Kitap Dizisi:4 |  Diğer Yazarlarımız |
ÖZELLEŞTİRSEK DE Mİ YESEK? / İsmet Aktan

Globalleşme, yeni dünya düzeni sözleri ile tanıştığımız özelleşme sözcüğü birilerinin istek ve çıkarları gereği ortaya çıktı. Özelleştirme değişik çevrelerce farklı biçimde algılansa da, eldeki kaynaklara göre ortak tanımı; "Devletin ekonomik faaliyetlerini azaltmak veya tamamen kaldırmak amacıyla, dar anlamda kamu iktisadi teşebbüslerinin, geniş anlamda kamunun sahip olduğu her türlü mal varlığının, mülkiyetin ve yönetiminin kısmen ya da tamamen özel mülkiyete devredilmesi"dir.

Özelleştirme örneklerine gelişmiş kapitalist ülkeler ile az gelişmiş ülkeler açısından baktığımızda iki farklı gerekçe ile karşılaşırız. Gelişmiş kapitalist ülkelerde özelleştirme "kamu finansman açıklarını azaltmak, ekonomik etkinliği, rekabeti ve verimliliği arttırmak için bir araç" olarak gösterilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise özelleştirme, büyümeyi hızlandıracak, kamudaki yapısal dengesizlikleri düzeltecek, kamu finansman açıklarını azaltacak ve enflasyonu düşürecektir.

Özelleştirmenin tanımı ile nedeni arasındaki karşıtlık ilgi çekicidir. Tanımda; devletin ekonomik faaliyetlerini olabildiğince indirmek ve tüm mal varlığını özel mülkiyete devretmek dile getirilirken, gerekçe olarak; büyümeyi hızlandırma, yapısal dengesizlikleri düzeltme, kamu açıklarını kapatma ve enflasyonu düşürme gösterilmektedir.

Bu gerekçeler de, ekonomik sorunlar yaşayan Türkiye ve benzeri ülkeler için özelleştirmeyi bir kurtarıcı haline getirmektedir. Oysa, özelleştirmenin asıl amacının, devlete ait tüm işletmeleri özel mülkiyete devretmek olduğu tüm özelleştirme yanlılarınca söylendiğine göre, asıl amaç devlettir. Bu nedenle özelleştirme açık açık dile getirilmese bile ideolojik bir araçtır. Bu ideoloji, "yeni sağ" ya da diğer adı ile "yeni liberalizm"dir. Dünyaya entegre olma sloganıyla ortaya çıkan bu yeni düzen, diğer ülkelerin kendi düzeylerine ulaşmak için neler yapmaları gerektiğini de açıkladı. Yapılması istenilenlerin ilk sırasında özelleştirme geliyordu. Böylece devlet küçülecek ve ülke dünya ile entegre olacaktı. Güçlüler güçlü kalacak, güçsüzler de güçlenmek için, güçlü ülkelerle işbirliği yapacaktı. Bu işbirliğinde, devlet kuruluşlarını elden çıkaran gelişmemiş ülkeler, bunları alanlarda gelişmiş kapitalist ülkeler olacaktı. Böylece gelişmiş kapitalist ülkeler gelişmemiş ülkelerin tüm doğal kaynaklarına ve kamuya ait kuruluşlarına sessizce sahip olacaklar ve o ülkeleri kendi istekleri doğrultusunda rahatça kontrol edebileceklerdi.

Türkiye'de yaşananlar da bunu açıkca göstermektedir. Özelleştirmeye işçiler açısından baktığımızda ise, başa çıkılamayacak ölçüde bir sömürü ağı, işten atılmalar, yoksulluğun artması ve gelir dağılımındaki uçurumun büyüdüğünü görmekteyiz. Özelleştirilen işletmelerde sendikasızlaştırma hızla armakta, ücretler düşürülmekte, ve çalışma koşulları giderek kötüleşmektedir.

