Çev.: İsmail Kaplan
Genç arkadaşlarım ve yoldaşlarım,
Bugün, haklı
olarak Rus devriminin başlangıcı sayılan "Kanlı Pazar"ın on ikinci yıldönümüdür.
On iki yıl önce bugün, Papaz Gapon'un
önderliğindeki binlerce işçi Sosyal Demokrat değil, Tanrı'dan korkan
sadık kullar başkentin her yanından merkeze, Kışlık Sarayın önündeki
meydana doğru, çara dilekçe vermek için oluk oluk akıyordu. İşçiler
azizlerin resimlerini taşıyordu. İşçilerin o zamanki önderi Gapon, çara
yazdığı mektupta, onun kişisel güvenliği konusunda güvence vermiş ve
halkın önüne çıkmasını istemişti.
Askerler çağrıldı. Özel
süvari birlikleri ve Kazaklar, çekilmiş kılıçlarla kalabalığa
saldırdılar. Silahsız işçiler diz çökmüş, çara gitmemize izin verin diye
yalvarıyorlardı; Kazaklar bu insanlara ateş açtılar. Polis raporlarına
göre, o gün, binden fazla kişi öldürüldü ve iki bini aşkın kişi de
yaralandı. İşçilerin öfkesi tasvir edilemez hâldeydi.
22 Ocak
1905'in, "Kanlı Pazar"ın genel manzarası böyledir.
Bu olayın
tarihsel anlamını daha açık olarak anlayabilmemiz için, işçilerin
dilekçesinden birkaç bölüm alacağım. Dilekçe şu sözlerle başlıyor:
"St. Petersburg'da yaşayan biz işçiler, Sana geldik.
Bizler zulmün ve zorbalığın ezdiği talihsiz, lanetli köleleriz. Sabrımız
tükendi, işi durdurduk ve bize yalnızca hayatımızı sürdürmeye yetecek
kadar bir şey vermeleri için efendilerimize yalvardık. Ama bu isteğimiz
reddedildi; işverenlerin gözünde her şey yasadışı. Bizler buradayız,
binlerce kişiyiz. Bütün Rus halkı gibi her türlü insan hakkından
yoksunuz. Senin memurların öyle şeyler yaptılar ki, hepimiz köle hâline
geldik."
Dilekçede şu istekler yer alıyor: Af,
yurttaş özgürlükleri, adil ücret, toprağın yavaş yavaş halka
devredilmesi, genel ve eşit oy hakkına dayanan bir kurucu meclisin
toplanması. Dilekçe şu sözlerle sona eriyor:
"Efendimiz, kendi halkına yardımı reddetme. Seni kendi halkından ayıran
duvarı yık. İsteklerimizin yerine getirileceği konusunda emir ve söz
ver, o zaman Rusya'yı mutlu edersin; yoksa biz burada ölmeye hazırız.
Bizim için yalnız iki yol var: ya özgürlük ve mutluluk, ya mezar."
Ataerkil bir papazın önderliğindeki eğitimsiz, okuma
yazma bilmeyen işçilerin bu dilekçesi şimdi okunduğunda insanda
tuhaf bir duygu yaratıyor. İnsan, elinde olmadan, bu saf dilekçeyi,
gerçekte burjuva gevezeleri olan toplumsal barışçıların, sözde
sosyalistlerin şimdiki barış kararlarıyla karşılaştırıyor. Devrim öncesi
Rusya'sının aydınlatılmamış işçileri, çarın, hâkim sınıfın başı
olduğunu, yani daha şimdiden, bin bir ilişkiyle büyük burjuvaziye bağlı
olan, tekellerini, ayrıcalıklarını ve kârlarını şiddetin her yoluyla
savunmaya hazır büyük toprak sahiplerinin başı olduğunu bilmiyorlardı.
"Yüksek eğitimli" kişiler şaka etmiyorum olduklarını iddia eden
bugünün toplumsal barışçıları, emperyalist yağma savaşı yürüten
burjuva hükümetlerinden "demokratik" barış beklemenin; barışçı
dilekçelerin, kanlı çara, demokratik reform yaptırabileceğine inanmak
kadar budalaca olduğunu kavramıyorlar.
Yine de, ikisi arasında
büyük bir fark var. Bugünün toplumsal barışçılarının büyük
çoğunluğu, yumuşak öğütlerle halkı devrimci mücadeleden saptırmaya
çalışan ikiyüzlü kişilerdir. Hâlbuki devrim öncesi Rusya'sının eğitim
görmemiş işçileri, siyasal bilince yeni erişen dürüst insanlar
olduklarını eylemleriyle kanıtladılar.
22 Ocak 1905'in tarihsel
anlamı, geniş halk kitlelerinin siyasal bilince ve devrimci mücadeleye
böylece erişmesidir.
"Kanlı Pazar"dan iki gün önce,
Rusya liberallerinin o zamanki önderi olan ve yurt dışında yasadışı
sansürsüz bir dergi çıkaran Bay Pyotr Struve, "Rusya'da henüz devrimci
bir halk yok" diye yazıyordu. Okuma yazma bilmeyen bir köylü ülkesinin,
devrimci bir halk doğurabileceği düşüncesi, burjuva reformcularının bu
"yüksek eğitimli", kibirli ve aşırı budala önderine tamamen saçma
görünüyordu. O günlerin reformcularının bugünün reformcuları gibi
gerçek bir devrimin imkânsızlığına olan inancı böylesine derindi!
22 Ocak (ya da, eski takvime göre 9 Ocak) 1905'ten önce, Rusya'nın
devrimci partisi, küçük bir insan grubundan oluşuyordu. Ve o günün
reformcuları (aynen bugünün reformcuları gibi) bize, alayla "tekke"
adını takmışlardı. Birkaç yüz devrimci örgütleyici; yerel örgütlerin
birkaç bin üyesi; esas olarak dışarıda basılan, inanılmaz zorluklarla ve
birçok kurban pahasına Rusya'ya gizlice sokulan ve ayda bir yayınlanan
yarım düzine devrimci gazete. 22 Ocak 1905 öncesinde, Rusya'daki
devrimci partiler ve özellikle devrimci Sosyal Demokrasi böyleydi. Bu
durum, Rusya'da henüz devrimci bir halk yok diyen dar kafalı ve küstah
reformcuların iddiasına biçimsel haklılık kazandırıyordu.
