Çankaya
savaşlarının ardından sermaye gruplarının bitmez tükenmez güç
denemelerinin yeni bir dönemine girdik. Yerel yönetimlerden,
parlamentodan ve merkezi hükümetten sonra cumhurbaşkanlığını
da AKP'ye kaptıran büyük sermaye ve uzantısı yüksek
bürokrasi, "Çankaya kalesi"nin ardından, egemen rejimde
cumhurbaşkanlığına tanınan stratejik yetkilerin bir sonucu
olarak Yüksek Öğretim Kurumu YÖK'ün de yeni palazlanan sermaye
çevrelerinden ve uzantılarından oluşan rakiplerinin eline
geçmesini yaşadı.
Sıranın
üniversite rektörlerine ve dolayısıyla Üniversiteler Arası
Kurul'a geldiğini, ardından yüksek yargı organlarının ve en
sonunda belki ordu üst yönetiminin de elden gidebileceğini bilen
bu kesimlerin yeni hamlesi, Anayasa Mahkemesi'nde AKP'ye parti
kapatma davasının açılması oldu.
Bu kez
başrolü ordu üst yönetimi değil, yüksek yargı bürokrasisi
üstlendi.
Silahlı
Kuvvetlerin Çankaya'nın kaybıyla biten başarısız
girişimlerinin ardından sahneye zaten "silahsız kuvvetler"
girmiş, büyük kapitalist medyanın, o sırada henüz elden
gitmemiş olan YÖK'ün, yüksek yargı organlarının, TÜSİAD ve
TOBB gibi has kapitalist kuruluşların ve "sivil toplum
örgütleri"nin kampanyasıyla AKP'nin "sivil anayasa"
girişimi başarıyla tavsatılmıştı.
AKP
gerilemesini örtbas etmek için hiç olmazsa kendi tabanını geçici
olarak tatmin edebilecek bir adım atmaya karar verdi,
üniversitelerde türbanı serbestleştirmeyi amaçlayan "mini
anayasa değişikliği"ni gündeme getirdi.
17 Ocak
2008 günü Yargıtay Başsavcılığı'nın türban konusunda
yapılacak bir anayasa değişikliğinin parti kapatma nedeni olacağı
ve ertesi gün Danıştay'ın türbanın serbest bırakılmasının
laikliğe aykırı olacağı yolundaki uyarılarına rağmen, MHP'nin
desteğini bir kez daha yanına alan ve Genelkurmay'dan açık
herhangi bir itiraz gelmemesini iyiye yoran AKP türbanın
üniversitelerde serbest bırakılmasını sağlayacağını umduğu
anayasa değişikliğini 9 Şubatta yapılan son oylamada 103 red
oyuna karşı 411 kabul oyuyla Meclis'ten geçirdi. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, anayasa değişikliğini herkesin sınır ötesi
harekâta odaklandığı bir sırada, 23 Şubatta imzaladı.
Üniversiteler Arası Kurul'un bütün itirazlarına rağmen YÖK
25 Şubatta üniversite rektörlüklerine türbanı serbest bırakma
genelgesi gönderdi. CHP, DSP'nin ve Kamer Genç'in verdiği
imzalarla itiraz için gerekli milletvekili sayısına ulaşarak 27
Şubatta anayasa değişikliğinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne
başvurdu. Danıştay 8. Dairesi 11 Martta YÖK'ün genelgesini
iptal etti. 14 Martta ise asıl vurucu darbe geldi: Yargıtay
Başsavcısı AKP'nin laikliğe karşı eylemlerin odağı haline
geldiği gerekçesiyle AKP'nin kapatılmasını, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eski Meclis
Başkanı Bülent Arınç'ın da içinde bulunduğu 71 kişinin
siyasetten 5 yıl yasaklanmasını isteyen iddianamesini Anayasa
Mahkemesi'ne sundu.
AKP,
sınır ötesi harekâta onay vermekle Genelkurmay'la arasını
kökten düzelttiğini düşünüyor, Genelkurmay'ın Kürt
hareketine karşı bölgede tek alternatif siyasi parti olarak
AKP'nin kaldığını dikkate alarak hiç olmazsa yerel seçimlere
kadar kendisine mecbur olduğunu hesaplıyordu. ABD'nin hükümet
ile Genelkurmay'ın uzlaşmasına yönelik tavsiyelerini ve
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın sınır ötesi
harekâtın bitirilmesini eleştiren CHP ve MHP'ye karşı göğsünü
hükümete siper etmesini, kendisine açılan geniş bir siyasi
manevra alanının belirtisi sayıyor, bu nedenle kendi ölçülerine
göre "gözü kara" gitmekte bir sakınca görmüyordu.
Daha
1999'da DSP-MHP-ANAP hükümetinin prim gün sayısını 5000'den
7000'e çıkarmasını açıkça zulüm olarak nitelendiren AKP
büyüklerinin bugün prim gün sayısını 9000'e çıkarmak
istemesini teşhir ederek AKP hükümetinin İMF ve bütün sermaye
sınıfı adına yasalaştırmaya çalıştığı Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası'na karşı uzun süredir başarılı
bir kampanya yürüten, AKP seçmenleri dahil geniş halk kitlelerini
etkileyici eylemler yapan ve iki saatliğine bütün yurtta iş
bırakan işçilere ve memurlara, onları destekleyen emeklilere
karşı Başbakan ve bakanlar işte bu güvenle kükrer, sendikalara
hakaret yağdırırken, rakipleri tarafından gafil avlandılar.
