Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği'nde 1985 yılında işbaşına gelen Gorbaçov ve çevresindeki kadrolar, ilkin sosyalist sistemde biriken sorunları çözme, tıkanıklık ve bozuklukları aşma amacını taşıyan bir "sosyalist yenilenme" gereği üzerinde durdular. Belli belirsiz ve ikircimli adımlarla başlayan, "glasnost" (açıklık) ve "perestroyka" (yeniden yapılanma) parolasıyla hız kazanan bu yönelim, kısa sürede ülke içi ve uluslararası her temel konuda çarpıcı bir düşünsel dönüşüm öngören "yeni politik düşünce" olarak sistemleştirildi. Komünizm ideallerine, marksist-leninist öğretinin esaslarına ters düşen bu ideolojik sistem uluslararası komünist harekette büyük bir kargaşa yarattı. Dünyanın ilk ve en güçlü sosyalist devletini yöneten kadroların sosyalist-enternasyonalist projeye artık inanmadıklarını; kapitalist düzenin insanlığın ortak kaderi olduğunu; sosyalist devrimin ve sosyalist kuruluşun insanlığın normal gelişim yolundan bir sapma, "tarihi bir hata" olduğunu önce örtülü olarak, daha sonra açıkça dile getirdikleri ortamda meydana gelen iktidar boşluğundan yararlanan kapitalizm yandaşları büyük bir hamle yaptılar. Sosyalist sistem çözülmeye başladı. Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkelerin birbiri ardından kapitalizme teslim olmasını Sovyetler Birliği'nin düşmesi izledi. 17 Mart 1991'de yapılan referanduma katılan 147 milyon kişinin 112 milyonu, yani seçmenlerin yüzde 76.4'ü Sovyetler Birliği'nin varlığını sürdürmesini istediği halde (1) , Moskova Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü müdürü Valery Tishkov'un çarpıcı tanımlamasıyla, "merkezin harakiri yapması"ndan(2) yararlanan Rusya, Ukrayna ve Belorusya cumhuriyeti yöneticileri Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağıtıldığını ilan ettiler. 1917 Ekim Devrimiyle başlayan sosyalist iktidar dönemi böylece resmen de sona erdi.
Sovyetler Birliği dağılalı sadece beş yıl oldu. Ancak, kapitalist restorasyonun sonuçları daha şimdiden bütün çarpıcılığıyla ortaya çıktı. İngiliz gazetesi The Guardian'a göre Rusya'da "reel ücretler beş yılda yüzde 40 azaldı. 35 milyon kişi, yani nüfusun yüzde 24'ü yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik bütçeleri sürekli küçülüyor. Üretim ise 1996 yılının ilk yarısında yüzde 6 oranında düştü. Ülke çapında 2 milyon kişi evsiz barksız yaşarken nüfusun yüzde 1.6'sı akıllara sığmayacak bir zenginlik içinde sefa sürüyor."
(3)
Aynı şekilde, Rusya Çalışma Bakanı Gennadiy Melikyan, yoksulluk sınırının altında bulunan yurttaşların sayısının 39 milyonu bulduğunu açıkladı. Melikyan'a göre halkın gelirlerinde ücretlerin kapladığı yer, son beş yıl içinde yüzde 60'tan yüzde 36'ya düşerken, 'ek işler' giderek yaygınlaştı.
(4)
Bu durumda Sovyetler Birliği'ni, sosyalizm dönemini özleyenlerin çoğunlukta oluşuna hiç de şaşılmaz. Cumhuriyet'in Moskova muhabiri Hakan Aksay yeni kapitalist Rusya'daki durumu şöyle özetliyor:
"Sovyetler Birliği yıkılalı 5 yıl oluyor. Son haftalarda medya organları bu 5 yılın değerlendirmesini yapıyorlar. Anketler, halkın geçen dönemi nasıl yorumladığını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Çeşitli anketlerin sonuçları aşağı yukarı aynı.
"Rusya halkının üçte ikisi Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının kendileri açısından olumsuz sonuçlandığını vurguluyor. Sovyet dönemine göre daha iyi yaşadığını söyleyenlerin oranı yalnızca yüzde11. Ne desem bilmem ki' diyen kararsızların oranı da yüzde 24.
"Şu yüzde 11, rastlantısal bir oran değil. 'Yeni Ruslar' denilen zengin sınıfla ilgili verilen rakamlar, genellikle yüzde 8-12 arasında oynuyor. Öte yandan halkın yaklaşık üçte biri yoksulluk sınırının altında. Bir o kadarının yakası da zar zor biraraya geliyor. Toplumun yaklaşık beşte birinin yaşam düzeyi ise çok iyi olmasa da, yine de geçinmeleri için rahatlıkla yetiyor.
"Öteki Sovyet cumhuriyetlerine gelince, oralarda ekonomik sıkıntılar daha fazla. Dolayısıyla geçmişi daha fazla özlüyorlar."
(5)
Peki ama bu duruma nasıl gelindi? Sosyalizmden vazgeçip kapitalizme dönmenin aşağı yukarı bu sonuçlara yol açacağını marksist-leninist öğretiye az buçuk aşina olan herkes kolayca kestirebilirdi. 1917 Ekim Devriminden itibaren yetmiş yıl süren sosyalist dönemden sonra komünistler ve işçi sınıfı nasıl böylesine bir duruma düşebildi? İnsanlık tarihindeki ilk başarılı sosyalist devrimi gerçekleştiren, kapitalistleri ve toprak ağalarını iç savaşta yenilgiye uğratan, emperyalist müdahaleyi boşa çıkaran, proletarya diktatörlüğünü kurarak sosyalizmi inşa eden, İkinci Dünya Savaşında faşizmi bozguna uğratan, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı ezilen halklarla enternasyonalist dayanışmanın gerektirdiği özverilere seve seve katlanan, devrim yoluna sınıfsız topluma erişme azmiyle çıkan Sovyet proletaryası nasıl yeniden kapitalistlere esir düştü? Proletaryanın siyasal örgütü olarak tarih sahnesine çıkan ve büyük devrimci atılımlara önderlik eden Sovyetler Birliği Komünist Partisinin yöneticileri nasıl tıpkı ülkemizdeki itirafçılar gibi burjuvazinin kampına geçip koca ülkeyi emperyalizme teslim ettiler? Sosyalizm, kapitalizm ideologlarının bıkmadan usanmadan tekrar ettikleri gibi gerçekten çıkmaz bir sokak mı? Sosyalizm emekçilerin kurtuluşunu sağlayacak düzen değil midir? Marksizm-leninizmin kapitalizme karşı yönelttiği köklü ve sistemli eleştiriler haklı ve geçerli değil midir? Bütün sosyalist ülkelere model olan ve dünya komünist hareketinin bayraktarlığını yapan Sovyet sosyalizmi sosyalist-komünist düşünce tarihi içerisinde nasıl bir yere oturuyor? Sovyetler Birliği'ndeki sosyalizm deneyiminden ne gibi dersler çıkarabiliriz? Bu yazıda işte bu konuları kısaca ele alacağız.
