Sosyalist Dergi: 30 |  Diğer Yazarlarımız |
1905 Devrimi Üzerine Konuşma / V. İ. Lenin

Çev.: İsmail Kaplan

Genç arkadaşlarım ve yoldaşlarım,1

Bugün, haklı olarak Rus devriminin başlangıcı sayılan "Kanlı Pazar"ın2 on ikinci yıldönümüdür.

On iki yıl önce bugün, Papaz Gapon'un önderliğindeki binlerce işçi –Sosyal Demokrat değil, Tanrı'dan korkan sadık kullar– başkentin her yanından merkeze, Kışlık Sarayın önündeki meydana doğru, çara dilekçe vermek için oluk oluk akıyordu. İşçiler azizlerin resimlerini taşıyordu. İşçilerin o zamanki önderi Gapon, çara yazdığı mektupta, onun kişisel güvenliği konusunda güvence vermiş ve halkın önüne çıkmasını istemişti.

Askerler çağrıldı. Özel süvari birlikleri ve Kazaklar, çekilmiş kılıçlarla kalabalığa saldırdılar. Silahsız işçiler diz çökmüş, çara gitmemize izin verin diye yalvarıyorlardı; Kazaklar bu insanlara ateş açtılar. Polis raporlarına göre, o gün, binden fazla kişi öldürüldü ve iki bini aşkın kişi de yaralandı. İşçilerin öfkesi tasvir edilemez hâldeydi.

22 Ocak 1905'in, "Kanlı Pazar"ın genel manzarası böyledir.

Bu olayın tarihsel anlamını daha açık olarak anlayabilmemiz için, işçilerin dilekçesinden birkaç bölüm alacağım. Dilekçe şu sözlerle başlıyor:


"St. Petersburg'da yaşayan biz işçiler, Sana geldik. Bizler zulmün ve zorbalığın ezdiği talihsiz, lanetli köleleriz. Sabrımız tükendi, işi durdurduk ve bize yalnızca hayatımızı sürdürmeye yetecek kadar bir şey vermeleri için efendilerimize yalvardık. Ama bu isteğimiz reddedildi; işverenlerin gözünde her şey yasadışı. Bizler buradayız, binlerce kişiyiz. Bütün Rus halkı gibi her türlü insan hakkından yoksunuz. Senin memurların öyle şeyler yaptılar ki, hepimiz köle hâline geldik."


Dilekçede şu istekler yer alıyor: Af, yurttaş özgürlükleri, adil ücret, toprağın yavaş yavaş halka devredilmesi, genel ve eşit oy hakkına dayanan bir kurucu meclisin toplanması. Dilekçe şu sözlerle sona eriyor:


"Efendimiz, kendi halkına yardımı reddetme. Seni kendi halkından ayıran duvarı yık. İsteklerimizin yerine getirileceği konusunda emir ve söz ver, o zaman Rusya'yı mutlu edersin; yoksa biz burada ölmeye hazırız. Bizim için yalnız iki yol var: ya özgürlük ve mutluluk, ya mezar."


Ataerkil bir papazın önderliğindeki eğitimsiz, okuma yazma bilmeyen işçilerin bu dilekçesi şimdi okunduğunda insanda tuhaf bir duygu yaratıyor. İnsan, elinde olmadan, bu saf dilekçeyi, gerçekte burjuva gevezeleri olan toplumsal barışçıların, sözde sosyalistlerin şimdiki barış kararlarıyla karşılaştırıyor. Devrim öncesi Rusya'sının aydınlatılmamış işçileri, çarın, hâkim sınıfın başı olduğunu, yani daha şimdiden, bin bir ilişkiyle büyük burjuvaziye bağlı olan, tekellerini, ayrıcalıklarını ve kârlarını şiddetin her yoluyla savunmaya hazır büyük toprak sahiplerinin başı olduğunu bilmiyorlardı. "Yüksek eğitimli" kişiler –şaka etmiyorum– olduklarını iddia eden bugünün toplumsal barışçıları, emperyalist yağma savaşı yürüten burjuva hükümetlerinden "demokratik" barış beklemenin; barışçı dilekçelerin, kanlı çara, demokratik reform yaptırabileceğine inanmak kadar budalaca olduğunu kavramıyorlar.

