Sosyalist Dergi: 30 |  İsmail Kaplan |
Devrim ve Karşıdevrim Notları

I
Tunus Devrimi'nin ikinci başarısı

Tunus işçi ve köylülerinin başlattığı devrim, 14 Ocak 2011'de işbirlikçi kapitalist diktatör Zeynel Abidin Bin Ali'yi devirdikten sonra bugün (28 Ocak) ikinci başarısını kazandı. Eski rejim döneminde bakanlık yapmış olan 12 bakan azledildi.

Gelişmeleri hatırlayacak olursak, Bin Ali'nin kaçmasından sonra, cumhurbaşkanlığına getirilen eski meclis başkanı Fuad Mebazaa, 1999'dan beri Zeynel Abidin Bin Ali'nin emrinde başbakanlık yapan Muhammed Gannuşi'yi yeniden başbakan olarak görevlendirmişti. 17 Ocak'ta kurulan sözüm ona "ulusal birlik hükümeti", içişleri, maliye, savunma ve dışişleri bakanlığı gibi bütün kilit bakanlıklar da içinde olmak üzere, 23 bakanlığın başında Zeynel Abidin Bin Ali'nin iktidar partisi Demokratik Anayasal Birlik üyelerinin bulunduğu ve göstermelik olarak muhalefetten sadece 4 bakana yer veren sahte bir hükümetti. Devrimi başlatan halkın iradesiyle alay eden ve işbirlikçi diktatörlük rejiminin sadece diktatörün değişmesiyle sürdürülmesi anlamına gelen bu hükümet, isyancı kitlelerden öylesine bir tepki görmüştü ki, muhalefete mensup 4 bakanın ertesi gün istifasıyla daha toplanamadan sakatlanmıştı.

Tunus devrimcileri o günden beri bu hükümetin derhâl istifa etmesi, eski iktidar partisinin feshedilmesi ve yönetimin halka devredilmesi için grevler ve gösteriler düzenliyorlardı. Küçük tavizlerle eski rejimi sürdürmek isteyen egemen işbirlikçi kapitalist blok bir manevra yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan partilerinden istifa ettiklerini ve artık bağımsız olduklarını açıkladılar. Bu küçük kurnazlıkla, devrimci halk kitlelerinin köklü talebini boşa çıkarmaya çalıştılar.

Ancak Tunus devrimci halk kitleleri kesintisiz biçimde grev, genel grev, açlık grevi, miting ve protesto gösterilerine devam ettiler. İşçi sınıfının grevlerle; "Kurtuluş Kervanı" adıyla kasaba ve köylerden yola çıkan ve uzun bir yürüyüşle başkente gelen bin köylünün, açlık grevi ve protesto gösterileriyle, uyguladığı devrimci baskı, bu kez egemen bloku daha büyük bir taviz vermek zorunda bıraktı. Başbakan Muhammed Gannuşi, Zeynel Abidin Bin Ali döneminde bakanlık yapmış olan 12 bakanı görevden aldığını, yerlerine, bağımsız bakanları atadığını açıkladı. Değiştirilen bakanlar içinde savunma, içişleri ve dışişleri bakanı da var.

Daha önce hükümete 3 bakan veren, ancak tabanın isyanıyla bir gün içinde bu kararından vazgeçen Tunus Genel İşçi Sendikası bu değişiklikleri olumlu bulduğunu ilan etti. Kuşkusuz eski rejimin önde gelen 12 isminin azledilmesi önemli bir gelişmedir ama asla yeterli değildir. Mesele sadece şu ya da bu bakanın azledilmesi değil, iktidarın bütünüyle devrimci halka devredilmesi ve devrimin, bizzat kendisinin bir yönetim mekanizması oluşturmasıdır.

Tunus'ta devrim ve karşıdevrim arasındaki kıran kırana mücadele devam ediyor. Devrim, 12 kapitalist bakanın azledilmesini sağlayarak yeni bir başarı kazanmış bulunuyor ama cumhurbaşkanlığının ve başbakanlığın hâlâ eski rejimin adamlarının elinde kalması kabul edilemez. Devrim yoluna devam etmek ve derinleşmek zorundadır, yoksa boğulur.

Tunus devrimcilerinin hızla örgütlenerek, işçi köylü kitlelerini, gençliği, kendi siyasal deneyimleri temelinde adım adım ileriye taşıyacaklarına güveniyoruz. Bu güvenin temelinde, işçi sınıfının ve yoksul köylülerin, işsizliğe ve geleceksizliğe mahkûm edilen gençliğin, devrimin fiilî itici gücünü oluşturuyor olması yatıyor. Bu güvenin temelinde, ordunun tabanını oluşturan ve üniforma giydirilmiş işçi ve köylülerden oluşan erler ve alt kademe subaylar arasında devrime sempatiyle yaklaşanların hızla artması, devrimin ordunun içine nüfuz ederek ordunun halka karşı sürülmesini engelleme becerisini göstermesi yatıyor. Bu güvenin temelinde, devrimci, demokrat ve yurtsever güçlerin bir araya gelerek birlikte hareket etme kararı alması ve bir cephe oluşturması yatıyor. "14 Ocak Cephesi"ni kurduklarını ilan eden ve devrimin derinleştirilmesi çağrısı yapan siyasal güçler, Sol İşçiler Birliği, Birleşik Nasırcı Hareket, Ulusal Demokratik Hareket, Ulusal Demokratlar, Baas Hareketi, Bağımsız Solcular, Tunus Komünist İşçi Partisi, Ulusal Demokratik Emek Partisi'nden oluşuyor. Kuruluş Bildirgesi'nde, "halk devrimimizin amaçlarına ulaşması doğrultusunda ilerlemesi ve karşıdevrimci güçlerle mücadeleye devam etmesi hedefiyle çalışacak bir siyasal çatı" olarak tanımlanan 14 Ocak Cephesi'ne, daha da büyük başarılar diliyoruz.

Tunus Devrimi, daha şimdiden bölge ve dünya çapında işçi ve emekçi kitlelerini devrim duygusuyla esinlendiren, kitleleri harekete geçiren bir kıvılcım oldu. Özellikle Arap toplumlarında kitlesel harekette büyük bir artış var. Cezayir, Fas, Moritanya, Ürdün, Yemen ve nihayet Mısır'da sokaklar ve alanlar öfkeli kalabalıklarla dolup taşıyor. Tunus Devrimi, sonucu ne olursa olsun, kapitalizme ve emperyalizme karşı yeni devrimler döneminin fiilî başlatıcısı olarak tarihe geçecek.

28 Ocak 2011

II

Devrim ateşi Mısır'a sıçradı

Dünya kapitalist sisteminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki kilit taşı Mısır'da halk kitleleri dört gündür kesintisiz olarak süren geniş çaplı gösterilerle Hüsnü Mübarek'in zalim diktatörlüğüne karşı isyan ediyor. Önce internetin fişini çeken ve cep telefonlarının işlemesini durduran işbirlikçi kapitalist rejim, ardından, üç kişiden fazla kişinin bir araya gelmesini ve her türlü miting ve gösteriyi yasakladı. Polis, sokaklara ve alanlara çıkan göstericilere düpedüz ateş ediyor. Şu ana kadar, resmî açıklamalara göre 7 kişi katledildi, yüzlerce yaralı var. Göstericilerle başa çıkamayan hükümet, bu kez, sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ne var ki, kitleler daha da büyük öfkeyle sokağa çıkıyor ve polisin kurşun yağmuruna rağmen polis araçlarını deviriyor ve ateşe veriyor.

Amerikan ve İsrail işbirlikçisi kapitalist diktatörlüğün sömürü ve zulmünden yaka silken Mısır işçi ve köylüleri, yoksul ve işsiz gençler, Tunus işçi ve köylülerinin başlattığı devrimden de esinlenerek harekete geçtiler. Şu anda gelen haberlere göre, iktidar partisinin merkezini ateşe veren göstericiler, devlet televizyon merkezini ve dışişleri bakanlığı binasını kuşatmış bulunuyor.

İkiyüzlü Amerika ve Avrupa Birliği, halk kitlelerini itidale davet eden açıklamalar yapıyor ve Hüsnü Mübarek rejimini sözüm ona "ifade özgürlüğü konusunda reform" yapmaya davet ederek desteklemeye devam ediyor. Mısır'ın emperyalizmle ve siyonizmle işbirliğine son verecek bir devrimin etkisine girmesi emperyalist kapitalist sistem için gerçek bir kâbus senaryosudur. Bu amaçla her türlü baskı, hile ve oyunu yapacaklardır. Ancak, uzun bir dönemdir Mısır'ı dayanılmaz sömürüye, yoksulluğa, onursuzluğa, özgürlüksüzlüğe mahkûm eden rejime karşı isyan duygularını bastırmak zor olacak. İliklerine kadar çürümüş işbirlikçi kapitalist diktatörlüğe karşı ayaklanan Mısır halkını selamlıyor ve en içten duygularımızla destekliyoruz.

Tunus'un ardından Mısır halkının ayaklanması, dünya tarihsel önemde bir gelişmenin başlangıcıdır. Bu ülkelerdeki kısa vadeli sonuçlardan bağımsız olarak, emperyalizme ve kapitalizme karşı yeni devrimler döneminin başladığını herkes bilince çıkarmak zorundadır. Kapitalist karşıdevrimler döneminin mezar sessizliği sona erdi. Neoliberal dönemin yok saydığı işçi ve emekçi kitleler yeni bir döneme uyanıyor, tarihin sahnesine güçlü özneler, yaratıcı kahramanlar olarak çıkıyor.

28 Ocak 2011

III

Mısır halkının ilk kazanımı

Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, zaten yürürlükte olan sıkıyönetimin üstüne, sokağa çıkma yasağı koyduğu hâlde, halk ayaklanmasını bastıramadı. Gelen haberlere göre, Kahire'de en az 7, Süveyş şehrinde en az 13, İskenderiye şehrinde en az 6 göstericiyi öldüren ve binlerce kişiyi ateşli silahlarla yaralayan polis vahşetine rağmen, ayaklanma devam ediyor. Göstericiler, Mısır'ın her tarafında iktidardaki Ulusal Demokrat Parti'nin binalarını ateşe veriyor.

Mübarek, polisin yetersiz kalması üzerine, son adım olarak, ordu birliklerini halkın üzerine sürmeye karar verdi. Tanklar ve zırhlı birlikler, meydanları, hükümet binalarını ve elçilikleri kontrol altına alıyor. İsyancı halk, tankların ve zırhlıların üzerine çıkarak askerleri devrime katılmaya çağırıyor ve ordunun halkın saflarına geçmesi, zorba Mübarek'i terk etmesi yönünde tezahürat yapıyor. Askerler halka karşı henüz hiçbir yerde ateş etmediği gibi, belli bölgelerde polisin silahlarını elinden alıyor ve onları meydanlardan kovuyor. Mısır'ın, özelleştirmeler, devlet mülklerinin talanı ve borsa vurgunculuğuyla semirmiş önde gelen kapitalistlerinin Kahire'den kaçtıkları bildiriliyor.

Hüsnü Mübarek, gizli bir yerden yaptığı ve devlet televizyonundan yayınlanan konuşmasında, halkın dertlerine kulak vereceğini, halkın yoksulluktan ve yolsuzluktan kaynaklanan şikâyetlerini anlayışla karşıladığını ama kamu düzeninin ve güvenliğin bozulmasına müsaade etmeyeceğini söyledi. Halkı rahatlatmak için yarın hükümetin istifasını isteyeceğini ve yeni bir hükümet kurduracağını belirtti.

Devrim, böylece, işbirlikçi kapitalist diktatörlükten ilk tavizi almış bulunuyor. Ancak tek başına bu taviz hiçbir işe yaramaz. Mısır'ın başkanlık sisteminde hükümetler sadece başkanın kuklasıdır. Asıl ipler Mübarek'in elindedir. Devrim yoluna devam etmeli ve diktatörü de, diktatörün çevresini de, diktatörlük rejiminin kurumlarını da görevden alarak, halk devrimini katılan güçlerin ortak iktidarını oluşturmalıdır.

ABD Başkanı Barack Obama, Ulusal Güvenlik Kurulu'nu toplayarak ABD'nin Mısır ayaklanmasına karşı ne gibi önlemler alması gerektiği konusunu görüştü. Obama, yaptığı açıklamada, Hüsnü Mübarek rejimini desteklemeye devam edeceklerini ancak rejimin acil reformlar yapması gerektiğine inandığını söyledi. Ne tesadüftür ki, resmî bir ziyarette bulunmak üzere Amerika'da bulunan Mısır Genelkurmay Başkanı, ziyaretini yarıda keserek Mısır'a dönüyor.

Olayların akışını, kısa vadede, Mısır kapitalist oligarşisinin, Mısır ordusunu halka karşı harekete geçirip geçiremeyeceği, veya tersinden söylersek, ayaklanan Mısır halk kitlelerinin Silahlı Kuvvetleri bir şekilde etkileyip etkileyemeyeceği belirleyecek. Eğer halk kitleleri isyanı kararlılıkla sürdürür, ne baskıya, ne hileye pabuç bırakmadan yoluna devam ederse, üniformalı işçi ve köylü gençlerden oluşan ordu kitlesi, en azından bir bölümüyle, firavunların kör aleti olmayı reddederek devrimci halkla birleşebilir. Oligarşi, orduyu kör alet olarak kullanamadığı anda, iktidarı kaybedecektir.

Mısır Arap dünyasının en büyük ülkesidir ve dünya kapitalist sisteminin temel sütunlarından biridir. İşbirlikçi Mısır oligarşisinin desteği olmadan, emperyalizmin ve siyonizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da egemenliğini sürdürmesi neredeyse imkânsızdır.

Dünya kapitalist sisteminin büyük krizi, neoliberalizm modeliyle 30 küsür yıldır dünya işçi sınıflarına ve ezilen halklarına karşı ekonomik bir soykırım uygulayan kapitalist egemenlerin bütün meşruiyet efsanelerini yerle bir etti. Meşruiyet efsanelerini yitiren egemenler ayakta kalamazlar. Uyguladıkları sistem iflas ettiği hâlde, iş hesabı ödemeye gelince, devleti, zenginlerin, büyük şirketlerin ve bankerlerin kurtarıcısı olarak sahneye sürme yüzsüzlüğünü gösteren egemenler, artık halkın öfkesinden kurtulamayacaklar. Yunanistan, İngiltere, İrlanda, Fransa, Hollanda, Belçika, İtalya, İspanya, Portekiz'de işçilerin, öğrencilerin, çiftçilerin, eğitimcilerin uzun ve ısrarlı grev, direniş ve boykotlarından sonra, Tunus'ta devrim patladı. Tunus ayaklanması, Cezayir, Fas, Moritanya, Ürdün, Arnavutluk ve Yemen kitlelerine esin kaynağı oldu. Ardından, Mısır patladı. Tekil ve yalıtılmış bir gelişmeyle değil, dünya kapitalist emperyalist sistemini saran ve dünya çapında tarihsel önem taşıyan sistemsel bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Devrim harekete geçiyor. Devrim dalgası uzun bir aradan sonra tekrar yükseldi ve daha da yükselmeye devam edecek. Yeni dönem başladı. Artık kafalarımızı, politikalarımızı, strateji ve taktiklerimizi, örgütlenmelerimizi yeni döneme göre yenilemek zorundayız. Yaratıcılığa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Marks, Engels, Lenin ise, her zamankinden daha güncel.

