Geçen aylarda müstafi sağlık bakanı Dr. Yıldırım Aktuna ile (ne alakası varsa) dışişleri bakanı Tansu Çiller'in bazı hastanelere yapmış olduğu BALYOZ harekatları kamuoyunu epey meşgul etti. İktidar yetkilileri sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, hastanelerin (pardon İŞLETMELERİN) daha iyi işler hale getirilmesi ve hastaların (kocaman pardon, MÜŞTERİLERİN) daha iyi sağlık hizmeti almasını sağlamak için bu BALYOZ harekatlarını yaptıklarını söylediler. Arkasından da ağızlarındaki baklayı çıkarttılar. Siyasi bir ŞOV'la hastanelerin işletmeye dönüştürüleceğini, bunları kademeli olarak özelleştireceklerini açıkladılar. Bunun için de parlamentoya bir dizi yeni sağlık yasa tasarısı süreceklerini beyan ettiler. Yeni yasaların sağlık sistemini iyileştireceğini, yoksullara bedava sağlık hizmeti sunacağını cilalı sözlerle açıkladılar.
Acaba bu yasalar işçi sınıfı ve halka daha kaliteli ve ucuz sağlık
hizmeti mi sunacak? Yoksa onların elinde bulunan bazı sosyal güvenlik haklarını da mı alacak?
Dünyada Özelleştirme
Bilindiği gibi dünyada özelleştirme dalgası 1970'li yılların başında
emperyalist sistemin 3. ve en büyük bunalımıyla başlamakta. Kapitalist sistem ikinci paylaşım savaşından sonra 70'li yıllara kadar dünya sosyalist sisteminin etkisiyle (bazı
istisnalar hariç) sosyal devlet ilkesini öne çıkardı. Ancak 60'lı yılların sonuna gelindiğinde emperyalist güçlerin büyüme oranları geriledi, yatırımları tıkandı, kapasite
kullanım oranları düştü. Emperyalist güçler yatırım ve yeni teknolojilerin kullanım maliyetlerinin de yükselmesiyle finans kesimine ve mal dolaşımına kaydı. Bu durumda devletin çeşitli kesimlere yaptığı sosyal yardımlardan ve subvansiyon
uygulamalarından vazgeçmesi gerekirdi. Kamuda çalışan işçi ve memurların ücretleri indirilmeliydi, devlet küçülmeli, verimli kamu alanları para babalarına terk edilmeliydi. Hatta devlet, kamu işyerlerinde çalışanları kapı önüne koymalıydı.
Emperyalizm, bunalımını ancak bu şekilde aşacağını düşündü. Dünyada özelleştirmeler, ABD emperyalizminin küreselleşme/globalleşme ve tek kutuplu dünya düzeni gerçeğiyle,
dünya pazarlarının yeniden paylaşıma sunulduğu YENİ DEMOKRASİ DÜZENİ sloganı ile yola çıktı. Özelleştirmelerin ilk uygulamalarını 70'li yılların sonuna doğru İngiltere'de
görmekteyiz. Daha sonra Latin Amerika ülkeleri, geri bıraktırılmış ülkeler ve dağılan Sovyet cumhuriyetlerinde görüyoruz.
Ülkemizde Sağlıkta Özelleştirme
Ülkemizde ise 24 Ocak 1980 kararları ile özelleştirmenin önü açılmış,
gerici 1982 Anayasası ile de yasal olarak pekiştirilmiştir. Günümüzde özelleştirme çalışmaları egemen güçlerin sözcüleri vasıtasıyla hızla devam etmektedir.
1961 anayasasında (Mad. 49) "Halkın beden ve ruh sağlığını
korumak, kollamak ve geliştirmek devletin görevidir" denilirken, 12 Eylül sonrası faşist cunta tarafından halkımıza zorla onaylattırılan gerici 82 anayasasında (Mad. 56) bu görev
devletten alınıyor, sağlık hizmetini devlet ve kişiler birlikte yürütür şeklinde ifade ediliyor. Özel kesimden ve genel sağlık sigortasından söz ediliyor.
Sağlık hizmeti, bozulan iş gücünün tamiri ve tekrar üretime sürülmesi
için verilen bir hizmettir. Bu anlamda süreklilik getirmektedir. Bu sürekli dönüşüm yatırımcıya finansman garantisi de getirmektedir. Bunun için de sağlık sektörü yerli ve yabancı
para babalarının iştahını kabartmaktadır.