SOSYALİST PROJE
Modern sosyalizm ondokuzuncu yüzyılda Avrupa'da yaygın bir siyasal inanç haline geldi. "Sosyalizm" sözcüğü ilkin Robert Owen tarafından 1827 yılında kullanıldı.
(6)
Kapitalist sömürüye tepki gösteren ve kapitalist sistemin çeşitli yönlerini eleştiren sosyalist inançlar, Marks ve Engels'in bilimsel sosyalizmi oluşturmasıyla, kapitalist sistemi bütünüyle aşmayı öngören kapsamlı bir eşitlikçi toplum projesi olarak proletaryanın kurtuluş öğretisine dönüştü. Sosyalizm, sermaye birikimini başlı başına amaç edinerek örgütlenmiş bir toplum yerine, toplumun her üyesinin ihtiyaçlarını karşılamayı ve yeteneklerini özgürce geliştirmeyi amaç edinen bir toplumsal örgütlenme olacaktı. Bu toplumda temel kararlar (yatırım, üretim, gelir bölüşümü vb.) kapitalistler tarafından kâr beklentisine göre değil, toplumun bütün üyeleri tarafından herkesin ihtiyaçlarını karşılama ilkesine göre belirlenecekti. Rekabet yerini işbirliği ve dayanışmaya bırakacaktı. Sömürüye ve emeğin metalaştırılmasına dayalı üretim ilişkileri kaldırılacak, ücretli köleliğe son verilerek eşitliğe dayalı üretim ilişkileri yerleştirilecekti. Sömürü ilişkilerinden kaynaklanan sınıf mücadelesi, sınıfların ortadan kalkmasıyla son bulacaktı. Kapitalist sistemin koruyucusu ve kollayıcısı olan devlet ortadan kalkacak, sınıfsız topluma geçiş için gerekli önlemleri almakla yükümlü emekçi çoğunluğun hakimiyetine dayalı geçici proletarya diktatörlüğü, bir başka deyişle sosyalist demokrasi yoluyla yöneten-yönetilen ayırımının sona erdiği devletsiz topluma ulaşılacaktı. Piyasa ilişkilerinin israf ve anarşisi yerini planlı ekonomiye bırakacaktı.
Her öğesi bir diğerine organik olarak bağlı bu yeni toplum projesinin temel ilkesi tam eşitlikti. Tam eşitlik ilkesinin gerçekleşmesi, yaşama geçirilmesi için ortak mülkiyet ve kendi kendini yönetme (self-government) ilkeleriyle tamamlanması gerekiyordu. Çünkü üretim araçlarının özel mülkiyeti sürdükçe sınıflara son verilemez, sosyal ve ekonomik eşitsizlik ortadan kaldırılamazdı; kendi kendini yönetim ilkesi gerçekleşmedikçe de siyasal ve sosyal eşitsizlik varlığını sürdürürdü. Bir başka deyişle, ortak mülkiyet ve kendi kendini yönetme ilkeleri uygulanmadıkça bireyler, gruplar ve sınıflar arası iktidar ve hükmetme ilişkileri yok edilemez, eşitlik de güzel ama boş bir slogandan ibaret kalırdı.
Marks ve Engels'in sözleriyle, "gelişim sürecinde sınıf ayrımları ortadan kalktığında ve üretimin tümü, ulusun bütününü kapsayan geniş bir birliğin elinde toplandığında, kamu iktidarı siyasal niteliğini yitirecektir. Uygun bir adlandırmayla siyasal iktidar denen şey, bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek amacıyla örgütlenmiş gücünden başka bir şey değildir. Eğer proletarya, burjuvaziyle mücadelesinde, koşulların zorlamasıyla, kendini bir sınıf olarak örgütlemeye mecbur kalır ve bir devrim yoluyla kendisini hakim sınıf durumuna getirir ve böylece eski üretim koşullarını zor kullanarak ortadan kaldırırsa, o zaman, bu koşulların yanı sıra, sınıf karşıtlıklarının ve genel olarak sınıfların varlık koşullarını da ortadan kaldırmış ve böylelikle kendi sınıf hakimiyetini de ortadan kaldırmış olacaktır."
(7) Yani "sınıflarıyla ve sınıf karşıtlıklarıyla birlikte eski burjuva toplumun yerini alacak" olan toplum, toplumsal eşitliğin, kamu mülkiyetinin ve kendi kendine yönetimin gerçekleştiği, sınıfsız ve devletsiz, "bireyin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik" olacaktır.