Ama
birkaç ay içinde manzara tamamen değişti. Yüzlerce devrimci Sosyal
Demokrat "birdenbire" çoğalıp binlerce oldu; binler, iki üç milyon
proleterin önderi oldu. Proleter mücadelesi, elli ila yüz milyonluk
köylü kitleleri arasında yaygın kaynamalar, çoğu kez devrimci hareketler
doğurdu. Köylü hareketi orduda yankısını buldu ve askerlerin
isyanlarına, ordunun bir kesimiyle diğer kesimi arasında silahlı
çarpışmalara yol açtı. Böylece, 130 milyon nüfuslu dev bir ülke devrime
gitti; bu yolla, uyuşuk Rusya, devrimci bir proletaryanın ve devrimci
bir halkın Rusya'sına dönüştü.
Bu dönüşümü incelemek, deyim
yerindeyse, bu dönüşümün niye mümkün olduğunu, yöntemlerini ve yollarını
anlamak gerekir.
Bu dönüşümün baş etkeni kitlesel
grevdi. Rus devriminin özelliği, toplumsal içeriğinde burjuva demokratik devrimi, mücadele yöntemlerinde proleter devrimi olmasıydı. Rus devrimi, bir burjuva demokratik
devrimiydi, çünkü, doğrudan doğruya ve kendi güçleriyle
gerçekleştirebileceği yakın hedefi, demokratik bir cumhuriyet, sekiz
saatlik işgünü ve soyluların uçsuz bucaksız mülklerine el konulmasıydı.
Bunların hepsi, 1791 1793'teki Fransız burjuva devriminin hemen
hemen tümüyle gerçekleştirdiği hedeflerdi.
Rus
devrimi, aynı zamanda, bir proleter devrimiydi de. Yalnızca
proletaryanın önder güç olması, hareketin öncüsü olması anlamında değil;
özellikle proleterlere özgü bir mücadele silahının grev kitleleri
harekete geçirmenin baş aracı ve belirleyici olayların
dalga benzeri yükselişindeki en niteleyici olgu olması anlamında
da, bir proleter devrimiydi.
Rus devrimi, tarihte kitlesel
siyasal grevin olağanüstü önemli bir rol oynadığı ilk (ama
şüphesiz son değil) büyük devrimdir. Hatta denebilir ki, Rus devriminin
olayları ve siyasal biçimlerinin gelişim sırası, bu olayların temelini
ve siyasal biçimlerin bu gelişim sırasını açıklayacak grev
istatistikleri incelenmeden anlaşılamaz.
Kuru
istatistiklerin bir konuşma için pek uygun olmadığını ve muhtemelen
dinleyiciyi sıkacağını çok iyi biliyorum. Yine de, bütün hareketin
gerçek nesnel temelini değerlendirebilmemiz için, kendimi birkaç sayı
vermekten alamıyorum. Devrimden önceki on yıl boyunca Rusya'da
grevcilerin ortalama yıllık sayısı 43 bindi; ki, bu, on yıl içinde 430
bin grevci demektir. Ocak 1905'te, devrimin ilk ayında, grevcilerin
sayısı 440 bindi. Başka bir deyişle, bir ay içinde, bir önceki on
yılın bütünündeki grevci sayısından daha çok sayıda grevci ortaya
çıktı!
Dünyadaki hiçbir kapitalist ülkede, İngiltere, Amerika
Birleşik Devletleri veya Almanya gibi en ileri ülkelerde bile, muazzam
1905 Rus grev hareketine eş herhangi bir şey olmamıştır. Grevcilerin
toplam sayısı 2 milyon 800 bin kişiydi. Ülkedeki fabrika işçilerinin
sayısının iki katından fazla! Bu, tabii ki, Rusya'nın şehir fabrika
işçilerinin, Batı Avrupa'daki kardeşlerinden daha eğitilmiş, daha güçlü
ya da mücadeleye daha yatkın olduklarını kanıtlamıyor. Bunun tam tersi
doğrudur.
Ama bu sayılar, proletaryanın potansiyel gücünün ne kadar büyük
olabileceğini gösteriyor. Bu sayılar, devrimci bir dönemde ben bunu en
ufak bir abartma yapmadan, Rus tarihinin en doğru verilerine dayanarak
söylüyorum proletaryanın, olağan barışçı zamanlardakinden yüz kat daha
büyük bir savaşma gücü üretebileceğini gösteriyor. Proletaryanın
gerçekten yüce hedeflere yönelen ve gerçekten devrimci biçimde yürütülen
bir savaşta ne kadar büyük, ne kadar muazzam bir çaba harcama yeteneğine
sahip olduğunu ve olacağını, 1905'e kadar, insanlığın henüz bilmediğini
gösteriyor!
Rus devriminin tarihi, hiç yılmadan ve en büyük
fedakârlığı göstererek savaşanların, öncüler olduğunu, ücretli işçilerin
en iyi unsurları olduğunu gösteriyor. Fabrika ve işletme ne kadar
büyükse, oradaki grevler de o kadar inatçı oluyor ve yıl içinde daha sık
tekrarlanıyordu. Şehir büyüdükçe, proletaryanın mücadelede oynadığı rol
daha önemli oluyordu. En çok sayıda ve en fazla sınıf bilincine sahip
işçi sınıfı unsurunun yaşadığı üç büyük şehirde, St. Petersburg, Riga ve
Varşova'da, bütün işçilere oranla herhangi başka bir şehirdekiyle
karşılaştırılmaz biçimde daha çok (ve tabii ki, kırsal bölgelere göre
çok daha fazla) grevci işçi vardı. Rusya'da muhtemelen diğer kapitalist
ülkelerde olduğu gibi metal işçileri, proletaryanın öncüsünü temsil
ediyor. Bu konuda şu öğretici olguyla karşılaşıyoruz: Bütün işkollarını
ele alırsak, 1905'te greve katılan kişi sayısı her yüz işçiye 160
kişiydi, ama metal sanayiinde bu sayı her yüz işçiye 320 kişiydi!