Siyasi
erk, sağlıkta özelleştirmeye ilk olarak Aile Hekimliği yasa tasarısı ile birinci basamak sağlık hizmetlerini özelleştirerek başlamak istemektedir. Fakirlere ücretsiz sağlık hizmeti sunumu
ve her isteyenin istediği hekimi seçebileceği safsatalarıyla! Aile Hekimliği yasa tasarısı ile birlikte Sağlık Finansman Kurumu yasa tasarısının da parlamentodan geçmesi gerekmektedir.
Finansman yasa tasarısı işçi sınıfı ve emekçilere acımasız bir saldırıdır. Yasa bireysel sigorta sistemini getirmekte, bireyler ferdi olarak prim ödemek zorunda bırakılmaktadır.
İşçilerin ve memurların bordrolarından kesilen keseneklerden anne, baba, eş ve çocukları da yararlanmaktadır. Bu hakları yeni yasa ile ellerinden alınmaktadır. Özel sigorta şirketleri devlet teşvik kredileriyle desteklenmektedir. Primler beyan esasına göre
tespit edilmekte, prim ödeyemeyenlerin de primlerini devletin karşılayacağı (hangi kaynak ve kanalla belli değil) belirtilmektedir.
Ülkemizde sağlık hizmetleri zaten yarı yarıya özelleşmiş durumdadır.
Vakıf makbuzu, katkı payı, protez, gözlük parası, ilaç yüzdesi, emar ve bilgisayarlı tomografi uygulamalarında alınan yüzdelik paralar bunun bazı örnekleridir.
Yeni Tasarıların Özü
Yeni
yasa tasarılarının altında yatan gerçekler nelerdir? Bu tasarılar biz emekçilerin ve halkın ne kadar yararınadır? İsterseniz konuyu biraz daha derinleştirelim.
1- Sağlıklı yaşama hakkı tüm insanlığın en temel haklarından
biridir. Devlet, bu ilkeye sahip çıkması gerekirken, insan sağlığını alınıp satılabilen bir meta olarak görmektedir. Dünyada ilk olarak sağlık hizmeti için bedel alınması, köleci
toplumda sözkonusu olmuştur ve alınan bu bedel kölenin bedeline eşdeğer olmuştur. Egemen güçler bizleri o günlerdeki gibi ücretli köle olarak görmekte, fiyatımızı biçmekte, "paran kadar sağlık hizmeti satın alabilirsin" demektedir.
2- Aile hekimliği yasa tasarısı ile koruyucu sağlık hizmetlerinin
kökü kazınarak tedavi edici sağlık hizmetlerinin yükü artırılmaktadır. İlaç tüketimi hızlandırılarak ilaç tekellerinin kârlarına kâr katmaları sağlanmaktadır.
3- Yasa tasarısı "Sağlık hizmeti bir ekip hizmetidir" ilkesini çiğnemekte, bireyselliği ve rekabetçiliği getirmektedir.
4- Yasa tasarısında hekim seçme özgürlüğünden bahsediliyor. Bilakis hekim seçme özgürlüğünü kısıtlamakta, hekimin hasta
seçme özgürlüğünü getirmektedir. Beykoz'da oturan bir insan Üsküdar veya Kadıköy'de bir hekim seçemez. Çünkü örgütlenmesi ilçeler bazındadır. Bu durum Anadolu'nun herhangi
bir ilçesi için de geçerlidir. İnsanlar hem prim ödeyecekler, hem de başka kurumlara giderek muayene için tekrar ücret ödeyeceklerdir.
5- Etnik, yöresel, kültürel ve dinsel farklılıkların burjuvazi tarafından sürekli kaşındığı ülkemizde, bazı bölgelerde hekimler varlıklı hasta seçebileceklerdir.
6- Yasa tasarısına göre anlaşmalı aile hekimi, muayenehanesinde en
az bir ebe, bir hemşire çalıştırmak zorundadır. Buna göre en az yirmi bin ebeye ve yirmi bin hemşireye ihtiyaç vardır. Halen bakanlık kendi kurum ve kuruluşlarındaki ebe-hemşire açığını
kapatamamaktadır. Hekim bu personeli nereden bulacaktır?
7- Hekim, kendisine başvuran müşterisi için laboratuvar tetkiki ve derin tetkikler istese, bu tetkiklerin nerede ve nasıl yapılacağı belirgin değildir. Eğer tetkikler yasanın örgütlenmesi doğrultusunda, ilçe sınırları içinde yapılırsa hizmetin kalitesi yönüyle hizmet farklılığını ve eşitsizliğini getirecektir. Çünkü Anadolu'nun küçük bir ilçesiyle büyük şehirlerin alet ve personel donanımı birbirinden çok farklıdır.
8- En önemlisi aile hekimi siyasal iktidarlarla sözleşme yapacaktır.