(8)
SOVYET SOSYALİZMİ
Sovyet komünistleri Ekim Devriminin zaferiyle birlikte sosyalizmin ilkelerini yaşama geçirmek için kararlı adımlar attılar. Daha devrimin ilk gününde topraklar millileştirildi ve dağıtılan toprakların kullanım hakkı yoksul ve topraksız köylülere verildi. Bankalar ve büyük kapitalist işletmeler kamulaştırıldı. İç savaşın ve emperyalist istilânın yarattığı büyük zorluklara ve sürekli dış müdahale tehditine rağmen büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin mülklerinin müsadere edilerek emekçilerin hizmetine sunulması gerçekleştirildi. Tarım alanında kendilerine verilen toprağı işleyen bağımsız küçük üreticilerin kooperatifleşmesi ve böylece adım adım ortak mülkiyet biçimlerine geçmesi teşvik edildi. 1928 yılında başlatılan Birinci Beş Yıllık Planla birlikte Sovyetler Birliği, bir yandan geri bir tarım toplumundan ileri bir sanayi ülkesine, öte yandan da, sosyalizmin kuruluşunu tamamlamış bir topluma dönüşmesini sağlayan olağanüstü bir atılım, büyük bir toplumsal devrim yaşadı. Birinci Beş Yıllık Plan vaktinden önce ve başarıyla tamamlandı. 1932 yılında İkinci Beş Yıllık Plan başladı. 1934 yılına gelindiğinde, ta Gorbaçov dönemine kadar sürecek toplumsal ve ekonomik yapı esas olarak kurulmuş ve yerleşmiş bulunuyordu.
ORTAK MÜLKİYET
Bu toplumda artık büyük toprak sahipleri ve kapitalistler yoktu. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kalkmıştı. Bankalar, fabrikalar, atölyeler, toprak bütün toplumun ortak mülkiyeti haline gelmişti ve kamu adına Sovyet devletinin elinde toplanmıştı. Tarım alanında ise kooperatifleşmiş köylülerin kollektif mülkiyeti egemendi. Kollektif köylü çiftlikleri kamunun malı olan toprağın işletme hakkına ve kullandıkları üretim araçlarına sahiptiler. Böylelikle, ortak mülkiyetin iki biçimi, bütün toplumun (kamu) mülkiyeti ile kollektif köylü birliklerinin mülkiyeti kapitalist özel mülkiyet sisteminin yerine geçmişti. Ancak tarım alanında kamu çiftliklerinde veya kollektif çiftliklerde çalışan köylü aileleri, bu ortak mülkiyetin yanı sıra, bireysel mülkiyet sahibi de olabiliyorlardı. Yanlarında başka bir kimseyi çalıştırmamak koşuluyla kendi işleyebilecekleri kadar küçük tarla veya bahçeyi ellerinde bulundurabiliyor, kümes hayvanı veya inek sahibi olabiliyorlardı.
PLAN VE PİYASA
Yatırım, üretim ve bölüşüm kararları kâr amacı güden kapitalistler tarafından değil, işçileri, köylüleri ve aydınları temsil eden meclisler [sovyetler] tarafından belirleniyordu. Üretim araçlarının ortak mülkiyeti, ekonominin planlanmasını mümkün kılmıştı. Yüksek Sovyet tarafından kabul edilen beş yıllık merkezi planlar kapitalist piyasa ekonomisinin anarşi ve dönemsel bunalımlarına son vermişti. Ancak kollektif köylü birlikleri ve bireysel tarla ve bahçe sahibi köylü aileleri, planla üstlendikleri yükümlülüklerini yerine getirme şartıyla, fazla ürünlerini pazarda serbestçe satabiliyorlardı. Kuşkusuz bu çok sınırlı bir piyasaydı ve ekonominin işleyişini belirlemekten çok uzaktı. Piyasa güçlerinin işleyişine çok sınırlı bir çerçevede izin veren planlı ekonomi sisteminde bir başka istisnanın, ortak mülkiyete tabi üretim araçlarını veya yetkilerini kişisel amaçlar için kullanarak yolsuzluk ve karaborsa yapan bireylerin veya grupların kayıt dışı illegal ekonomisi tarafından oluşturulduğunu da unutmamak gerekir.
KENDİ KENDİNİ YÖNETME
Kendi kendini yönetme ilkesi devrim pratiği içerisinde devrimci kitlelerin inisiyatifiyle ortaya çıkan sovyetler tarafından yaşama geçiriliyordu. Sovyetler yasama ve yürütmeyi birleştiren iktidar organlarıydı ve bu organların üyeleri doğrudan doğruya işçi ve köylü kitleleri tarafından seçiliyorlardı. Sovyet temsilcileri Marks, Engels ve Lenin'in Paris Komünü deneyiminden çıkardıkları derslere uygun olarak bürokratik kastlaşmayı ve kariyerizmi önlemek üzere seçmenleri tarafından görevden alınabiliyor, emredici vekâletle yönlendirilebiliyor ve ancak usta bir işçinin ücreti kadar ücret alabiliyorlardı.
Genel olarak ekonominin, özel olarak fabrikaların ve işyerlerinin yönetimi söz konusu olduğunda kendi kendini yönetme ilkesinin farklı yorumlara uğradığını belirtmek gerekir. Lenin kendi kendini yönetme ilkesinin üretim araçlarının bütün topluma devredilmesi ve toplumun bütün üyelerinin çıkarına merkezi olarak planlanmasını engelleyecek biçimde yorumlanmasına, tek tek fabrikaların ve işletmelerin o fabrika veya işletmenin işçilerinin mülkiyeti olarak görülmesine karşı çıktı. Lenin'e göre "Belli bir fabrika veya işletmenin, bu fabrika veya işletmenin üretiminin, o fabrika veya işletmede çalışan işçilerin mülkiyeti sayılmasını; bu işçiler devlet yönetiminin talimatlarını değiştirme veya engelleme hakkının tanınmasını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yasalaştırmaya yönelik her girişim Sovyet iktidarının temel ilkelerinin kabaca çarpıtılması ve sosyalizmin toptan reddedilmesi anlamına gelir"di.
