I
Fildişi Sahili'ne Fransız saldırısı
Fransız savaş uçakları, Fransa'nın eski sömürgesi olan Fildişi
Sahili'nin başkenti Abican'ı dün (5 Nisan 2011) bombaladı. Fildişi
Sahili'nde geçen yılın Kasım ayında yapılan seçim sonuçları konusunda
ortaya çıkan ihtilafı bahane eden Fransa'nın, Abican'a bomba yağdırması,
egemen bir ülkeye karşı girişilmiş sömürgeci bir saldırıdır ve asla
kabul edilemez.
Fransa, bombalama yetkisini
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1975 sayılı kararından aldığını
ve bu kararın gereğini yerine getirdiğini iddia ediyor. Oysa Güvenlik
Konseyi'nin kararı hiçbir devlete Fildişi Sahili'ni bombalama yetkisi
vermiyor. Fildişi Sahili'nde seçimi kimin kazandığı konusunda tutum
belirten karar, silahlı çatışmalara son verilmesini ve sorunun barışçı
biçimde çözülmesini öngörüyor.
Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Ban Ki mun ise Fransa'ya açıkça
yardakçılık yapıyor. Oysa, Birleşmiş Milletler Anasözleşmesi'ne göre,
Güvenlik Konseyi kararlarını yorumlama yetkisi de Güvenlik Konseyi'ne
aittir. Genel Sekreter'in, tek bir devletin veya bir grup devletin,
kararları kendi başlarına yorumlama yetkisi yoktur. Ban Ki mun'un,
böyle bir yetkisi olmadığı hâlde, Fransa'nın saldırısına onay vermesi,
sömürgeci küstahlıkta sınır tanımayan bir hukuksuzluktur. Üstelik,
Güvenlik Konseyi'nin sürekli 5 üyesinden biri olan Rusya, Fransa'nın
saldırısını açıkça kınamış ve kararın keyfî biçimde yorumlandığını
bildirmişken, Ban Ki mun'un Fransa'nın suç ortaklığını yapması,
hukuk dışı davranışta her ölçüyü aştığını gösteriyor.
Libya'ya karşı faşist savaşın başını çeken Fransa,
artık sömürgeci saldırganlığı kazanılmış hak sayıyor ve yarattığı
oldubittilerle dünyayı 19. yüzyılın vahşi ortamına geri döndürüyor.
Sömürgeci saldırganlıkta ABD ve İngiltere'yle yarışıyor.
Bilindiği gibi, Fransa, 19. ve 20. yüzyılın önde gelen
sömürgecilerinden biriydi. Başta Cezayir ve Tunus olmak üzere birçok
Afrika ülkesini, Güneydoğu Asya'da Vietnam, Kamboçya ve Laos'u, Batı
Asya'da Hatay bölgesi dahil Suriye ve Lübnan'ı sömürgeleştirmişti.
İkinci Dünya Savaşı'ndan iyice zayıflayarak çıkan
Fransa, sömürgelerinde gerçekleştirdiği katliamlara ve soykırımlara
rağmen özellikle Vietnam, Suriye ve Cezayir halklarının direnişine boyun
eğmek ve sömürgelerinin bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştı.
Fransa, sömürgelerinden çekildikten sonra, yeni
sömürgeciliğe yöneldi. Mali bağımlılık yaratma, silah satışı, mal
ihracı, dış yatırım, iç çatışmaları körükleme gibi yöntemlerle
emperyalist niteliğinin gereklerini yerine getirmeye devam etti. Ne var
ki, NATO'nun askerî kanadından çekilerek, Sovyetler Birliği ve Çin'le
iyi ilişkiler kurarak, bağlantısız ülkelerle yakınlaşarak eski
kötülüklerini bir süre unutturmayı, emperyalist imajını bir ölçüde
örtmeyi başardı.
ABD'nin Afganistan, Kosova ve
Irak işgaliyle başlattığı yeniden işgalci sömürgeciliğe dönüş
kampanyasıyla cesaretlenen Fransa da, askerî yayılmacılık, saldırı ve
işgal yolunu seçti. ABD'yle iyice yakınlaştı. Kosova'ya ve Afganistan'a
asker gönderdi. İran'ı, üzerine atom bombası atmakla tehdit etti. Suriye
ve Lübnan'da ABD ile İsrail'in komplolarına ortak oldu. NATO'nun askerî
kanadına geri döndü. Abu Dabi'de kalıcı üs kurdu. Tunus'a uşağı Zeynel
Abidin Bin Ali'yi korumak için polis birlikleri göndermeye kalktı. Son
olarak, Libya'ya karşı savaşın başını çekti. Şimdi de, Fildişi Sahili'ni
bombalıyor.
