Biz Türkİş'e bağlı sendikalar olarak, 12 Eylül tarihinde
yapılacak Anayasa değişikliği referandumunda üyelerimize ve işçi
sınıfına "hayır" oyu kullanılması çağrısı yapıyoruz.
Seçmenlerin yeterince bilgilendirilmediği, bilgi kirliliğinin ve
demagojik yaklaşımların hâkim olduğu bir ortamda, "hayır oyu
kullanma" çağrımızın gerekçelerini üyelerimize ve kamuoyuna
açıklamayı gerekli görmekteyiz.
12 Eylül Anayasası'nın değiştirilmesine karşı mıyız?
İlk icraatları; kıdem tazminatlarına sınır koymak, ikramiyeleri
azaltmak, ücretleri baskı altına almak, sendikaları suçlu ilan
etmek olan 12 Eylül rejiminin; öncelikle sendikalara ve işçi
haklarına indirilmiş bir darbe olduğunu bizden iyi kim bilebilir?
Darbenin hemen ardından kimisinin kapısına mühür vurulan,
şubeleri sıkıyönetim komutanlıklarınca kapatılıp temsilcileri
ve aktif üyeleri işten çıkartılan sendikalar olarak biz,
darbenin sonuçlarını ve amaçlarını en iyi bilenlerdeniz. Tam da
bu nedenle yasaklarla dolu baskıcı ve otoriter darbe anayasasının
değişmesi için tam otuz yıldır her türlü mücadeleyi yürüttük.
12 Eylül Anayasası'nın tümüyle değiştirilmesi, uluslararası
hukukun ve Türkiye'deki demokratik birikimin yansıyacağı,
farklı toplum kesimlerinin taleplerini içeren baştan başa
yenilenmiş bir anayasanın gerekliliğini hep savunduk.
Çünkü biliyoruz ki 12 Eylül Anayasası bir bütündür, darbeci anlayış
onun her maddesine sinmiştir. Darbeyle hesaplaşmak isteniyorsa onun
zihniyeti tümüyle ortadan kaldırılmalıdır.
Oysa
karşımıza gelen değişiklikler 12 Eylül Anayasası'nın sadece
bazı seçilmiş bölümlerini değiştiriyor. En çok da mevcut
iktidar için engel oluşturan maddeler gündeme geliyor. Peki, bu
bir haksızlık değil mi? 30 yıl uğraştıktan sonra 12 Eylül'ün
temel zihniyetini tümüyle değiştirmeyen yarım yamalak bir
anayasa değişikliğine tepki göstermek, hayır demek anlaşılır
değil mi?
İktidar partisi denetimi altına aldığı 12 Eylül ürünü antidemokratik
yapılara; örneğin YÖK'e dokunmazken, seçim sistemini
demokratikleştirmekten ve seçim barajını düşürmekten
kaçınırken, dokunulmazlıkları sınırlamazken, 12 Eylül
Anayasası ile cumhurbaşkanına verilmiş olan olağanüstü
yetkilere dokunmazken, demokratikleşme adı altında yüksek yargıyı
yeniden düzenlemektedir. Demek ki 12 Eylül rejiminin sürdürülmesine
sahici bir itiraz yoktur. Biz 12 Eylül'den "her şeyiyle ve
gerçekten" kurtulmak istiyoruz, bu değişiklikler 12 Eylül
Anayasası'nın özünün devam ettirdiği için "hayır" diyoruz.
Anayasa paketinin hazırlanış biçimi ve yöntemine neden itiraz ediyoruz?
Anayasa değişiklikleri, bir toplumsal ve siyasal uzlaşma sonucu ortaya
çıkmamış, iktidar partisince tek taraflı olarak dayatılmıştır.
Uzlaşmaya yanaşılmadığı gibi, birbirinden çok farklı
maddelerin aynı paket içinde oylanmasında ısrarcı
davranılmıştır. Demokratik hak ve özgürlüklere ilişkin
değişikliklerin ayrı oylanması teklifi reddedilmiş ve böylece
Meclis'in ezici çoğunluğunun destek verebileceği maddeler de
referanduma götürülmüştür. Böylece yurttaşlar birbirinden çok
farklı nitelikteki 26 değişikliğe tek bir yanıt vermek durumunda
bırakılmıştır.