(9)
Bu sendikalist-anarşist eğilimi eleştiren Lenin, fabrika ve işyerlerinde işçiler tarafından seçilen komite yönetiminin de verimlilik açısından uygun olmayacağını, tek kişi yönetiminin işlerin daha çabuk, daha disiplinli ve daha akılcı biçimde yürütülmesini sağlayacağını, işletme yöneticilerini merkezden atama ve görevden alma uygulamasının Partinin, sendikaların ve emekçi kitlelerin denetimiyle bir bozukluk yaratmayacağını düşünüyordu. "Daha 1918 yılının ilkbaharında Lenin sanayide ve diğer alanlarda komite yönetimi yerine tek kişi yönetimine geçilmesi gerektiğini ısrarla savundu; ayrıca, yöneticiler de seçimle değil atamayla başa geçmeliydiler. ...Lenin'e göre tek kişi yönetimi verimlilik açısından zorunluydu; Sovyet proletaryası kapitalist tröstlerden ders almalıydı. Sonraki dönemlerde, özellikle birinci beş yıllık plan sırasında, zaman zaman, özyönetim ve ustabaşılarla müdürlerin seçimini öngören sınırlı düzenlemeler yapıldı. Ama 1921 ile 1970 yılları arasında özyönetim Sovyet sosyalizminden fiili olarak silindi".
(10)
EŞİTLİK
Eşitlik ilkesi Sovyetler Birliği'nde daha başlangıçtan itibaren sıkıca gözetildi. Komünist Partisi de sendikalar da emekçi kitlelerin adeta içgüdüsel olarak sahip çıktıkları bu ilkeyi savunuyordu. Kapitalizmden komünizme geçişin ilk evresinde "herkesten yeteneği kadar, herkese çalışmasına göre" esasının uygulanacağı, "herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacına göre" esasının ancak komünizmin ikinci evresinde uygulanmaya başlayabileceği genel kabul görmekle birlikte, daha sosyalizme geçiş dönemi sayılan 1920'lerde bile hem değişik işkolları arasında, hem de her işkolunun kendi içinde ücret farklılıkları gitgide azaltıldı. Lenin emeğe göre bölüşüm ilkesinin sosyalist bir ilke olduğunu kabul etmekle birlikte burjuva hukukunun çerçevesi dışına çıkmadığını, gerçek komünist çalışmanın toplumun yararı için hiçbir karşılık beklemeden gönüllü olarak yapılan çalışma olduğunu belirtiyor ve gönüllü çalışmanın yaygınlaşmasını tam komünizme geçiş bilincinin belirtisi sayıyordu. Parti ve devlet yöneticilerinin ayrıcalıklı bir kasta dönüşmesini önlemek üzere ise ücretlere tavan getirilmişti, yöneticilerin ücretleri vasıflı bir işçinin ücretini aşamazdı.
Buna karşılık 1931 yılında Parti yönetimi ücretlerde eşitlik eğiliminin tembelliği teşvik ettiğini; verimliliği ve çalışkanlığı düşürdüğünü; çalışmaya göre farklı ücret uygulanması, böylece ücret makasının açılması halinde herkesin daha yüksek gelir elde edebilmek için daha gayretle çalışacağı görüşüne vardı. "Sosyalizmin eşitlikçi geleneğinden büyük ve açık kopuş 1931 yılının Haziran ayında ortaya çıktı. Stalin, işletme müdürlerine hitaben yaptığı konuşmada küçük burjuva eşitlikçiliğini kınadı ve sosyalist toplumun verimli biçimde inşası için gelir farklılıklarının arttırılmasının zorunlu olduğunda ısrar etti. Ertesi yıl ücretlere tavan uygulanmasına son verildi."
(11)
TEMEL ÖZELLİKLER
Buraya kadar anlattıklarımızı özetleyecek olursak, Lenin döneminde başlatılan, Stalin döneminde kuruluşu tamamlanan ve Brejnev döneminde en olgun biçimine kavuşan Sovyet sosyalizminin temel özellikleri şunlardı: Üretim araçlarının ortak (kamu ve kollektif) mülkiyeti; merkezi planlı ekonomi, yani üretim, yatırım, kaynak ve gelir dağılımı ve dış ticaretin merkezi planla bütün toplumun ihtiyacına göre belirlenmesi; herkese iş, barınma, eğitim, sağlık hizmeti, tatil ve emeklilik hakkı sağlanması; eşit işe eşit ücret ödenmesi; fiyatların azami kâr esasına göre değil, genel olarak maliyet üzerine eklenen belli bir paya göre yönetsel olarak belirlenmesi, temel ürün ve hizmetlerin dünya fiyatları seviyesinde değil, çoğunluğun alım gücü seviyesinde ve genellikle sabit tutulması; fiyatların kapitalist piyasa ekonomisinde iddia edildiği bir gösterge değil esas olarak muhasebe işlevi taşıması; sermaye ve rant gelirlerinin ortadan kalkması ve sömürü ilişkilerine son verilmesi; gelirler arasındaki eşitsizliğin köklü biçimde sınırlandırılması.
TOPLUMSAL ÇELİŞMELER
İki kez silahlı istilaya dönüşen sürekli bir kapitalist kuşatma altında, toplumsal ekonomiyi kapitalistler olmadan örgütlemeyi başaran, teknolojik olarak son derecede geri bir tarım ülkesini dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle boy ölçüşebilen büyük bir sanayi gücüne çeviren, eğitim, kültür, sanat ve edebiyat dahil her alanda muazzam bir modernleşmeyi gerçekleştiren, milyonlarca işçi ve köylü için sömürüsüz, aydınlık bir yaşam anlamına gelen Sovyet sosyalizmi yaşayan bir organizma olarak kuşkusuz kusursuz bir yapı veya hiç değişmeyen, dural bir sistem değildi.