1905 grevlerinin sonucunda, her Rus fabrika işçisinin, ücretinin
ortalama 10 rublesini savaş öncesi döviz kuruna göre 26 franka
yakın kaybettiği, bu parayı mücadele uğruna feda ettiği hesaplanıyor.
Ama metal işçilerini ele alırsak, ücretlerdeki kaybın üç kat daha
büyük olduğunu görürüz! İşçi sınıfının en iyi unsurları,
duraksayanlara önderlik yaparak, uykudakileri ayağa kaldırarak ve
zayıfları cesaretlendirerek en önde yürüdüler.
Ayırt edici bir
özellik, devrim sırasında iktisadi grevlerin siyasal grevlerle iç içe
geçmesiydi. Harekete büyük gücünü, yalnızca bu iki grev biçiminin çok
yakın birlikteliğinin verdiğinden şüphe edilemez. Sömürülen geniş
kitlelerin devrimci hareketin içine çekilebilmesi için, çeşitli sanayi
dallarındaki ücretli işçilerin, kapitalistleri nasıl zorladıklarını ve
böylece durumlarında hemen ve doğrudan doğruya iyileştirme
sağlayabildiklerini günlük örneklerle bu kitlelere göstermesi
gerekiyordu. Bu mücadele Rus halkına yeni bir ruh verdi. Ancak o zaman
eski yarı köle, ağır, ataerkil, dindar ve yumuşak başlı Rusya, Nuh
Nebi'den kalma özelliklerinden kurtuldu. Ancak o zaman Rus halkı,
gerçekten demokratik ve gerçekten devrimci bir eğitimden geçti.
Burjuva kodamanları ve onların gözü kapalı papağanları olan toplumsal
reformcular, kitlelerin "eğitim"i hakkında kibirlice konuştuklarında,
genellikle, öğretmence, bilgiççe bir şeyden, kitlelerin maneviyatını
bozan ve kafalarına burjuva önyargılarını yerleştiren bir şeyden söz
ederler.
Kitlelerin gerçek eğitimi, hiçbir zaman, onların
bağımsız siyasal ve özellikle devrimci mücadelesinden ayrılamaz.
Sömürülen sınıfı yalnızca mücadele eğitir. Yalnızca mücadele sömürülen
sınıfa kendi gücünün büyüklüğünü gösterir, onun ufkunu genişletir,
yeteneklerini artırır, zihnini geliştirir, iradesini sağlamlaştırır.
Gericilerin bile 1905 yılının, mücadele yılının, "çılgın yıl"ın ataerkil
Rusya'yı kesinlikle mezara gömdüğünü kabul etmek zorunda kalmasının
nedeni budur.
1905 yılındaki grev mücadelelerinde metal
işçileriyle dokuma işçileri arasındaki ilişkiyi daha yakından
inceleyelim. Metal işçileri en yüksek ücret alan, sınıf bilincine en çok
sahip olan ve en iyi eğitilmiş proleterlerdir. 1905'te sayıları metal
işçilerinden iki buçuk kat daha fazla olan dokuma işçileri, Rusya'daki
işçilerin en geri ve en kötü ücret alan bölümüdür. Ve pek çok durumda,
köydeki köylü yakınlarıyla bağlarını henüz kesinlikle koparmamışlardır.
Bu bizi çok önemli bir noktaya getiriyor.
1905'in bütünü
boyunca metal işçilerinin grevlerinde, siyasal grevler, iktisadi
grevlere ağır basıyordu. Bu ağırlık yılın sonuna doğru çok daha belirgin
hâle gelir. Öte yandan, dokuma işçileri arasında 1905'in başlangıcında,
iktisadi grevlerin ezici bir ağırlığını görüyoruz ve ancak yılın sonunda
siyasal grevler ağır basmaya başlıyor. Bu durum, tam bir açıklıkla şunu
gösteriyor: yalnızca iktisadi mücadele, koşulların doğrudan doğruya ve
hemen iyileştirilmesi için mücadele, sömürülen kitlelerin en geri
tabakalarını ayağa kaldırabilir, onlara gerçek bir eğitim verir ve
devrimci bir dönem sırasında onları birkaç ay içinde bir siyasal
savaşçılar ordusuna dönüştürür.
Tabii ki, bunun olabilmesi
için, işçilerin öncüsünün, sınıf mücadelesini, ince bir üst tabakanın
çıkarları için verilen bir mücadele reformcuların pek çok kez
yerleştirmeye çalıştıkları bir anlayış saymaması gerekliydi. 1905'te
Rusya'da olduğu ve Avrupadaki yaklaşan proleter devriminde olması
gerektiği ve şüphesiz olacağı gibi, bu mücadeleyi, proletaryanın,
sömürülen çoğunluğun gerçek öncüsü olarak öne çıkması ve bu çoğunluğu
mücadelenin içine çekebilmesi için mücadele olarak görmesi
gerekliydi.
1905'in başlangıcı, ülkenin tümünü süpüren
grevlerin ilk büyük dalgasını getirdi. O yılın ilkbaharı kadar erken bir
zamanda, Rusya'da yalnız iktisadi değil, aynı zamanda siyasal ilk büyük köylü hareketinin yükselişini görüyoruz. Bu tarihsel dönüm
noktasının önemini anlamak için, Rus köylülüğünün yarı köleliğin en
şiddetli biçiminden ancak 1861'de kurtulduğunu hatırlamak gerekir.
Köylülerin çoğunluğu okuma yazma bilmez. Toprak ağalarının ezdiği,
papazların aldattığı bu insanlar, birbirinden çok uzak köylerde, yolu
yolağı olmayan yerlerde, birbirlerinden yalıtlanmış olarak anlatılmaz
sefalet içinde yaşarlar.
