Üniversite öğretim üyelerinin; bilimsel çalışma ve araştırmaları,
öğrenim ve eğitimi, yan tutmadan, hiç bir endişeye kapılmadan
özgürce yapabilmeleri için her şeyden önce kendilerinin mesleki
güvenceye sahip kılınmaları şarttır. Mesleğini kaybetme
kuşkusu içinde olan ve kendini güvencede görmeyen bir öğretim
üyesinden bilimin gerekleri beklenemez. Oysa üniversiteler, sadece
günlük teknik gereksinmeleri karşılayan bir yüksek okul
durumunda da değildirler; ülkenin içindeki ve dışındaki
bilimsel hareketleri ve gelişmeleri izlemek ve incelemek, kurumlar
hakkında bilimsel araştırmalar, değerlendirmeler ve eleştiriler
yapmak, böylece ülkenin bilimsel, teknik, ekonomik, sosyal,
kültürel ve hukuki gelişmesine katkıda bulunmak zorundadırlar.
Bu günün üstüne çıkamayan, yurttaki hareketleri izleyip
eleştirmeyen, bilimsel verileri yayınlama gücünden yoksun ve
sadece olanı öğretmekle yetinen, yaratıcılık gücü olmayan
kuruluşlar, adı ne olursa olsun, gerçek anlamda üniversite
sayılamazlar. Anayasa'nın 130. maddesinde belirtilen vakıf
yükseköğretim kurumlarının mali ve idari konular yönünden
devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumlarından farklı olması,
vakıf yükseköğretim kurumlarında istihdam edilen akademik
personelin mesleki güvenceden yoksun kılınması sonucuna yol
açamaz. Anayasa koyucunun böyle bir amacının bulunduğu kabul
edilemeyeceği gibi, bilimsel özerklik ilkesinin gereği hiçbir
ayırım yapılmadan bütün yükseköğretim kurumlarında bilimsel
özgürlük, serbestçe araştırma ve yayın yapabilme, eğitim ve
öğretimi özgürlük ve güvence içinde sürdürebilme hak ve
yetkileri bütün üniversitelerdeki akademik personele
tanınmıştır."(25/5/1976 tarih ve 1976/28 karar sayılı Anayasa
Mahkemesi Kararına atıfla, 12/03/2010 tarih ve 2010/5 itiraz
numaralı Danıştay Dava Daireleri Genel Kurul Kararı)
Haklar ve özgürlükler bahşedilmez, mücadele ile kazanılır. Bugün de
üniversite asistanları olarak bizler hak mücadelesi verirken,
geçmişten bugüne üniversitede mücadele eden herkesin yarattığı
değerlere ve bıraktıkları mirasa dayanıyoruz. Üniversitelerde
mücadele sürüyor ve bu mücadelede asistanlar her geçen gün daha
fazla yer alıyorlar.
Türkiye'nin farklı üniversitelerinden gelen asistanların katılımıyla 27 28
Kasım tarihinde Eğitim Sen 6 no.lu Üniversiteler Şubesi'nin
çağrısıyla gerçekleştirdiğimiz Asistan Forumu'nda
üniversitenin sorunları, asistanlar olarak bizim sorunlarımız ve
çözüm önerileri tartışılmıştır. Asistan Forumu'nda "Görev
Tanımı ve Özlük Hakları", "Bologna Süreci", "İş
Güvencesi" ve "Mobbing" olmak üzere 4 başlık altında
tartışmalar yürütülmüştür. Bu tartışmalarda ayrıca
asistanların karşılaştığı çeşitli sorunlar ve deneyimler
paylaşılmıştır. Asistan Forumu'nda gerek asistanların
sorunları, gerekse de genel olarak üniversitenin yaşadığı
sorunlar karşısında birlik ve dayanışma içerisinde olmanın,
kamu ve özel üniversite ya da 50d, 33a, 35 vb. ayrımlar
gözetilmeksizin örgütlenmenin önemi ve gerekliliği
vurgulanmıştır.