Kapitalistlerin ve rantiyelerin sınıf olarak tasfiye edildiği Sovyet toplumu, işçilerden, köylülerden ve aydınlardan meydana geliyordu. Kol ve kafa emekçilerinin çeşitli tabakaları arasında çeşitli meslek, statü ve gelir farkları vardı. Sermaye ile emek, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki uluslararası sınıf mücadelesinin aralıksız olarak sürdüğü koşullarda, Sovyet komünistlerinin kendi toplumlarının iç dayanışma ve bütünlüğünü abarttıkları, toplumdaki çelişmeleri göremedikleri, burjuva ideolojisi ile sosyalist ideoloji arasındaki mücadelenin devam ettiği gerçeğini en azından pratikte ihmal ettikleri, burjuva ideolojisinin bütün belirimlerine karşı kararlı olarak karşı koyma gereğini küçümsedikleri ortaya çıktı. Oysa Lenin'in daha yirminci yüzyılın başında, Ne Yapmalı? adlı eserinde vurguladığı gibi "ya burjuva ideolojisi ya sosyalist ideoloji- başka bir seçenek yoktur. Bir orta yol mevcut değildir (çünkü insanlık "üçüncü" bir ideoloji yaratmamıştır ve üstelik, sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıf dışı veya sınıflar üstü bir ideoloji asla olamaz). Demek ki, sosyalist ideolojiyi herhangi bir şekilde küçümsemek, ondan en küçük ölçüde yüz çevirmek burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir".
(12)
EŞİTLİK MÜCADELESİ
Sovyet toplumundaki iç çelişmelerin temel alanlarından biri ücretler arasındaki ve genel olarak eşitlik konusuydu. 1931 yılında verimliliği arttırmak gerekçesiyle gelir farklılığının arttırılması ve yöneticilere uygulanan tavan ücret sınırlamasının kaldırılması işçilerin ve köylülerin çoğunluğu arasında yaygın bir hoşnutsuzluğa ve muhalefete yol açmıştı. Önde gelen parti ve devlet yetkilileri için özel konut, özel alışveriş özel tedavi ve dinlenme olanaklarının sağlanması çoğunluğun gözünde -haklı olarak- "sosyalizmin eşitlikçiliğinden sapma" anlamına geliyordu. "1950'lerin sonu ile 1960'ların başında Kruşçev ücret farklılaşmasını bir ölçüde azalttı. Daha sonra 1970'lerde de meslek sahipleri ile kalifiye olmayan işçilerin geliri arasındaki fark daha da azaltıldı".
(13)
Bununla birlikte aynı sıralarda en yüksek kademelerdeki yetkililerin ayrıcalıkları gerçek anlamda önemli bir artış göstermiştir. Sıradan emekçilerin yararlanamadığı olanakların bir ayrıcalık olarak "kodamanlar" için sağlanması 1980'lerin son yıllarında açık bir toplumsal müadelenin ortaya çıkmasına yol açtı. 1989 yılında yapılan Sovyetler Kongresinde Gorbaçov emekçi kitlelerin baskısıyla "bütün ayrıcalıkların gözden geçirileceği" sözünü vermek zorunda kaldı. Dönemin başbakanı Rijkov da aynı doğrultuda şunları söyledi: "Ülke yönetimi bu konuda şunu öneriyor: Çeşitli sağlık kurumlarında hastalara sunulan hizmet düzeyindeki farklılıklar sosyal adalet ilkeleri temelinde ortadan kaldırılmalıdır. Bununla özellikle hükümete ait sanatoryum ve dinlenme evlerini kastediyorum. SSCB Sağlık Bakanlığı'na bağlı Dördüncü Daire de [Dördüncü Daire en üst yetkililere sağlanan ayrıcalıklı tıbbi hizmetlerden sorumluydu] bu kapsama giriyor."
(14)Rijkov'un bu konuşması alkışlarla karşılandı.
Buna karşılık ücretler arasındaki farkların giderilmesini hoş karşılamayan, eşitlik düşüncesini tıpkı kapitalistler gibi 'işçilerin tembelliğine prim vermek' olarak değerlendiren ve bunu yüksek sesle dile getiren aydınlar çoğunluğun eğilimlerine karşı safta yer almakta tereddüt etmediler. Çeşitli dallardan birçok üniversite öğretim üyesinin katkısıyla çıkarılan Sosyalizmin Teorisi Üzerine Denemeler adlı derleme, örneğin, "sanayideki teknik eleman ücretleri artış hızının, 1970 yılları ortalarından 1980 yılları ortalarına kadar, işçi ücretleri artış hızından iki kez daha düşük olduğunu" saptayarak bunu son derece olumsuz bir gelişme olarak mahkum ediyordu.
(15)
Aynı şekilde, Gorbaçov dönemi SBKP Politbüro üyesi ve partinin ideolojik işler sorumlusu -düşünün!- Vadim Medvedev, Lenin'in doğum günü münasebetiyle sunduğu raporda şunları ilan etti: "Ücret farklılıkları şüphesiz artacaktır. ...Herkesin ve herşeyin gelirlerini eşitlemek isteyen demagojik çağrılar sosyalizme yabancıdır."
(16)Ünlü aydınlardan İgor Klyamkin ise ayrıcalıklarını yitirmek bir yana bunları sonsuzca çoğaltmak isteyen kesimlerin sözcülüğünü yaparak, herkesin verimliliğine bağlı olarak gelir farklılıklarının arttırılmasını yaklaşan "manevi devrim"in önemli bir öğesi olarak tanımlarken, çoğunluğun bu isteme karşı olduğunu da itiraf etmekten çekinmiyordu. Ona göre Sovyet halkının büyük bir bölümü hâlâ sosyalizmin eşitlikçiliğini savunuyordu. "Milyonlarca insanın" ilerlemeyle birlikte daha çok eşitlik istediğini üzülerek kabul eden Klyamkin, "Kruşçev'in ücret farklılıklarını giderme politikası tesadüfi değil: o, kitlelerin beklentilerine uydu"
(17) diyerek devam ediyordu.
Bir başka etkili aydın, akademisyen Tatyana Zaslavskaya, ülkede ortalama gelirin 240 ruble dolayında olduğunu, Sovyet halkının 2000 rublelik bir geliri "namussuzluk" saydığını bildiğini, ancak kendisinin "bu görüşü reddettiğini" belirterek gelir tavanının 10.000 rubleye çıkarılmasını öneriyordu.(18)
KENDİ KENDİNİ YÖNETME MÜCADELESİ
Sovyet toplumundaki iç çelişmelerin temel alanlarından bir diğeri, kendi kendini yönetme konusuydu. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki ayrımların muhafazası ya da kaldırılması konusundaki karşıt yaklaşımlar da açık bir toplumsal mücadeleye kaynaklık etti.