Rusya hemen hemen bütünüyle soyluların
temsil ettiği bir hareket olan, çarlığa karşı ilk devrimci harekete,
1825'te tanık oldu. 1825'ten sonra, çar
Aleksander II'nin teröristler tarafından öldürüldüğü 1881'e kadar
harekete orta sınıf aydınları önderlik etti. Bu devrimci aydınlar,
terörist mücadele yöntemlerinin kahramanlığıyla en yüksek özveriyi
gösterdiler ve bütün dünyayı hayrete düşürdüler. Onların fedakârlıkları
elbette boşuna değildi. Onlar şüphesiz Rus halkının sonraki devrimci
eğitimine doğrudan doğruya veya dolaylı olarak katkıda bulundular.
Ama, doğrudan doğruya hedefledikleri halk devrimini yaratamadılar ve
zaten yaratamazlardı.
Bu hedef, ancak proletaryanın devrimci
mücadelesiyle gerçekleştirildi. Ancak tüm ülkeyi süpüren kitlesel grevin
dalgaları, emperyalist Rus Japon Savaşının ağır dersleriyle
bağlantılı grevler, geniş köylü kitlelerini derin uykularından
uyandırdı. "Grevci" sözü köylüler arasında yepyeni bir anlam kazandı: bu
söz, isyancı, devrimci demek oluyor ve önceleri "öğrenci" sözüyle
belirtilen kavramı ifade ediyordu. Ama "öğrenci" orta sınıfa, "okumuş
kesim"e, "eşraf"a aitti ve bu nedenle halka yabancıydı. "Grevci" ise
halktandı, sömürülen sınıfa aitti. St. Petersburg'tan sürüldüğünde, çoğu
kez köyüne dönüyordu ve köylülerine, bütün şehirlere yayılan ve hem
kapitalistleri, hem soyluları yok edecek yangını anlatıyordu. Rus
köyünde yeni bir insan türü ortaya çıktı sınıf bilincine sahip genç
köylü. Bu kişi "grevciler"le ilişki kurdu, gazete okudu, köylülere
şehirlerdeki olayları anlattı, siyasal isteklerin amacını açıkladı ve
onları toprak sahibi soylularla, papazlarla ve hükümet memurlarıyla
savaşmaya teşvik etti.
Köylüler durumlarını tartışmak için
gruplar hâlinde toplanıyorlardı. Yavaş yavaş mücadelenin içine
çekildiler. Geniş kalabalıklar büyük mülklere saldırdı, malikâne
konaklarını yaktı ve erzaklara el koydu, tahılı ve diğer yiyecek
maddelerini ele geçirdi, polisleri öldürdü ve uçsuz bucaksız mülklerin
halka devredilmesini istedi.
1905 yılının ilkbaharında köylü
hareketi, salt bir azınlığı, aşağı yukarı uyezdlerin yedide
birini içine alarak daha henüz başlıyordu.
Ama şehirlerdeki
proleter kitlesel grevlerle kırsal bölgelerdeki köylü hareketinin
birleşimi, çarlığın "en sıkı" ve son desteğini sarsmaya yetti. Ordudan söz ediyorum.
Donanmada ve orduda bir dizi ayaklanma başladı. Devrim sırasında, grevlerin ve köylü
hareketinin her yeni dalgasına Rusya'nın her yanındaki ayaklanmalar
eşlik ediyordu. Bunların en ünlüsü, Karadeniz'de isyancıların eline
geçen ve Odesa'da devrime katılan Prens Potemkin zırhlısındaki
ayaklanmadır. Devrimin yenilgisinden ve öteki limanları (örneğin
Kırım'daki Feodosya limanını) ele geçirmeye yönelik başarısız
girişimlerden sonra, zırhlı, Konstanza'da Romanya makamlarına teslim
oldu.
Sizlere, hareketin doruğunda yer alan olayların somut bir
manzarasını verebilmek için, Karadeniz ayaklanmasından küçük bir olayı
ayrıntılı olarak anlatmama izin verin lütfen.
"Devrimci işçi ve denizci toplantıları gittikçe daha sık aralıklarla
düzenleniyordu. İşçilerin toplantılarına askerlerin katılmasına izin
verilmediği için, büyük işçi kalabalıkları askerlerin toplantılarına
geliyordu. Binlerce kişi hâlinde geliyorlardı. Ortak eylem düşüncesi
candan bir karşılık görüyordu. Siyasal anlayışın daha yüksek olduğu
bölüklerden temsilciler seçildi.
"O zaman askerî yetkililer
eyleme geçmeyi kararlaştırdı. Bazı subaylar toplantılarda 'vatansever'
nutuklar çekmeye çalıştı ama sıkıntı verici bir başarısızlığa uğradılar:
tartışmaya alışkın denizciler, subaylarını utançla kaçmak zorunda
bıraktı. Yetkililer, bunu göz önüne alarak, bütün toplantıları
yasaklamayı kararlaştırdı. 24 Kasım 1905 sabahı, tepeden tırnağa savaş
donanımlı bir bölük denizci, donanma kışlasının kapılarına
yerleştirildi. Tuğamiral Pisarevski yüksek sesle emir verdi: 'Kimse
kışladan çıkmayacak! Karşı gelen herkesi vurun!' Bu emrin verildiği
bölükten Petrov adlı bir denizci, bir adım öne çıktı, herkesin gözü
önünde tüfeğini doldurup bir kurşunla Belostok Alayı'ndan Yüzbaşı
Stein'i öldürdü, bir kurşunla da Tuğamiral Pisarevski'yi yaraladı.
Subayın biri, 'tutun şunu!' diye bağırdı. Kimse kımıldamadı. Petrov
tüfeğini yere atıp haykırdı: 'Niye kımıldamıyorsunuz? Yakalasanıza
beni!' Petrov tutuklandı. Her yandan koşan denizciler öfkeyle
kendilerinin Petrov'a kefil olduklarını söyleyerek, bırakılmasını
istediler. Heyecan yükseldi.
"Durumdan bir çıkış yolu bulmaya
çalışan bir subay Petrov'a şöyle sordu: 'Evladım, subaylarını kazayla
vurdun, değil mi?'
'Ne demek kazayla? Ben öne çıktım, tüfeği
doldurdum ve nişan aldım. Böyle kaza olur mu?
'Arkadaşların
senin bırakılmanı istiyor.'