Tek taraflı hazırlanan paket bir toplumsal kutuplaşma yaratmış ve
ülkeyi tam ortasından ikiye bölmüştür. Oysa anayasalar
toplumsal ve siyasal mutabakata dayalı, toplumun ezici çoğunluğunun
üzerinde uzlaştığı; insan hak ve özgürlüklerinin günümüzde
eriştiği düzeyi yansıtan belgeler olmalıdır.
Bu değişiklikler daha demokratik bir sistem getirecek mi?
Görüldüğü kadarıyla hayır!
Demokrasilerde seçimler çok önemlidir.
İktidarların seçimle, çoğunluğun oyuyla gelmesi olmazsa olmaz bir kuraldır.
Ama her şey burada bitmez. İktidarların denetlenmesi de demokrasi için
bir o kadar önemlidir.
Yapılan yasal düzenlemeler ve icraatlar hem halk, hem de yargı tarafından
sürekli denetlenmezse iktidarlar birer diktatörlüğe dönüşebilir.
Yargıyı iyileştirmek, etkili ve hızlı hâle getirmek, en
önemlisi de onu bağımsız kılmak gereklidir ama onu ayakbağı ya
da engel gibi görmek doğru değildir. Biz işçiler olarak birçok
hakkımızı mahkemelere başvurarak aldık. Bir düşünün;
yargının bağımsız karar vermediğini, taraflı olduğunu
düşündüğümüzde ne kadar tepki duyarız. Şimdi yapılmak
istenen değişikliklerde yargının daha fazla iktidarın denetimine
girmesi sözkonusudur. Bu durumda iktidarın icraatlarının
denetlenmesi daha da zorlaşacaktır ve bu durum hiç de demokratik
değildir. Biz bağımsız bir yargıya her zaman en çok ihtiyaç
duyan kurumlar olarak hükümet denetiminde yargıya "hayır" diyoruz.
Referanduma sunulacak değişikliklerin yeni sendikal haklar getireceği iddia
ediliyor. Bu doğru mu?
Kesinlikle doğru değil! Çalışma hukuku konusundaki bilgi eksikliği veya
maddelerin yeterince incelenmemesi sonucu kamuoyunda böyle bir
kanaat oluşturuldu. Gerçek durumu fazla detaya girmeden şöyle özetlemek isteriz:
Genel grev, hak grevi, dayanışma grevi gibi grevler yasak olmaktan
çıkıyor gibi gösterilse de başka bir maddeyle grev sadece toplu
sözleşme sürecine sıkıştırılıyor. Sadece menfaat grevine
izin veriliyor. Yani dünyanın her tarafında işçilerin kullandığı
geniş grev haklarını biz yine kullanamıyoruz. Örneğin;
işyerimizde sözleşme uygulanmazsa uyarı grevine gitmemiz, yandaki
işyerinde direnenler için dayanışma grevi yapmamız, bize rağmen
yapılan yasaları değiştirmek için genel greve çıkmamız yine
hak olarak görülmüyor.
Getirilen
değişiklik önerilerinde örgütlenmenin önündeki engelleri
kaldıracak hiçbir yeni düzenleme getirilmediği görülüyor. Öte
yandan, yapılan değişiklikle aynı anda birden çok sendikaya üye
olma yasağı kaldırılmak isteniyor. Bu değişiklik bir sendikal
kaos ve rekabet riski taşımaktadır. Sendikal mevzuat, bir bütün
olarak demokratikleştirilmeden böyle bir değişiklik yapılması
yarar getirmeyecek, zayıf ve güdümlü sendikacılığı teşvik
edebilecektir.
Memurlara
grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar tanınmıyor, tersine mevcut anayasa hükmünden daha geri bir düzenleme yapılarak, kamu
çalışanlarının uğruna yıllarca mücadele ettikleri grev hakkı engelleniyor. Grevsiz bir toplu sözleşme; yanmayan ateş,
ıslatmayan su gibidir. Biz bunun sonuçlarını petrol, enerji, bankacılık, ulaşım gibi birçok sektörde yıllardır yaşıyoruz.
Bu sektörlerde eylemler yapsak, ciddi mücadeleler yürütsek bile
sonuçta, sözleşmelerimiz Yüksek Hakem Kurulu'nda ve kimi zaman
bazı haklarımız da geri götürülerek imzalanıyor. Böyle bir sözleşme hakkı olur mu? Bunun adı özgür toplu pazarlık
olabilir mi? Aynı yöntem şimdi kamu çalışanlarına getiriliyor.