Lenin yöneten-yönetilen ayrımının azaltılması ve sonunda ortadan kaldırılması için, sömürücü sınıfların ve baskıcı devlet aygıtının tasfiyesinden sonra, gün geçtikçe daha çok sayıda yurttaşın ve nihayet tek tek her yurttaşın devlet yönetimine doğrudan doğruya ve günlük olarak katılmasının gereği üzerinde sistemli olarak duruyordu. Her sade emekçinin sadece kararların alınması sürecine değil, bu kararların fiilen uygulanması sürecine de bizzat katılmasının önemini vurguluyordu. Bürokrasiyi bir çırpıda kökten kaldırmak kuşkusuz mümkün değildi; ancak yönetim görevini her sade yurttaşın, ortalama işçi ücreti alarak, her an seçmenleri tarafından görevden alınabilir bir statüde yerine getirmesini sağlamak mümkündü.(19) Fabrikalarda ve işletmelerde, fabrika ve işyeri kollektifleri tarafından seçilen komite yönetimi yerine, üstten atanmış tek kişi yönetimini savunurken ise, bunun çalışmaya karşı komünist bilincin gelişmediği geri koşullardan kaynaklanan geçici bir önlem olduğunu açıkça belirtiyordu.(20) 1 Mayıs 1919'da Kızıl Meydan'da konuşan Lenin, yaşı 30'un altında olan dinleyicilerin "komünizmin tam çiçeklenişini görecek kadar yaşayacağı" tahminini dile getiriyordu.(21)
Ne var ki tek kişi yönetimi esası geçici bir önlem olmanın ötesine taştı ve adeta kutsal bir dogmaya çevrilerek kuşaklar boyunca sürdü. Tek kişi yönetimi sadece fabrikalarda ve işyerlerinde değil, partide ve Sovyet organlarında da, kısacası toplumsal hayatın her alanında yerleşmeye ve kökleşmeye başladı. Özel bir kararnameyle veya kötü niyetli bir liderin arzusuyla değil, uzun bir süreç boyunca binlerce yıllık geleneklere yavaş yavaş, neredeyse farkında olmadan taviz verildi ve sonuçta teslim olundu. İşbilir yöneticilerde görevini kötüye kullanma, yetkilerini bir imtiyaz kaynağına dönüştürme, yönetilenlerin önemli bir kısmında toplumsal görevlerini birilerinin sırtına yıkma, kaytarmacılık ve adam sendecilik duyguları gelişti. Hem yönetenler, hem yönetilenler katında bir yozlaşma ve bayağılaşma, komünist ideallere inançsızlık ve gününü gün etme eğilimi yoğunlaştı. Özellikle 1930'larda ve 1940'larda Parti yönetimi içindeki mücadeleler sırasında komünist davranış ilkelerinin ihlali, insanların adeta bir gece içinde hain veya kahraman ilan edilmesi; kararnamelerle kahramanların hainlere, hainlerin kahramanlara kolayca dönüştürülebilmesi, ilkesizliği besledi; yağcılık, dalkavukluk, güç dengelerini kollama, gerçek düşüncelerini gizleme, iki yüzlülük yazılı olmayan ama öğrenilen bir davranış kodu haline geldi; eleştirel yaklaşım, serbest fikir alış verişi boğuldu; yönetici veya yöneticilerin çizgisine göre marksist-leninist teoriyi eğip bükme, teoriyi günlük pratiğin basit bir propagandası haline getirerek bayağılaştırdı. Komünizm ideallerini kararlı biçimde savunan ilkeli, yüce ahlâklı insanlar sahneden çekilmeye, büyük şefin şakşakçısı orta ve küçük şefler ve adeta herkese ve herşeye eyvallah diyen nemelazımcı bir kalabalık ortalığı kaplamaya başladı. Sosyalist ideolojiden yüz çevrildikçe, yumuşama ortamında kapitalist dünyayla yoğunlaşan ilişkilerin de kolaylaştırıcı etkisiyle Amerikan tipi yaşam tarzına hayranlık gelişti, burjuva ideolojisi yayılmaya ve güçlenmeye başladı. Yöneten-yönetilen ayırımının kökten budanması ve sıradan emekçilerin, sokaktaki adamın özgürce gelişmesi yerine hem vasilerin hem vesayet altındaki insanların ahlâkını bozan vesayetçi bir yönetim ortaya çıktı.
Bu yozlaşma havasına rağmen 1970'lerde Sovyet sanayi işletmelerinde kendi kendini yönetme konusunda denemeler yapıldı. İşçi takımlarının (brigady) kendi takım başlarını (brigadiry) serbestçe seçip kollektif bir özerklik içinde çalıştıkları kendi kendini yönetme (samoupravlenie) sistemi bazı fabrika ve işletmelerde uygulandı.(22) Daha sonra 1983 yılında çıkarılan "Emek Kollektifleri Yasası, "emek kollektifinin toplantılarında alınan kararlar... kollektif üyelerini ve işletme yönetimini bağlar" hükmünü getirdiyse de pratikte uygulanmadı.(23) Gorbaçov yönetime geldikten sonra ancak henüz kapitalizme ve piyasaya dönük reformları açıkça dillendirmeden önce, 1987 yılında kabul edilen "Devlet İşletmeleri Yasası hem işletmenin kendi kendini finanse etmesini, hem de emek kollektifi tarafından yönetilmesini hükme bağlıyordu. Yasa ayrıca, her işletmedeki Emek Kollektifi Konseyi'nin (STK) 'üretime ve sosyal sorunlara ilişkin bütün konularda karar verme yetkisine sahip olduğunu' açıkça belirtiyordu".(24) Ancak yasa emek kollektifinin öz yönetimi ile işletme müdürünün tek kişilik yönetiminin birbiriyle uyuştuğunu varsayıyor; emek kollektifinin temel stratejiyi belirleyeceğini, müdür ve personelin ise bu stratejiyi STK'nın müdahalesi olmadan ayrıntılarıyla uygulatacağını öngörüyordu.(25)
SONUN BAŞLANGICI
Ne var ki daha bu yasa uygulanmaya geçmeden önce, Gorbaçov ve çevresinden kapitalizme ve kapitalist piyasaya yönelik reformların gereğini vurgulayan, sadece Brejnev'in ve Stalin'in değil, Lenin'in de, Stalin'in de, Kruşçev'in de, Brejnev'in de, kısacası bir bütün olarak Sovyet komünizmi denemesinin bir hata ve sapma olduğunu ilan eden açıklamalar peşpeşe gelmeye başladı. Birbiri ardısıra alınan siyasal ve ekonomik kararlarla ülke kargaşa içine itilmeye başladı. 1988 ve 1989'dan itibaren Parti ve devlet yöneticileri arasındaki hava ağırlıklı olarak kapitalizmden yana döndü. Türkiye'de devrimcilerin aşina oldukları itirafçıların söylem ve davranışı Sovyet yöneticileri arasında bulaşıcı bir virüs gibi yayıldı.