İlk
şaşkınlığı geçtikten sonra AKP açılan kapatma davasının
"darbeci Ergenekon örgütü"nün marifeti olduğunu iddia etti.
Darbelerin gerçek ve potansiyel kaynağının üzerine gitmeye
cesaret edemeyenler, hatta politikalarını onlarla birlikte
şahinleşme üzerine kuranlar, eşeğini dövemeyen semerini döver
hesabı, belki işe yarar ve rakiplerimize gözdağı veririz
umuduyla 21 Martta İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek
ve arkadaşlarını "Ergenekon terör örgütü" suçlamasıyla
evlerine baskın yaparak gözaltına aldırdılar. İlhan Selçuk ve
Kemal Alemdaroğlu yükselen tepkiler arasında serbest bırakıldı,
Doğu Perinçek ve arkadaşları tutuklandı.
AKP bu
nafile çabayla kamuoyunu oyalarken, asıl güvendiği dağlara
başvurdu; ABD'yi ve Avrupa Birliği'ni doğrudan doğruya
devreye sokarak dava iddianamesinin kabul edilmemesi için Anayasa
Mahkemesi üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Avrupa Birliği
yetkilileri AKP'yi açıkça savunan demeçler verirken, ABD
yetkilileri "hem demokrasiye, hem laikliğe önem veriyoruz"
diyerek daha dengeci ve her iki tarafa mavi boncuk dağıtan bir
tutum takındı. ABD ve Avrupa büyük medyası ise, başta New
York Times, Financial
Times ve Economist
olmak üzere AKP'ye açık açık destek çıktı.
TÜSİAD'ın
ve TOBB'un başını çektiği çevreler, sureti haktan görünerek
"herkes bir adım geri atsın" sloganıyla, AKP'nin türban
değişikliğinin yanlış olduğunu kabul etmesini ve Anayasa
Mahkemesi'nin türban değişikliğini iptal etmesini; AKP'nin
Ergenekon davasından vazgeçmesini; Anayasa Mahkemesi'nin AKP'ye
karşı kapatma davasını reddetmesini veya AKP'yi kurtaracak bir
anayasa değişikliğinin parlamentodaki bütün partilerin
uzlaşmasıyla yapılmasını istediler.
Anayasa
Mahkemesi 31 Martta davayı görüşmeyi oybirliğiyle kabul etti.
Mahkeme, Cumhurbaşkanı Gül hakkında vatana ihanet gerekçesi
dışında dava açılamayacağı yorumlarını da reddederek
Yargıtay Başsavcılığı'nın istemine uydu ve 4'e karşı 7
oyla Gül'ün de davaya dahil edilmesini kararlaştırdı.
Çankaya'yı
fethetmesini rakiplerine başarıyla kabul ettirdiğini ve artık
düze çıktığını sanırken siyasi hayatın dışına itilme
tehdidiyle yüz yüze kalan AKP, ne gibi adımlar atmasının daha
uygun ve sonuç getirici olacağını kestirmeye çalışırken,
savunma taktiğini "gadre uğramış özgürlükçü demokrat"
imajı üzerinden kurmaya karar verdi.
Yani
işçilerin ve emekçilerin en temel haklarını gasp etmek için
elden gelen her şeyi yapanlar, yoksulu sadakaya muhtaç etmeyi,
zengine kârını katlama imkânı sağlamayı marifet bilenler,
Tuzla tersane patronlarının düpedüz işçi kanı üzerinden
semirmesini, neredeyse her gün bir işçinin ölmesini boş gözlerle
seyredenler, küçük çiftçileri, küçük esnafı, küçük
üreticileri çökertenler, savaş hükümeti olmakta bir sakınca
görmeyenler, Newroz kutlamalarını kana bulayanlar, ırkçı
cinayetleri ört bas edenler, anadil hakkını isteyenlere hakaret
edenler, kadınları, gençleri yok sayanlar, bağımsızlık derdi
taşımayanlar, kardeş halklara karşı emperyalizmin ve siyonizmin
safında yer almaktan utanmayanlar, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü
sağlayacak en basit adımları bile atmayanlar, 301. maddeyi sadece
göstermelik değişikliklerle muhafaza etmekte kararlı olanlar,
gadre uğramış özgürlükçü demokrat olacaklar! Bu taktiğin işe
yarayıp yaramayacağını göreceğiz.
Kapitalist
sınıfın işbirlikçi neoliberal politikalara sıkı sıkıya
sarılan iki kanadı arasındaki çatışma ve uzlaşma
girimlerinden; işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkların
temel menfaatlerine karşı birlik ve beraberlik ruhuyla saldırıya
geçerken birbirlerini de alt etmeye çalışan düşman kardeşlerin
itişmesinden ne sonuç çıkacağını şimdiden bilemeyiz. Şu anda
bilebileceğimiz, her iki kanadın sömürülen ve ezilen toplum
kesimleri açısından anlamlı ve önemli bir dava sahibi
olmadıkları, ilkesiz, hukuksuz kaba bir menfaat kapışmasını
siyasi dava olarak göstermeye çalıştıklarıdır. İşçi ve
emekçi halkın, Nazım'ın pek yerinde tanımıyla büyük
insanlığın egemenliğini yansıtan ilkeli ve hukuklu demokratik
bir siyasal sistem, sömürü ve baskıya son veren bir
sosyo-ekonomik düzen kapitalist sınıfın her iki kanadını,
uzantılarıyla birlikte, kesinlikle aşmayı gerektirecektir.