Yine de, ikisi arasında büyük bir fark var. Bugünün toplumsal barışçılarının büyük çoğunluğu, yumuşak öğütlerle halkı devrimci mücadeleden saptırmaya çalışan ikiyüzlü kişilerdir. Hâlbuki devrim öncesi Rusya'sının eğitim görmemiş işçileri, siyasal bilince yeni erişen dürüst insanlar olduklarını eylemleriyle kanıtladılar.

22 Ocak 1905'in tarihsel anlamı, geniş halk kitlelerinin siyasal bilince ve devrimci mücadeleye böylece erişmesidir.

"Kanlı Pazar"dan iki gün önce, Rusya liberallerinin o zamanki önderi olan ve yurt dışında yasadışı sansürsüz bir dergi çıkaran Bay Pyotr Struve, "Rusya'da henüz devrimci bir halk yok" diye yazıyordu. Okuma yazma bilmeyen bir köylü ülkesinin, devrimci bir halk doğurabileceği düşüncesi, burjuva reformcularının bu "yüksek eğitimli", kibirli ve aşırı budala önderine tamamen saçma görünüyordu. O günlerin reformcularının –bugünün reformcuları gibi– gerçek bir devrimin imkânsızlığına olan inancı böylesine derindi!

22 Ocak (ya da, eski takvime göre 9 Ocak) 1905'ten önce, Rusya'nın devrimci partisi, küçük bir insan grubundan oluşuyordu. Ve o günün reformcuları (aynen bugünün reformcuları gibi) bize, alayla "tekke" adını takmışlardı. Birkaç yüz devrimci örgütleyici; yerel örgütlerin birkaç bin üyesi; esas olarak dışarıda basılan, inanılmaz zorluklarla ve birçok kurban pahasına Rusya'ya gizlice sokulan ve ayda bir yayınlanan yarım düzine devrimci gazete. 22 Ocak 1905 öncesinde, Rusya'daki devrimci partiler ve özellikle devrimci Sosyal Demokrasi böyleydi. Bu durum, Rusya'da henüz devrimci bir halk yok diyen dar kafalı ve küstah reformcuların iddiasına biçimsel haklılık kazandırıyordu.

Ama birkaç ay içinde manzara tamamen değişti. Yüzlerce devrimci Sosyal Demokrat "birdenbire" çoğalıp binlerce oldu; binler, iki üç milyon proleterin önderi oldu. Proleter mücadelesi, elli ila yüz milyonluk köylü kitleleri arasında yaygın kaynamalar, çoğu kez devrimci hareketler doğurdu. Köylü hareketi orduda yankısını buldu ve askerlerin isyanlarına, ordunun bir kesimiyle diğer kesimi arasında silahlı çarpışmalara yol açtı. Böylece, 130 milyon nüfuslu dev bir ülke devrime gitti; bu yolla, uyuşuk Rusya, devrimci bir proletaryanın ve devrimci bir halkın Rusya'sına dönüştü.

Bu dönüşümü incelemek, deyim yerindeyse, bu dönüşümün niye mümkün olduğunu, yöntemlerini ve yollarını anlamak gerekir.

Bu dönüşümün baş etkeni kitlesel grevdi. Rus devriminin özelliği, toplumsal içeriğinde burjuva demokratik devrimi, mücadele yöntemlerinde proleter devrimi olmasıydı. Rus devrimi, bir burjuva demokratik devrimiydi, çünkü, doğrudan doğruya ve kendi güçleriyle gerçekleştirebileceği yakın hedefi, demokratik bir cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü ve soyluların uçsuz bucaksız mülklerine el konulmasıydı. Bunların hepsi, 1791 1793'teki Fransız burjuva devriminin hemen hemen tümüyle gerçekleştirdiği hedeflerdi.


Rus devrimi, aynı zamanda, bir proleter devrimiydi de. Yalnızca proletaryanın önder güç olması, hareketin öncüsü olması anlamında değil; özellikle proleterlere özgü bir mücadele silahının –grev– kitleleri harekete geçirmenin baş aracı ve belirleyici olayların dalga benzeri yükselişindeki en niteleyici olgu olması anlamında da, bir proleter devrimiydi.

