlayan amaçlayan kongre 1924'ü 1925'e bağlayan yılbaşında yapıldı. Kongrede genel sekreterliğe Şefik Hüsnü getirildi. Yeni bir programın hazırlanmasına karar verildi ve anahatları belirlendi.
     Mart 1925'te Şeyh Sait isyanını gerekçe göstererek Takrir-i Sükûn kanununu çıkaran burjuvazi açık diktatörlüğünü kurdu. Partinin yasal yayın organları Aydınlık ve Orak-Çekiç kapatıldı. Kapatılan bu dergilerin yerine, Bursa'nın yerel Yoldaş gazetesi 23 Nisan 1925'te yeni bir içerikle çıkarıldı. Ancak o da derhal yasaklandı. 1 Mayıs 1925 münasebetiyle Amele Teali Cemiyeti'nin yayınladığı broşür üzerine geniş bir tutuklama başlatıldı ve önde gelen komünistler Ankara'ya götürülerek İstiklal mahkemesinde ağır cezalara çarptırıldı. Yakalanamayan Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Ali Cevdet ve Hasan Ali Ediz gıyaplarında 15 yıla mahkûm edildiler.
     Tutuklamaların yarattığı düzensizliği ortadan kaldırmak üzere Mayıs 1926'da Viyana'da parti konferansı toplandı. TKP'nin ikinci programı kabul edildi. Komintern yönetiminde görev yapan Şefik Hüsnü'nün liderliğinde yurt içindeki çalışmaları yürütmek üzere genel sekreterliğe Vedat Nedim getirildi.
     Vedat Nedim yönetimi Leninist ilkelerden uzak bir hareketsizlik çizgisini benimsedi. Bu durum partinin yerel örgütlerinde tepkiye yol açtı. Kemalist iktidarın tanımlanması, partinin rolü ve örgütlenme ilkeleri konusunda yoğun tartışmalar yaşandı. Vedat Nedim ve yardımcısı Şevket Süreyya, gittikçe daha geri noktalara kaydılar ve tam bir likidasyon programını savunmaya başladılar. Komintern'in onayıyla yeni bir geçici merkez komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bunun üzerine Vedat Nedim parti belgelerini polise teslim etti ve yönetim değişikliğini gerçekleştirmek için Türkiye'ye gizlice dönen Şefik Hüsnü'yü yakalattı. 1927 tevkifatı olarak bilinen bu yaygın tutuklama kampanyasında partinin İstanbul, Adana ve İzmir örgütlerinden 48 kişi mahkemeye çıkarıldı. Ayrıca Nazım Hikmet'in ve İ. Bilen'in de aralarında bulunduğu 6 kişi gıyabi olarak yargılandı. 30 kişi gizli örgüt kurmaktan hüküm giydi.
     Daha önce değindiğimiz "Türkiye Meselesine Dair Tezler"de partinin bu dönemi şöyle değerlendiriliyordu: "1925-1927 devresinde fırkanın merkez komitası artık kendisine düşen vazifeleri başaracak bir seviyede bulunmuyordu. En azimli üyelerinin mahkûm edilerek hareket haricine atılmış olmasından, o son derecede zayıf bir hale gelmiş, istiklal mahkemelerinin tethişkâr kararlarından gözü korkmuş ve maneviyatı kırılmıştı. Böylece kendisini kaptırdığı yılgınlıktan kaynaklanan ısrarlı hareketsizliği (pasivite) mazur göstermek ihtiyacı ile o, sosyal-iktisadi vaziyetin bir menşevikçe değerlendirmesine saplanmış ve tam manası ile tasfiyeci (likidasyonist) bir fikriyat ileri sürmüştü. Bu devrede fırkanın tamamıyla çözülmemiş olmasını mahalli teşkilatların yılmaz dayanıklığına ve kommunist gençliğine mensup mücahitlerin sebatlı faaliyetine borçluyuz. TKP, yurtdışında bulunan, KB.nin kayıtsız şartsız itimadını haiz mahkûm liderlerin idaresi altında 1927'de, bu korkak ve fikriyat bakımından soysuzlaşmış amirleri başından attı; ve tecrübe edilmiş ve KB.nin hattına sadık fırka ve kommunist gençliği mücahitlerinden meydana gelen yeni bir idareci kadronun liderliği altında yeniden inkılabî mücadelelere atıldı. Bu dönümün tatbikinden kaynaklanan hiyanetler, kütlevi tevkifat ve mahkûmiyetler fırkanın gelişmesini sekteye uğratmak şöyle dursun, ona büyük bir hız verdiler ve işçiler nezdinde kommunizmin itibarını yükselttiler."