Faşizme yönelen aşırı sağcı ve ırkçı
Sarkozy, kendi ülkesinde, kapitalist tekellerin ve devletin kriz
politikasıyla köşeye sıkışan Fransız işçi sınıfının ve emekçilerinin
gitikçe genişleyen ve radikalleşen hareketlenmesinden korkuyor.
Sömürgeci saldırı politikasıyla, hem öteki halkların zenginliklerini
yağmalıyor, hem kendi halkını şovenizm ve militarizmle zehirliyor.
Ne var ki, amacına ulaşamayacak. Hak ettiği cezayı,
hem saldırdığı halklar, hem sömürdüğü ve ezdiği Fransız emekçileri
birlikte verecek. Fransız emperyalizmi, işçi sınıfının, emekçilerin ve
halkların öfkesinden kendini kurtaramayacak.
6 Nisan 2011
II
Mısır'da askerî yönetim halka saldırdı
Mısır'da askerî yönetim 8 9 Nisan 2011 gece yarısından sonra,
Kahire'nin ünlü Tahrir meydanında gösteri yapmaya devam eden devrimci
halk kitlelerine saldırdı, 2 kişiyi öldürdü, 71 kişiyi yaraladı.
Bu kanlı saldırı Mısır'daki geçici dengenin bozulmaya
başladığını, askerî yönetimin oyalamalarından bıkan halkın tekrar
harekete geçtiğini, devrimin ilerlemesinden korkan askerî yönetimin ise
karşıdevrimci yüzünü ortaya koymak zorunda kaldığını gösteriyor.
8 Nisan Cuma günü Kahire'nin Tahrir meydanında toplanan
on binlerce gösterici, Hüsnü Mübarek'in ve işbirlikçi kapitalist rejimin
üst düzey yöneticilerinin yargılanması talebiyle gösteri yaptı.
Göstericiler, uzun yıllar Hüsnü Mübarek'in en yakın çevresinde yer alan
ve şu anda askerî yönetimin başkanlığını yapan Mareşal Hüseyin
Tantavi'nin de görevinden ayrılmasını ve yargılanmasını istedi.
Göstericiler Tahrir meydanını terk etmeyeceklerini ve
Hüsnü Mübarek'i deviren ayaklanma sırasında yaptıkları gibi, sokağa
çıkma yasağına uymayarak geceyi meydanda geçireceklerini açıkladı.
İktidarı elinde tutan Yüksek Askerî Konsey'den
meydanı mutlaka boşaltma emrini alan ilgili komutanlar, sokağa çıkma
yasağının başladığı gece yarısından sonra saat 2'de halka ultimatom
vererek herkesin dağılıp evlerine gitmesini istediler. Göstericiler
isteğe uymayınca askerlere ateş açma emir verildi. 20 subay ve asker
emre uymadı ve göstericilerin safına geçti. İyice sinirlenen komutanlar,
göstericilerin arasına karışan subay ve askerlerin kendilerine teslim
edilmesini istedi. Bu istek doğal olarak reddedildi. Ordu birlikleri bu
kez gaz bombalarıyla saldırdı ve halka ateş açtı. Yaşanan büyük
kargaşaya rağmen göstericilerin çoğu meydanda tutunmayı başardı. Üç
askerî araç yakıldı. Gün ışırken, devrimci halkın "Tantavi Mübarek'tir,
Mübarek Tantavi'dir" sloganları altında askerî birlikler meydandan
çekilmek zorunda kaldı.
Birbirini kollayan iki
karşıt güç arasındaki geçici denge, yani, Hüsnü Mübarek'i deviren
ayaklanma sırasında ve sonrasında halkın suyuna giden ordu üst yönetimi
ile ordu yönetiminin suyuna giden halk arasındaki hassas denge, halkın
devrimi ilerletmek için harekete geçmesi ve ordu üst yönetiminin kanlı
saldırısıyla bozulmuş bulunuyor.