Bakanlığın ve siyasal iktidarın denetimi artmaktadır. Hekim ve sağlık çalışanları özgür olamadıkları için sağlık hizmeti sunumunu layıkıyla yapamayacaklardır. Politik baskılar aile hekimliği müessesesini yönlendirecektir.
Birinci basamak yasa tasarısı meclisten geçerse önümüzde duran aksaklıklar ve üzerimize binecek yüklerin bazıları bu saydıklarımızdır. Peki hastaneler işletmeye dönüştürülünce neler olacak; biraz da onlara değinelim.
Özelleştirmenin Sonuçları
İşletmeler, Çiller'in de dediği gibi kârlılığı ön plana çıkaracak. Özelleştirmenin ilk adımı özerleşme getirilecek, hastane içi veya hastane dışından kendi kafalarına uygun mütevelli heyetleri atayacaklar, yönetimi onlara devredeceklerdir. Bu birkaç kişiden oluşan yönetim kadrosu dışındaki tüm çalışanlar sözleşmeli statüsüne geçirilecek, ücretler mütevelli heyetin puanlamasıyla belirlenecek, çalışanların iş güvencesi ellerinden alınacak, dalkavukizm ve jurnalcilik meslek haline getirilecek, sendikasızlaşma körüklenecek, çalışanlar birbirleriyle düşman edilecek ve ücretler iyice düşürülecektir.
12 Eylül sonrası yayınlanan çeşitli genelgelerle hastaneler ve sosyal güvenlik kurumlarından ayrılan hizmetli personelin kadroları Maliye Bakanlığı'nca merkeze çekilmekte, kadrosuzluk nedeni ile yerine yeni eleman alınamamaktadır. Gece vardiyalarında 100 yatağa bir personel düşmesinin; çamaşır, bulaşık, yemek ve temizlik hizmetlerinin özel şirketlere, yani taşaronlara yaptırılmasının temel nedeni budur. Taşaron firmalar işçilerini asgari ücretin bile altında bir ücretle çalıştırmaktadırlar. Bu da madalyonun öbür yüzüdür.
Yolsuzluklar
Kapitalizmin kokuşmuşluğunun göstergelerinden birisi de rüşvet ve yolsuzluktur. Rüşvet ve yolsuzluğun günümüzde birçok devlet
kuruluşu ve KİT'lerde bayağı yaygın olduğunu bilmeyen yoktur. Hastanenin alımlarında da birçok usulsüzlük sözkonusudur. Bu usulsüzlüğü yapanların kimler olduğu herkesçe bilinmektedir. Yolsuzluk çeteleri Mütevelli Heyet adı altında resmileştirilecektir. Bunun en güzel örneklerini ilk uygulamanın yapıldığı Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi ve Haseki Hastanesi
örneğinde görüyoruz. Yüksek İhtisas Hastanesi yöneticileri kendi eş ve çocukları üzerine kurdukları tıbbi cihaz ve malzeme şirketleri ile milyarları vurmuşlardır. Fahiş fiyatlarla alım yapılmış ve hastane milyarlarca lira borç batağının içine itilmiştir. Halen 21 kişi ağır ceza mahkemesinde yargılanmaktadır. İstanbul Haseki Hastanesi'nde ise döşenen
süper lüks odalarda yerel parti yöneticileri bedava tedavi görmekte, gariban halk ise borcunu ödeyemediği için evindeki buzdolabına icra gelmesi durumuyla karşılaşmaktadır.
Bilinçsizlik
Peki bu yasaları acaba sağlık çalışanları içinde benimseyenler var mı?
Maalesef sağlık çalışanları içinde burjuva özentisi duyan, meslektaşlarının üzerinde hegemonya kurmayı büyük bir marifet sayan, kıyısından köşesinden kırıntı kapmaya çalışan bazı kişiler vardır. Onlar şunu iyi bilsinler ki, bu yasalar işçi
sınıfı ve halka açlık, sağlıksızlık ve taşaronlaşma, sağlık çalışanlarına ise işsizlik getirecektir. Özelleştirme doğrultusunda düşünen sağlık çalışanlarını, Hipokrat
yeminine ve tıbbi etik kurallarına uymaya çağırıyoruz.
Sağlık Sistemi Nasıl İyileştirilebilir
Türkiye'de sağlık sisteminin iyileştirilmesinin kesin çözümü sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum kurulmasından geçmektedir. Ancak
sistemin aşağıdaki önlemlerin uygulanması halinde, yeni yasa çıkartılmasına gerek kalmadan da insanlara daha nitelikli sağlık hizmeti sunabileceğini söyleyebiliriz:
1. Emekliye ayrılan yardımcı personel kadroları, gaspedildiği yerden gerçek yerlerine iade edilmeli ve emekliye ayrılanların yerine yeterince personel alınmalıdır.