Vedat Nedim ile Şevket Süreyya'nın görevden alınması ve geçici merkez komitesinin kurulması parti içindeki çatışmayı sona erdirmedi. Nazım Hikmet'in de içinde bulunduğu "işçi muhalefeti" olarak adlandırılan sol muhalif grup, 1928 ve içinde merkez komite üyeleri İ. Bilen, Hikmet Kıvılcımlı ve Hüsamettin Özdoğu'nun da bulunduğu 1929 tutuklamalarından sonra, 1929'da İstanbul'da Pavli adasında bir kongre topladı ve yeni bir merkez komitesi seçti. Komintern'e başvurarak kongrenin tanınmasını istedi. Komintern, Mart 1930'da bu isteği reddetti. Komintern'in bu kararından sonra muhalefette yer alan üyelerin bir kısmı geriye döndüyse de, muhalif grubun çoğunluğu kendini asıl parti sayarak faaliyetine devam etti. Parti merkez komitesi, 1929'da Kommunist, 1930'da İnkılap Yolu dergilerini yayınladı. 1930 tutuklamalarında o sırada merkez komitesi sekreterliğini yürüten Hasan Ali Ediz de yakalandı.
      Dördüncü Kongre
      Bölünmeye ve örgütsel kargaşaya son vermek üzere Şubat 1932'de İstanbul'un Defterdar semtinde dördüncü kongre toplandı. Yeni çalışma platformu onaylandı. Program ve tüzükte değişiklik yapılması kararlaştırıldı. Dönek Vedat Nedim ile Şevket Süreyya'nın partiden çıkarılması kararı onaylandı. İçlerinde Mehmet Bozışık'ın da bulunduğu işçi ağırlıklı yeni bir merkez komitesi seçildi. Emin Sekun genel sekreterliğe getirildi. Aynı yıl içinde yine yoğun tutuklamalar yapıldı ve Emin Sekun yedi yıl cezaya çarptırıldı.
     1933'te Nazım Hikmet ve yoldaşları da tutuklandı ve Bursa'da yargılandı. Burjuvazi işçi sınıfının örgütlü mücadelesini yok etmeye çalışırken grup ayırımı yapmıyor, sürekli bir terör siyaseti uyguluyordu. Tutuklamalar 1934 ve 1935'te de sürdü. Parti bu dönemde en küçük yasal olanaklardan bile yararlanmak için özel düzenlemeler yaptı ve çalışma tarzınde sekterlik eğilimlerini düzeltmeye gayret etti.

     Faşizme Karşı Mücadele
      Dünya komünist hareketi 1935'te yapılan yedinci Komintern kongresinde, dünya çapında faşist tehlikeyi durdurmak için yeni bir yönelim benimseyerek "savaşa ve faşizme karşı birleşik cephe" siyasetini öne çıkardı. Türkiye'ye ilişkin olarak, Alman faşizminin yayılma planlarını dikkate aldı ve bu planları boşa çıkarmak, Türk hükümetini Sovyetler Birliği'yle dost bir çizgide tutmak için Türkiye seksiyonunda köklü örgütsel ve siyasal değişiklikler yapılmasını kararlaştırdı. TKP'nin Komintern bünyesinden örgütsel olarak ayrılmasını ve ayrı çalışma yürütmesini istedi. "Desantralizasyon" veya "Separat" kararı olarak adlandırılan bu düzenlemeye bağlı olarak TKP yeni bir politika benimsedi. Bu politika, 20 Ağustos 1936'da "Türkiye Komünist Partisi'nin Yeni Taktikasına Dair Merkez Komitesinin Beyanatı" adlı parti belgesiyle açıklandı.