Bilindiği gibi,
Mısır işçi sınıfının, gençliğin, emekçi tabakaların işsizlik, yoksulluk,
yolsuzluk ve diktatörlüğe karşı temel istekleri hâlâ yerine getirilmedi.
Siyasal ve ekonomik iktidar, işbirlikçi burjuvazinin elinde kaldı.
ABD'nin, Avrupa Birliği'nin ve İsrail'in yoğun desteğini alan Yüksek
Askerî Konsey, işbirlikçi kapitalist rejimi küçük tavizlerle sürdürmeye
çalışıyor ve halkı oyalayıp bezdirerek uygun saldırı anını
bekliyordu.
Libya'daki karşıdevrimci ayaklanmada
ABD'nin emriyle kilit bir rol üstlenerek gerici isyancıları eğiten ve
silahlandıran Mısır askerî yönetimi, uygun anın geldiği kanısıyla
devrimci kitlelere karşı saldırıya geçti. Ancak umduğunu bulamadı ve
üstelik binbir hileyle korumaya çalıştığı prestiji yerle bir oldu. Ordu
üst yönetimi, şu anda, gerçekte olduğu gibi, karşı devrimci yüzüyle
kendi kendini teşhir ediyor.
Halk şu saatlere
kadar Tahrir meydanını boşaltmadı; göstericiler Cumartesi gecesini de
Tahrir meydanında geçirdi.
Mısır halkının
tamamen demokratik gösterisine askerî rejimin öldürücü şiddetle karşılık
vermesi, kitlelerin siyasal bilincinde önemli etkiler doğuracaktır. Halk
kitleleri siyasal gerçekleri kendi deneyimleriyle öğrenirler. Umuyoruz
ki, Mısır işçi sınıfı ve dostları 25 Ocak devrimini derinleştirip
iktidarı bizzat kendi ellerine alacak bilinci ve ustalığı
gösterirler.
Kahire, "zafer kazanan" demektir.
Tahrir, "kurtuluş" demektir. Muzaffer Kahire'nin Kurtuluş meydanındaki
Arap emekçi kardeşlerimizin devrimi kurtuluşa kadar ilerletmesini
diliyoruz.
10 Nisan 2011
III
El Cezire'de
istifa
Amerikan emperyalizminin şu
sıralardaki en etkili psikolojik savaş aygıtı olan El Cezire şebekesinin
önde gelen yöneticilerinden Gassan Bin Ciddu, şebekenin son dönemdeki
yayın politikasını protesto ederek görevinden istifa etti.
Uzun yıllardır El Cezire'de Hivar Meftuh (Açık Diyalog)
programını yöneten ve aynı zamanda El Cezire'nin Beyrut Bürosu Müdürü
olan Gassan Bin Ciddu, 23 Nisan 2011'de Lübnan Es Sefir gazetesine
yaptığı açıklamada, "El Cezire'nin dürüst yayıncılık ve nesnellik
idealinden vazgeçerek lağım gazeteciliğine yöneldiğini ve artık haber
merkezi olmaktan çıkıp kışkırtma ve seferberlik kampanyalarını yöneten
bir harekât merkezine dönüştüğünü" söyledi.
Gassan Bin Ciddu, "Libya ve Suriye'de olmayan olayları varmış gibi
gösteren, ilgisiz kişileri görgü tanığı olarak ekrana çıkaran, buna
karşılık Bahreyn'de olan olayları görmezlikten gelen kanalın yayın
politikasına artık dayanamadığını" belirtti.
Tunus kökenli ünlü gazeteciye göre, bağımsız ve tarafsız yayıncılık
ilkesini bir yana atan El Cezire, Libya ve Suriye yönetimlerine karşı
sistemli bir karalama kampanyası yürütüyor ve kritik bir dönemeçten
geçen bölgede yayıncılık açısından kabul edilemez bir rol
üstleniyor.
Emperyalizme uşaklık yapanın maskesi
eninde sonunda düşer. Gassan Bin Ciddu'nun istifası, yalancı El Cezire
şebekesinin artık kitleleri aldatamayacağı günlerin uzak olmayacağını
gösteriyor.
2 Mayıs 2011
IV
Tunus'ta sokağa çıkma yasağı
Tunus'ta
iktidarı hâlâ elinde tutan işbirlikçi kapitalist yönetim, 7 Mayıs 2011
Cumartesi günü başkent Tunus ve çevresinde sokağa çıkma yasağı ilan
etti. Gece saat 9:00 ile sabah saat 5:00 arasında uygulanacak olan
yasak, "ikinci bir emre kadar", yani belirsiz bir süreyle geçerli
olacak.