"Ve Petrov bırakıldı. Ama
denizciler bununla yetinmedi. Görevdeki bütün subaylar tutuklandı;
silahsızlandırıldı ve karargâha hapsedildi... Kırk kişiye yakın denizci
temsilcisi bütün gece tartıştı. Bir daha kışlaya girmelerine izin
vermemek koşuluyla subayları serbest bırakmaya karar verdiler."
Bu küçük olay, ayaklanmaların çoğunda olayların nasıl geliştiğini
gösteriyor. Devrimci halk arasındaki devrimci kaynaşmanın silahlı
kuvvetlere yayılmaması düşünülemezdi. Ordudaki ve donanmadaki hareketin
önderlerinin, esas olarak sanayi işçileri arasından ve, istihkâmcılar
gibi, daha fazla teknik eğitim gerektiren kesimlerden çıkması dikkat
çekicidir. Gene de, geniş kitleler hâlâ çok saftılar. Ruh hâlleri çok
pasif, çok iyi niyetli, çok Hıristiyancaydı. Gayet çabuk
alevleniyorlardı; herhangi bir adaletsizlik durumu, subayların çok sert
davranışı, kötü yemek vb. isyana yol açabiliyordu. Ama sebattan
yoksundular. Hedefi açık seçik kavramamışlardı. Silahlı mücadeleyi en
gayretli biçimde sürdürmedikçe, bütün askerî ve sivil yetkilileri alt
etmedikçe, hükümeti devirip ülke çapında iktidarı ele geçirmedikçe,
devrimin başarısının güvence altına alınamayacağını anlamamışlardı.
Geniş denizci ve asker kitleleri kolayca isyan edebiliyordu. Ama eş
kaygısızlıkla, tutuklu subayları aptalca serbest bıraktılar. Subayların
verdikleri sözlere inandılar, kendilerini kandırmalarına izin verdiler,
yatıştırılmayı kabul ettiler. Bu yolla subaylara değerli zaman
kazandırdılar. Subaylar da takviye kuvvet getirip isyancıların gücünü
kırdılar. Ardından da, hareketin en vahşi biçimde bastırılması ve
önderlerinin idam edilmesi geldi.
1905'teki bu ayaklanmaları,
1825'in Dekabrist (Aralıkçı) ayaklanmasıyla karşılaştırmak özellikle
ilginçtir. 1825'te siyasal harekete önderlik edenlerin neredeyse hepsi
subaydı, hem de soylu subaylar. Onlar, Napolyon savaşları sırasında,
Avrupa'nın demokratik düşünceleriyle temas etmiş ve bu düşüncelerden
etkilenmişlerdi. O sıralarda, hâlâ yarı kölelerden oluşan asker
kitlesi pasif kalmıştı.
1905'in tarihi, tamamen değişik bir
manzara sunuyor. Birkaç istisna dışında subayların ruh hâli ya
burjuva liberal, ya reformcu, ya da açık açık karşıdevrimci idi.
Askerî üniforma giymiş işçiler ve köylüler ayaklanmaların ruhuydu.
Hareket halkın bütün kesimlerine yayıldı ve, Rus tarihinde ilk kez,
sömürülenlerin çoğunluğunu kapsadı. Ama hareket iki şeyden yoksundu.
Birincisi, kitlelerin sebatı ve kararlılığı güvenme hastalığı kitleleri
kasıp kavuruyordu. İkincisi, askerî üniforma giymiş Sosyal Demokrat
işçilerin örgütlülüğü. Onlar önderliği kendi ellerine alma, devrimci
ordunun başında yürüme ve hükümete karşı bir taarruz başlatma
yeteneğinden yoksundular.
Sonuçta, bu iki eksikliğin belki
istediğimizden daha yavaş biçimde, ama kesinlikle sadece kapitalizmin
genel gelişmesiyle değil, şimdiki savaşla da ortadan kaldırılacağını
söyleyebilirim.
Rus devriminin tarihi, tıpkı 1871 Paris
Komünü'nün tarihi gibi, bize, şu reddedilemez dersi öğretiyor:
Militarizm, ulusal ordunun bir kesiminin diğer kesime karşı muzaffer
mücadelesi dışında, hiçbir zaman ve hiçbir koşul altında yenilemez ve
yok edilemez. Militarizmi sadece kınamak, kötülemek, "reddetmek",
eleştirmek yetmez; onun ne kadar zararlı olduğunu kanıtlamak yetmez;
askerlik yapmayı barışçı biçimde reddetmek aptalcadır. Görevimiz,
proletaryanın devrimci bilincini sağlam tutmak ve proletaryanın en iyi
unsurlarını, yalnızca genel bir biçimde değil, somut olarak eğitmektir:
Böylece halk arasındaki kaynaşma en yüksek düzeye ulaştığında, bu
unsurlar devrimci ordunun başına geçeceklerdir.
Herhangi bir
kapitalist ülkenin günlük deneyimi bize aynı dersi öğretiyor. Kapitalist
bir ülkenin geçirdiği her "küçük" bunalım, bize, büyük bir bunalım
sırasında kaçınılmaz olarak büyük çapta yaşanacak olan çatışmaların
unsurlarını, başlangıçlarını minyatür ölçeğinde gösterir. Örneğin, grev,
kapitalist toplumun küçük bir bunalımı değildir de nedir? Prusya
İçişleri Bakanı Bay von Puttkammer meşhur cümlesini, "Her grev, ortalığa
devrim canavarını salar" cümlesini söylediğinde haklı değil miydi? Bütün
kapitalist ülkelerde, en barışçı, en "demokratik" deyimi bağışlayın
olanlarında bile, grevler sırasında askerlerin çağrılması, gerçekten büyük bir bunalımda işlerin nasıl biçimleneceğini
göstermiyor mu?
Biz yine Rus devriminin tarihine dönelim.
Sizlere, işçi grevlerinin bütün ülkeyi ve sömürülenlerin en geniş,
en geri tabakalarını nasıl harekete geçirdiğini, köylü hareketinin nasıl
başladığını ve silahlı kuvvetlerdeki isyanın köylü hareketine nasıl
eşlik ettiğini göstermeye çalıştım.