29 Ocak 2011

IV

Mübarek'in ikinci manevrası

Mısır'da işçi sınıfının, yoksulların, işsizlerin, gençliğin işbirlikçi kapitalist Hüsnü Mübarek diktatörlüğüne karşı isyanı büyüyor. Sıkıyönetime ve sokağa çıkma yasağına rağmen, on binlerce protestocu, sokakları ve alanları hiç terk etmeden ayaklanmayı sürdürüyor. Gelen haberlere göre, diktatörlüğün uşakları şu ana kadar 300 göstericiyi öldürdü, binlerce kişiyi de yaraladı.

Hüsnü Mübarek'in ayaklanan halk kitlelerini yatıştırabilmek ve iktidarını koruyabilmek amacıyla, baştaki hükümetin istifasını istemesi ve yeni bir hükümet kurdurma kararı, alay ve öfkeyle karşılandı. CİA ve Mossad'la yakın ilişkileri bilinen Mısır İstihbarat Örgütü'nün 20 yıllık başkanı, sıkı Amerikancı Ömer Süleyman'ın cumhurbaşkanı yardımcılığına, eski cezaevleri genel müdürü Mahmut Vecdi'nin içişleri bakanlığına atanması, rejimin, devrimi kan ve terörle bastırmak için fırsat kollamaktan asla vazgeçmeyeceğini de gösteriyor.

Dün Mısır'da işçi sendikalarının çağrısıyla genel grev yapıldı, üretim ve hizmetler bütünüyle durdu. Bugün (1 Şubat 2011) Kahire'nin Tahrir (Kurtuluş) meydanında milyonların katılacağı bir miting yapılacağı açıklandı.

Bu açıklama üzerine, Mısır ordusu adına yayınlanan bildiride, ordunun halka karşı silah kullanmayacağı belirtildi. "Mısır'ın büyük halkına" hitabıyla başlayan bildiride şöyle deniliyor: "Halkın meşru haklarını tanıyan Silahlı Kuvvetleriniz, Mısır halkına karşı güç kullanmadı ve kullanmayacak. Barışçıl ifade özgürlüğü herkesin hakkıdır. Silahlı Kuvvetler, yüce Mısır halkının meşru taleplerinin farkındadır ve bunları tanımaktadır. Silahlı Kuvvetlerin sokaktaki varlığı sizin iyiliğiniz ve güvenliğiniz içindir. Bu büyük halka karşı güç kullanılmayacaktır."

Bugün, Tahrir meydanında toplanan 2 milyon kişi hep bir ağızdan Hüsnü Mübarek'in devrilmesi, Amerikan ve İsrail işbirlikçisi rejiminin yıkılması, ücretlerin arttırılması, işsizliğe son verilmesi, yolsuzlukların soruşturulması, halka ateş açanların cezalandırılması sloganlarıyla gösteri yaptı. Başta İskenderiye olmak üzere birçok şehir, kasaba ve köyde de milyonlarca gösterici aynı taleplerle alanları doldurdu.

Siyasal hayata uyanan milyonlarca işçi ve emekçinin kendi talepleriyle sokaklara ve alanlara çıkması, en geniş kitlelerin eylemliliğinde görülen bu büyük artış, gerçek bir halk devriminin en belirgin işaretidir. 80 milyonluk Mısır halkı, bir devrim gerçekleştiriyor. Sokakları ve alanları dolduran milyonların iradesinin yarattığı enerjinin önünde, Hüsnü Mübarek dayanamayacaktır. Kapitalist rejimin Amerika, Avrupa Birliği, İsrail destekli kodamanları daha şimdiden "düzenli bir geçiş" için pazarlık yapıyor. Arap dünyasının en büyük ülkesi ve dünya kapitalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki temel direği olan Mısır'ı sistemin içinde tutmak için, emperyalist metropoller her türlü baskı ve hileye başvuracaktır.

Sokağa çıkma yasağına kulak asmayan halk kitleleri gece yarısına doğru hâlâ alanları boşaltmadı. Hüsnü Mübarek biraz önce gizli bir yerden yaptığı konuşmada, parlamentodan, seçimlerin erkene alınmasını isteyeceğini; ayrıca, seçimlerde tekrar cumhurbaşkanlığına aday olmayacağını belirtti. Yeni yönetime düzen içinde geçiş için kendisinin birkaç ay daha başta kalacağını, Mısır halkına uzun yıllar çok hizmetler ettiğini; ülkenin kargaşaya düşmemesi için son bir hizmet daha vererek Mısır topraklarında ölmek istediğini söyledi. Alttan alma ve kendini acındırma ile aba altından sopa göstermeyi ve gözdağı vermeyi harmanlayan bu konuşma, Mübarek'in devrimi yatıştırmak için yaptığı ikinci manevrayı oluşturuyor. Mübarek zaman kazanmak istiyor. İlk tavizi hükümeti değiştirerek vermişti. Tekrar aday olmayacağını söyleyerek ikinci tavizi veriyor. Tabii ki bu tavizler, halkı aldatmayı amaçlayan küçük kurnazlıklardan ibaret. Söz konusu kurnazlıklara, şiddete dayalı acımasızlıkların eşlik edeceğinden şüphe yok. Ne var ki, bu kadar muazzam bir enerjiyle ayaklandıktan sonra, halk kitleleri hilelere kanmayacak ve şiddete boyun eğmeyecektir. Ayaklanma daha da güçlenecektir. Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali de aynı yolu izlemiş, ancak devrimi durduramamıştı. Hüsnü Mübarek'in daha başarılı olması için özel bir neden yok.

Bu arada, Amerika'nın ve İsrail'in sadık kölesi Ürdün kralı Abdullah, devrim korkusuyla, Başbakan Samir Rifai'nin hükümetini görevden aldı. Sözüm ona "Halkın yoksulluk ve yolsuzluk şikâyetlerine eğilecek yeni bir hükümet oluşturması için" bendelerinden birisi olan, eski başbakanlardan Maruf Bakit'i başbakan yaptı. Devrimci dalga, daha şimdiden, işbirlikçi kapitalist diktatörleri manevra yapmaya zorluyor. Cezayir'de ise, eğitim ve sağlık emekçileri bugün greve çıktı.

Filistin ve Irak halklarının emperyalist ve siyonist işgallere karşı uzun yıllardır devam eden direnişi, böylece, dünya kapitalist sisteminin büyük bunalımının ardından, Arap dünyasının her tarafına yayılmaya başlayan yeni ayaklanmalarla birleşiyor. Ezilen halkların ayaklanmaları ile Avrupa işçi sınıflarının hareketleri de birbirini güçlendirecek. Anti emperyalist halk hareketleri ile anti kapitalist işçi hareketleri, enternasyonalist dayanışmayla birleşik bir devrimci dalga olarak ortaya çıkabilir. Enternasyonalist dayanışmanın en etkili yönteminin, kendi ülkemizdeki devrimci hareketi güçlendirmek olduğunu hatırlayalım.

1 Şubat 2011

V

Mübarek'in yeni oyunu

Mısır'da devrim ve karşıdevrim arasındaki kapışma sürüyor. 1 Şubat 2011 günü başta Kahire ve İskenderiye olmak üzere, ülke çapında aynı anda 18 milyon kişinin Hüsnü Mübarek rejimine karşı düzenlediği görkemli gösterilerden sonra, dün, hükümetin emriyle harekete geçen faşist zorbalar sürüsü, Kahire'nin Tahrir meydanında, İskenderiye'de ve birçok şehirde, meydanları terk etmeyen halka saldırdı. Çoğu sivil polislerden oluşan saldırganlar, birçok kişiyi öldürdü ve yaraladı.

Egemen dünya medyası, rejimin harekete geçirdiği katilleri "halk" sayarak, olayları, "halkın ikiye bölündüğü", "Hüsnü Mübarek yanlısı halk kesimlerinin sahneye çıktığı" yorumlarıyla vermeye başladı. Mısır İçişleri Bakanlığı yayınladığı bildiride, herkesin evine ve işine dönmesini "tavsiye etti"; aksi takdirde, ülkenin kargaşadan kurtulamayacağını, hiç kimsenin can ve mal güvenliğinin sağlanamayacağını belirtti. Ordu adına yapılan açıklamada ise, "halkın yaptığı protesto gösterileriyle sesini zaten herkese duyurduğu, göstericilerin artık alanları boşaltması gerektiği" söylendi.

İşbirlikçi diktatörlük, egemenlerin her devrimci kalkışmada başvurduğu klasik taktiği uyguluyor. Ortalığı karıştırmak, sivil görünümlü saldırılarla kitlelerin gözünü korkutmak, sokağa ve alanlara çıkmalarını önlemek, bağımsız işçi sendikalarının ve bağımsız öğrenci derneklerinin yöneticilerini desteksiz bırakmak, ilerici parti ve örgütleri tabansız bırakmak, örgütlü isyancıları yalnızlaştırmak istiyor. "Halkın ikiye bölündüğü ve birbiriyle çatıştığı" izlenimini yerleştirerek, "düzeni sağlayan tarafsız güç" olarak sözüm ona meşru bir gerekçeyle tekrar duruma hâkim olmak için oyun kuruyor.

Dünya kapitalist sisteminin efendileri, Amerika ve Avrupa egemenleri, Mısır işçi, köylü ve gençlik kitlelerinin muazzam ayaklanmasını etkisizleştirmek, siyaset sahnesine özne olarak çıkan halkın hayranlık veren devrimci enerjisini boğmak için hesap yapıyorlar. İkiyüzlü bir yaklaşımla, diktatörlük rejiminden "halkın ifade özgürlüğüne saygı göstermesini" isterken, perde arkasında Hüsnü Mübarek ve uşaklarıyla pazarlık yapıyorlar. Hem dünya kapitalist sistemi açısından, hem de söz konusu sistemin Arap halklarına karşı koçbaşı olarak kullandığı İsrail açısından yaşamsal önem taşıyan işbirlikçi sömürü ve zulüm düzenini muhafaza etmek için, Hüsnü Mübarek'i her şeye rağmen ayakta tutmanın mı; Mübarek rejimini en az değişiklikle sürdürmenin yolu olarak işkenceci istihbaratçı Ömer Süleyman'ı desteklemenin mi; diktatörlük rejimine demokratik bir görüntü vermek için Amerikancı Muhammed El Baradey'i başa geçirmenin mi; devrimci gelişmeyi önlemek için zaten yıllar boyunca adım adım yerleştirdikleri dinciliğin dozunu daha da arttırarak Müslüman Kardeşler'i iktidara ortak etmenin mi; tarafsız görünümlü bir askerî diktatörlüğe yol vermenin mi daha uygun olacağını kararlaştırmaya çalışıyorlar. Ne işçi ve köylü kitlelerinin çektiği acılar, ne demokrasi ve özgürlüğün ayaklar altına alınması umurlarında. Varsa yoksa, kör olası kârları, hâkimiyetleri ve stratejik çıkarları.

Arap halklarının çoğu, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı 1920'lerde büyük kalkışmalar gerçekleştirdiler. 1950'lerde ve 1960'larda çok daha büyük ayaklanmalarla ulusal kurtuluşa kavuştular. Ne var ki, emperyalizme, işbirlikçi kapitalistlere ve feodal beylere karşı gerçekleştirdikleri devrimleri sosyalizme taşıyamadılar. 1970'lerin ortalarından başlayan ve 1980'lerde hızlanan karşıdevrimci ve gerici bir süreçle, tekrar emperyalizmin boyunduruğu altına girdiler ve kapitalizmin neoliberal saldırısı altında bunaldılar. "Artık yeter" diyerek bugün emperyalizme ve işbirlikçi kapitalist burjuvaziye karşı üçüncü kuşak devrimci ayaklanmalar dönemini başlattılar. Tunus ve Mısır devrimlerini desteklemek, Arap toplumlarını saran isyan dalgasını selamlamak için dün çeşitli destek ve dayanışma eylemlerini gerçekleştiren Türkiye devrimcileri, Mısır halkının, devrimi ileriye götürecek metanet, sabır ve ustalığa sahip olduğuna, emperyalizmin ve uşaklarının bütün baskı ve hilelerini boşa çıkaracağına inanıyor. Mübarek'in yeni oyunu da işine yaramayacak, çöküşünü hızlandıracaktır.

3 Şubat 2011

VI

Mısır devriminde bugün

17 Ocak 2011'de "Hüsnü Mübarek, Zeynel Abidin Bin Ali'nin Yanına Git" sloganıyla sokağa çıkan yüz kişinin gösterileriyle başlayan, bir hafta boyunca binleri harekete geçiren, 25 Ocak'tan bu yana ise on binlerce, yüz binlerce ve milyonlarca işçinin, emekçinin, köylünün, gencin, şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy sokakları ve alanları doldurmasıyla doruğa çıkan büyük halk ayaklanması, diktatörlük rejiminin kanlı terörüne ve başta Amerika olmak üzere emperyalist efendilerin bütün oyunlarına rağmen yoluna devam ediyor. Devrim ile karşıdevrim arasındaki boy ölçüşme sürüyor.

Kapitalizmin 30 yıldır süren neoliberal saldırısına karşı, nihayet, emekçi kitlelerin en derinlerinden fışkıran devrim dalgasını durdurabileceğini sanan Hüsnü Mübarek, bugün, on binlerce işçinin grevleri ve ülkenin her yanında milyonlarca insanın gösterileri karşısında yeni bir manevraya başvurdu.

İşbirlikçi diktatör, Mısır devlet televizyonundan yayınlattığı bir haberle, bu gece halka sesleneceğini ve çok önemli bir konuşma yapacağını duyurdu. Cumhurbaşkanı yardımcılığına atamış olduğu Ömer Süleyman'ı kabul etti ve onunla uzun bir görüşme yaptı. Gün boyu uşaklarına yaptırdığı konuşmalarla bugün görevden ayrılacağı izlenimini oluşturdu. Tahrir meydanına giden Genelkurmay Başkanı Korgeneral Sami Enan, göstericilere "Merak etmeyin, bugün bütün istekleriniz karşılanacak" dedi. İktidardaki Ulusal Demokrasi Partisi'nin genel sekreteri Hüsam Badravi, CNN televizyonuna verdiği demeçte, Hüsnü Mübarek'in bugün çok yurtseverce bir karar vereceğini ve yetkilerini muhtemelen Ömer Süleyman'a devredeceğini söyledi. Başbakan Ahmet Şefik, Mübarek'in yetkilerini Ömer Süleyman'a devredeceğini ve yarın artık Mübarek'in cumhurbaşkanı sıfatını taşımayacağını sandığını belirtti. Savunma Bakanı Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi başkanlığında toplandığı bildirilen Yüksek Askerî Konsey toplantısından sonra ordu adına yayınlanan bildiride, "ordunun Mısır halkının meşru taleplerini desteklediği ve halkı saldırılara karşı koruyacağı ve bu amaçla Yüksek Askerî Konsey'in sürekli toplantı hâlinde kalacağı" açıklandı. Bu arada, Washington'da Amerikan Kongresi'ne bilgi veren CİA başkanı Leon Panetta, Hüsnü Mübarek'in yetkilerini Ömer Süleyman'a devrederek kenara çekileceğini söyledi. Hüsnü Mübarek'in konuşmasından hemen önce Michigan'da bir konferansa katılan Barack Obama, Amerikan yönetiminin Mısır'ın geleceğini temsil eden genç kuşağı desteklediğini ve demokrasiye düzenli geçişten yana olduğunu belirtti.