Tunus halkı, önce Zeynel Abidin Bin
Ali'yi, sonra da Muhammed Gannuşi'yi deviren ama iktidarı emperyalizmin
işbirlikçisi kapitalist oligarşinin elinden alamayan 14 Ocak Devrimi'nin
ardından mücadelesine devam ediyor. İşçi sınıfı, köylülük ve gençlik
içerisinde bilinçlenme ve örgütlenme çalışmalarını sürdüren ve 14 Ocak
Cephesi'nde birleşen devrimci ve ilerici güçler, halk devriminin
sokaklardaki ve alanlardaki etkisini siyasal iktidara taşıma, kapitalist
ekonomik ve siyasal sistemi koruyan devlet aygıtı yerine emekçi halkın
kendi kendini yönetmesine dayanan devrimci iktidar organlarını kurma
mücadelesini sürdürüyor. Amerikan ve Fransız emperyalizminin
yönlendirdiği kapitalist hükümet ise, küçük tavizlerle sistemi korumaya
çalışıyor. İşçi ve köylü kitlelerini, devrimci gençliği sürekli
oyalayarak devrimi adım adım etkisizleştirmek ve devrimi bütünüyle
ezmenin koşullarını yaratmak istiyor.
5 Mayıs
Perşembe ve 6 Mayıs Cuma günü başkent Tunus'ta, Gabes'te ve devrimi
başlatan Sidi Buzid kasabasında, hükümetin istifasını ve devrimin temel
taleplerinin karşılanmasını isteyen büyük kitle gösterileri, polisin
gaz, cop ve demir çubuklarla halka saldırmasıyla vahşi biçimde
dağıtıldı. Bu vahşete rağmen binlerce kişi Cumartesi günü yine sokağa
çıkıp gösterilere devam edince, Savunma Bakanlığı ile İçişleri
Bakanlığı'nın ortak bildirisiyle gece sokağa çıkma yasağı konuldu.
Fransız Basın Ajansı AFP'nin bildirdiğine göre, polis, İçişleri
Bakanlığı binasının etrafını dikenli tellerle çevirmiş bulunuyor.
Tunus işçi ve köylülerini ezmek için sokağa çıkma
yasağı ilan eden Tunus hükümeti, aynı gün, emperyalizmin iç ve dış
saldırısına karşı kahramanca mücadele eden Libya hükümetini de tehdit
etti. Tunus hükümeti, Tunus sınır bölgesini Libya'ya saldırmak için
kullanan karşıdevrimcilere atılan top mermilerinden birkaçının Tunus
topraklarına düşmesini bahane ediyor. Oysa, Libya Başbakanı Ali Bağdadi
El Mahmudi, yaptığı açıklamada, Tunus'un kasıtlı olarak hedef
alınmadığını vurgulamış ve özür dilemişti.
Devrimin iç ve dış politikası da, karşıdevrimin iç ve dış politikası da
bir bütündür. Tunus karşıdevrimci hükümeti, emperyalizmin
politik askerî stratejisi çerçevesinde içte ve dışta karşıdevrimci
ve gerici bir politika izliyor. Dünya devrimci ve ilerici güçleri de,
sosyalizmi, bağımsızlığı ve demokrasiyi ilerletmeyi amaçlayan
politik askerî stratejileri çerçevesinde içte ve dışta devrimci ve
ilerici bir politika izlemelidir.
8 Mayıs
2011
V
Tunus'ta sokağa çıkma
yasağı yumuşatıldı
Tunus'ta 7 Mayıs 2011'de
gece 9 ile sabah 5 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı ilan eden
işbirlikçi kapitalist hükümet, halkın sürdürdüğü protestolar üzerine,
sokağa çıkma yasağını bir hafta sonra yumuşatmak zorunda kaldı. Savunma
ve İçişleri bakanlıklarının yaptığı ortak açıklamaya göre, 14 Mayıs
Cumartesi gecesinden itibaren yasak, gece yarısı ile sabah 4 saatleri
arasında uygulanacak.