Rus devrimi, tarihte kitlesel siyasal grevin olağanüstü önemli bir rol oynadığı ilk (ama şüphesiz son değil) büyük devrimdir. Hatta denebilir ki, Rus devriminin olayları ve siyasal biçimlerinin gelişim sırası, bu olayların temelini ve siyasal biçimlerin bu gelişim sırasını açıklayacak grev istatistikleri incelenmeden anlaşılamaz.

Kuru istatistiklerin bir konuşma için pek uygun olmadığını ve muhtemelen dinleyiciyi sıkacağını çok iyi biliyorum. Yine de, bütün hareketin gerçek nesnel temelini değerlendirebilmemiz için, kendimi birkaç sayı vermekten alamıyorum. Devrimden önceki on yıl boyunca Rusya'da grevcilerin ortalama yıllık sayısı 43 bindi; ki, bu, on yıl içinde 430 bin grevci demektir. Ocak 1905'te, devrimin ilk ayında, grevcilerin sayısı 440 bindi. Başka bir deyişle, bir ay içinde, bir önceki on yılın bütünündeki grevci sayısından daha çok sayıda grevci ortaya çıktı!

Dünyadaki hiçbir kapitalist ülkede, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri veya Almanya gibi en ileri ülkelerde bile, muazzam 1905 Rus grev hareketine eş herhangi bir şey olmamıştır. Grevcilerin toplam sayısı 2 milyon 800 bin kişiydi. Ülkedeki fabrika işçilerinin sayısının iki katından fazla! Bu, tabii ki, Rusya'nın şehir fabrika işçilerinin, Batı Avrupa'daki kardeşlerinden daha eğitilmiş, daha güçlü ya da mücadeleye daha yatkın olduklarını kanıtlamıyor. Bunun tam tersi doğrudur.

Ama bu sayılar, proletaryanın potansiyel gücünün ne kadar büyük olabileceğini gösteriyor. Bu sayılar, devrimci bir dönemde –ben bunu en ufak bir abartma yapmadan, Rus tarihinin en doğru verilerine dayanarak söylüyorum– proletaryanın, olağan barışçı zamanlardakinden yüz kat daha büyük bir savaşma gücü üretebileceğini gösteriyor. Proletaryanın gerçekten yüce hedeflere yönelen ve gerçekten devrimci biçimde yürütülen bir savaşta ne kadar büyük, ne kadar muazzam bir çaba harcama yeteneğine sahip olduğunu ve olacağını, 1905'e kadar, insanlığın henüz bilmediğini gösteriyor!

Rus devriminin tarihi, hiç yılmadan ve en büyük fedakârlığı göstererek savaşanların, öncüler olduğunu, ücretli işçilerin en iyi unsurları olduğunu gösteriyor. Fabrika ve işletme ne kadar büyükse, oradaki grevler de o kadar inatçı oluyor ve yıl içinde daha sık tekrarlanıyordu. Şehir büyüdükçe, proletaryanın mücadelede oynadığı rol daha önemli oluyordu. En çok sayıda ve en fazla sınıf bilincine sahip işçi sınıfı unsurunun yaşadığı üç büyük şehirde, St. Petersburg, Riga ve Varşova'da, bütün işçilere oranla herhangi başka bir şehirdekiyle karşılaştırılmaz biçimde daha çok (ve tabii ki, kırsal bölgelere göre çok daha fazla) grevci işçi vardı. Rusya'da –muhtemelen diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi– metal işçileri, proletaryanın öncüsünü temsil ediyor. Bu konuda şu öğretici olguyla karşılaşıyoruz: Bütün işkollarını ele alırsak, 1905'te greve katılan kişi sayısı her yüz işçiye 160 kişiydi, ama metal sanayiinde bu sayı her yüz işçiye 320 kişiydi! 1905 grevlerinin sonucunda, her Rus fabrika işçisinin, ücretinin ortalama 10 rublesini –savaş öncesi döviz kuruna göre 26 franka yakın– kaybettiği, bu parayı mücadele uğruna feda ettiği hesaplanıyor. Ama metal işçilerini ele alırsak, ücretlerdeki kaybın üç kat daha büyük olduğunu görürüz! İşçi sınıfının en iyi unsurları, duraksayanlara önderlik yaparak, uykudakileri ayağa kaldırarak ve zayıfları cesaretlendirerek en önde yürüdüler.