Belge, "Milli istiklalimiz yeniden müthiş bir tehlikeye maruz bulunuyor. Bu tehlikenin başlıca kaynağı, Hitler faşizminin Almanya'da galebe çalması üzerine milletlerarası durumun son derecede karışması ve gerginleşmesi, ve bu büyük devletin her an bir imperyalist harp tutuşturacak şekilde ortalığa provokasyonlar saçmasıdır" saptamasıyla başlıyordu.
     Bu saptamadan şu sonuç çıkarılıyordu: "Bu vaziyet bütün düşüncelerimizi ve dikkatlerimizi memleketimizin bu en canalacak meselesi üzerinde toplamamızı, ve tekmil vatanseverlerle el ele vererek, harp ve faşizme karşı, barışı devam ettirmek için, teşkilatlı bir tarzda çalışmamızı zaruri kılmaktadır."
Parti, faşizme karşı en geniş birliği kurmak, demokratik halk cephesini oluşturmak için çalışma usullerini kökten değiştireceğini, bundan böyle "bütün faaliyetlerini herkesin gözü önünde, legal olarak yapmayı" kararlaştırdığını belirterek, "legal bir halk hareketinin teşekkül ve inkişafına engel olan sebepleri ortadan kaldırmak için, hükümetin nihayet almağa karar vereceği tedbirleri, biz ve partimizin rehberliği altında yürüyen emekçi kitleler memnuniyetle alkışlayacağız" açıklamasında bulundu.
     Yeni politika, iktidarın komünistlere karşı tutumunu değiştirmedi ve Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı başta olmak üzere birçok partili 1938'de Harp Okulu ve Donanma davalarında ağır cezalara çarptırıldı. Bununla birlikte, yeni çalışma tarzı partinin güçlenmesini ve faşizme karşı önemli bir gücü seferber edebilmesini sağladı. Zeki Baştımar'ın sözleriyle, "Sendika hareketinde sola doğru bariz bir kayma oldu. Legal solcu sendikalar ve sendika önderleri Türkiye işçi hareketinde önemli bir rol oynamaya başladılar. Gençlik hareketi canlandı. Gençliğin, özellikle üniversiteli gençliğin inisiyatifi arttı. Evvelce aşırı milliyetçi çevrelerin etkisi altında olan hareketin yönü değişti. İlerici gençliğin sesi daha gür çıkmaya başladı."
Parti, ırkçı-faşist harekete karşı kararlı biçimde mücadele etti. İkinci Dünya Savaşı sırasında CHP üst yönetiminin gitgide Nazi taraftarı bir çizgiye kayması, özellikle Şükrü Saraçoğlu'nun başbakanlığı sırasında Türkiye'nin Nazi Almanyası'nın yanında savaşa sürüklenmesinin an meselesi haline gelmesini dikkate alan TKP, 1943 yılında yapılan merkez komitesi genel toplantısında faşizme ve vurgunculuğa karşı geniş cephe platformunu kabul etti ve faşizm yanlısı iktidara karşı mücadele çağrısını yaptı. Bu politikayı açıklamak için En Büyük Tehlike ve Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum? adlı broşürler legal olarak yayınlandı. İktidar bu adımlara 1944'te geniş bir tutuklamayla yanıt verdi. Baş sanık, o sırada genel sekreterlik görevini üstlenen Reşat Fuat'tı.

     Çok Partili Rejime Geçiş
      İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde TKP, tek parti rejimine son verilmesi, özgürlük ve bağımsızlık, köklü toprak reformu, ırk ve millet ayırımı gözetmeksizin bütün vatandaşlara eşitlik, barışseverlik ve dostluk ilkelerine dayanan yeni bir düzen kurulması çağrısında bulundu ve bu amaçla "ileri demokratlar cephesi" oluşturmaya çalıştı. Bu girişimden ürken tek parti iktidarı antikomünizmi ve antisovyetizmi körükledi, 4 Aralık 1945'te kışkırttığı çapulcularla sol eğilimli Tan matbaasını yıktırdı.