Asistan
Forumu'nda başta asistanlar olmak üzere, Eğitim, Bilim ve Sanat
emekçilerinin mücadelesine ışık tutmak üzere aşağıda dört
başlık altında topladığımız talep ve ilkeleri benimsiyoruz.
Lizbon
Sözleşmesiyle başlayan Bologna Süreci çerçevesinde
üniversitelerde piyasalaşma ve ticarileşmeyi arttıran bir değişim
ve dönüşüm süreci yaşanmıştır. Bundan sonraki süreçte de
aynı doğrultudaki değişim ve dönüşümün devam edeceği
görülmektedir. Avrupa ve ABD üniversiteleri arasındaki kârlılık
temelindeki rekabetin ve neo liberal politikaların bir ürünü
olan Bologna Süreci'nin asistanlara yansıması, iş güvencesinin
giderek daha fazla ortadan kaldırılması şeklinde olmuştur. İş
güvencesinden yoksun bırakılan asistanlar böylece sermayenin
talepleri doğrultusunda kâr getiren projelere yönelmek zorunda
bırakılmaktadır.
Bizler bu tespitlerden hareketle Bologna Süreci'ne bir bütün olarak
karşı çıkıyoruz. Bologna Süreci'nin gerçek özünü gizlemek
üzere özerklik, katılım ve reform gibi kavramların suistimal
edilmesini ve üniversitelerin mevcut durumu karşısında tek
değişim alternatifinin Bologna Süreci olarak sunulmasını
reddediyoruz.
Üniversite ve yükseköğrenimin piyasalaşmasına karşı eşit, parasız ve
kamusal bir yükseköğretimi savunuyoruz. Üniversitede paranın
değil, bilim ve sanatın hâkim olabilmesi için sermayenin her
düzeyde üniversiteden dışlanmasını istiyoruz.
Üniversitelerin kendi mali kaynaklarını yaratması ve bunun sonucunda sermayenin
mütevelli heyetleri ya da benzeri şekillerde üniversite
yönetiminde yer alması anlamında bir "özerkliğe";
öğrencilerin sadece müşteri ve ürün olarak üniversiteye
"katılımının" öngörülmesine karşı, tam anlamıyla bir
akademik "özgürlüğü", öğrencilerin ve emekçilerin kendi
öz örgütleri aracılığıyla gerçek bir "katılımı" talep
ediyoruz.
Türkiye'de kurulduğu günden başlayarak piyasalaşmanın yürütücülüğünü
yapan YÖK bugün de Bologna sürecinden ayrı olarak düşünülemez.
YÖK'ün varlığı hâlâ akademik özgürlüğün ve kamusal
eğitimin önünde engel olmayı sürdürmektedir. Asistanlar olarak
"Biz kalıyoruz, YÖK gitsin!" diyoruz ve bunu demeye devam
edeceğiz. Ancak YÖK'ün yerine aynı hedefleri ve işlevleri
paylaşan yeni mekanizmalar yaratılmasına da kesin biçimde
karşıyız.
Bizler, sahip olduğumuz bilimsel özgürlüğün gereği olan ve bu
bildirinin girişinde yer alan kararla bir kez daha hukuken açıkça
tanınmış mesleki güvencelerimizin "fiili ve keyfi"
uygulamalarla ortadan kaldırılmasını kesinlikle kabul etmiyoruz.
Tüm çalışanlar için savunduğumuz iş güvencesini ayrıca
akademik özgürlüğün vazgeçilmez bir parçası olarak görüyoruz.
İş güvencesiz çalışma, akademik niteliğin yükseltilmesine
gerekçe yapılamaz. Tam tersine, güvencesiz çalışma, bilimsel
verimlilik ve akademik niteliği düşürmektedir. Akademik niteliğin
arttırılması için, asistanların ve tüm bilim emekçilerinin
çalışma koşulları, ücretleri iyileştirilmeli, bilimsel
çalışmalar için ayrılan ödenekler arttırılmalı ve altyapı
geliştirilmelidir.