Hareket doruğuna 1905'in
sonbaharında ulaştı. 19 (6) Ağustos'ta çar, halk temsiline yer verecek
bir sistemin getirilmesine ilişkin bir ferman çıkardı. Bulygin
Duması denilen şey, gülünç
derecede dar bir seçmen topluluğunu kapsayan oy hakkı temelinde
yaratılacaktı. Ve bu garip "parlamento" hiçbir yasama gücüne sahip
olmayacaktı. Dumanın sadece danışma gücü, tavsiyede bulunma gücü
olacaktı!
Burjuvazi, liberaller, oportünistler, korkuya düşen
çarın bu "armağan"ına iki elle sarılmaya hazırdılar. Bütün reformcular
gibi, bizim 1905 reformcuları da, reformların ve özellikle reform
vaatlerinin sadece tek bir amaca hizmet ettiği; halkın
huzursuzluğunu yatıştırma, devrimci sınıfı, mücadelesini bırakmaya ya da
en azından gevşetmeye zorlama amacını güttüğü tarihsel durumların ortaya
çıkacağını anlayamadılar.
Devrimci Rus Sosyal Demokrasisi,
Ağustos 1905'te halka hayali bir anayasa verilmesinin gerçek anlamını
iyi kavramıştı. Bu nedenle, bir an bile duraklamadan şu sloganları
ortaya attı: "Kahrolsun Danışma Duması! Duma'yı boykot edin! Kahrolsun
çarlık hükümeti! Çarlık hükümetini devirmek için devrimci mücadeleye
devam! Rusya'nın ilk gerçek halk temsilciler meclisini çar değil, geçici
devrimci hükümet toplamalıdır!"
Tarih, devrimci Sosyal
Demokratlar'ın haklı olduğunu kanıtladı, çünkü Bulygin Duması hiçbir zaman toplanamadı. Daha toplanmaya fırsat bulamadan, devrimci
fırtına tarafından süpürüldü. Ve bu fırtına, çarı, seçmenlerin sayısında
dikkate değer bir artış sağlayan yeni bir seçim yasasını ve Duma'nın
yasama gücünü kabul etmek zorunda bıraktı.
Ekim ve Aralık
1905'te, Rus devriminin yükselen dalgası tepe noktasına ulaştı. Halkın
devrimci gücünün her pınarı her zamankinden daha geniş bir ırmakta
akıyordu. Size daha önce söylediğim gibi, Ocak 1905'te 440 bin olan
grevcilerin sayısı Ekim 1905'te (tek bir ayda!) yarım milyonu aştı. Sadece fabrika işçilerini gösteren bu sayıya, birkaç yüz bin
demiryolu işçisi, posta ve telgraf çalışanları vb. eklenmelidir.
Genel demiryolu grevi, bütün demiryolu seferlerini durdurdu ve
hükümetin iktidarını en etkili biçimde felce uğrattı. Üniversitelerin
kapıları ardına kadar açıldı. Barış zamanında, genç beyinleri bilgiç
profesörlerin bilimiyle sersemletmek; öğrencileri, burjuvazinin ve
çarlığın uysal hizmetçisi olarak yetiştirmek için kullanılan ders
salonları, şimdi binlerce işçinin, zanaatkârın ve büro işçisinin siyasal
sorunları açıkça ve özgürce tartıştığı halk toplantılarının sahnesi
olmuştu.
Basın özgürlüğü kazanıldı. Sansür yok sayıldı. Hiçbir
yayıncı zorunlu sansür nüshasını yetkililere göndermeye cesaret edemedi
ve yetkililer de buna karşı herhangi bir girişimde bulunamadı. Rus
tarihinde ilk kez, St. Petersburg ve öteki şehirlerde devrimci gazeteler
özgürce çıktı. Tek başına St. Petersburg'da, tirajı 50 bin ile 100 bin
arasında değişen üç Sosyal Demokrat günlük gazete yayınlanıyordu.
Proletarya, hareketin başında yürüyordu. Sekiz saatlik işgününü
devrimci eylemle kazanmak için yola çıkmıştı. "Sekiz saatlik işgünü
ve Silah!" St. Petersburg proletaryasının savaş sloganıydı. Devrimin
kaderinin yalnızca silahlı mücadeleyle belirlenebileceği ve
belirleneceği görüşü, gittikçe artan bir işçi kitlesi tarafından
benimseniyordu.
Savaşın ateşi içinde, özgün bir kitle örgütü,
bütün fabrikalardan gelen temsilcileri kapsayan ünlü İşçi
Temsilcileri Sovyeti kuruldu. Birkaç şehirde bu İşçi Temsilcileri
Sovyeti, gitgide geçici devrimci hükümet rolünü, ayaklanmanın organı
ve önderi rolünü oynamaya başladı. Asker ve Denizci Temsilcileri
Sovyetleri örgütlemek ve bunları İşçi Temsilcileri Sovyetleriyle
birleştirmek için çeşitli girişimler yapıldı.
Bir süre için
Rusya'daki birkaç şehir, küçük yerel "cumhuriyetler" oldular. Hükümet
yetkilileri görevden alındı ve İşçi Temsilcileri Sovyeti gerçekte yeni
hükümet olarak görev yaptı. Ne yazık ki, bu dönemler çok kısaydı,
"zaferler" çok zayıf, çok yalıtlanmıştı.
1905 sonbaharında
köylü hareketi daha da büyük boyutlara ulaştı. Tüm uyezdlerin üçte
birinden fazlası "köylü karışıklıkları" denen şeyden ve düzenli
köylü ayaklanmalarından etkilendi. Köylüler en azından iki bin
malikâneyi yaktı ve yağmacı soyluların halktan gaspettiği yiyecek
stoklarını aralarında bölüştü.
Ne yazık ki, bu iş yeterince tam
değildi! Ne yazık ki köylüler, toplam toprak mülklerinin yalnızca on
beşte birini, büyük feodal toprak sahipliği ayıbını Rus toprakları
üzerinden silebilmek için yıkmaları gerekenin yalnızca on beşte birini
yıktılar. Ne yazık ki, köylüler eylemlerinde birbirlerinden çok kopuk,
çok dağınıktılar; yeterince örgütlü, yeterince saldırgan değillerdi.
Devrimin yenilgisinin temel nedenlerinden birisi budur.