Sosyalist projeyi eksiksiz biçimde uygulamanın bütün nesnel koşulları olgunlaştığı halde; sosyalizmin inşasında kazanılan muazzam başarıları ileriye götürecek yerde; eşitlik ve kendi kendini yönetme alanlarında statü farklarını giderici, sosyalist mantık içinde yürütülecek reformları uygulayacak yerde; Sovyet yöneticilerinin ağırlıklı kesimi kaderlerini sade işçi ve köylülerden ayırdı ve dünya kapitalizmine iltihak etti, kapitalizm yolunu seçti.
Özetle, büyüme hızının düşmesi, teknoloji ve üretkenlik düzeyinin nispi geriliği; geleneksel merkezi planlama yöntemlerinin yetersiz kalarak kimi dallarda aşırı üretime, kimi dallarda ciddi kıtlıklara yol açması; dünya kapitalist ekonomisinin genişleyeceği varsayımıyla yapılan yatırımların kapitalist dünyadaki bunalım nedeniyle fiyaskoyla sonuçlanması; sözü edilen yatırımları finanse etmek üzere alınan büyük dış borçların bozucu etkilerinin yoğunlaşması gibi özelliklerle tanımlanan bir ortamda Sovyetler Birliğinde (ve aslında sosyalist ülkelerin hemen hepsinde) nüfusun göreceli olarak ayrıcalıklı kesimleri, gelir dağılımını bozmak, ücret eşitsizliklerini arttırmak ve pekiştirmek, işsizliği uygulamaya sokmak; kısacası, işçi sınıfının temel kazanımlarını budamak ve kendi ayrıcalıklarını genişletip kurumlaştırmak politikasını benimsediler. Böylece, kapitalist dünyada bunalımı çözmek için uygulamaya konan monetarist, Keynesçi ve sosyal demokrat reçetelerin başarısızlığının ortaya çıktığı bir sırada Sovyet yönetimi piyasa ekonomisi hummasına kapıldı ve dünya kapitalizmine eklemlenme yolunu seçti. Marksizmin en fazla doğrulandığı bir sırada yıllarca Marksizmin bayraktarlığını yapanlar itirafçı oldular ve ideallerini terkettiler.
Ne Partinin ve Sovyet yöneticilerinin kapitalizmi seçmeyen kesimi, ne de işçi sınıfının ve kollektif köylülerin ana kitlesi kapitalizm doğrultusunda atılan adımlara düzgün bir program ve kararlı eylem hattıyla örgütlü bir karşılık veremedi. Hiç tepki olmadı değil; tepkiler cılız, dağınık, kopuk ve ideolojik olarak netlikten uzaktı. Yukarıda sözünü ettiğimiz uzun yozlaşma süreci sonunda bir kısım komünistler kapitalist yolu seçen itirafçıların çizgisinden nerede, niçin ve ne ölçüde farklı bir doğrultuyu savunduklarını kendilerine bile açıklamakta zorluk çekiyorlardı; içine kapitalist ideolojinin öğeleri karışmış, bulaşık, pelteleşmiş, uzlaşmacı bir çizgiyle artık emperyalist kapitalist merkezlerden gelen uzmanların yardımından da yararlanan ve bütün kapitalist merkezlerin desteğini alan dönekleri alt etmek mümkün değildi.
"Brejnev döneminde göreceli olarak refah kaybına uğramış, sosyalizmden kopmuş Sovyet entelijansiyasının yanında, hızla büyüyen ve gelişen küçük meta üreticileri ve sosyalist varlığı kendi kapitalizan işi için kullanan ayrı bir kesim; Gorbaçov, isteyerek veya istemeyerek, bunların birleşmesine aracılık yapıyor. Gorbaçov, yeni bir soğuk savaşı başlatmış Batı ile sıfır çözüm üzerinden anlaşmak için ödüncü bir çizgiyi izlerken, bunlarla, Batı merkezleri arasında sağlam bağların kurulmasına da önayak olmuş oluyor; sosyalizm, içinden ve dışından, daha önce görülmemiş bir şiddetle, üstelik ideolojik açıdan hiç hazır olmadığı bir zamanda hücumla karşı karşıya geliyor. Bir karşılaşma olabilir; bunun yerine, Sovyetler Birliği içindeki en sesli ve en hırslı bu yeni zenginler ve entelijansiya, Timur'un karşısındaki Bayezit'in ordusunu hatırlatır bir biçimde, karşı tarafa geçiyorlar"(26)
Böylece servet ve iktidar hırsıyla gözü dönmüş bir azınlık bir oldu bittiyle tarihin en büyük karşı devrimini gerçekleştirdi ve Sovyetler düştü. İşçi ve köylü kitleleri kurbanlık koyunlar gibi kapitalizmin mezbahasına şaşkın şaşkın sürüklendiler. Daha düne kadar marksizm-leninizm enstitülerinde kendilerine "sizler Sovyet toplumunun temeli, ülkenin efendisisiniz, ulusal servetin gerçek yaratıcısı ve sahibi sizlersiniz" diyen sözümona "halk aydınlarının" bir kısmı ile kendi aralarından çıkan bir kısım işbilir uyanığın yabancı kapitalistlerle de ortaklık kurarak kendilerine artık şöyle hakaret ettiklerini gördüler: "Bizler zeki, akıllı, becerikli Yeni Ruslarız. Sizler tembel, kaba, bilgisiz yük hayvanlarısınız. Sizi açlıkla terbiye edeceğiz; haydi piyasaya çıkın, kendinizi özgürce satın, biz de sizi özgürce satın alacağız, lütfedip size ekmek vereceğiz...".