Ayırt edici bir özellik, devrim sırasında iktisadi grevlerin siyasal grevlerle iç içe geçmesiydi. Harekete büyük gücünü, yalnızca bu iki grev biçiminin çok yakın birlikteliğinin verdiğinden şüphe edilemez. Sömürülen geniş kitlelerin devrimci hareketin içine çekilebilmesi için, çeşitli sanayi dallarındaki ücretli işçilerin, kapitalistleri nasıl zorladıklarını ve böylece durumlarında hemen ve doğrudan doğruya iyileştirme sağlayabildiklerini günlük örneklerle bu kitlelere göstermesi gerekiyordu. Bu mücadele Rus halkına yeni bir ruh verdi. Ancak o zaman eski yarı köle, ağır, ataerkil, dindar ve yumuşak başlı Rusya, Nuh Nebi'den kalma özelliklerinden kurtuldu. Ancak o zaman Rus halkı, gerçekten demokratik ve gerçekten devrimci bir eğitimden geçti.

Burjuva kodamanları ve onların gözü kapalı papağanları olan toplumsal reformcular, kitlelerin "eğitim"i hakkında kibirlice konuştuklarında, genellikle, öğretmence, bilgiççe bir şeyden, kitlelerin maneviyatını bozan ve kafalarına burjuva önyargılarını yerleştiren bir şeyden söz ederler.

Kitlelerin gerçek eğitimi, hiçbir zaman, onların bağımsız siyasal ve özellikle devrimci mücadelesinden ayrılamaz. Sömürülen sınıfı yalnızca mücadele eğitir. Yalnızca mücadele sömürülen sınıfa kendi gücünün büyüklüğünü gösterir, onun ufkunu genişletir, yeteneklerini artırır, zihnini geliştirir, iradesini sağlamlaştırır. Gericilerin bile 1905 yılının, mücadele yılının, "çılgın yıl"ın ataerkil Rusya'yı kesinlikle mezara gömdüğünü kabul etmek zorunda kalmasının nedeni budur.

1905 yılındaki grev mücadelelerinde metal işçileriyle dokuma işçileri arasındaki ilişkiyi daha yakından inceleyelim. Metal işçileri en yüksek ücret alan, sınıf bilincine en çok sahip olan ve en iyi eğitilmiş proleterlerdir. 1905'te sayıları metal işçilerinden iki buçuk kat daha fazla olan dokuma işçileri, Rusya'daki işçilerin en geri ve en kötü ücret alan bölümüdür. Ve pek çok durumda, köydeki köylü yakınlarıyla bağlarını henüz kesinlikle koparmamışlardır. Bu bizi çok önemli bir noktaya getiriyor.

1905'in bütünü boyunca metal işçilerinin grevlerinde, siyasal grevler, iktisadi grevlere ağır basıyordu. Bu ağırlık yılın sonuna doğru çok daha belirgin hâle gelir. Öte yandan, dokuma işçileri arasında 1905'in başlangıcında, iktisadi grevlerin ezici bir ağırlığını görüyoruz ve ancak yılın sonunda siyasal grevler ağır basmaya başlıyor. Bu durum, tam bir açıklıkla şunu gösteriyor: yalnızca iktisadi mücadele, koşulların doğrudan doğruya ve hemen iyileştirilmesi için mücadele, sömürülen kitlelerin en geri tabakalarını ayağa kaldırabilir, onlara gerçek bir eğitim verir ve –devrimci bir dönem sırasında– onları birkaç ay içinde bir siyasal savaşçılar ordusuna dönüştürür.