     Siyasal parti ve dernek kurma yasağı kalkınca 1946'da merkez komitesinin kararıyla Şefik Hüsnü'nün başkanlığında legal Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kuruldu. Sendikalar oluşturuldu. Partideki eski bölünmelerin bir yansıması olarak kimi TKP yöneticilerinin de içinde bulunduğu Türkiye Sosyalist Partisi adlı legal bir parti daha kurulmuştu. Ne var ki, aynı yıl içinde CHP iktidarı her iki partiyi ve bağlı örgütleri kapattı. Her iki partiden komünistler ağır cezalara çarptırıldı. Böylece, ülkemizde çok partili rejim, komünistlere ve sola hayat hakkı tanımayan anti-demokratik bir kapitalist oligarşi olarak doğdu.
     1950'de başlayan Demokrat Parti iktidarı, Amerikan emperyalizmine bağımlılığın, soğuk savaş zihniyetinin, halk düşmanlığının cisimleşmesi oldu. TKP, Kore'ye asker gönderilmesine karşı geniş bir kampanya yürüttü. Buna karşılık, 1951'de yapılan tutuklamalarla ağır yara aldı, dönemin genel sekreteri Zeki Baştımar ile Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Mihri Belli, Mehmet Bozışık dahil parti yöneticilerinin ve üyelerinin büyük bölümü yakalandı. Parti yöneticileri arasında hizipleşmeler ve bölünmeler meydana geldi. Partinin yurt içindeki eylem gücü neredeyse tükenme noktasına geldi. Komünistlerin çoğu 1950'leri hapiste ve sürgünde geçirdi. Hikmet Kıvılcımlı'nın liderliğinde kurulan legal Vatan Partisi de bir süre sonra kapatıldı. Şefik Hüsnü 1959'da Manisa'da sürgünde öldü.

     Toparlanma Çabaları
      Bu dönemde TKP yurtdışı bürosu faaliyetlerini sürdürdü. 1958 yılında "Bizim Radyo" yayına başladı. Parti yöneticileri cezalarını tamamlayıp serbest bırakılınca, yurtdışı bürosu onlara parti konferansında biraraya gelme ve aralarındaki sorunları giderme çağrısını yaptı. 2-4 Nisan 1962'de Leipzig'de yapılan konferansta Zeki Baştımar'ın genel sekreterliğinde İ. Bilen, Nazım Hikmet ve A. Saydan'ın içinde bulunduğu yeni merkez komitesi oluşturuldu. Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gibi eski yöneticiler, konferansa katılmadılar. Böylece komünist hareketin birliğini sağlama yolunda büyük bir fırsat kaçırılmış oldu.