Hâlâ barışçı gösteriler yapan silahsız kitlelerin iradesine uyacağı izlenimini başarıyla yaratan Hüsnü Mübarek ise, gece yaptığı konuşmada, yabancı güçlerin dayatmalarına boyun eğmeyeceğini, Eylül ayındaki seçimlere kadar cumhurbaşkanı olarak başta kalacağını, Mısır halkına çok hizmet ettiğini, bu arada hatalar yapmış olabileceğini kabul ettiğini, fakat kendisinin ve oğlunun Mısır'da kalacağını, gösterileri yabancı ajanların çıkardığını, ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen yıkıcılara uyulmamasını istediğini, hainlerin mutlaka cezalandırılacağını, anayasada değişiklik yapmak ve demokrasiye düzenli bir geçişi sağlamak için bazı yetkilerini yardımcısı Ömer Süleyman'a devrettiğini, onun muhalefetle gerekli diyalogu sağlayacağını söyledi.

Hüsnü Mübarek'in ardından Ömer Süleyman da bir konuşma yaptı. Cumhurbaşkanından aldığı yetkilerle Mısır'ın birliğini ve bütünlüğünü korumak için görev yapacağını, gençlerin başlattığı devrime sahip çıkacağını, ama kaosu önlemek, can ve mal güvenliğini sağlamak için herkesin gösterilere son verip işine ve evine dönmesinin gerekli olduğunu, muhalefetle diyalog kapılarını açık tutacağını, demokrasiye ve özgürlüğe düzenli geçiş için başta ordu olmak üzere devlet kurumları ile muhalefetin ve halkın işbirliği yapması gerektiğini söyledi.

Hüsnü Mübarek, kendisinin ve işbirlikçi rejimin iktidara sıkı sıkıya sarılmasından başka bir anlam taşımayan bu bayat manevra öncesinde, Ömer Süleyman'a, Müslüman Kardeşler dahil burjuva muhalefet partilerinin temsilcileriyle bir görüşme yaptırmıştı. Hüsnü Mübarek'in defolmasını, rejiminin yıkılmasını, iktidarın halka devredilmesini, yoksulluğa, yolsuzluğa ve işsizliğe son verecek bir düzenin kurulmasını isteyen kitlelerin iradesini hiçe sayan bu teslimiyetçi görüşmenin yarattığı sis perdesi dağılmadan, hükümet, ücret ve maaşlara yüzde 15'lik bir zam yaptığını ilan etmişti.

Görüldüğü gibi, Mısır oligarşisi, kitleleri terörle yıldırmak, küçük rüşvet ve tavizlerle aldatmak, devrime saygı duyulduğu açıklamasıyla onların gururlarını okşamak, ordu dahil bütün devlet kurumlarının tek vücut olduğunu göstererek halkı bezdirmek, boş umutlar yaratarak milyonları hayal kırıklığına sürüklemek, muhalefeti bölmek gibi taktiklerin hepsini can havliyle kullanıyor.

Mısır Komünist Partisi, devrimci gruplar, ilerici ve yurtsever örgütler, bağımsız işçi sendikaları, köylü örgütleri, gençlik dernekleri, kadın örgütleri, meslek birlikleri ise, siyasal hayata uyanan ve kendi siyasal deneyimleri temelinde gitgide radikalleşen milyonları daha da bilinçli ve örgütlü hâle getirmek, ordunun tepesindeki militaristleri yalnızlaştırırken silahlı kuvvetlerin temel kitlesini veya en azından bir kısmını devrim saflarına çekmek, karşıdevrim cephesi içindeki çatlakları derinleştirmek, devrimin kendi iktidar organlarını oluşturmak, savunma durumundan hücum durumuna geçebilme becerisini göstermek göreviyle karşı karşıyalar. Egemen rejimin siyasal, askerî, ekonomik ve medyatik gücü felce uğratılmadan, devrimin hiçbir kazanımı kalıcı olamaz. Egemenler paraya, silaha, propaganda organlarına hükmetmeye devam ettikçe, devrim tıkanır ve boğulur.

Hüsnü Mübarek ile Ömer Süleyman'ın konuşmaları, meydanları mesken tutmuş devrimci Mısır halk kitlelerinde büyük bir öfkeye yol açtı. Öfkenin belli olmasından ve Hüsnü Mübarek'in yeni manevrasının sonuç getirmeyeceğinin anlaşılmasından sonra, ABD Başkanı Obama, "Mısır'da demokrasiye geçiş sürecinin başladığını gösterecek daha somut adımlara ihtiyaç olduğunu ve Mübarek'in yaptığı konuşmanın yetersiz kaldığını" söyledi.

Başta ABD olmak üzere dünya kapitalist sisteminin yöneticileri ile Mısır oligarşisinin temsilcileri arasında perde arkasında ne gibi pazarlıklar döndüğünü, devrimi boğmak için ne gibi karanlık planlar yapıldığını şimdilik bilmiyoruz. Ama bir şey çok açık: On milyonlarca sade Mısırlı'yı sokaklara ve alanlara sürükleyen devrimin büyük öfkesi karşısında Hüsnü Mübarek ve uşakları tutunamayacak.

10 Şubat 2011

VII

Hüsnü Mübarek yıkıldı

Mısır kapitalist oligarşisinin 30 yıllık önderi, emperyalizmin ve siyonizmin uşağı Hüsnü Mübarek yıkıldı. Diktatör yıkıldı ama diktatörlük yerinde duruyor. Mısır'ın kahraman işçileri, köylüleri ve gençleri Hüsnü Mübarek'i devirerek ilk büyük zaferi kazandılar ama onları daha büyük zaferler bekliyor. Sırada emperyalizme bağımlı kapitalist diktatörlüğü yıkma görevi var. İş bitmedi, yeni başlıyor. Mısır'ın devrimci halk kitleleri, umuyoruz ki, yeni zaferler için birleşecekler, örgütlenecekler; analarının ak sütü gibi helal olan görkemli devrimlerini ileriye götürecekler.

11 Şubat 2011 Cuma günü Mısır'ın her tarafında en az 20 milyon insanın sokaklara ve alanlara bir kez daha çıkması, "Hüsnü Mübarek, rejimini al da git" sloganlarıyla işbirlikçi rejime duydukları öfkelerini dayanılmaz güçle haykırması karşısında, Hüsnü Mübarek ayakta kalamadı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Süleyman aracılığıyla akşam saat 6'da devlet televizyonundan yaptırdığı açıklamada, istifa ettiğini bildirdi. Ama devrilen diktatör, bu açıklamada bile, halkın iradesine, devrimin gücüne saygıyla boyun eğeceğine, yeni oyunlar peşinde koşuyor. Asla yetkisinde olmayan bir şey yaparak, yönetimi Yüksek Askerî Konsey'e devrettiğini açıklıyor.

Halk devrimine karşı sayısız suçun sorumlusu olan Hüsnü Mübarek halka hiçbir karar dayatamaz. Devrim kendi geçici hükümetini oluşturmalı ve bütün iktidar, kurucu halk iradesinin eline geçmelidir. Yüksek Askerî Konsey, derhâl halkın iradesine bağlı olduğunu, halk devrimini gerçekleştiren işçilerin, köylülerin ve gençliğin emrinde hareket edeceğini açıklamalıdır. Askerî diktatörlük, Hüsnü Mübareksiz bir Hüsnü Mübarek rejimi anlamına gelir. İnanılmaz fedakârlıklarla halk devrimini gerçekleştiren kahraman işçiler, emekçiler, köylüler, gençler kendi kendilerini yönetme hakkına, yeteneğine ve gücüne sahiptir. Bütün iktidar devrimci halk kitlelerine! Mısır halkı Mübarek'in adamlarının, emperyalizmin işbirlikçisi zengin patronların ve generallerin, halk devrimini gasp etmesine izin vermemelidir.

"Yaşasın Özgür Mısır" sloganlarıyla zaferlerini kutlayan Mısırlı halk kitlelerinin sevincini paylaşıyoruz. Dünya kapitalist emperyalist sisteminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki kilit taşı yerinden oynuyor. Mısır halk devriminin dünya tarihsel çapta sonuçları olacak. Yeni devrimler çağı, 21. yüzyılın devrimler çağı kesin olarak başladı. Kapitalizmin neoliberal karşıdevrimler dönemi sona erdi. Hepimizi büyük görevler bekliyor.

11 Şubat 2011

VIII

Devrimci dalga ve emperyalizmin oyunları

Tunus ve Mısır'da emperyalizmin uşağı kapitalist diktatörleri deviren yeni devrimler dalgası karşısında dünya kapitalist sisteminin egemenleri, kolayca tahmin edilebileceği gibi, sinsi oyunlara yöneliyor. Daha Mısır'daki uşakları Hüsnü Mübarek'in devrildiği gün, CİA'nın eski başkanlarından James Woolsey, CNN kanalında önemli bir değerlendirme yapmış, Amerika'nın bu olaylardan ders çıkararak derhâl yeni adımlar atması gerektiğini söylemişti. Ona göre, ABD yönetimine düşen görev, "bir yandan Mısır ve Tunus'ta düzenli geçişi sağlamak, istikrarı korumak, iktidarın Fransız devriminde, Rus devriminde veya İran'da olduğu gibi, kötü insanların eline geçmemesi için çalışmak; bir yandan da, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu saran halk öfkesini, Amerika ve Batı dostu olmayan rejimlere, örneğin Suriye ve İran rejimlerine yöneltmek için elinden gelen her şeyi yapmak, bu ülkelerdeki isyancılara somut yardımlarda bulunmak"tı. Dünya kapitalizminin elebaşıları bu reçete doğrultusunda hareket ediyorlar.

Tunus ve Mısır'da artık ayakta duramayan diktatörlerin feda edilmesine rıza gösterip eski rejimin önde gelen temsilcilerinin yönetiminde işbirlikçi diktatörlük rejimlerini sürdürmek için tezgâh kuran ABD ve AB hükümetleri, devrim dalgasının Ürdün, Yemen, Fas, Cezayir, Bahreyn, Kuveyt, Körfez emirlikleri, Irak, Suudi Arabistan gibi kendi denetimlerinde bulunan ülkelerde etkili olmaması için hummalı bir faaliyet gösteriyor. Tunus ve Mısır'a heyet üstüne heyet gönderip hâlâ iktidarı elinde tutan işbirlikçilere arka çıkıyor, halk devrimini gerçekleştiren kitleleri yatıştırmak için özellikle genç kadroları baştan çıkarmaya ve devşirmeye yönelik "sivil toplumu geliştirme" programlarını acilen devreye sokuyorlar. Aynı program sözünü ettiğimiz ülkelerde de uygulanmaya başlandı. Amaç çok açık: Mısır ve Tunus'ta halk devrimlerini boğmak, devrimin etkisini bir saray darbesi boyutuna indirip zaman içinde yok etmek; öteki ülkelerde ise, henüz devrim boyutuna ulaşmamış toplumsal hareketlerin büyümesine izin vermemek.

Woolsey'in önerdiği şekilde, halk öfkesini "Amerika ve Batı dostu olmayan rejimlere yöneltmek" planının ilk uygulaması ise Libya'da yapılıyor. Libya'nın özellikle doğu bölgesinde eski kraliyet hanedanına bağlı ve İslamcı eğilimli aşiretleri harekete geçirmeyi başaran emperyalizm, Libya'da kendisine doğrudan bağlı olacak bir yönetim kurmak için hamle yapıyor.

Bilindiği gibi, Libya dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan, toprakları geniş fakat sadece 7 milyon nüfuslu zengin bir ülkedir. 1969'da cumhuriyeti kuran ve sosyalist sistemin varolduğu koşullarda petrolü millileştirerek emperyalizme kafa tutan anti emperyalist Libya devrimi, sosyalist sistemin dağılmasından sonra gücünü koruyamadı. 1986'da Amerikan saldırısına uğrayan ve "terörist devlet" listesine alınarak uzun yıllar acımasız bir Amerikan ve Batı ambargosu altında bunalan Libya yönetimi, özellikle Irak'ın 2003'te işgal edilmesinden sonra anti emperyalizm politikasından vazgeçti. Amerika ve Avrupa egemenleriyle arasını düzeltmek için büyük ödünler verdi. Bu ödünler karşılığında ambargo kaldırıldıysa da Amerika, Libya'yla yeniden diplomatik ilişki kurmak için ta 2008'i bekledi. Libya, dünya kapitalistlerinin (bu arada Türkiye kapitalistlerinin) büyük kârlar sağladığı büyük bir şantiye oldu. Dünyanın büyük şirketleriyle kurulan ihale ilişkileri, Amerikan ve Avrupa egemenleriyle içli dışlı olmayı getirdi, yolsuzluğu besleyerek yönetim çevrelerinin yozlaşması ve halktan kopması sonucunu doğurdu.

Bununla birlikte, Libya yönetimi, işbirlikçi Arap kralları ve diktatörleri türünden emperyalizme doğrudan bağlı uşak bir yönetim olmadı. Ilımlı ve zayıf biçimde de olsa anti emperyalist jestleri bir yana bırakmadı. İtalya'yı sömürgecilik döneminde Libya halkına karşı işlediği suçlarından dolayı tazminat ödemek zorunda bıraktı, ABD'yi ve İsrail'i rahatsız etmeye devam etti. Yani, Libya yönetimi hiçbir zaman emperyalizmin "bizim çocuklar" kategorisine girmedi.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu halklarının ayağa kalktığı koşullarda, Libya halkının yozlaşmış yönetime karşı birikmiş öfkesini de kullanabileceğini hesaplayan emperyalizm, eski işbirlikçilerini harekete geçirerek bir isyan başlattı, yozlaşmış yönetim çevreleri ve devlet aygıtı içinde kendisine bağlı kesimleri de bu isyana katılmaları yönünde teşvik etti. Emperyalizm şu anda, yalan haber üretimine dayalı dünya çapında büyük bir yatık medya operasyonunun da yardımıyla, karşıdevrimci isyanın büyük bir halk hareketi olarak görünmesini sağlamaya çalışıyor. Hüsnü Mübarek, Bin Ali, krallar, emirler söz konusu olduğunda sus pus olanlar, asla kendilerinden saymadıkları Muammer Kaddafi karşısında kükrüyorlar. Dünyanın bütün gericileri, ABD başkanı Obama, dışişleri bakanı Clinton, İngiliz başbakanı Cameron, dışişleri bakanı Hague, Alman başbakanı Merkel, Birleşmiş Milletler genel sekreteri Ban Ki moon, Libya'nın başındaki "kanlı katil"in cezalandırılması ve devrilmesi için çağrıda bulunuyorlar.

İşin özü şudur: Zengin Libya petrolüne tekrar el koymak; Libya'yı özelleştirme batağına mahkûm etmek; Tunus ve Mısır'da sarsılan yönetimlerini kaybetme riskine karşı, bu iki ülkenin arasına kama gibi girecek stratejik bir ülkeye doğrudan doğruya el koymak için büyük bir emperyalist müdahaleyle karşı karşıyayız. Küba devriminin deneyimli önderi Fidel Castro'nun uyarısına herkes kulak vermelidir. Castro, ABD yönetiminin NATO'yu devreye sokarak Libya'yı işgal etmek için plan yaptığını söylüyor. Libya'nın yeni bir Irak, yeni bir Afganistan, yeni bir Pakistan olmasına izin vermemeliyiz. Devrimlerin ve karşıdevrimlerin diyalektiğini kavramayanlar büyük bir hata işliyorlar. Her ülkenin somut koşullarını, güç dizilişini, emperyalizmin planlarını hesaba katmadan soyut bir halk ayaklanması fikriyle başı dönenler, emperyalizmin oyuncağı durumuna düşerler. Mısır ve Tunus'ta olanlarla Libya'da olanlar aynı şey değildir. Gün, devrimci uyanıklığı elden bırakmadan, her yerde devrimi ilerletecek, emperyalizmi ve kapitalizmi zayıflatacak politikalar izlemektir. Dünya kapitalizminin elebaşısı emperyalist kodamanlar nasıl Mısır, Tunus ve Libya'da somut duruma uygun şekilde, aynı emperyalist amaçlara hizmet eden ayrı politikalar izliyorlarsa, biz de aynı ustalığı devrimci amaçlar için gösterebilmeliyiz. Bütünsel devrimci amaçlarımıza hizmet edecek şekilde, farklı ülkelerde, somut duruma uygun, ayrı politikalar belirlemeliyiz.