2. Bütçeden sağlığa ayrılan pay, Emniyet genel müdürlüğü bütçesinden daha azdır. Genel bütçedeki Sağlık Bakanlığı payı yüzde 10'dan daha yukarı çıkartılmalıdır.
3. Hastanede yatan bir hasta için bakanlık günlük yemek bedeli
olarak 50.000 TL, ısınma bedeli olarak da 8250 kuruş ödenek göndermektedir. Bunlarla ne karın doyar ne de ısınılır. Hastane gelirlerinin büyük kısmı döner sermaye ve katkı payı adı altında emekçilerin ve halkın cebinden tahsil edilmektedir. Hastanedeki harcamalar buralardan yapılmakta iken Maliye Bakanlığı gerekirse döner sermaye birikimlerinin yüzde otuzuna el koyabilmektedir. Halbuki devlet, özel sağlık sektörüne kredi, teşvik ve vergi muafiyeti uygulamaktadır. Devlet özel sektöre aktardığı kaynakları kesmeli, o paraları hastanelere göndermeli, halk sağlığını ön planda tutan koruyucu sağlık hizmetlerine ayırmalıdır.
4. SSK'nın ilaç fabrikaları tam kapasite ile çalışır hale getirilmeli ve ilaç sanayii mutlaka devletleştirilmelidir. Bugün piyasada satılan ilaçlar üretim maliyetinin 6-10 kat fazlasıyla satılmaktadır. İlaçta serbest piyasa kurallarını düzenleyen ve serbesti veren 1984 yılı Sağlık Bakanlığı patentini taşıyan genelge yürürlükten kaldırılmalıdır.
5. Başta SSK hastaneleri olmak üzere birçok hastane bugün tıbbi malzeme çöplüğü gibidir. Gelişen teknolojinin nimetlerinden mutlaka bizim insanlarımız da yararlanmalıdır. Ancak kapitalistlerin elinde kalmış geri teknoloji de ülkemize girmemelidir. Tıbbi malzeme alımları bilimsel bir kurul tarafından yapılmalıdır.
6. Muayenehaneler sıkı denetim altına alınmalı, muayenehane-hastane trafiği kapatılmalıdır. Geliştirilmiş bir Tam Gün yasası yeniden çıkartılmalıdır.
7. Sağlık kuruluşlarındaki vakıf ve benzeri örgütler kapatılmalıdır.
8. Yaşlılara ve çocuklara ücretsiz sağlık hizmeti verilmelidir.
9. Öğretim üyesi bile bulunmayan tıp fakülteleri, staj yapacak
hastanesi olmayan ve ilkokul öğretmenlerinin ders verdiği sırf siyasal şov için açılmış sağlık meslek liselerinin sorunları mutlaka giderilmelidir. Gelişen teknolojiyi anlayabilmesi ve
kendisini geliştirebilmesi için sağlık çalışanlarına meslek içi eğitim yaptırılmalıdır.
10. Sağlık iş yerlerinde çalışanların yönetimde söz ve karar sahibi olması sağlanmalı, yöneticileri çalışanlar seçmelidir. Baskılar, koğuşturmalar ve sürgünler durdurulmalı, disiplin
kurullarında da çalışanların sendika temsilcileri bulunmalıdır.
11. Sağlık çalışanlarına Grevli Toplusözleşmeli Sendika hakkı verilmelidir.
12. Bütçenin büyük bölümünü götüren savaş durdurulmalı, barış hemen sağlanmalıdır. Barışın olmadığı bir yerde sağlıklı yaşamdan söz edilemez. Savaşa giden paralar kapitalizmin yumuşak karnı olarak bilinen eğitim ve sağlığa aktarılmalıdır.
Bu saydığımız önlemlerin insanlığa kısmen yarar getireceği kanısındayız.
Sonuç
KİT'ler ve devlet kurumları işçilerin, emekçilerin, köylü ve küçük esnafın vergileri ile kurulmuş devletin temelleridir. Bunlar bizim malımızdır. Bu kuruluşlar eğer iyi işlemiyorsa suçlu biz değil, Turban ve Emekli Sandığı örneklerinde görüldüğü gibi, buraları siyasal çöplükleriymişçesine kullanan sermayenin sözcüleridir.
KİT'lerin ve sağlık sisteminin özelleştirilmesi; emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin işçi sınıfı ve emekçi kesimlere sistemli bir saldırısı olarak değerlendirilmelidir.
Alınteri ile geçinen bütün kesimler özelleştirmeye vargücüyle karşı koymalıdır.
Haydi görev başına.