     Parti, yurt dışındaYurdun Sesi ve Yeni Çağ dergilerini çıkardı. Özellikle Batı Almanya'da göçmen işçiler arasında çalışmalar yapmaya başladı. Yurt içinde bağımsız bir örgütlenme yapılmadı, TİP desteklendi ve güçlendirildi. Eski yöneticilerden Mihri Belli'nin başını çektiği "Milli Demokratik Devrim" akımı eleştirildi. MDD'cilerin, işçi sınıfının mücadelesini ikinci plana atan ve öncülüğü kemalistlere tanıyan miliyetçi, uzlaşmacı çizgisi teşhir edildi. Milli Demokratik Devrim ve İçyüzü adlı broşürde şu değerlendirme yapılıyordu: "İşçi sınıfı 'milli demokratik devrim'cilerin iddia ettiği gibi, daha emekleme çağında değildir. Türkiye'de nisbeten güçlü ve bilinçli bir işçi sınıfı vardır ve bu sınıf yabancı ve yerli sömürücülere karşı amansızca savaşmaktadır. Türk işçilerinin sınıf mücadelesi bügün memleketin sosyal ve politik hayatının en karakteristik belirtisidir. Adı geçen platformda sınıf mücadelesinin adı bile edilmiyor... Türkiye geri kalmış bir kapitalist ülke olmakla beraber, Yakın ve Orta Doğuda en gelişmiş kapitalist ülkelerden biridir. Memlekette işçi sınıfının sayısı nüfusun yüzde onunu aştı. Sanayi işçilerinin sayısı bir buçuk milyona yaklaştı, memleketin sosyal ve politik hayatında ağırlığını şimdiden hissettirmeye başladı. Milli kurtuluş devriminin en aktif ve sonuna kadar devrimci kuvveti bu sınıftır. Bu devrimin öncüsü, teşkilatçısı ancak o olabilir. Her türlü ezginin amansız düşmanı odur. Emperyalizmle, gericilikle hiçbir zaman uzlaşmayacak sınıf odur. Üstelik işçi sınıfı, halkımızın ilk milli kurtuluş devriminin acı tecrübeleriyle silahlıdır. Yeni bir milli kurtuluş hareketinin, milli kurtuluş devriminin yozlaşmaması, emekçi sınıfların ve memleketin gerçek kurtuluşuna, sosyalizme yol açabilmesi onun bu harekette oynayacağı rolün derecesine bağlıdır."

     Atılım Dönemi
      TKP, özellikle 15-16 Haziran 1970 büyük işçi haraketinden sonra, TİP yöneticilerinin legalist-parlamentarist hayaller besleyen çizgisinin yarattığı sorunları, ayrıca MDD hareketinin çıkmaz sokakta bıraktığı gençlik hareketinin arayışlarını dikkate alarak bağımsız örgütlenme yolunda adımlar atmaya başladı. 12 Mart 1971 darbesinden alınan derslerle yeni bir yönelim benimsedi. Yeni program ve tüzük hazırlandı. TKP'nin Sesi radyosu kuruldu. Atılım yayınlanmaya başladı. Ülke içinde parti örgütleri kurulmaya başlandı. Böylece, İ. Bilen'in genel sekreterliğinde parti ayağa kalktı. Atılım dönemi olarak adlandırılan bu dönemde TKP, bir diriliş yaşadı. Sendika, gençlik, memur, köylü, kooperatif ve kadın hareketi içinde kitleselleşti. Aydın ve barış hareketine öncülük etti. Faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı güçlü bir odak oldu. Marksizm-Leninizmi ve proletarya enternasyonalizmini örgütlü siyasal bir güce dönüştürdü. Kuşkusuz, bu hızlı gelişmenin yarattığı çeşitli sorunlar ve zayıflıklar da vardı. Bu sorunlar ve zayıflıklar, özellikle, içte, 12 Eylül darbesinden ve dışta, Sovyetler Birliği'ndeki kapitalist restorasyondan sonra ağırlıklarını duyuracaklardı.

     Beşinci Kongre
      Parti, 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra ağır kayıplar verdi. 1981 yılında tarihinin en büyük tutuklamasına uğradı. Bini aşkın parti üyesi tutuklandı, parti örgütlerinin çoğu dağıldı. Bu ağır tabloda, uzlaşmacı ve teslimiyetçi eğilimlerini daha sonra tam boy likidatörlük çizgisine dönüştüren Haydar Kutlu hizbinin önemli bir payı vardı.
     Beşinci kongre, 1983 yılında toplandı. Yeni (dördüncü) program ve tüzük kabul edildi. "Günümüzün en ivedi görevi faşist diktatörlüğü yıkmaktır" saptaması yapıldı. Bu saptamaya uygun kapsamlı kararlar alındı. Haydar Kutlu genel sekreterliğe getirildi. Beşinci kongrenin toplanması ve kongrede alınan kararlar, parti kadrolarının moralini yükseltti. Kadrolar arasında yeni bir mücadele dönemine hazır bir ruh hali egemen oldu.