24 Şubat 2011

IX

Emperyalizmin politik askerî doktrini

Dünya egemenliğini amaçlayan Amerikan emperyalizminin politik askerî doktrininde, işbirlikçi hükümetlere karşı ayaklanmaları bastırma, devrimci halk güçlerini ezme stratejisi ile işbirlikçiliği reddeden bağımsız hükümetlere karşı işbirlikçi gerici ayaklanmaları destekleme stratejisi birbirini tamamlar. "Dost" hükümetlere karşı isyan edenler düşmandır, ezilir. "Düşman" hükümetlere karşı isyan edenler, dost sayılır ve desteklenir.

Bu iki farklı strateji somut koşullara göre bütünsel emperyalist kapitalist amaçlar doğrultusunda uygulamaya konulur. Amerikan emperyalizmi, dünya kapitalist sisteminin elebaşısı olarak, dünyanın her tarafında sosyalizm, bağımsızlık ve demokrasi güçlerine karşı topyekün politik askerî bir savaş içindedir. Politik askerî savaşın alanı bütün dünyadır. Her ülke ve her bölge somut duruma göre değerlendirilir. Amaç mümkün olduğu kadar çok ülkeyi ve bölgeyi elde tutmak, elden kaçmış ve "düşman" saflarına katılmış ülke ve bölgeleri geri kazanmaktır. Bir ülke veya bölgedeki kayıpları telafi etmek için karşı saflardaki ülke veya bölgeleri düşürmek olağan bir yöntemdir.

Amerikan emperyalizmi, İkinci Dünya Savaşı'ndan dünyanın tartışmasız birinci gücü olarak çıktı. Kendisine bağladığı kapitalist dünyadaki işbirlikçilerine karşı işçi sınıfının ve ezilen halkların başlattığı sosyalist ve devrimci demokratik devrimleri bütün gücüyle ezmeye çalışırken, sosyalist sisteme katılmış veya emperyalizme karşı sosyalist sistemle bağlaşıklık kurmuş ülkelerde karşıdevrimler tezgâhlamak için her çabayı gösterdi. Bu planı geniş ölçüde başarılı oldu ve hem sosyalist sistemi dağıtmayı, hem de sosyalist sisteminin desteğinden yoksun kalan bağımsız ve bağlantısız ülkelerin çoğunu çökertmeyi başardı.

Amerikan emperyalizminin önderliğindeki dünya kapitalist sisteminin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu saran yeni halk devrimleri dalgasını, sözünü ettiğimiz askerî doktrin çerçevesinde değerlendirdiği besbellidir. Tunus ve Mısır'da dipten gelen devrim, emperyalizmin uşağı kapitalist rejimleri sarstı, rejimin başındaki diktatörleri devirdi. Ama ABD ve Avrupa yönetimleri, devrimin etkisizleştirilmesi, işbirlikçi sömürü düzeninin sürmesi, Tunus ve Mısır'ın ellerinden kaçmaması için her şeyi yapıyor. Özellikle Mısır, emperyalizmin dünya ve bölge hâkimiyeti ile Ortadoğu'daki ileri karakolu İsrail siyonizminin güvenliğinin sağlanması açısından kritik bir ülke.

Mısır'ı ve Tunus'u elde tutmak için harıl harıl çalışan emperyalizm, milyonlarca işçi ve emekçinin açığa çıkan devrimci enerjisinin; halk kitlelerinin işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa ve köleliğe duyduğu derin nefretin, bütün bu çabayı anlamsız kılabileceğini biliyor. O yüzden, Mısır'ın ve Tunus'un arasında kalan, toprağı geniş, nüfusu az, petrolü zengin mi zengin Libya'yı, karşıdevrimci aşiretleri ayaklandırıp askerî bir müdahaleyle sağlamca ele geçirebileceği, olası kayıplarını telafi edebileceği bir alan olarak gördü ve bütün uşaklarını seferber edip fiziki ve psikolojik bir savaş başlattı.

Mısır'ın ulusal bağımsızlıkçı Cemal Abdülnasır yönetimi altında bulunduğu, Sovyetler Birliği'yle dayanışma içinde olduğu 1950'ler ve 1960'larda, emperyalizmin uşağı kral İdris Sunusi Libya'sında petrol, Batılı tekellerin malıydı ve Trablus yakınlarında kurulmuş Wheelus Hava Üssü'nde Amerikan emperyalizminin 4600 askeri bulunuyordu. Büyük Amerikan üssünün yanı sıra, İngilizlere ait daha küçük üsler de, bu yarı sömürge, yarı feodal ülkenin topraklarındaki müthiş doğal zenginliğin Batı kapitalizminin kasalarına kâr olarak akmasını sağladığı gibi, ilerici Mısır yönetimine karşı bir baskı unsuru işlevi görüyordu. Libya'da Muammer Kaddafi önderliğindeki 1969 ulusal bağımsızlık devrimi, krallığı ortadan kaldırıp cumhuriyeti ilan etti, Amerikan ve İngiliz üslerini kapattı, yabancı askerleri sınır dışı etti ve petrolü millileştirdi.

Libya'yı kaybeden emperyalizm, 1970'lerin ikinci yarısından itibaren Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek eliyle Mısır'ı saflarına çekmeyi başardı. Bugün, halk devrimlerinin olası gelişimiyle Mısır'ın ve Tunus'un bağımsızlık yoluna girebileceğini düşünen emperyalizm, zayıf halka olarak değerlendirdiği Libya'yı yine doğrudan doğruya kendine bağlamaya çalışıyor.

Sosyalizm, bağımsızlık ve demokrasi güçleri, emperyalizmin planları konusunda uyanık olmazlar ve Libya'daki gerici isyanı, kapitalist sistemin topyekün politik askerî savaş doktrini çerçevesinde Mısır ve Tunus devrimlerine karşı somut emperyalist hamle olarak değerlendiremezlerse, büyük bir kayba uğrayacaklardır. Libya'nın doğrudan doğruya emperyalizmin denetimine girmesi, Libya halkının köleleştirilmesi demektir. Libya'nın köleleştirilmesi, Mısır ve Tunus devrimleri için kötü haber olacaktır. Mısır ve Tunus devrimleri için kötü haber, Türkiye, bölge ve dünya halkları için de kötü haberdir.

25 Şubat 2011

X

El Cezire şebekesi

Katar emirinin kurduğu El Cezire televizyonu, özellikle 2001 Afganistan işgali ve 2003 Irak işgali sırasında yaptığı nesnel yayıncılıkla önce Arap ve İslam dünyasında, sonra bütün dünyada haklı bir ün kazanmıştı. El Cezire, Amerikan haberciliğinin tekelini kırıyor ve, onların aksine, yalan haber üretimine dayalı yanıltmaca kampanyalarıyla dünya kamuoyunu biçimlendirmeyi reddediyordu. Her yerde sömürü ve zulme karşı mücadele eden devrimci güçler, emperyalist saldırı ve işgallere karşı koymaya çalışan barışseverler, El Cezire kanalını, dünya kapitalist oligarşisinin kitle iletişim araçlarını kitle aldatma silahı olarak kullanma ve beyinleri istila etme politikasını delik deşik etmede etkili bir kurum olarak görüyordu.

Doğrusu, El Cezire kanalının, emperyalizmin kuklası bir petrol şeyhliği olan Katar'ı demir yumrukla yöneten Amerikancı Şeyh Hamid bin Halife El Tani'ye ait olması; üstelik, bu emirin, Irak işgalini yöneten Amerikan Merkez Komutanlığı CENTCOM'un cephe karargâhına ev sahipliği yapması mideleri bulandırmıyor değildi. Yine de, El Cezire'nin, faşist militarist Fox TV ile liberal militarist CNN gibi Amerikan kanallarının savaş ve işgal yanlısı karartma politikalarını delen dürüst haberciliği, bu mide bulantısını bastırıyordu.

El Cezire dürüst yayıncılık ve düşünce özgürlüğüne değer veren tartışma programlarıyla Arap ve İslam dünyasında yaygın bir izleyici kitlesine ulaştı. Kamuoyunu sadece bilgilendiren değil, oluşturan bir güce kavuştu. Bu süreç içinde, Arapçanın yanı sıra İngilizce ve Urduca yayın yapan dünya çapında bir şebeke oldu.

Ne var ki, El Cezire yaygınlaştıkça, dürüst yayıncılık ilkesinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Sansasyon merakı, doğrulanmamış haberler, güdümlü olduğu kuşkusunu uyandıran temelsiz yorumlar, tartışma programlarında yelpazenin daraltılması, muhalif seslerin azaltılması, ABD yönetiminin gündemine uygun haber ve program tercihleri konusunda şikâyetler arttı. Kanal önce sıradanlaşmaya, daha sonra CNN ve Fox'a benzemeye başladı.

El Cezire'nin dürüst habercilikten en köklü sapması ise, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı sarsan tarihsel olaylar sırasında görüldü. Tunus ve Mısır'daki halk devrimleri ve Libya'daki karşıdevrimci ayaklanma günlerinde, El Cezire, haber ve yorumlarında Amerikan yönetiminin iyice güdümüne girdi. Tıpkı Irak savaşı sırasında Fox ve CNN kanallarının yaptığı gibi, emperyalizmin psikolojik savaş aygıtına dönüştü. Şu anda El Cezire şebekesi, Tunus, Mısır ve Libya konusunda Amerikan politik askerî stratejisine uygun olarak sistemli biçimde yalan haberler üretiyor, düzmece resimler ve videolar yayınlıyor, bütünüyle manipülatif yorumlar yapan psikolojik savaş uzmanlarını gün boyu ekranda tutuyor. El Cezire, ABD öncülüğündeki dünya kapitalist sisteminin yürüttüğü karşıdevrimci psikolojik savaşın amiral gemisi olarak hareket ediyor.

Irak savaşı sırasında ABD'nin savaş suçlarına gözünü kırpmadan ortaklık eden yerli kapitalist medya ise, hem Erdoğancı Fethullahçı, hem Doğancı kanatlarıyla, utanç verici geçmişlerinden hiç ders çıkarmadan, bu kez, Libya'ya karşı emperyalist bir işgalin yolunu açacak yayın yapıyor. Yatık medya, bu uğursuz yayınlarında, El Cezire'nin sahte haberlerini ve güdümlü yorumlarını kaynak gösteriyor. El Cezire, Amerikan kuklası sahibinin sesi bir kitle aldatma silahı olarak artık halkların nefretini üzerine topluyor.

Türkiye'de yaşayan her yurttaşı ilgilendirmesi gereken iki noktayı da hatırlatalım. Birincisi, El Cezire şebekesinin sahibi Katar emiri Şeyh Hamid bin Halife El Tani, Sabah ATV grubunun da ortağıdır. Sabah ATV grubunun Çalık holdinge devredilmesi sırasında devletten alınan krediler yetersiz kalınca, Gül'ün ve Erdoğan'ın dostu Katar emiri de %25 sermaye koydu ve her finansal kararda veto yetkisine sahip şirket ortağı olarak gruba katıldı. İkincisi, Cine 5 televizyon kanalı 10 Şubat 2011 günü, 40 milyon 500 bin dolar bedelle El Cezire'ye satıldı. Cine 5, El Cezire'nin Türkçe yayın yapan şubesi olarak yakında karşımızda olacak.

25 Şubat 2011

XI

Emperyalizm Libya'ya saldırıyor

Dünya kapitalist sistemine yön veren emperyalist elebaşıların Libya'yı boğma harekâtı sürüyor. ABD, Libya'nın Amerikan bankalarında bulunan 30 milyar dolarlık varlığına el koydu ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden Libya'ya ambargo kararı çıkarttı. İsviçre, Libya'nın ülkedeki malvarlığını dondurdu. Almanya, Libya'dan aldıkları petrolün bedelini ödemeyeceklerini açıkladı. Libya'nın eski sömürgeci işgalcisi İtalya; Libya'yla İtalya arasındaki saldırmazlık antlaşmasını iptal etti. Amerikan 6. Filosu, Libya açıklarında manevra yapıyor. Amerikan, İngiliz ve İtalyan özel birlikleri Libya'ya çıktılar; karşıdevrimci isyancılarla birleşip olası emperyalist işgalin ön hazırlıklarını yapıyorlar. Bütün dünya kapitalist medyasının yalan haber bombardımanı devam ediyor. Libya'ya sözümona "insani müdahale" için dünya kamuoyu hazırlanıyor. Sosyalist ülkelerde 1989 1991 yılları arasında gerçekleştirilen kapitalist karşıdevrimler sırasında, 2003 yılında Irak işgali öncesinde yürütülen psikolojik savaşlar tekrar yürürlüğe konuldu.

Küba devriminin önderi Fidel Castro, "Plan, Libya'nın İşgal Edilmesidir" ve "Utanç Verici Ölüm Dansı" başlıklı iki yazı yazarak, başta ABD olmak üzere emperyalist dünyanın, Libya petrolüne el koymak, Libya halkını köleleştirmek, Mısır'da yükselen devrim dalgasını engellemek amacıyla Libya'yı işgale hazırlandığını belirtiyor. Dürüst hiçbir insanın, herkesin gözü önünde hazırlanan bu cinayet karşısında sessiz kalamayacağını söylüyor. Venezüella önderi Hugo Chavez, Kaddafi'ye ve Libya'ya karşı büyük bir yanıltmaca kampanyasının yürütüldüğünü, ABD'nin Libya petrolüne el koymak istediğini açıklıyor ve herkesi Libya'yı savunmaya çağırıyor.

Emperyalist efendiler, devrimcileri asla affetmezler. Sosyalist devrimlerin, anti emperyalist ve anti feodal devrimlerin başını çeken önderleri ilk fırsatta yok etmek, onlardan intikam almak için fırsat kollarlar. Sömürgecileri kovan, kralları ve diktatörleri deviren, petrolü ve doğal kaynakları millileştiren, bankaları kamulaştıran, toprak ağalarının çiftliklerini köylülere dağıtan, kapitalist şirketleri halkın mülkiyetine geçirip işçilerin yönetimine veren komünistler, sosyalistler, devrimci demokratlar, ulusal kurtuluşçu yurtseverler her zaman emperyalistlerin hedefinde olmuştur.