Tunus'ta Zeynel Abidin Bin
Ali'yi ve ardından Muhammed Gannuşi'yi deviren halk devriminden sonra
işçi, köylü, emekçi ve gençlik kitleleri, iktidarı hâlâ elinde tutan
işbirlikçi hükümetin, 14 Ocak devriminin temel hiçbir talebini yerine
getirmediğini belirterek gösterilerini sürdürüyorlar. Siyasal ve
ekonomik iktidarın kapitalist oligarşinin elinde kaldığını,
özelleştirmelere son verme, işsizliği ortadan kaldırma, ücretleri
insanca yaşayacak düzeye yükseltme, devrimci halkın bizzat yöneteceği
yeni iktidar yapıları kurma yönünde adımlar atılmadığını belirten 14
Ocak Cephesi, sokağa çıkma yasağının derhâl ve bütünüyle kaldırılmasını
istiyor. Yeni gösterilerde en çok, "Halk yeni bir devrim istiyor", "Ne
korku, ne terör, iktidar halka" sloganları atılıyor.
15 Mayıs 2011
VI
Suriye'ye komplo
konferansı
İçeride işçi sınıfına, gençliğe,
şehir ve köy emekçilerine, ezilen halklara saldıran AKP hükümeti dış
politikada emperyalizm işbirlikçiliğini yoğunlaştırıyor. AKP hükümeti,
Irak halkına, Afganistan halkına, Libya halkına karşı emperyalist
sömürgecilerle aynı safta yer aldığı gibi, Suriye halkına yönelik
emperyalist komploya da hevesle katılıyor.
ABD
ve Avrupa Birliği, Suriye'de Beşşar Esad yönetimini, emperyalizme ve
siyonizme bütünüyle teslim olmadığı için cezalandırmak ve devirmek
istiyor. Emperyalistler, bu amaçla dünya çapında kapitalist medyayı
seferber ederek büyük bir psikolojik savaş yürüttüğü gibi, Suriye içinde
de özellikle gerici faşist Müslüman Kardeşler örgütünü
kullanıyor.
AKP hükümeti, Suriye yönetimine
karşı terör eylemleri düzenleyen ve gerici bir isyan çıkarmaya çalışan
Müslüman Kardeşler örgütüne Antalya Falez Oteli'nde bir konferans
düzenleme izni verdi. Suriye'yi emperyalizmin ve siyonizmin önünde diz
çöktürmek, mezhep savaşına sürüklemek ve parçalamak isteyen
karşıdevrimcilere yataklık etmek, Suriye halkına karşı düşmanca bir
eylemdir.
AKP aynı dinci kapitalist dünya
görüşünü paylaştığı Müslüman Kardeşler örgütünü destekleyerek
emperyalist efendilerin gönlünü hoş tutmayı amaçladığı gibi, Suriye'yi
hegemonyası altına almak ve fırsat bulursa bu ülkenin bir kısım
toprağını ilhak etmek hayalini de kuruyor. AKP'nin işbirlikçi kapitalist
oligarşinin çıkarları doğrultusunda bölgesel yayılmacılık hevesi,
Türkiye halkına ancak felaket getirir. Emperyalizmin böl yönet
oyununa katılanlar, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan
olurlar.
Suriye halkı eninde sonunda ülkesindeki
gerici kalkışmayı alt edecektir. Suriye işçi sınıfı ve emekçileri,
ilerici ve yurtsever halk kesimleri, bir yandan ülkeyi
emperyalist siyonist dinci ortaçağ saldırısına karşı
savunmayı, bir yandan da, Esad yönetiminin emperyalizme taviz verme
politikasının yol açtığı özelleştirme ve borsa vurgunlarını,
antidemokratik baskıcı uygulamaları sona erdirmeyi başaracaklardır.
Suriye halkı, bütün bölge halklarıyla birlikte emperyalizme, siyonizme
ve kapitalizme karşı mücadelenin güçlü bir öznesi olacaktır.
Türkiye halkı, Suriye halkını bu zor zamanında yalnız
bırakmayacaktır. AKP hükümetinin Suriye Müslüman Kardeşler örgütüne
yataklık yapma politikasını protesto ediyoruz. Türkiye, emperyalizmin ve
siyonizmin vurucu gücü olmayı kabul eden Suriyeli gericilere ve
karşıdevrimcilere ev sahipliği yapamaz. 31 Mayıs 2011 günü Antalya'da
başlayan konferans komplosuna derhâl son verilmelidir.
Türkiye ve bölge halkları, emperyalizmin güdümündeki
ortaçağ zihniyetine teslim olmayacaktır.