Türkiye azgelişmiş bir ülke olması nedeniyle kaynakları sınırlı olup bunları en verimli bir şekilde kullanmalıdır. Bir devletin varlık nedeni siyasal olduğuna göre ekonomik kazanımlarını da bu siyasal tercihlerin belirlemesi gerekir. Devletin varlık nedeninin siyasal boyutu bağımsızlıktır. Bağımsız olmayan bir devlet, devlet olamaz. Bu siyasal tercihin ekonomik boyutu, aynı zamanda bir ekonomik yapılanmayı gerektirmektedir. Bu nedenledir ki, devlet, bağımsızlığını ve sosyal hakları koruyup sürdürecek ekonomik yatırımları yapmak zorundadır. Bunların en başında elektrik, enerji ve telekomünikasyon gelir. Yine devlet sosyal devlet olmalıdır ki, işçi ve emekçilerin çıkarlarını koruyabilsin. Bu yapılanma içinde devletin görev ve yükümlülükleri vardır. Oysa özel sektör sadece kâr etmeyi düşünür ve kendi çıkarı için yatırım yapar. Devlet ise tüm yurtta hizmet vermek zorundadır. Bu hizmetleri yerine getirmesinin bir yolu da kamu işletmeleridir. Devletin sosyal amaçları arasında tüketiciyi korumak da yer almaktadır. Buna göre Anayasa devlete tüketiciyi koruyucu önlemleri alma görevi de vermiştir. Devlete verilen tüketiciyi koruma görevi ancak tekelleşme ve kartelleşmelerin önlenerek özgür rekabet koşullarının sağlanması ile güvenceye alınabilir.

Bugün İSO'nun 500 büyük firması içinde yer alan özel sektör sanayicilerinin kârlarının büyük bölümü üretim değil, repo, hazine bonosu ve tahvil geliridir. Yani Türkiye'de özel sektör üretimden değil paradan para kazanmaktadır. Özel sektör uygun olmayan, kârlı olmayan bir yatırım yapmaz. Büyük sanayi kuruluşlarını kurmak yerine onları ucuz fiyata elde etmek işine gelir. Onun için, doğuya, güneydoğuya yatırım yapmaz. Ama diğer yandan oradaki KİT'lerin satışa çıkarılmasını ister ve iyi durumda olanlarına talip olur. Kötü durumda olanların devlete yük oluyor gerekçesi ile satılmasını ister. Çünkü oraya aktarılan kaynaklar, kendilerine aktarılması gereken kaynakları azaltmaktadır, bunu kendi kazanılmış hakkı sayar. Çünkü devlet özel sektör için kaynak demektir.

Böylesi bir sistem bozukluğu sonucu özelleştirmelerin gerçekleştirilmesini gündeme getirmiş, asıl amacı geniş halk yığınlarına hizmet vermek olan KİT'ler bir avuç para babasına peşkeş çekilmek istenmektedir. Tüm emekçilerin yıllardır ödedikleri vergilerle yapılan kamu işletmelerinin, maliyetlerinin çok altında fiyatlarla üstelik taksitler halinde özel sektöre devredilmesi, bir avuç çıkar çevresine yok pahasına satılmasına karşı mücadele sürdürülmelidir.



 
Yazarın Diğer Yazıları
 POPÜLİZME AÇIK MEKTUP / Sadık Ekrem
 YOL / Hüseyin Umut
 Sendikal Bakış ve Örgütlenme İlkeleri / Selçuk Kaya
 Emperyalizmin Özelleştirme Saldırısı / Bircan Uğurlu
 Yeniden ve Her Zaman Yol / Kenan Sancar
 Kapitalist Devlet Değişti mi? / Harry MAGDOFF
 ÖZELLEŞTİRSEK DE Mİ YESEK? / İsmet Aktan
 İŞÇİNİN PENCERESİNDEN / Hüseyin Umut
 1917 Büyük Ekim Devrimi / Sadık Ekrem-Ö. Alpsar
 Marks'a Dönüş / Ellen Meiksins WOOD
 Düşüncemizi Nasıl Yayalım / Leo Hubermann
 Partili Bireyin Sorumlulukları / Ali Yıldız
 15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ / HÜLYA YEŞİL
 "POST" TEORİLER VE KÜRESELLEŞME / DOUG HENWOOD
 SAĞLIK YASA TASARILARI VE SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME / SELÇUK KAYA