Emperyalizmin baskı ve tehdidi altında devrimci iradelerini koruyamayıp emperyalizmle belirli oranda işbirliğine giren ama doğrudan doğruya uşak olmayı, "bizim çocuklar" kategorisinde yer almayı hâlâ kabul etmeyen önderler bile bu kaderden kendilerini koruyamamışlardır. Anti emperyalist ve anti feodal Libya devriminin önderi Muammer Kaddafi de bugün bu kaderi paylaşıyor. 2003'ten sonra Batı egemenleriyle uzlaşmak, Libya ekonomisini emperyalist tekellere açmak, Kaddafi'nin işine yaramadı. Amerikan egemenliğine son vermenin, işbirlikçi kralı devirmenin, üslere el koymanın, petrolü millileştirmenin bedelini daha önce Amerikan hava saldırısı; ABD, AB ve BM ambargosuyla ödeyen Kaddafi ve Libya halkı, bugün bu bedeli, karşıdevrimci, kralcı ve İslamcı aşiret isyanıyla, ambargoyla ve işgal tehdidiyle ödüyor. Emperyalizm, kışkırttığı gerici isyan ve yürüttüğü psikolojik savaşla sonuca ulaşamazsa, iç savaş ve işgal yoluyla oluk oluk kan dökmeye hazırlanıyor.

Fidel Castro ve Hugo Chavez'in ısrarla vurguladığı gibi, her dürüst insanın bu emperyalist komploya karşı koyması gerekirken, kendilerini sosyalist ve devrimci olarak niteleyen çevrelerin tam tersi bir tutum takınması utanç verici bir teslimiyet anlamına geliyor. Somut şartların somut tahlilini yapmaktan aciz çevreler, bağımsız bir tutumla akıl yürüteceklerine, kendilerini kapitalist medya tekellerinin güdümüne bırakıyorlar. Devrimlerin ve karşıdevrimlerin deneyimlerini bile hatırlamıyorlar. Romanya karşıdevriminde yaşananları, sahte haber imalatıyla hazırlanan kapitalist darbe sürecinde Nikolai Çavuşesku ve Elena Çavuşesku'nun nasıl kurşuna dizildiğini, Romanya'nın nasıl köleleştirildiğini; Irak işgalinde yalan haberlerle yaratılan linç ortamı içinde Irak'ın nasıl işgal edildiğini, Amerika'ya teslim olmayı reddeden Saddam Hüseyin'in nasıl idam edildiğini, Irak halkının nasıl soykırıma uğratıldığını; bütün bu süreçlerde, emperyalist egemenlerin "diktatörü devirmek", "özgürlük ve demokrasi götürmek" bayrağı altında kapitalist sömürü ve sömürgeci zulüm sistemlerini nasıl yerleştirdiklerini unutuyorlar.

Bütün bunları yaptınız, bari Fidel Castro'nun ve Chavez'in sözlerine kulak verin, onlarla yol arkadaşlığı yapın. Ne gezer! Dünya emperyalizminin elebaşılarıyla, kapitalist gericiliğin sembolleriyle, Obama'yla, Clinton'la, Gates'le, Cameron'la, Merkel'le, Sarkozy'yle, Berlusconi'yle, Ban'la, Netanyahu'yla yol arkadaşlığı yapıyorlar. Emperyalist merkezlerin soğukkanlı bir planlamayla yürüttüğü komplo bile onları kendine getiremiyor.

Örneğin, SİP'ten Kemal Okuyan, Hugo Chavez'in ağzının payını veriyor. Şöyle diyor Kemal Okuyan: "Tunus ve Mısır'da 'tarihsel bir değişim', Libya'da 'emperyalist müdahale' saptamaları da bu nedenle bana fazlasıyla mekanik geliyor. Örnek olsun, Chavez'in bir anda 'dış müdahale'den söz etmeye başlaması, Kaddafi'ye sahip çıkması sağlıklı bir yaklaşım olmasa gerek. Sürecin bir bütünlüğü var, Mısır'da olanlarla Libya'da olanlar birbirinden koparılamaz, ayrıca Kaddafi'nin diğerlerinden farkı kesinlikle abartılamaz." ("Devrimi biz mi çaldık?", soL, 26 Şubat 2011).

Tabii, Kemal Okuyan, "örnek olsun" diyerek, sadece Chavez'e değil, Fidel Castro'ya ve Ürün'e de yanıt verdiğini üstü kapalı şekilde ortaya koyuyor. Emperyalizmin Mısır ve Tunus'ta işbirlikçi kadrolarını korumak, diktatörlük rejimini ayakta tutmak için neler yaptığını; buna karşılık, Libya'da Kaddafi'yi yok etmek, rejimi devirmek için nasıl harekete geçtiğini gizlemeye çalışıyor. Emperyalizmin politik askerî doktrininde, dost rejimlere karşı ayaklanmaları bastırmanın, düşman rejimlere karşı ise ayaklanmaları kışkırtmanın ve desteklemenin öngörüldüğünü unutuyor.

Örneğin, EMEP Genel Başkan Yardımcısı Kâmil Tekin Sürek, şöyle diyor: "Libya diktatörlüğü, Tunus ve Mısır'dan farklı olarak halka karşı büyük katliamları göze aldığına dair açıklamalar yapmakta ve bu yönde adımlar atmaktadır. Libya diktatörlüğü, halkın bir kısmını diğerlerine karşı kışkırtmak için; ayaklanmanın dış güçlerin oyunu olduğu yalanını yaymakta ve Libya'ya ekmek parası için gitmiş Türkiyeli, Mısırlı vd. halklardan işçileri rehin alma politikası gütmektedir. Libya'da olanların Tunus, Mısır, Yemen, Ürdün, Cezayir, Fas gibi ülkelerde olanlardan bir farkı yoktur. Ortadoğu halkları Tunus ayaklanmasından sonra, ayağa kalkıldığında diktatörlerin devrilebileceğini ve taleplerinin hiç olmazsa bir kısmını elde edebileceklerini görmüş ve Tunuslu, Mısırlı kardeşlerinin gittikleri yoldan gitmişlerdir. Libya diktatörlüğü en kısa zamanda ülke yönetimini halka devretmeli, bugüne kadar yaptığı zulüm ve soygunun hesabını vermelidir. Kaddafi ve adamları yabancı işçileri rehin alma politikasından vazgeçmelidir. Kiralık katillerin halka kurşun sıkmasına son verilmelidir." ("Halkın Taleplerini Yerine Getirin", emep.org, 21 Şubat 2011).

Ne yazık ki Amerikan psikolojik savaş makinasının yaydığı görüşlerin basit bir kopyası olan bu açıklamayı, sadece tarihsel bir ibret belgesi olarak kayda geçirmekle yetineceğiz. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Kâmil Tekin Sürek'e, Arnavutluk karşıdevrimi sırasında, sosyalist yönetimi devirmek isteyen isyancıların yayınladıları bildirilerin tıpatıp bu bildiriye benzediğini hatırlatalım. Arnavutluk'taki karşıdevrimci isyancılar, sosyalist yönetimi "kanlı diktatörlük", Arnavutluk Emek Partisi kadrolarını "katiller sürüsü" olarak tanımlıyor ve Enver Hoca heykellerini yıkıyorlardı. İsyancılar başarıya ulaştı. Arnavutluk, ABD'nin ve Avrupa Birliği'nin sömürgesi oldu, halkın sosyalist ve demokratik bütün kazanımları küçücük bir işbirlikçi kapitalist oligarşinin kesesini şişirmek üzere kurban edildi.

Öte yandan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın "NATO'nun Libya'da ne işi var? Böyle saçmalık olur mu?" şeklindeki sözlerine değinerek, " 'NATO'nun Libya'da ne işi var?' diye bir cümleyi ben kurmam" dedi. Kılıçdaroğlu'nun dün Londra'da gazetecilerin sorularını cevaplandırırken söylediği bu söz, CHP yönetiminin Libya konusunda ABD'nin dümen suyundan ayrılmayacağı mesajını veriyor. Kılıçdaroğlu, daha önce de, Libya'daki karşıdevrimci isyana "Libyalı demokratları selamlıyoruz" diyerek destek çıkmıştı. CHP yönetimi, bu tutumuyla dış politikada işbirlikçi AKP'nin bile gerisine düşüyor. AKP, Türkiye sermayesinin, inşaat müteahhitlerinin Libya'daki çıkarlarını ve pazar payını koruma kaygısıyla, ikili mesajlar verip ABD müdahalesine yarım yamalak biçimde de olsa karşı çıkarken, CHP, doğrudan doğruya ABD ve AB egemenlerini memnun edecek bir "uslu çocuk" teslimiyeti içinde. Bu teslimiyeti şiddetle kınıyoruz. Kendini ABD'ye, AB'ye, İsrail'e beğendirmeyi esas alanlar, halk düşmanlığından, işbirlikçilikten başka bir yere varamazlar. Bu yol ne halkçılığa, ne yurtseverliğe, ne ilericiliğe açılır; ne de, işçi ve emekçi kitlelerine herhangi bir şey kazandırır.

Amerikan emperyalizmi, dünya kapitalist sisteminin bütün etkili odaklarını peşine takarak, Libya halkına karşı korkunç bir cinayet işliyor. Bu cinayete karşı koymak, sadece Libya halkını değil, Libya halkının yanı sıra, Mısır, Tunus, Filistin, Suriye, Türkiye, bölge ve dünya halklarını desteklemek demektir. Libya'nın 1950'lerde ve 1960'larda olduğu gibi, emperyalizmin ve siyonizmin üssü durumuna getirilmesine cesaretle karşı çıkmalıyız. Emperyalizmin temsilcileri olan Obama'yla, Clinton'la, Gates'le, Cameron'la, Merkel'le, Sarkozy'yle, Berlusconi'yle, Ban'la, Netanyahu'yla değil; sosyalizmin, devrimin ve yurtseverliğin temsilcileri olan Fidel Castro ve Hugo Chavez'le birlikte yürüyeceğiz.

3 Mart 2011

 II

Tunus ve Mısır'da dinamik denge ve SİP

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da devrim ile karşıdevrim arasındaki mücadele devam ediyor. Tunus'ta eski rejim döneminin de başbakanı olan Başbakan Muhammed Gannuşi, 27 Şubat 2011 günü, ülke çapında düzenlenen, başkentte ise 80 bin kişinin katıldığı halk gösterilerine dayanamayarak istifa etti. Halk devrimini gerçekleştiren güçler, ta 14 Ocak'tan bu yana Gannuşi'nin görevden ayrılmasını, işçi, köylü ve emekçi kitlelere hayatı dar eden özelleştirme ve terör politikalarındaki sorumluluğu nedeniyle cezalandırılmasını talep ediyorlardı.

Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesi, siyasal tutukluların serbest bırakılması, 12 kapitalist bakanın görevden alınması, iktidar partisi Demokratik Anayasal Birlik'in feshi gibi başarıların ardından Başbakan Muhammed Gannuşi'nin istifa etmesi, Tunus halk devriminin yeni bir hamlesi anlamına geliyor. Amerika, Fransa ve dünya kapitalist sisteminin her yönlü desteğini arkasına alan işbirlikçi Tunus kapitalizmi, iktidarı devrimci halk güçlerine teslim etmemek için her yola başvuruyor. Devrimci ve yurtsever demokrat güçleri temsil eden 14 Ocak Cephesi, halk devrimini ilerletmek için aydınlatma ve örgütlenme çalışmalarına devam ediyor.

Cephe'nin değerlendirmesine göre, iktidar bütünüyle devrimci halk güçlerinin eline geçmedikçe, yeni bir anayasa hazırlayacak geçici bir devrimci hükümet ve halk meclisi kurulmadıkça, halk devriminin amaçları gerçekleşmeyecektir. Eski rejimin egemenleri başta kaldıkça, rejim işbirlikçi kapitalist bir diktatörlük olmaya devam edecek, ülke emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmayacak, işsizlik, pahalılık, düşük ücretler kader olmaya devam edecektir.

Cephe temsilcileri, buna karşılık, egemen burjuvazinin, şu anda, orduyu doğrudan doğruya halkın üzerine süremediğini belirtiyorlar. Egemen burjuvazi, iktidarını, devrime bağlılık yeminleri ederek, gençleri pohpohlayarak, işçileri ve köylüleri aldatarak, bütün suçu Zeynel Abidin Bin Ali'ye yükleyerek, Amerika ve Avrupa'nın gönderdiği heyetlerin "artık normalleşme zamanı geldi" şeklindeki açıklamalarını kanıt göstererek sürdürdüğünü belirtiyorlar. Cephe temsilcileri, kitlelerin siyasal eğitimlerinin esas olarak kendi deneyimleri temelinde gelişeceğini bilerek, sabırla, onları kendi kaderlerini kendi ellerine almak konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. Devrimin bittiğini ve olağan günlere dönüldüğünü, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin düzeni restore etmeyi başardığını iddia eden çok bilmişlerin kötümserliğini paylaşmıyorlar, devrimi ilerletmek ve halk iktidarını kurmak için yola devam ediyorlar.

Emperyalist sistemin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki köşetaşı Mısır'da da, Hüsnü Mübarek'i deviren devrimci halk kitleleri, rejimin simgesini devirecek cesaret ve ustalığı ortaya koydular ama henüz kendi yönetimlerini kurmaya hazır bir bilinç ve örgütlenme düzeyinde olmadıklarını da gösterdiler. Halk devrimine dönüşen gösteriler ve ayaklanma sırasında, halka ateş etmeyen ve halkın suyuna giderek prestijini koruyan ordunun, verdiği sözleri tutmasını bekliyorlar.

Devrime bağlı olduğunu ilan ordu üst yönetimi tabii ki yalan söylüyor. İşçilere, köylülere, gençlere, kadınlara, aydınlara, işsizlere bol bol özgürlük ve demokrasi sözleri veriyorlar. Halk kitlelerine yerine getirmeyecekleri sözleri verirken, öte yandan, 27 Mayıs 1960'da "NATO'ya ve CENTO'ya bağlıyız" sözünü veren Alparslan Türkeş gibi, bütün uluslararası antlaşmalara bağlı kalacaklarını ilan ediyorlar. Ordu üst yönetiminin, ABD'ye, AB'ye, İsrail'e verdiği sözler, yerine getirmeye niyetli ve kararlı oldukları sözlerdir, çünkü zaten onların yıllanmış işbirlikçisidirler.

Ordu, herkesi işine dönmeye ve normalleşmeye çağırırken dikkatle hareket ediyor. 25 Şubat Cuma günü, bir grup polis, ordunun atadığı geçici hükümetin Mübarek'in elemanlarından oluştuğunu belirterek geçici hükümetin istifasını isteyen protestocuları copladı ve polisle göstericiler arasında küçük çaplı bir çatışma çıktı. Ordu üst yönetimi derhâl bir açıklama yaparak, göstericilerden ve halktan özür diledi. Ordunun devrime bağlı olduğunu, polislerin emir almadan kendi başlarına hareket ettiğini ve cezalandırılacaklarını açıkladı.

Şu anda geçici bir denge durumu var. İktidar işbirlikçilerin elinde; ama, işbirlikçilerin kendi elemanlarından oluşan ordu üst yönetimi, halka saldırmaya cesaret edemiyor. Sokaklarda ve alanlarda halk güçlü; ama, iktidarı kendi eline alacak bilinç, örgütlülük ve cesaretten henüz yoksun. İki taraf birbirini kolluyor. Şimdilik, ordu halkın suyuna gidiyor, halk da ordunun suyuna gidiyor. Sonucu, komünistlerin, devrimcilerin, demokrat ve yurtsever güçlerin, halkı ne ölçüde ikna edebilecekleri; devrim ve sosyalizm davasına ne ölçüde kazanabilecekleri; işçilerin ve köylülerin hangi yönü tercih edecekleri; üniformalı işçi ve köylülerden oluşan ordu kitlesi ile çoğunluğu toplumun yoksul ve orta kesimlerinden gelen alt ve orta kademe subayların, işbirlikçi burjuvazinin kararlı müttefiki olan ordu üst yönetiminden ne ölçüde kopacakları belirleyecek. Hassas denge ister istemez bozulacak. Emperyalizmin en önemli kalelerinden birinde, milyonlarca işçinin ve köylünün ayağa kalkmasıyla ortaya çıkan siyasal enerjinin, halk devrimini iktidara taşıyacak boyutlara ulaşmasını diliyoruz.