1
Haziran 2011
VII
Psikolojik savaşta
son perde
Kapitalist yatık medya, AKP'nin
sistemli baskı ve beyin yıkama yoluyla yüzde 50 oy toplamasını "Muhteşem
zafer", "Büyük Usta Erdoğan" manşetleriyle kutluyor ve bunu sosyalist ve
devrimci demokrat güçleri yıldıracak bir psikolojik savaş unsuru olarak
kullanıyor. Dünya kapitalist sistemine egemen güçlerin psikolojik
savaşı, kuşkusuz, AKP'yi kafalara kazımakla sınırlı değil. Batı
emperyalizmi ve emperyalizmin Türkiye dahil her ülkedeki uşakları,
aylardır Libya ve Suriye'ye karşı da sistemli bir psikolojik savaş
yürütüyor.
Suriye'ye karşı yürütülen psikolojik
savaşın büyük bir sahtekârlığı dün akşam deşifre edildi. İnternette
açılan "Şam'da Eşcinsel Kız" (A Gay Girl in Damascus) bloguyla bir anda
Suriye'deki gerici ve karşıdevrimci ayaklanmanın sembolü hâline
getirilen Emine Araf'ın aslında var olmadığı dürüst internet eylemcileri
tarafından kanıtlandı.
Kendisini ABD'nin ve
Suriye'nin çifte vatandaşı Emine Araf olarak tanıtan, söz konusu blogu
yazan ve birçok paylaşım sitesinde Emina Araf adıyla profil açan
kişinin, Amerikalı Tom MacMaster olduğu açığa çıkarıldı. Suçüstü
yakalanınca blogunda okurlarından özür dilemek zorunda kalan Tom
MacMaster, özür dilerken bile psikolojik savaş yalanlarını sürdürdü ve
"bu hileye Ortadoğu halklarının diktatörlüklere karşı mücadelesine
dikkat çekmek ve Batı dünyasını aydınlatmak için başvurduğunu"
yazdı.
Blogunda her gün, olmayan gösterilerde
sözümona öldürülen, yaralanan, tutuklanan uydurma kişiler hakkında
"bilgiler" veren Tom MacMaster'in senaryosu bir süre sonra daha da
renklendirilmiş, Emine Araf ın Suriye polisi tarafından "kaçırıldığı"
iddia edilmişti. Yalanda sınır tanımayan senaryo gereği, Emine Araf'ın
kurtarılması için başta Paris, Londra ve New York olmak üzere birçok
yerde kampanyalar düzenlenmiş, Amerikalı senatörler ve Obama yönetiminin
sözcüleri "Beşşar Esad yönetiminin Emine Araf'ı derhâl serbest
bırakması" için demeçler vermişlerdi.
Olmayan
Emine Araf'la söyleşi yaptıklarını iddia eden ve onun haberlerini bir
dizi film gibi ısrarla sürdüren medya organları arasında, hepsi de
"saygın" geçinen Amerikan basın ajansı Associated Press, en tanınmış
Amerikan gazeteleri New York Times ve Washington Post, İngiliz Guardian,
Fransız Le Monde, Katar'dan meşhur El Cezire ve Türkiye'den
hurriyet.com.tr de var.
Bu liste psikolojik
savaşın ne derecede planlı, örgütlü ve yaygın olduğunu gösteriyor.
Sizler de rast gelmişsinizdir, televizyonlarda spikerler en ağlamaklı
ifadelerle Suriye yönetiminin eşcinsel bir kadın eylemciye yaptığı zulmü
günlerce aktarmışlar, onun kurtarılıp kurtarılamayacağı konusunda Amerikancı dinci düşünce kuruluşlarını yöneten Ortadoğu uzmanlarına
sorular yöneltmişler, bu uzmanların kestiği ahkâmları oturma odalarımıza
boca etmişlerdi.
Tom MacMaster'in foyasının
düşmesine yol açan gelişme, Emine Araf'ın resmi olarak kullandığı fotoğrafın, Londra'da yaşayan Jelena Lecic isminde bir kadına ait olduğunun ortaya çıkmasıyla başlamıştı.
Emperyalist ve kapitalist egemenler yalanda sınır tanımaz. Yatık medyanın yalanlarını haber sananlar bağımsız düşünme yetilerini kaybederler ve ister istemez emperyalizmin oyunlarına alet olurlar.