Rusya'nın ezilen halkları içinde bir ulusal kurtuluş hareketi alevlendi.
Rusya nüfusunun yarısından fazlası, hemen hemen beşte üçü (tam
söyleyelim, yüzde 57'si) ulusal baskıyla karşı karşıyadır. Onlar
anadillerini kullanmakta bile özgür değillerdir, zorla Ruslaştırılırlar.
Örneğin, sayıları on milyonlarca kişiyi bulan Müslümanlar, çabucak bir
Müslüman Birliği örgütlediler zaman, her türlü örgütün hızla büyümesi
zamanıydı.
Şimdi anlatacağım olay, dinleyicilere, özellikle
gençlere, o sıralarda Rusya'da ulusal kurtuluş hareketinin işçi
hareketleriyle birlikte nasıl yükseldiğini örnekleyecektir.
Aralık 1905'te Polonyalı öğrenciler, yüzlerce okulda, bütün Rusça
kitapları, resimleri ve çarın portrelerini yaktılar ve "Defolun! Rusyaya
dönün!" diye haykırarak Rus öğretmenlerine ve Rus okul arkadaşlarına
saldırdılar, onları kovdular. Polonyalı ortaokul öğrencileri şu
istekleri de içeren bir talep listesiyle ortaya çıktılar:
"1 Bütün ortaokullar bir İşçi Temsilcileri Sovyetinin
denetimi altında olmalıdır.
2 Okul binalarında ortak
öğrenci ve işçi toplantıları yapılmalıdır.
3 Gelecekteki
proleter cumhuriyetine bağlılığın bir göstergesi olarak, ortaokul
öğrencilerinin kızıl gömlekler giymesine izin verilmelidir."
Hareketin dalgası yükseldikçe, gericilik, devrimle
savaşmak için daha gayretli ve kararlı biçimde silahlanıyordu. 1905 Rus
devrimi Karl Kautski'nin 1902'de Toplumsal Devrim kitabında
sözünü ettiği gerçeği doğruladı (o sıralarda Kautski hâlâ, hasbelkader
devrimci Marksistti ve şimdi olduğu gibi, toplumsal yurtseverliğin ve
oportünizmin savunucusu değildi). Şuydu yazdığı:
"
Yaklaşan devrim
hükümete karşı kendiliğinden bir ayaklanmaya daha az
ve uzayan bir iç savaşa daha çok benzeyecektir."
1905 devriminde böyle oldu ve gelmekte olan Avrupa devriminde
şüphesiz böyle olacaktır!
Çarlık, kinini özellikle Yahudiler
üzerine kustu. Yahudiler devrimci harekete önder yetiştiren en büyük
kaynağı (toplam Yahudi nüfusuna oranla) oluşturuyordu. Ve şimdi de,
Yahudiler, diğer uluslara oranla, aralarından en çok enternasyonalist
çıkaran ulusturlar. Çarlık, halkın en cahil tabakalarının en alçakça
Yahudi düşmanı önyargılarını, kıyımları örgütlemek için (belki de
kıyımlara doğrudan doğruya önderlik etmek için) ustalıkla sömürdü 100
kasabada 4 binden fazla Yahudi öldürüldü ve 10 binden fazlası
sakatlandı. Barışçı Yahudilerin, eşleri ve çocuklarıyla birlikte,
gaddarca katledilmesi, uygar dünyanın her yanında tiksinti uyandırdı.
Tabii ki, uygar dünyanın gerçekten demokratik unsurlarının
tiksintisinden söz ediyorum. Ve bunlar da sadece sosyalist
işçiler, proleterlerdir.
Batı Avrupa'nın en özgür, cumhuriyetçi
ülkelerinde bile, burjuvazi, "Rus mezalimi" hakkındaki ikiyüzlü
açıklamalarını en utanmazca mali işlerle, özellikle çarlığı mali açıdan
destekleme ve Rusya'yı sermaye ihracı vb. yoluyla emperyalistçe sömürme
uygulamasıyla birleştirmeyi çok iyi becerir.
1905 devriminin
doruğu, Moskova'daki Aralık ayaklanmasıyla geldi. Dokuz gün boyunca az
sayıdaki isyancı, örgütlü ve silahlı işçi sekiz binden fazla
değildiler Moskova garnizonuna güvenemeyen çarın hükümetine karşı
savaştı. Gerçekten, çarlık Moskova garnizonunu kilit altında tutmak
zorunda kaldı ve devrimi ancak St. Petersburg'tan Semenovski Alayını
getirerek ezebildi.
Burjuvazi Moskova ayaklanmasını yapay bir
şey olarak nitelemekten ve onunla alay etmekten hoşlanıyor. Örneğin
Alman sözde "bilimsel" edebiyatında, Bay Profesör Maks Weber, Rusya'nın
siyasal gelişimini incelediği uzun araştırmasında, Moskova
ayaklanmasından "darbe" olarak söz ediyor. "Lenin grubu" diyor bu "çok
bilgili" Bay Profesör, "ve Sosyalist Devrimcilerin bir kesimi, bu anlamsız ayaklanmaya çoktandır hazırlanmışlardı."
Korkak
burjuvazinin profesörce biliminin bu bölümünü uygun şekilde
değerlendirebilmek için salt grev istatistiklerini hatırlamak yeter.
Ocak 1905'te tamamıyla siyasal amaçlı grevlere yalnız 123 bin kişi
katıldı. Ekimde bu sayı, 330 bine çıktı. Ve Aralık'ta tepe
noktasına ulaşıldı. Tek bir ayda 370 bin kişi tamamen siyasal
amaçlı grevlere katıldı! Devrimin ilerlemesini, köylü ve asker
ayaklanmalarını da hatırlayalım. Aralık ayaklanması konusundaki burjuva
"bilimsel" görüş yalnızca saçmalıktan ibaret değildir. Bu görüş,
proletaryada en tehlikeli sınıf düşmanını gören korkak burjuvazi
temsilcilerinin kullandığı bir bahanedir.
Gerçekte, Rus
devriminin amansız akışı, çarlık hükümeti ile sınıf bilincine sahip
proletaryanın öncüsü arasında silahlı, belirleyici bir savaş
yönündeydi.