Tunus'ta ve Mısır'da diktatörleri deviren, ancak henüz iktidarı kendi eline alacak bilinç ve örgütlenme seviyesinde olmayan işçi sınıfı ve dostları ile; diktatörü feda ederek ve halka tavizler vererek iktidarı kendi ellerinde tutan, ancak şimdilik işçi sınıfını ve dostlarını ezebilecek güçten yoksun olan emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi arasında dinamik bir dengenin söz konusu olduğu işte bu koşullarda, "Ortadoğu'da devrim filan yok!" diye peşin peşin haykıran çokbilmişler var.

SİP'in yöneticilerinden Kemal Okuyan, Ortadoğu'da her şey emperyalizmin planları doğrultusunda yürüyor temasını işleyen üç yazı yazdı. "Devrimi çalınan devrim", "Ortadoğu'da devrim filan yok!", "Devrimi biz mi çaldık?" başlıklı bu ibretlik yazıları (sırasıyla, soL, 7, 25, 26 Şubat 2011) bütün devrimciler, eğitim çalışmalarında kapitalist düzene teslimiyetçiliğin, devrimcilikten vazgeçmenin örnekleri olarak lütfen incelesinler.

Kemal Okuyan şöyle söylüyor: "Mısır'da beklenen oldu, alabildiğine yoksul, çaresiz ve örgütsüz Mısır halkı, canını dişine takarak karşısına dikildiği kanlı düzenin baş sorumlularından ABD emperyalizminin manevralarına yanıt üretemedi. ... Mısır'da yükselen bir devrimdi. Emperyalist dünyanın halk kalkışmasını önceleyen hazırlık ve girdileri, Vaşington'un en küçük bir gizleme gereksinimi duymadan sergilediği süreci yönlendirme yeteneği bu gerçeği hiçbir biçimde değiştirmiyor. Söz konusu hazırlık ve girdiler, yıpranan Mübarek'i yığınların eylemiyle değiştirmeye soyunan gözükara bir mühendislik çalışmasının değil, yoksulların öfkesindeki ani yükselişi fark eden erken uyarı sistemlerinin devreye girmesinin ürünüydü. Obama Amerikası'nın felsefesine uygun doğrultuda. ... Arap dünyasının tarihsel merkezinde yaşananları bu aşamadan sonra karşı devrim diye adlandırmayacaksak, tamı tamına bir restorasyonla karşı karşıya olduğumuzu bileceğiz. Yazık oldu milyonların yarattığı muazzam enerjiye, yazık oldu 'kurtuluş' olasılığına sımsıkı tutunanların ölümüne kavgasına. … İleride, 2011 başlarında Arap ülkeleri için 'devrimci bir dönem açılmıştı' saptaması yapılmayacak, yapılamayacak! Ortadoğu'da emperyalizm açısından 'sürdürülebilir olmaktan çıkan' düzen yeniden yapılandırılıyor. ... Mısır ve Tunus'ta emperyalistler de, kapitalizm de hiçbir şey kaybetmedi. Emperyalistlerin ve kapitalizmin hiçbir şey kaybetmediği bir gelişmeden hayır gelmez. Üstelik, emperyalistler ve kapitalizmin kazanabileceği bir sürecin önü açıldı. ... BOP olmadı, şimdi başka bir şeyi deniyorlar. Tutar mı sorusuna, 'tutmaması için şimdilik bir neden yok' yanıtını verebiliriz. ... Emperyalizm uzun süredir teklediği bir coğrafyaya yeniden müdahale ediyor, bugün için söylenecek temel gerçek bu. ... Ortadoğu'daki ayaklanmalara yolu açan güç piyasadır. ... Ortadoğu'da gelişmeler doğrultu itibariyle devrimci değildir. 'Gerici' diyemiyorsak, bu korkaklığımızdan, bazı topraklarda seçeneksiz kalışımızdandır. ... 'Devrimi Çalınan Devrim' ve 'Ortadoğu'da Devrim Filan Yok' başlıklı yazılarımda Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki gelişmelere değinmiş, 'devrim' olarak adlandırılmakta neredeyse küresel bir konsensus yaratmış olan 'halk hareketleri'nin neden 'devrimci bir dönem'e işaret etmediğini, ABD'nin bu sürece sanıldığından daha hazırlıklı girdiğini, sürecin bir coğrafyanın uluslararası tekeller tarafından yeniden yapılandırılmasına doğru gittiğini anlatmaya çalışmıştım. ... Henüz süreç noktalanmadı ama halk ayaklanmalarını peşin peşin 'devrim' diye selamlamayı zorlaştıran gelişmeler yaşandı oysa… Her şeyden önemlisi, ABD'nin sürece sanıldığı kadar hazırlıksız yakalanmadığı ortaya çıktı. Evet, bir toplum mühendisliği ile halk hareketi yaratmamışlardı ama eski müttefikleri olan gününü doldurmuş diktatörlere karşı başlaması muhtemel bir hareketlenme öncesinde sağlam bağlantılar kurmuş, bazı siyasi hareketlerle temasa geçmiş, kimi güvenilir unsurlara misyon yüklemişlerdi. Bütün bunlar 'devrimci bir irade'nin gelişmesini engelleyecek kadar etkili oldu. Dahası, Amerikan yönetimi, gelişmeleri uzun süredir hesabını yaptığı bir yeniden düzenlemenin genel çerçevesinin içine yerleştirebilecek netliğe sahipti, o bu netlik doğrultusunda girdiler yaparken bunu bozacak bir karşı ağırlık yaratılamadı."

Daha sınıf savaşının başında; halk devriminin başlangıcında; üstelik ilk muharebe, köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, sokaklara dökülen, alanları dolduran, fabrikaları durduran, polisleri sokaklardan kovan; ordu üst yönetimini, halka ateş açma emrini verememeye mecbur eden on milyonlarca işçi, köylü ve emekçinin Amerikancı diktatörleri devirmesiyle sonuçlanmışken; ortada devrim filan olmadığını, Amerika'nın çok güçlü olduğunu, düzeni tıkır tıkır restore edecek ve istikrarı sağlayacak ustalık, güç ve olanaklara sahip olduğunu; savaşı kesinlikle onun kazanacağını ilan eden bir parti, hangi yüzle devrimden ve sosyalizmden söz edebilir? Türkiye Komünist Partisi adını nasıl kullanabilir? Karşımızda zorlukları bilen, ama kitlesini zorluklar içinde mücadeleye sevkeden devrimci bir parti değil, düşmanın yenilmezliği yalanını yayan bozguncu bir odak var. Bakın, Kemal Okuyan'ın her şey bitti, emperyalizmin kazandığı belli oldu dediği günün öncesinde, Mısır halkı orduyu kendisinden özür dilemek zorunda bıraktı; ertesinde ise, Tunus halkı, Başbakan Gannuşi'yi de süpürdü. Mücadele sürüyor, devrim devam ediyor.

SİP yöneticileri, 28 Şubat 1997 sürecinde, Türkiye'de burjuvazi kapitalizmi restore etmeyi başardı, devrim fırsatı kaçtı diyerek yaptıkları durum değerlendirmesinden sonra, işçi sınıfından umudu kesmiş, Kemalizmi yeniden üreten, kapitalizme teslim olan ve egemen burjuvazinin bir kanadının peşine takılan şovenist bir doğrultu benimsemişlerdi. Bu doğrultuyu gizlemek için de, TKP adını çalmışlardı.

Bugün ise, 1997'de Türkiye için yaptıklarını bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya genişleterek yeniden üretiyorlar. Türkiye'de gerçekleştiğini iddia ettikleri kapitalist restorasyonu, devrimsiz gelişme perspektifini bu kez, bölgeye yayıyorlar. Amerika'nın bütün bölge çapında kapitalizmi restore edecek bir güce sahip olduğunu, halk hareketlerinden umutlanıp bir devrim pespektifi geliştirmenin yanlış olduğunu iddia ederek, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı Amerika ve egemen sınıflar için devrim tehlikesini bertaraf etmiş restorasyon bölgesi olarak sunuyorlar. Tunus ve Mısır'da, milyonların işçi sınıfına özgü taleplerle, işçi sınıfına özgü mücadele yöntemlerini kullanarak yarattıkları devrimci birikimi küçümsüyor, devrimci kadroları istikrarlı kapitalizm masalına inandırmaya çalışıyorlar.

Türkiye'de teslimiyetçi olan, bölgede de, dünyada da teslimiyetçiliğe savrulur. Kemal Okuyan, Türkiye'de üstlendiği bozguncu rolü, bölge çapına çıkarıyor. Türkiye'de dikensiz bir gül bahçesi yaratma fantezisinin peşinde koşan Türk egemen burjuvazisine, emperyalizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da da dikensiz bir gül bahçesi yaratabileceği fantezisini sunarak güven vermeye çalışıyor. Emperyalizmin dümen suyunda giderek bölgesel yayılmacılık yapan Türkiye sermayesi, Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da büyük menfaatlara sahip. Bölge gücü olmaya soyunan işbirlikçi burjuvazi, mülküne, sermayesine el koyacak bir halk devrimi ihtimalinden ölesiye korkuyor. SİP, nesnel olarak, Türkiye burjuvazisinin bu korkusunu yatıştırmaya çalışıyor.

Kemal Okuyan'ın, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da devrim ve karşıdevrim süreçlerini çarpıtan durum değerlendirmesi, ibretlik bozgunculuğu böyle bir güdüden besleniyor.

3 Mart 2011

XIII

Bahreyn'de emperyalist işgal

Suudi Arabistan Krallığı, 14 Mart 2011 günü, 150 zırhlı araç ve 1000 askerle Bahreyn'i işgal etti. Birleşik Arap Emirlikleri de, Bahreyn'e gönderdiği 500 polisle Suudi Arabistan'ın bu işgaline destek verdi.

Bahreyn halk muhalefeti, Arap dünyasında Tunus ve Mısır devrimleriyle başlayan yükseliş sürecinin parçasını oluşturan kesintisiz miting ve gösterilerle, kraliyet rejiminin yıkılmasını, işsizliğin, yoksulluğun ve ayrımcılığın sona ermesini istiyor. İşgalin, halk muhalefetiyle baş edemeyen Amerikan işbirlikçisi petrol şeyhi Bahreyn Kralı Hamad Bin İsa El Halife'nin yardım istemesi üzerine yapıldığı bildiriliyor. İşbirlikçi Bahreyn diktatörü Hamad Bin İsa El Halife, işgal güçlerinin ülkesine yerleşmesinin ardından, 15 Mart günü, üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan etti ve bütün gösterileri yasakladı.

Bahreyn, 1 milyon 250 bin nüfuslu, petrol ve inci zengini, hızla gelişen İslami bankacılık sistemiyle, petrodolarları dünya kapitalist sisteminin hizmetine sunan küçücük kapitalist bir ülkedir. Bahreyn, aynı zamanda, İran'ı denizden kuşatma altında tutan Amerikan 5. Filosu'nu barındırıyor. Yani, Bahreyn, dünya kapitalist sistemi açısından, ekonomik, mali ve askerî yönlerden, nüfusu ve yüzölçümüyle ters orantıya sahip önemli bir merkezdir. Bütün bu gerçekleri dikkate aldığımızda, Bahreyn'e yönelik Suudi işgalinin, Amerikan emperyalizminin doğrudan planlaması ve güdümü altında yapıldığı açıktır. Zaten, ABD, AB ve NATO yetkilileri, Suudi Arabistan'ın Bahreyn'i işgal etmesine ses çıkarmadıkları gibi, Bahreyn muhalefetini "anlayışlı" olmaya davet ettiler.

Bahreyn'in işgal edilmesi, Arap dünyasında devrim ve karşıdevrim arasındaki kapışmanın yeni bir ifadesidir. Bu işgal, Arap dünyasında, Tunus ve Mısır devrimleriyle başlayan yükseliş sürecini durdurmak için emperyalizmin Libya'dan sonraki ikinci saldırı hamlesidir.

Devrimler, egemen sınıfın cennetini kaybetmesi demektir. Dolayısıyla, egemenlerin en vahşi saldırısıyla karşılaşmayan bir devrim henüz görülmemiştir. Marks ve Lenin, bu deneyimi özetlemek üzere, devrimlerin ister istemez birleşik ve güçlü karşıdevrimlere yol açarak ilerlediğini belirtirler. Arap dünyasında Tunus ve Mısır halk devrimleriyle başlayan büyük devrimci patlama, Amerikan emperyalizminin başkanlığındaki dünya kapitalist sisteminin birleşik ve güçlü karşıdevrimiyle karşılaşıyor. Küba devriminin önderi Fidel Castro, Arap dünyasındaki devrim hareketini, çapı açısından, Avrupa'da 1789'da Bastil'in ele geçirilmesiyle başlayan Fransız devrimine benzetiyor. ABD ve NATO'ya korkulu günler yaşatan Arap halk devrimlerini boğmak isteyen bugünkü kapitalist emperyalist karşıdevrimin çapı da, Fransız devrimini boğmaya çalışan gerici krallıkların hamlesine benziyor.

Tunus ve Mısır'da devrimin derinleşmesini; siyasal bilince yeni uyanan işçi ve emekçi halk kitlelerinin sokaklardaki ve alanlardaki güçlerini, sadece diktatörleri değil, burjuvazinin devlet iktidarını bütünüyle alaşağı ederek doruğa ulaştırmalarını engellemek isteyen dünya gericiliği, Tunus ve Mısır'da kitleleri ehlileştirmek, genç devrimci kadroları devşirerek kendi saflarına çekmek için elden gelen gayreti gösteriyor. Burjuva muhalefet güçlerine iktidardan pay verme işareti çakarak halk devriminin itici güçlerini yalnızlaştırmaya çalışıyor. Elindeki mevzileri sıkı sıkıya savunuyor, ancak sıkıştığı noktada küçük ödünler vermekten kaçınmıyor. Baskı, tehdit, yıldırma, bezdirme, aldatma politikasıyla devrimin gücünü zayıflatmak; devrimi, sadece diktatöre yönelik bir saray darbesi boyutuna indirgemek istiyor.

Devrimin patladığı ülkelerde mevzilerini savunma politikası güden dünya gericiliği, Tunus ve Mısır'ın ortasında bulunan petrol zengini Libya'da saldırıya geçerek karşıdevrimci bir isyan örgütledi. Mısır ve Tunus'taki devrimi kuşatmak, bu ülkelerde çatırdayan egemenliğini ikame etmek üzere Libya'yı düşürmeye çalıştı. Libya'da ekonomiyi sabote etmek üzere, büyük bir yatık medya kampanyasıyla, ülkede çalışan yabancı işçilerin panik içinde kaçmasını sağladı. Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İsviçre burjuvazisi, Libya'nın kendi ülkelerinde bulunan zengin malvarlığını dondurdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Libya'ya ambargo kararı aldı. NATO AWACS uçaklarıyla Libya hava sahasını kontrol altına aldı. Amerikan 6. Filosu, Libya açıklarında konuşlandı. Amerikan, İngiliz ve İtalyan özel birlikleri karşıdevrimci isyancılarla birleşip işgalin ön hazırlıklarını yapmak üzere Libya'ya çıktılar. Fransa, karşıdevrimci isyancıları "meşru hükümet" olarak tanıma kararı aldı. ABD başkanı Obama, Suudi Arabistan kralından, Libyalı isyancıları silahlandırmanın mali yükünü üstlenmesini istedi. Avrupa Parlamentosu, "insani gerekçelerle Libya'ya askerî müdahale" çağrısında bulundu. Bu amaçla, ilk adım olarak, "Libya üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesi"ni istedi. Arap Birliği, Suriye'nin açık itirazına rağmen, Libya'da uçuşa yasak bölge kurulmasını destekledi. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Libya'ya müdahale edecek NATO ordusunun hazır olduğunu, ama dünya kamuoyunun bu adıma ikna edilmesi için beklediklerini söyledi.