Bu temelde 50d'li asistan alınmasına son verilmesini; iş güvencesiz
çalıştırmanın biçimleri olan öğrenci asistanlığı ya da
proje asistanlığı gibi uygulamaların kaldırılmasını; bu
biçimde istihdam edilen asistanların güvenceli kadrolara
geçirilmesini, 33a'ya geçişlerde farklı üniversitelerde
görülen keyfi kriter uygulamasına son verilmesini; 50d, 33a, 35
vb. tüm ayrımlar kaldırılarak tüm asistanlara, hak ettikleri
yaşam ve çalışma koşulları ile iş güvencesi sağlanmasını
istiyoruz.
35. Madde ve ÖYP programları öğretim üyesi yetiştirmekten ziyade
büyük üniversitelerin asistan açığını giderecek bir istihdam
politikası şeklinde uygulanmaktadır. Aynı şekilde, esas kadronun
bulunduğu üniversiteler de, lisansüstü eğitimin gereklerini
gözetmeksizin, 35'li ve ÖYP'li asistanları eğitimleri
sırasında da çalıştırmak istemektedirler. 50d, 33a, 35 gibi
maddeleri ile istihdam edilen asistanlar arasından görev ve haklar
açısından yapılan her türlü ayrımcılığa son verilmelidir.
Asistanların görev tanımının kasıtlı olarak muğlâk bırakılması
dolayısıyla, angarya, olağan bir olgu hâline gelmiştir. Bu
muğlâklıktan kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılmasına
yönelik kapsamlı bir çalışma örgütlenmelidir. İdari
personellerin veya öğretim üyelerinin/görevlilerinin yapması
gereken işler asistanlar tarafından yapılmamalıdır.
Buna göre, mevcut sistem içerisinde asistanlar öğretim üyeleri yerine
ders vermeye zorlanamaz. Ders veren tüm doktor asistanlara gerekli
kadrolar tahsis edilmeli, norm kadro uygulaması kaldırılmalıdır.
Yardımcı doçentliğe geçişte doktorayı bitirmiş olmak dışında
bir ölçüt aranmamalıdır.
Asistanlar Vakıf üniversitelerinde iş güvencesi ve çalışma ortamı
açısından adeta kölelik koşullarına mahkûm edilmektedir. Vakıf
Üniversitesi asistanları mesleki güvenceler bakımından hiçbir
ayrıma tabi tutulamaz. Vakıf üniversitesi asistanları haklarını
elde edebilmek için örgütlenebilmelidir. Vakıf
üniversitelerindeki eğitim ve bilim emekçilerinin örgütlü
mücadelesi desteklenmeli ve birlikte hareket edilmelidir.
Kapitalizm ve erkek egemenliğinden kaynaklanan her türlü ayrımcılık ve
iktidar ilişkilerinin bir ürünü olan mobbing (sistematik
psikolojik şiddet ve yıldırma) akademik hayatın günlük parçası
hâline gelmiştir. Bu sebeple, mobbinge karşı öncelikle ve özel
olarak mücadele edilmesi gerekmektedir. Bu mücadele; iş güvencesi,
görev tanımı ve bu sorunları katmerlendiren Bologna sürecinden
ayrı olarak değerlendirilemez.
Mobbing, çalışanların yalnız ve örgütsüz olmalarından beslenmektedir.
Bu yüzden, başta sendikalar olmak üzere mobbinge karşı örgütlü
bir karşı duruş şarttır. Çalışanların öz örgütlenmeleri
temelinde mobbing vakalarının çözüme kavuşturulmasında
bağlayıcı ve etkili kurumsal yapıların oluşturulması ve en çok
sorun yaşayan asistanların bu kurullarda ağırlıklı olarak
temsil edilmesi gerekmektedir.
Asistan Forumu'nda kararlaştırdığımız bu ilke ve talepler
doğrultusunda tüm asistanların birliğini ve ortak hareketini
gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Tüm üniversite bileşenlerini hep
birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
27 28 Kasım 2010, İstanbul