Tabii ki, bunun olabilmesi için, işçilerin öncüsünün, sınıf mücadelesini, ince bir üst tabakanın çıkarları için verilen bir mücadele –reformcuların pek çok kez yerleştirmeye çalıştıkları bir anlayış– saymaması gerekliydi. 1905'te Rusya'da olduğu ve Avrupadaki yaklaşan proleter devriminde olması gerektiği ve şüphesiz olacağı gibi, bu mücadeleyi, proletaryanın, sömürülen çoğunluğun gerçek öncüsü olarak öne çıkması ve bu çoğunluğu mücadelenin içine çekebilmesi için mücadele olarak görmesi gerekliydi.

1905'in başlangıcı, ülkenin tümünü süpüren grevlerin ilk büyük dalgasını getirdi. O yılın ilkbaharı kadar erken bir zamanda, Rusya'da yalnız iktisadi değil, aynı zamanda siyasal ilk büyük köylü hareketinin yükselişini görüyoruz. Bu tarihsel dönüm noktasının önemini anlamak için, Rus köylülüğünün yarı köleliğin en şiddetli biçiminden ancak 1861'de kurtulduğunu hatırlamak gerekir. Köylülerin çoğunluğu okuma yazma bilmez. Toprak ağalarının ezdiği, papazların aldattığı bu insanlar, birbirinden çok uzak köylerde, yolu yolağı olmayan yerlerde, birbirlerinden yalıtlanmış olarak anlatılmaz sefalet içinde yaşarlar.

Rusya hemen hemen bütünüyle soyluların temsil ettiği bir hareket olan, çarlığa karşı ilk devrimci harekete, 1825'te tanık oldu.3 1825'ten sonra, çar Aleksander II'nin teröristler tarafından öldürüldüğü 1881'e kadar harekete orta sınıf aydınları önderlik etti. Bu devrimci aydınlar, terörist mücadele yöntemlerinin kahramanlığıyla en yüksek özveriyi gösterdiler ve bütün dünyayı hayrete düşürdüler. Onların fedakârlıkları elbette boşuna değildi. Onlar şüphesiz Rus halkının sonraki devrimci eğitimine –doğrudan doğruya veya dolaylı olarak– katkıda bulundular. Ama, doğrudan doğruya hedefledikleri halk devrimini yaratamadılar ve zaten yaratamazlardı.

Bu hedef, ancak proletaryanın devrimci mücadelesiyle gerçekleştirildi. Ancak tüm ülkeyi süpüren kitlesel grevin dalgaları, emperyalist Rus Japon Savaşının4 ağır dersleriyle bağlantılı grevler, geniş köylü kitlelerini derin uykularından uyandırdı. "Grevci" sözü köylüler arasında yepyeni bir anlam kazandı: bu söz, isyancı, devrimci demek oluyor ve önceleri "öğrenci" sözüyle belirtilen kavramı ifade ediyordu. Ama "öğrenci" orta sınıfa, "okumuş kesim"e, "eşraf"a aitti ve bu nedenle halka yabancıydı. "Grevci" ise halktandı, sömürülen sınıfa aitti. St. Petersburg'tan sürüldüğünde, çoğu kez köyüne dönüyordu ve köylülerine, bütün şehirlere yayılan ve hem kapitalistleri, hem soyluları yok edecek yangını anlatıyordu. Rus köyünde yeni bir insan türü ortaya çıktı –sınıf bilincine sahip genç köylü. Bu kişi "grevciler"le ilişki kurdu, gazete okudu, köylülere şehirlerdeki olayları anlattı, siyasal isteklerin amacını açıkladı ve onları toprak sahibi soylularla, papazlarla ve hükümet memurlarıyla savaşmaya teşvik etti.

Köylüler durumlarını tartışmak için gruplar hâlinde toplanıyorlardı. Yavaş yavaş mücadelenin içine çekildiler. Geniş kalabalıklar büyük mülklere saldırdı, malikâne konaklarını yaktı ve erzaklara el koydu, tahılı ve diğer yiyecek maddelerini ele geçirdi, polisleri öldürdü ve uçsuz bucaksız mülklerin halka devredilmesini istedi.

1905 yılının ilkbaharında köylü hareketi, salt bir azınlığı, aşağı yukarı uyezdlerin yedide birini içine alarak daha henüz başlıyordu.