İşte bu kadar elverişsiz koşullarda, Libya halkı, 1969 devriminin kazanımlarını korumak için karşıdevrimci isyanı bastırmaya çalışıyor. Emperyalist güçlerin kuklası oldukları iyice ortaya çıkan isyancılar Libya'da zor duruma düşünce, Rusya, Çin ve Almanya; gözü dönmüş bir korsanlıkla davranan Amerika, İngiltere ve Fransa'nın peşine gözü kapalı takılma konusunda tereddüt etmeye başladı.

Libya'ya karşı NATO saldırısında önemli bir rol üstlenen Suudi Arabistan, şimdi de Bahreyn'i işgal ederek emperyalist sisteme paha biçilmez bir hizmette daha bulunuyor. ABD, AB ve NATO ise Suudi işgalini destekliyor. Suudi gericiliği ta başından beri İslam dünyasında karşıdevrimin taşıyıcısı oldu; Afganistan devrimini boğmak için ABD'nin emrinde yaptığı uğursuz işler herkesin hatırında.

Mısır, Arap dünyasındaki emperyalist hâkimiyetin kilit taşıdır. Bu kilit taşı, Suudi Arabistan, Irak, Körfez ülkeleri, Libya ve Cezayir topraklarında yatan muazzam zenginliklerin, emperyalist haramilerin tekelinde tutulmasını ve işçi sınıflarından, emekçi halklardan esirgenmesini kolaylaştırıyor; ayrıca, emperyalizmin vurucu gücü İsrail'in, Filistin halkını köleleştirmesini sağlıyor. Hüsnü Mübarek'i devirmeyi başaran ama iktidarı kendi eline alma bilincini ve gücünü henüz kendinde bulamayan, askerî yönetimi sıkıştırmakla yetinen Mısır halkı, son olarak Başbakan Ahmet Şefik'in görevden alınmasını sağladı.

Arap dünyasında karmaşık bir süreç yaşanıyor: Tunus ve Mısır'da devrimci halk ayaklanmaları; Libya'da karşıdevrimci isyan; Bahreyn'de Suudi işgali; Cezayir ve Yemen'de kanla bastırılan gösteriler; Irak, Fas ve Suudi Arabistan'da mitingler; Arap halk devrimlerini boğmak isteyen dünya kapitalist gericiliğinin başı Amerika'nın ve NATO'nun müdahaleleri... 21. yüzyılın yeni devrimler dönemi, Mısır'ı, Suudi Arabistan'ı, Suriye'yi, İsrail'i, Filistin'i ve bütün bölgeyi içine alacak yeni ayaklanmalar, darbeler ve savaşlar dönemini de başlatıyor.

16 Mart 2011

XIV

Emperyalizmin yeni savaşı

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 17 18 Mart 2011 gece yarısından sonra yaptığı oylamada, Libya'ya emperyalist saldırıya onay verdi. Amerikan, İngiliz ve Fransız sömürgecileri ve peşlerine taktıkları işbirlikçileri, sözümona "sivilleri ve sivil yerleşim bölgelerini korumak" adına Libya'yı istedikleri gibi bombalayacaklar. Güvenlik Konseyi, buna karşılık, Libya'yı uçuşa yasak bölge ilan ederek bütün Libya hava sahasını Libya hükümetine yasakladı. Karar, ayrıca, Libya Merkez Bankası, Libya Yatırım İdaresi, Libya Uluslararası Bankası, Libya Afrika Yatırım Portföyü ile Libya Ulusal Petrol Şirketi'ne ait bütün varlıkları donduruyor ve Libya'ya yönelik ambargoyu daha da sertleştiriyor.

Sömürgecilerin ellerini serbest bırakan, sömürgeci saldırıya karşı vatanlarını ve 1969 anti emperyalist, anti feodal devriminin kazanımlarını korumak isteyen Libya halkının ellerini bağlayan bu karar, emperyalizmin kanlı tarihinde yeni bir sayfa açıyor. Hatırlanacağı gibi, Irak'ta uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, ABD sömürgecilerinin Irak işgalini hazırlayan adım olmuştu. Irak halkına soykırım uygulayan, Irak'ın zengin petrol kaynaklarına el koyan, ülkeyi bir özelleştirme cennetine çeviren neoliberal emperyalist işgalin bir benzeri bugün Libya'da uygulamaya sokuluyor. Daha şimdiden Amerikan basınında, Libya'nın üçe bölünmesinin ve Körfez bölgesinde olduğu gibi, küçük petrol şeyhlikleri hâlinde yönetilmesinin ne kadar uygun olacağına ilişkin "uzman görüşleri" yayınlanıyor.

Dünya halklarını emperyalizmin yeni savaşı konusunda uyarmak için Libya üzerine art arda yedi yazı kaleme alan Fidel Castro haklı çıktı. Amerikan, İngiliz ve Fransız emperyalizminin Libya'ya saldırısı, Tunus ve Mısır'da patlayan Arap halk devrimleri dalgasını kuşatmak ve boğmak, Libya petrolüne el koymak, emperyalizme ve siyonizme yeni askerî üsler sağlamak amacını taşıyor. Dünya kapitalist sisteminin elebaşıları, Arap halklarının 1970'lerde petrol kaynaklarını ulusallaştırma hamlelerini geriye çevirip bu kaynakları tekrar yabancı şirketlerin mülkiyetine geçirerek özelleştirmek ve yabancılaştırmak istiyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı, Libya'ya karşı "NATO'nun kaçınılmaz savaşı" için dünya halklarının gözünü boyayacak bir bahane sağlıyor. Bu bahane, kararın gayrimeşruluğunu ve utanç verici sömürgeci niteliğini gizleyemez. Bütün dünyada sade insanların kafası Japonya'daki büyük felaketle meşgul. Sözümona halkları temsil ettikleri iddiasıyla görev yapan büyük devlet yöneticileri ve BM yetkilileri ise, elbirliğiyle nükleer felaketin derinleşmesini önlemek yerine, zalimce fırsatçılık yapıyor ve Libya'ya savaş kararı çıkarıyor.

Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylamada, veto yetkisine sahip sürekli üyelerden 3 emperyalist saldırgan (ABD, İngiltere ve Fransa) ile 7 geçici üye (Bosna Hersek, Kolombiya, Gabon, Lübnan, Nijerya, Portekiz ve Güney Afrika) olumlu oy verdi. Veto yetkisine sahip diğer 2 üye (Rusya ve Çin) ile 3 geçici üye (Almanya, Brezilya, Hindistan) çekimser kaldı. Kararı tek başına veto etme gücüne sahip Rusya da, Çin de; sürekli üyelerden herhangi birinin veto etmemesi durumunda kararın yürürlüğe girmesi için gerekli olan dokuz olumlu oya ulaşılmasını engelleyebilecek geçici üyeler de, saldırgan savaşa hayır demedi. Emperyalist suçluların, savcı, yargıç, polis ve cellat rolünü de üstlendiği bir hukuk düzeni olur mu?

Daha şimdiden ABD, İngiltere, Fransa, Norveç, hava saldırısına katılacaklarını, İtalya ise üslerini saldırganlara açacağını açıkladı. Amerikan yönetiminin sızdırdığı bilgilere göre, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri de hava saldırısına katılacak. Arap dünyasını saran devrim dalgasıyla boğuşan, kapitalist şirketlerinin kârlarını korumak isteyen emperyalistler ile kendi ülkelerinde halk muhalefetini ezmek için her yola başvuran ve Bahreyn'i işgal eden işbirlikçi krallar ve şeyhler elele vermiş, Libya halkına karşı insanlık suçu işliyor. Bu insanlık suçuna karşı koymak, devrimciliğin, halkçılığın, demokratlığın, dürüstlüğün, adaletin ve hukukun gereğidir.

Sosyalist sistemi yıkan 1989 1991 kapitalist karşıdevrimlerinden sonra, sosyalist ve devrimci felsefeden uzaklaşıp işbirlikçi liberalizme savrulan aydınların içine düştüğü hazin durum içimizi acıtıyor. Eskiden yazdıkları veya çevirdikleri ya da, en azından, okudukları, okuttukları, tanıttıkları kitaplarda yer alan en temel kavramları bile boşluyorlar. Sosyalizmin, sosyalist devrimlerin, anti kapitalizmin yanı sıra, anti emperyalist devrim kavramını, halk devrimi kavramını, toprak devrimi kavramını, devrimci demokrasiyi, sosyalist yönelimli ülkeler kategorisini unuttular. 1950 1980 döneminde Arap dünyasında Mısır, Suriye, Irak, Cezayir, Libya, Sudan ve Güney Yemen'de gerçekleşen anti emperyalist, anti feodal devrim hareketlerini, anti sömürgeci dönüşümleri zihinlerinden sildiler. Sömürge imparatorluklarını çökerten büyük devrim dalgasının bileşenlerini kötülemekle meşguller. Emperyalizme ve işbirlikçilerine ait iktidarın yıkılmasını, yerli ve yabancı tekellere, büyük toprak ağalarının çiftliklerine el konulmasını diktatörlük olarak tanımlıyorlar. Sosyalist sistemi ve sosyalist yönelimli ülkeleri çökerten dünya çapındaki neoliberal kapitalist saldırıya hâlâ bütünüyle teslim olmayan herkesi de karalıyorlar.

Bu savrulmuş aydınların kafasında, yabancı ve yerli kapitalistler oligarşisinin iktidardan düşürülmesini ve mülklerin ulusallaştırılmasını diktatörlük, mutlu azınlığın iktidarını ve mülkiyetini korumayı esas alan oligarşik parlamentoları demokrasi sayan liberal dikotomiden başka bir şey kalmamış. Sosyalist devrimcileri de, devrimci demokratları da diktatör ilan ediyorlar. ABD'de Cumhuriyetçi Parti'nin faşist kanadının, aşırı sağcı Çay Partisi'nin emperyalist muhalefeti karşısında seçimi yeniden kazanmak için, Irak ve Afganistan'da sürdürdüğü "Bush savaşları"na "kendi Libya savaşını" ekleyerek şovenizmi ve militarizmi körüklemekten başka çare bulamayan vicdansız Obama'yla bir olmak, onları rahatsız etmiyor. İşçi sınıfının ve emekçilerin bütün sosyal ve ekonomik kazanımlarını kökünden budarken, sömürgeciliği, militarizmi ve ırkçılığı körükleyerek iktidarda kalmak isteyen İngiltere başbakanı Cameron, Fransa cumhurbaşkanı Sarkozy ve İtalya başbakanı Berlusconi gibi aşırı sağcı kapitalist politikacılardan insanlık bekliyorlar, onların bombalarıyla gelecek bir demokrasi hayal ediyorlar.

ABD emperyalizminin başını çektiği dünya kapitalist sisteminin karşıdevrimleri ile emperyalizme ve kapitalizme karşı dünya işçi sınıfının ve ezilen halklarının devrimleri arasındaki kapışma, Arap dünyasındaki devrimci dalgayla yeni bir evreye girdi. Biz bu iki cephe arasındaki mücadelede devrimlerin safında olmaya devam edeceğiz. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı, Libya halkını kötü gününde yalnız bırakmayacaktır. Libya halkının sömürgeci saldırıya karşı savaşını destekliyoruz.

18 Mart 2011

XV

Geçici bilanço

Marks ve Lenin, yazı ve konuşmalarında, büyük Alman şairi Heinrich Heine'nin "Ejderha tohumları ektim/Pireler biçtim" dizelerini sık sık kullanırlardı. Arap dünyasını saran büyük devrim dalgasının, siyasal iktidar organlarında şu ana kadar doğurduğu sonuçlara bakınca, Heine'nin dizelerini hatırlamamak elde değil.

Tunus ve Mısır'da emperyalizmin işbirlikçisi kapitalist diktatörleri devirmeyi başaran işçi, köylü ve gençlik kitleleri, sokaklarda ve alanlarda ejderhalar ektiler ama iktidar katlarında pireler biçtiler. Milyonlarca işçinin, yoksul köylünün, işsiz gencin, yoksul emekçinin kapitalizme ve emperyalizme, işbirlikçi oligarşiye karşı büyük öfkesi, kahramanca mücadelesi, diktatörü devirdi ama devrimci halkın egemenliğini kuramadı. Egemenlik, diktatörü feda eden ama diktatörlüğü sürdüren büyük burjuvazinin, toprak beylerinin ve onların uzantısı asker sivil yüksek bürokratların elinde kaldı.

İşçiler ve emekçiler sömürücü sınıfların geleneksel devlet yapısını ortadan kaldırıp halkın kendi kendini yönetmesine dayanan yeni iktidar organlarını kuramayınca, kamusal nihai kural koyma gücü devrimci halk kitlelerinin eline geçmeyince, ekonomik iktidar da, bankaların, şirketlerin, fabrikaların ve çiftliklerin sahibi yerli ve yabancı kapitalist sınıfın elinde kaldı.

Yoksulluğu, işsizliği ve yolsuzluğu doğuran; düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldıran; milyonlarca insanı yabancı sömürgecilerin kölesi durumunda tutan oligarşik rejim, sarsılıp çatırdasa da, halka keyfince ateş açıp muhaliflerini işkenceye alamasa da, devrimci partileri, sendikaları, dernekleri yasaklayamasa da, devrimci halk kitlelerinin nabzına göre şerbet vermeye mecbur kalsa da, sürüyor.

Kapitalist sınıfın kâhyalığını yapan devlet yöneticileri el altından iş çeviriyor; sokakların ve alanların devrimin etkisine girdiği yeni koşullarda yeniden örgütleniyor; emperyalizmle işbirliğini daha da geliştiriyor; baskı ve propaganda güçlerini çeşitlendiriyor; devrimci kadroları devşirmek için rüşvet, ünvan ve şöhret silahlarını kullanıyor; şovenizmi körüklüyor, halkı birbirine düşürecek taktikleri inceltiyor. Uygun zamanın gelmesini bekliyor, karşıdevrimci hamleye hazırlanıyor.

Devrimci halk kitleleri, işçi sınıfına özgü mücadele yöntemlerini, ekonomik ve siyasal grevleri, fabrika ve toprak işgallerini, boykot, miting ve gösterileri kullandılar. İşçi sınıfına özgü siyasal ve ekonomik taleplerle ortaya çıktılar; herkese iş, herkese ekmek, insanca yaşayabilecek ücret, emeklilik ve sigorta hakkı, iş güvencesi, kadınlara eşitlik talep ettiler. İşçi sınıfına özgü örgütlenme biçimleriyle mücadeleye atıldılar; bağımsız siyasal parti, dernek, kooperatif, dayanışma ve yardımlaşma birlikleri kurdular; işçi sınıfına gönül vermiş öğrencileri ve aydınları çevrelerine topladılar; gazete, dergi, internet sitesi, bülten ve bildirilerle görüşlerini yaydılar ve örgütlendiler.