     12 Eylül diktatörlüğünün bütün baskılarına rağmen, TKP, bu dönemde "anayasaya hayır" kampanyasını yürüttü. "Sol Birlik"in kurulması için çalıştı ve işçi sınıfı partileri arasındaki bölünmelerin giderilmesi yolunda önemli adımlar attı. Altıncı Kongre
      Ne var ki, Haydar Kutlu yönetimi, Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un başa gelmesinden sonra dünya komünist hareketine dayatılan teslimiyet çizgisini hararetle benimsedi. Beşinci kongrede alınan kararları yok saydı. İmzasını inkâr eden pişkin burjuva politikacılarının tutumunu takındı. Partiyi likide edecek bir rota tutturdu. Teslimiyet çizgisi birlik ambalajı içinde sunuldu. TKP ile TİP'in birleşmesi gibi olumlu bir adım sis perdesi olarak kullanılarak Marksizm-Leninizm'in en temel ilke ve kuralları hoyratça çiğnendi. Burjuvazinin ince taktiklerine kanan TKP ve TİP genel sekreterleri "legaliteyi kazanmak" için Kasım 1987'de Türkiye'ye dönüp polise teslim oldular.
     1988'de TKP'nin altıncı ve TİP'in sekizinci kongrelerinin toplandığı, birleşme kararının alındığı, ardından da TBKP'nin birinci kongresinin yapıldığı, böylece TKP'nin ve TİP'in varlığına son verildiği ilan edildi.
     TKP'nin altıncı kongresine sunulan çalışma raporunda, beşinci kongrede kabul edilen program, "politikayı ne zaman ve hangi koşullarda ortaya çıkacağı bugünden bilinmeyen bir devrim beklentisi üzerine kurmak"la eleştirildi, "bu yanlış yaklaşım"dan kurtulmak gereği üzerinde duruldu. TBKP programı ise, "dünya komünist hareketinde yeni anlayışla hazırlanmış ilk programlardan biridir. Türkiye solunda da gerçekçiliği temel alan ilk programdır" sözleriyle tanıtıldı. Bu real-politiker yaklaşımın Vedat Nedim ve Şevket Süreyya'nın kapitalizm önünde secde eden "gerçekçiliği" olduğu, aslında öldürücü bir hayalcilikten başka bir anlama gelmediği kısa zaman sonra anlaşılacaktı. 8 Aralık 1989'da İstanbul'da basın toplantısı düzenleyen TBKP yöneticileri illegal çalışmaya son verdiklerini açıkladılar. 4 Haziran 1990'da legal olarak kurulan TBKP, bir yıl sonra kapatıldı.
      Likidatörler büyük bir birikimi göz göre göre yok ettiler. Sonrası ise, biliniyor ve yaşanıyor.

     Sonuç
      TKP'nin seksen yıllık tarihinden belli başlı sayfalara göz attık. Gördüklerimizden tek bir sonuç çıktığını sanırım sizler de kabul edeceksiniz: Bu tarihi yaratan; işçi sınıfımızın kurtuluşu, halkımızın refahı, ülkemizin özgürlüğü ve bağımsızlığı için, yeni bir eşitlik ve kardeşlik dünyası için inanılmaz fedakârlıklara katlanan; canlarını, ömürlerini ve sağlıklarını veren bütün komünistlerin anısı önünde hep birlikte saygıyla eğilelim.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Parti Öğretisi
 Derinleşen Kriz ve Öngörüler
 9 Mayıs Faşizme Karşı Zafer Günü
 AKP'nin İç ve Dış Politikası Bir Bütündür
 İşçi Sınıfının Gözüyle 1920'den 2010'a
 90. Yılımızda
 Kürt Açılımı
 Obama ve 24 Nisan 1915
 Kapitalizmin Krizi ve Olasılıklar
 Başörtüsü/Türban Üzerine
 Büyük Oyun
 17 Aralık 2004'ün Anlamı
 Irak İşgalinin Dördüncü Yıldönümü
 Aydınlanma Çerçevesinde Kemalizm
 Nereye Gidiyoruz?