12 Eylülcüler işçi haklarını budamak için Yüksek Hakem Kurulu'nu
anayasaya koymuştu, AKP ise memurların grev hakkını budamak için
Kamu Hakem Kurulu'nu anayasaya koyuyor. Sendikal haklara bakışın
30 yıldır değişmediği anlaşılıyor.
Anayasada işçi memur ayırımı devam ettiriliyor, tüm çalışanların
ortak sendikalaşma hukuku yaratılmıyor. Kader birliği içinde
olduğumuz, işçi sınıfının büyük bir parçasını oluşturan
memurlarla ortak ve güçlü örgütlenmeler, mücadeleler
yaratmamızın önündeki engeller yine devam ediyor. Ayrıca
uluslararası çalışma hukukuna uygun biçimde; emekliler,
işsizler, öğrenciler, köylüler gibi farklı emekçi kesimlerin
sendikalaşmasına da olanak tanınmıyor. Yani emekçilerin büyük
bölümü yine örgütsüzlüğe mahkûm ediliyor.
Yıllardır çalışanların haklarını geliştirmek için oluşturulan kurallar
vardır. Uluslararası Çalışma Örgütü bu kurallar tüm dünyada
geçerli hâle gelsin, dünya işçilerinin çalışma standartları
yükselsin diye sözleşmeler düzenler; bunları ilan eder,
ülkelerin imzasına açar. Aynı zamanda Avrupa çapındaki hukuk
kuralları ve mahkeme kararları da işçi haklarının
ilerletilmesine dair imkânlar sunar. Sendikalar olarak tüm bu
uluslararası standartlar da anayasaya yansıtılsın, Türkiye'deki
işçiler de bu haklardan yararlansın diye bekledik ama önümüze
gelen değişikliklerde bunun olmadığını gördük. Aslında
anayasada bu türden uluslararası hakların bizim iç hukukumuza
geçirilmesini düzenleyen bir madde var ama ne yazık ki o da göz
önünde tutulmamış görünüyor.
Yani bu değişiklikler geçerse, uluslararası kurumların işçi
haklarına ilişkin konularda Türkiye'ye getirdikleri
eleştirilerin devam edeceği anlaşılıyor.
Değişiklikler
geçerse hukuk mücadelesi vermemiz zorlaşacak mı?
Kesinlikle evet! Biliyorsunuz, sendikalar olarak birçok kez yargıya giderek
yapılan özelleştirmelerin kamunun, halkın yararına olmadığını
anlatmıştık. Kamu mallarının kim olduğu belirsiz birtakım
paravan firmalara peşkeş çekilmesini, kamu kaynaklarının talan
edilmesini önleyen önemli davalar kazanmıştık. Bunları yaparken
hep mahkemelerin kamu yararını gözetmesi gerektiğini iddia ederek
yola çıkmıştık.
Şimdi
yapılan değişiklik ile idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal
denetimi önemli ölçüde sınırlandırılmış ve yargının kamu
yararı gerekçesiyle karar vermesi zorlaştırılmıştır. Bu yolla
kamu yararının ihlal edilmesinin ve kamunun talan edilmesinin yolu
açılmıştır. Bu değişiklik özelleştirmeleri yargı denetiminden kaçıracaktır. Böylece sendikalar olarak yıllardır
kamu yararını savunmak için kullandığımız bir hukuksal dayanak
sınırlanmaktadır. Özelleştirmelerin önünü daha da açan,
kamuyu sahipsiz bırakan bu değişikliklere "hayır" diyoruz.
Görüldüğü gibi 12 Eylül'de 12 Eylül Anayasası'nın tamir edilmesine, iktidara uygun hâle getirilmesine "hayır"
demek için çok gerekçe var.
Şimdi "hayır" diyoruz çünkü gerçek bir anayasa değişikliği istiyoruz.
Yapılmaması gerekenin ne oluduğunu gösteriyoruz.
Yapılması gerekene işaret ediyoruz.
Demokratik
Özgürlükçü
Eşitlikçi
Sosyal
bir anayasa istiyoruz.
Basın İş Sendikası, Belediye İş Sendikası, Deri İş Sendikası,
Hava İş Sendikası, Kristal İş Sendikası, Petrol İş Sendikası,
TekGıda İş Sendikası, Tez Koop İş Sendikası, Tümtis Sendikası,
Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türk Harb İş Sendikası