İşçi sınıfı, yoksul köylüler ve emekçi kesimler, bugünkü geçici dengenin devam edemeyeceğini bilerek yeni atılımlarla devrimi derinleştirmek ve yaymak zorundalar. Yoksa sokaklardaki ve alanlardaki devrimci güçleri darboğaza girer, boğulur ve adım adım etkisizleştirilir.

İktidarı ele geçirebilmek için derinleşmeye ve yeni atılımlara ihtiyaç duyan Tunus ve Mısır'daki halk devrimlerinin etkisi, Arap dünyasının her tarafına yayılıyor. Kuveyt ve Suudi Arabistan'da toplumsal huzursuzluk; Fas ve Ürdün'de grev ve gösteriler; Yemen, Cezayir ve Irak'ta işbirlikçi egemenlerin kanla bastırmaya çalıştıkları yaygın miting ve gösteriler; Filistin'de gösteriler; Bahreyn'de Suudi işgaliyle ve olağanüstü hâl ilanıyla kanlı şekilde bastırılmak istenen sürekli gösteriler, devrimci dalganın yaygınlığını ve çapını gösteriyor.

Amerikan emperyalizmi ve Avrupalı ortakları, Mısır ve Tunus devrimlerini kuşatmak ve zayıf halka olarak gördükleri Libya'nın petrolüne el koymak için bu ülkede karşıdevrimci aşiretlere dayanan gerici bir isyan başlattılar. İsyanın zora girmesi üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden karar çıkararak NATO müdahalesinin yolunu açtılar. New York Times, Washington Post, Wall Street Journal gibi Amerikan kurulu düzeninin etkili gazetelerinin verdikleri haberlere göre, Suudi Arabistan krallığı ve Mısır ordusu, Amerikan yönetiminin isteğiyle, Libya'daki isyancıları silahlandırıyor. Amerikan, İngiliz, İtalyan ve Fransız özel savaş uzmanları başıbozuk isyancılara askerî eğitim veriyor. Mısır ve Tunus'u ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Libya yönetiminin devrilmesinin bir zorunluluk olduğunu söyledi. Suriye'de, Lübnan'da ve Filistin'de ABD'ye ve İsrail siyonizmine muhalif yönetimleri devirmek veya zayıflatmak için ortam kızıştırılıyor.

Tunus ve Mısır halk devrimleri, sadece Arap dünyasını değil, bütün dünya işçi sınıflarını ve emekçi halklarını esinlendiriyor. Avrupa'da başta Yunanistan olmak üzere, Fransa, Belçika, Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere, Arnavutluk, Almanya ve eski sosyalist ülkelerde işçi grevlerinde, köylü eylemlerinde, gençlik hareketlerinde görülen canlanma. Asya'da Hindistan'da büyük işçi eylemleri. ABD'de işçi sınıfının, kamu emekçilerinin eylem ve direnişleri. Latin Amerika'da pembe dalgaya yol açan uyanış. Kuzey Kıbrıs'ta, Kürdistan Bölge Yönetimi'nde büyük protestolar. Türkiye'de işçi sınıfının grev ve gösterilerinde, sağlık emekçilerinin protestolarında, gençlik hareketinde, Kürt hareketinde, Alevi uyanışında, kadın hareketinde görülen canlanma, basın emekçilerinin yıllar sonra sokağa çıkması. Devrimci yükseliş yavaş yavaş bütün dünyayı sarıyor.

Kendi işçi sınıflarını ve bağımlı ülkelerdeki halkları vahşice sömüren ve ezen; işbirlikçi kralları, şeyhleri, diktatörleri koruyan ve kollayan emperyalist ülke devletlerinin güdümü. Amerikan güdümüyle hareket eden, kendi işçi sınıflarını ve halklarını ezen işbirlikçi Arap yönetimlerinin ABD planına göre ezilmesi gereken komşu ülke halklarını bastırmak ve bağımsızlık yanlısı yönetimleri devirmek için askerî müdahalelere katılması. Av kokusu alan, "utanç verici ölüm dansı"na katılan dünya kapitalist sistemi. Beyinlerini yatık medyanın yalanlarına kiralamış işbirlikçi liberaller. Devrim ile karşıdevrimi, özgürlük ile köleliği birbirine karıştıran bilinçsiz zavallılar.

Bu uğursuz abluka, her şeye rağmen kırılacak. 1980'lerden 2000'lere kadar üstünlüğü elinde tutan neoliberal kapitalist karşıdevrim, bugün istediği kadar yeni savaşlar, darbeler ve isyanlar tezgâhlasın, artık inisiyatifi devrimci güçlere kaptırıyor, yükselen devrim dalgasına yetişmekten aciz bir karşı akıntıya dönüşüyor. Zamanın ruhu değişiyor. 21. yüzyılın devrimleri, sosyalist ve devrimci demokratik atılımları yeniden getirecek; hem de, daha güçlü, daha olgun, daha gelişmiş, daha incelmiş, hatalarından daha çok ders almış olarak.

18 Mart 2011

XVI

Mısır'da referandum

Mısır'da işbirlikçi kapitalist diktatörlüğü küçük ödünlerle ayakta tutmak, Amerikan boyunduruğunu ve siyonist sömürgeci İsrail'e teslimiyeti sürdürmek isteyen Yüksek Askerî Konsey, 19 Mart 2011 Cumartesi günü anayasa referandumu düzenledi. Anayasa oylamasına katılım sadece yüzde 41'de kaldı. Katılanların yüzde 77,2'si evet oyu verirken, yüzde 22,8'i hayır oyu kullandı.

Askerî yönetim, 45 milyon seçmenin yüzde 59'unun katılmadığı, seçmenlerin sadece yüzde 31,6'sının desteğini alan bu referandum sonucunu büyük bir zafer olarak sunuyor. Oysa bu sonuç, askerî yönetime zayıf bir halk desteği anlamına geliyor; halk çoğunluğunun askerî yönetime güvenmediğini ve bekle gör tavrı içinde olduğunu, önemli bir çekirdeğin ise muhalefete devam ettiğini, devrimi ilerletmek için arzulu olduğunu gösteriyor.

Referandumda Hüsnü Mübarek döneminin iktidar partisi Ulusal Demokrat Parti ile İslamcı Müslüman Kardeşler hareketi evet oyu verdi. Mısır Komünist Partisi, bağımsız sendika hareketi, gençlik hareketi, ilerici ve yurtsever parti ve çevreler hayır oyu verdi. Amerikancı reformcu liberal burjuva çevrelerine dayanan Muhammed Baradey ile Amerikancı milliyetçi reformcu çevrelere dayanan Amr Musa bile hayır oyu verdi.

Bu saflaşma, Amerikancı askerî yönetim ile Amerikancı İslamcıların, işbirlikçi düzeni koruma, muhafazakârlık ve gericilik temelinde anlaştığını gösteriyor. Halk devrimini gerçekleştiren güçler ise, muhalefeti sürdürüyor; egemen çevrelerin muhafazakârlık ve gericilik temelinde devrimi etkisizleştirme ve geçici bir parantez durumuna düşürme politikasına karşı çıkıyor. Askerî yönetimin ve Müslüman Kardeşler'in anlaştığı platform, reformist burjuva çevrelerini bile tatmin etmekten uzak kaldı.

Siyasal ve ekonomik sistemde köklü değişikliklerin yapılmasını, emperyalist ve işbirlikçi kapitalist boyunduruğun kırılmasını isteyen ve bu isteklerle halk devrimini başlatan işçilerin, yoksul köylülerin, işsizlerin, küçük esnafın, gençlerin, kadınların temel istekleri ise karşılanmadı. Devrim henüz temel hedeflerine ulaşamadı. Bu nesnel durumun, halk güçlerinin yeni atılımlarına yol açması, işçi sınıfının ve bütün emekçilerin devrimi yeni başkaldırılarla ilerletmesi beklenir.

Amerika'nın günlük yönlendirmesiyle hareket eden askerî yönetim, İslamcı Müslüman Kardeşler hareketiyle pazarlığa oturdu ve onları yönetime daha da çok katacağına dair sözler vererek sınırlı anayasa değişikliğine destek sağladı. Müslüman Kardeşler hareketinin askerî yönetimle anlaşması, iktidar çevreleri ile İslamcılar arasında, Hüsnü Mübarek dönemi boyunca adım adım gelişen çekişmeli ortaklığın yeni bir aşamasını oluşturuyor. Hüsnü Mübarek iktidarı, devletin üç temel kurumunu zaten İslamcılara teslim etmişti: Eğitim, yargı ve devlet medyası.

Bir zamanlar kadın haklarında Arap dünyasına öncülük yapan Mısır, eğitim alanındaki İslamcılaştırma politikasıyla, bu alanda köklü biçimde geriye gitmişti. Türban önce okullarda, sonra toplumun her alanında fiilen zorunlu hâle getirilmiş, kadınlar fiilen ve resmen ikinci sınıf yurttaş durumuna düşürülmüştü. Yargı organlarının İslamcılara teslim edilmesi, şeriat hukukunu gitgide yaygınlaştırmıştı. Özel hayat dahil toplum hayatının her alanını, kapitalizmin işleyişi için gerekli olan yabancı sermayeyle ortaklık, faiz gibi temel ekonomik kurallar hariç, saran şeriat hukuku, laikliği salt bir kabuk durumuna indirgemişti. Devlet medyasının, özellikle de televizyonun, İslamcılara teslim edilmesi, kamuoyunun dinci şartlandırmayla belirlenmesi sonucunu doğurmuştu.

Müslüman Kardeşler hareketinin gericiliği, salt felsefi görüş, inanç ve kültür alanıyla sınırlı değildir. Müslüman Kardeşler, siyasal, sosyal ve ekonomik görüş ve yaklaşımlarıyla da düpedüz gericidirler.

Siyasal alanda komünizm düşmanı, demokrasi düşmanı, kadın düşmanı ve yabancı düşmanıdırlar. Siyasal ve felsefi liberalizmi kökten reddederler. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile laikliği, "İslama yabancı, Batı taklitçisi uygulamalar" sayarlar.

Sosyal alanda, kadınları, ateistleri ve İslam dinine mensup olmayanları ikinci sınıf insan kabul ederler. İşçi sendikalarını, grev hakkını, tarım işçilerinin ve yoksul köylülerin hak arayışlarını, burjuvazinin mülklerine ve toprak beylerinin topraklarına el konulmasını, "dinsiz komünistlik" ilan ederler.

Ekonomik alanda ise, kendilerini kapitalizme uyarlamışlardır. Serbest piyasayı, serbest ticareti, serbest sözleşmeyi mutlak hak kabul ederler. Kapitalist mülkiyeti sınırlayan, işverenleri kısıtlayan her girişimi "devlet baskısı" sayarlar, devletin patronlarla işçiler arasına girmemesini savunurlar. Nâsır döneminde gerçekleştirilen fabrika ve toprak kamulaştırmalarını, ekonomik devletleştirmeleri reddetmiş oldukları gibi, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek döneminde işletmelerin eski sahiplerine devredilmesini desteklemişler, özelleştirmeleri hararetle savunmuşlardır. Yani, Müslüman Kardeşler, ekonomik liberalizmi, neoliberal düşünceyi bütünüyle içselleştirmişlerdir. Zaten, Müslüman Kardeşler'in yönetici kadrosu, son derece zengin "işbilir" insanlardan oluşuyor.

Askerî yönetimin referanduma sunduğu ve kabul edilen taslak, Hüsnü Mübarek dönemi anayasasındaki birçok hükmü koruyor. Rejim başkanlık rejimi olmaya devam ediyor. Ordu ve polis doğrudan doğruya cumhurbaşkanına bağlı kalıyor; cumhurbaşkanı olağanüstü hâl ilan edebiliyor; iki kanatlı parlamentoda senatörlerin üçte birini, meclis üyelerinin onda birini atayabiliyor.

Müslüman Kardeşler, anayasa referandumunda, "yetmez ama evet" sloganını kullandılar. Sadece sınırlı değişiklikler yapan anayasa taslağını birçok bakımdan beğendiklerini, ancak iki temel konuya yer vermediği için yetersiz bulduklarını ilan ettiler. Birincisi, taslakta, kadınların devlet başkanı ve yargıç olmasını yasaklayan bir hüküm yoktu. İkincisi, Mısır'ın Hıristiyan azınlığı olan Kıptiler'in de devlet başkanı ve yargıç olmasını engelleyen bir hüküm bulunmuyordu. Yani, Müslüman Kardeşler'e göre, devlet başkanlığı ve yargıçlık, sadece Müslüman erkeklere özgü birer hak olmalıydı. Salt bu iki konudaki ayrımcılıkları bile, Müslüman Kardeşler hareketinin ne kadar gerici olduğunu ortaya koyuyor.

Mısır devrimini boğmak isteyen askerî yönetim ve Müslüman Kardeşler'in karşı safında yer alan devrimci güçlerden Mısır Komünist Partisi ise, kendi sözleriyle, "uzun yıllar koyu bir gizlilik ve ağır baskı altında çalışmaya zorlanan partinin, partiye bağlı bütün kesimlerin ve birimlerin katıldığı kapsamlı bir toplantı sonucunda, 25 Ocak devriminin yol açtığı yeni ve sağlıklı siyasal sosyal ortamı dikkate alarak, varlığını ve eylemlerini resmen ilan etmeye oybirliğiyle karar verdiğini" açıkladı.

Açıklamaya göre, uzun bir mücadele tarihine sahip olan, işçi sınıfıyla güçlü bağlar kuran ve Mısırlı emekçilerin sosyal ve siyasal özlemlerinin taşıyıcısı olan Mısır Komünist Partisi'nin üyeleri, bugüne kadar, devrim sürecinde olumlu ve güçlü katkı sağlamışlardır ve "bağımlılık, despotizm ve zulümden kurtulmuş olmakla yetinmeyen; özgürlük, adalet ve onur ilkeleri üzerinde yükselen bir toplum kurma mücadelesine" devam edeceklerdir.

İşçi ve emekçilerin kitlesel ayaklanmasıyla somutlaşan devrimci yükseliş ile emperyalizmin müdahale ve savaşlarıyla somutlaşan karşıdevrim dalgasının Arap dünyasında ve dünyada yarattığı karmaşık ortam içerisinde, Mısır devrimci halk güçlerine yeni başarılar diliyoruz. Mısır halkının 25 Ocak devrimi, emperyalistlerin ve yardakçılarının umduğu gibi bir son değil, köklü siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlere yol açacak yeni bir başlangıçtır.

Bölge halklarının kaderi ortaktır. Mısır askerî yönetimi, Mısır devrimini boğmak için yanıp tutuşuyor. Libya halkına karşı gericileri ve emperyalist saldırıyı destekliyor. Libya halkına ölüm yağdıran emperyalistler, Tunus ve Mısır'da iktidarda tutunmaya çalışan işbirlikçi kapitalist oligarşileri koruyor ve kolluyor.

Tıpkı Tunus devrimi gibi, tıpkı Libya halkının emperyalizme direnmesi gibi, Mısır devrimi de esin kaynağımız olmaya devam edecektir

24 Mart 2011

 
Yazarın Diğer Yazıları
 Despotizmle Uzlaşma Hayalleri
 Devrim ve Karşıdevrim Notları II
 Devrim ve Karşıdevrim Notları
 Tunus'ta Halk Devrimi
 Devrimci Teoriden Kaçış
 Özgün Bir Düşünür: Taha Parla
 Ekim Devrimi 90 Yaşında - İsmail Kaplan