Rusya proletaryasının, Yeni Rusların bu bayat öyküsünü bu kez sonsuza dek yarıda kesmek için kendisini bilgi ve inançla donatacağını, çok daha kararlı, çok daha ısrarlı bir örgütlenme yaratacağını öngörmekte galiba herhangi bir sakınca yoktur. Ne dersiniz?
SONUÇ
Sermaye ile emek, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadele dünya çapında bir mücadeledir. Sosyalizm, kapitalizmin ikiz kardeşi veya kimi özelliklerinin düzeltildiği bir türü değil, kapitalizmin bir bütün olarak aşılmasını öngören yepyeni bir sistemdir.
Sömürü ve baskının ortadan kaldırılması, toplumsal eşitlik, ortak mülkiyet ve kendi kendini yönetim ilkelerine dayalı bir düzen olan sosyalizm mülkiyetçi bireyciliğe karşıdır ve kimseye başkalarını sömürme ve boyunduruk altında tutma hakkını tanımaz. Bu yönüyle kapitalizm, sosyalizmin en küçük bir belirtisini bile yok etmek için durmadan gayret gösterir, kapitalizme karşıt bir düzenin kurulabileceğini ve yaşayabileceğini gösteren örnekleri boğmaya çalışır. Lenin'in önderliğinde kurulan Sovyet iktidarı kapitalistler olmadan bir emek düzeninin yaşayabileceğini yetmiş yıl boyunca bütün zorluklara ve hatalara rağmen kanıtlamıştır. Sovyet iktidarının yıkılmasından sonra nüfusun büyük çoğunluğunun içine itildiği korkunç sömürü çarkı da komünist ideolojinin ve sosyalizm projesinin geçerliliğini ve hayatiyetini -bu kez tersinden- kanıtlamıştır.
Lenin 1 Mayıs 1919 konuşmasında "Bizim torunlarımız kapitalist sistem çağından kalan belgeleri ve diğer kalıntıları hayretler içinde inceleyecekler. Temel ihtiyaç maddelerinin nasıl özel ticaret konusu olabildiğini, fabrikaların nasıl bireylere ait olabildiğini, kimi insanların başka insanları nasıl sömürebildiğini, bazılarının nasıl hiç çalışmadan yaşayabildiğini kafalarında canlandırmakta çok zorluk çekecekler... Yoldaşlar bugün görüyorsunuz ki temellerini attığımız sosyalist toplum yapısı bir hayal değil. Çocuklarımız bu yapıyı daha da büyük bir şevkle inşa edebilecekler" demişti. Sosyalizm mücadelesi, Rusya'da ve dünyanın her yerinde zafere kadar sürecektir.
1 Ronald Suny, "Incomplete Revolution: National Movements and the Collapse of the Soviet Empire", New Left Review, sayı 189, Eylül-Ekim 1991, sayfa 122-123
2 bkz, aynı yazı, sayfa 111
3 The Guardian, 26 Ekim 1996
4 Hakan Aksay, "Moskova Günlüğü", Cumhuriyet, 16 Kasım 1996
5 Cumhuriyet, 10 Ocak 1997
6 R. W. Davies, "Gorbachev's Socialism in Historical Perspective", New Left Review, no. 179, Ocak-Şubat 1990
7 Manifesto of the Communist Party, Selected Works, Vol. I, Moscow, 1962, s. 54
8 aynı yerde.
9 Lenin, "On Democratism and the Socialist Character of Soviet Power", Marx, Engels, Lenin, On Scientific Communism, Progress Publishers, Moscow, 1967, s. 331
10 R. W. Davies, adı geçen eser.
11 aynı yerde
12 Marx-Engels-Lenin, adı geçen eser, s. 151
13 R.W. Davies, adı geçen eser.
14 31 Mayıs 1989 ve 18 Haziran 1989 tarihli İzvestiya'dan aktaran R.W.Davies, a.g.e.
1515 G. L. Smirnov (ed.), Oçerk Teorii Sotsializma, Mockba, 1989, s. 15'ten aktaran Yalçın Küçük, Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin Çözülüşü, Tekin Yayınevi, 1991, s.640-641
16 Pravda, 22 Nisan 1989
17 Novyi mir, 2, 1989, s. 236'dan aktaran, R. W. Davies, adı geçen eser.
18 EKO, sayı 10, 1988, s. 93-94'ten aktaran R. W. Davies, aynı yerde.
19 Marks-Engels-Lenin, adı geçen eser, s. 484,486
20 aynı eser, s. 456, 460, 461
21 Lenin, Marksizm ve Gençlik, Koral Yayınları, 1977, İstanbul, s. 244
22 D. Lane, Sovyetlerde Emek ve Komünizmin Ahlâkbilimi, Londra, 1987, s.182-213'den aktaran R. W. Davies, a.g.e.
23 D. Lane (ed.), SSCB'de Emek ve İstihdam, Londra, 1986, s.239-55 (E. Teague), ve Sovyet Araştırmaları, cilt 37 (1985), s.173-83 (D. Slider)'den aktaran, aynı eser.
24 aynı eser
25 aynı eser
26
Yalçın Küçük, adı geçen eser, s. 501
NOT: KİTAP DİZİSİ NO:1'den ALINMIŞTIR.