Biraz önce, Rus devriminin geçici yenilgisine yol
açan zayıflığının nedenlerini zaten belirtmiştim.
Aralık
ayaklanmasının bastırılması, devrimin geri çekilmesinin başlangıcını
oluşturdu. Ama bu dönemde de çok ilginç ânlar görülüyor. İşçi sınıfının
en ileri savaşçı unsurlarının, devrimin geri çekilmesini durdurmayı ve
yeni bir saldırı hazırlamayı iki kez denediklerini hatırlamak yeter.
Konuşma sürem neredeyse doluyor; dinleyicilerimin sabrını kötüye
kullanmak istemem. Yine de, Rus devriminin en önemli yanlarını sınıf
niteliğini, itici güçlerini, mücadele yöntemlerini ana hatlarıyla
(böylesine büyük bir konu üzerinde kısa bir konuşmanın elverdiği ölçüde)
verebildiğimi sanıyorum.
Rus devriminin dünya çapındaki anlamı
üzerine birkaç söz söyleyeyim.
Coğrafi, ekonomik ve tarihsel
açıdan Rusya yalnız Avrupa'ya değil, Asya'ya da aittir. Rus devriminin
sadece Avrupa'nın en büyük ve en geri ülkesini sonunda uyandırmakla ve
devrimci bir proletaryanın önderlik ettiği devrimci bir halk yaratmakla
kalmamasının nedeni budur.
Rus devrimi daha fazlasını
gerçekleştirdi. Bir uçtan öbür uca bütün Asya'da bir hareket doğurdu.
Türkiye, İran ve Çin'deki devrimler, güçlü 1905 ayaklanmasının derin bir
iz bıraktığını ve yüzlerce milyon insanın ileriye doğru
hareketinde ifadesini bulan etkisinin silinmez olduğunu kanıtlıyor.
Rus devrimi, dolaylı bir şekilde, Batı ülkelerini de etkiledi.
Çar'ın anayasa fermanına ilişkin haber Viyana'ya 30 Ekim 1905'te ulaştı
ve Avusturya'da genel oy hakkının nihai zaferinde belirleyici rol
oynadı.
Ellenbogen Yoldaş o sıralarda henüz toplumsal
yurtsever olmamıştı, yoldaşımızdı siyasal grev konusundaki raporunu
sunduğu sırada, bu haberi bildiren telgraf Avusturya Sosyal Demokrat
Partisi Kurultayı'nın konuşmacı kürsüsüne konuldu. Tartışma derhâl
ertelendi. Avusturya Sosyal Demokrasisini temsil eden delegelerin
toplandığı salonda yankılanan haykırış şuydu: "Yerimiz sokaklardır!"
Sonraki günler, Viyana'da yapılan en büyük sokak gösterilerine ve
Prag'da kurulan barikatlara tanık oldu. Avusturya'da genel oy hakkı için
yürütülen savaş kazanılmıştı.
Rus devriminden söz ederken, bu
geri ülkedeki olayların, mücadele doğrultusunun ve yöntemlerinin Batı
Avrupa örneklerine pek az benzediğini ve bu nedenle herhangi bir pratik
önem taşımadığını öne süren Batı Avrupalılarla sık sık
karşılaşıyoruz.
Bundan daha yanlış bir şey olamaz.
Yaklaşan Avrupa devriminin yaklaşan muharebelerinin biçimleri ve
nedenleri şüphesiz birçok açıdan Rus devriminin biçimlerinden farklı
olacaktır.
Yine de, Rus devrimi sözünü ettiğim o özgül
anlamda, proleter niteliği nedeniyle yaklaşan Avrupa devriminin önsözüdür. Şüphesiz, yaklaşan bu devrim ancak bir proleter
devrimi olabilir, hem de sözcüğün daha derin anlamında, içeriği de
proleter, sosyalist olan devrim. Yaklaşan bu devrim, sadece sert
muharebelerin, sadece iç savaşların insanlığı sermayenin boyunduruğundan
kurtarabileceğini daha da büyük ölçüde gösterecek. Yalnızca sınıf
bilincine sahip proleterlerin, sömürülenlerin geniş çoğunluğuna önderlik
edebileceğini ve edeceğini daha da büyük ölçüde kanıtlayacak.
Avrupa'nın bugünkü mezar sessizliğine aldanmamalıyız.
Avrupa devrime gebedir. Emperyalist savaşın canavarca dehşetleri, hayat
pahalılığının yol açtığı acılar her yerde devrimci bir ruh hâli
doğuruyor. Ve hâkim sınıflar, burjuvazi, ve onun uşakları olan
hükümetler, gün geçtikçe, muazzam ayaklanmalar olmadan içinden asla
çıkamayacakları çıkmaz bir sokağa giriyorlar.
1905'te Rusya'da
demokratik bir cumhuriyet kurmak amacıyla, çarlık hükümetine karşı
proletaryanın önderliğinde bir halk ayaklanması nasıl başladıysa;
önümüzdeki yıllar da, bu yağmacı savaş yüzünden, Avrupa'da da
proletaryanın önderliğinde mali sermayenin iktidarına karşı, büyük
bankalara karşı, kapitalistlere karşı halk ayaklanmalarına yol
açacaktır. Ve bu kalkışmalar burjuvazinin mülksüzleştirilmesinden,
sosyalizmin zaferinden başka bir biçimde sonuçlanamaz.
Biz eski
kuşaktan olanlar, bu yaklaşan devrimin belirleyici muharebelerini
görecek kadar yaşamayabiliriz. Ama, ben inanıyorum ki, İsviçre'nin ve
bütün dünyanın sosyalist hareketinde böylesine mükemmel biçimde çalışan
gençlik, yaklaşan proleter devriminde yalnızca savaşacak kadar değil,
kazanacak kadar da talihli olacaktır. Bu umudumu güvenle ifade
edebilirim.
22 (9) Ocak 1917'den önce Almanca
yazıldı.
İlkin Pravda, sayı 18, 22 Ocak 1925'te
yayımlandı.
İmza: N. Lenin
Toplu Eserler, c. 23, s.
236 253