Ama şehirlerdeki proleter kitlesel grevlerle kırsal bölgelerdeki köylü hareketinin birleşimi, çarlığın "en sıkı" ve son desteğini sarsmaya yetti. Ordudan söz ediyorum.

Donanmada ve orduda bir dizi ayaklanma başladı. Devrim sırasında, grevlerin ve köylü hareketinin her yeni dalgasına Rusya'nın her yanındaki ayaklanmalar eşlik ediyordu. Bunların en ünlüsü, Karadeniz'de isyancıların eline geçen ve Odesa'da devrime katılan Prens Potemkin zırhlısındaki ayaklanmadır. Devrimin yenilgisinden ve öteki limanları (örneğin Kırım'daki Feodosya limanını) ele geçirmeye yönelik başarısız girişimlerden sonra, zırhlı, Konstanza'da Romanya makamlarına teslim oldu.

Sizlere, hareketin doruğunda yer alan olayların somut bir manzarasını verebilmek için, Karadeniz ayaklanmasından küçük bir olayı ayrıntılı olarak anlatmama izin verin lütfen.


"Devrimci işçi ve denizci toplantıları gittikçe daha sık aralıklarla düzenleniyordu. İşçilerin toplantılarına askerlerin katılmasına izin verilmediği için, büyük işçi kalabalıkları askerlerin toplantılarına geliyordu. Binlerce kişi hâlinde geliyorlardı. Ortak eylem düşüncesi candan bir karşılık görüyordu. Siyasal anlayışın daha yüksek olduğu bölüklerden temsilciler seçildi.

"O zaman askerî yetkililer eyleme geçmeyi kararlaştırdı. Bazı subaylar toplantılarda 'vatansever' nutuklar çekmeye çalıştı ama sıkıntı verici bir başarısızlığa uğradılar: tartışmaya alışkın denizciler, subaylarını utançla kaçmak zorunda bıraktı. Yetkililer, bunu göz önüne alarak, bütün toplantıları yasaklamayı kararlaştırdı. 24 Kasım 1905 sabahı, tepeden tırnağa savaş donanımlı bir bölük denizci, donanma kışlasının kapılarına yerleştirildi. Tuğamiral Pisarevski yüksek sesle emir verdi: 'Kimse kışladan çıkmayacak! Karşı gelen herkesi vurun!' Bu emrin verildiği bölükten Petrov adlı bir denizci, bir adım öne çıktı, herkesin gözü önünde tüfeğini doldurup bir kurşunla Belostok Alayı'ndan Yüzbaşı Stein'i öldürdü, bir kurşunla da Tuğamiral Pisarevski'yi yaraladı. Subayın biri, 'tutun şunu!' diye bağırdı. Kimse kımıldamadı. Petrov tüfeğini yere atıp haykırdı: 'Niye kımıldamıyorsunuz? Yakalasanıza beni!' Petrov tutuklandı. Her yandan koşan denizciler öfkeyle kendilerinin Petrov'a kefil olduklarını söyleyerek, bırakılmasını istediler. Heyecan yükseldi.

"Durumdan bir çıkış yolu bulmaya çalışan bir subay Petrov'a şöyle sordu: 'Evladım, subaylarını kazayla vurdun, değil mi?'

'Ne demek kazayla? Ben öne çıktım, tüfeği doldurdum ve nişan aldım. Böyle kaza olur mu?

'Arkadaşların senin bırakılmanı istiyor.'

"Ve Petrov bırakıldı. Ama denizciler bununla yetinmedi. Görevdeki bütün subaylar tutuklandı; silahsızlandırıldı ve karargâha hapsedildi... Kırk kişiye yakın denizci temsilcisi bütün gece tartıştı. Bir daha kışlaya girmelerine izin vermemek koşuluyla subayları serbest bırakmaya karar verdiler."

Bu küçük olay, ayaklanmaların çoğunda olayların nasıl geliştiğini gösteriyor. Devrimci halk arasındaki devrimci kaynaşmanın silahlı kuvvetlere yayılmaması düşünülemezdi. Ordudaki ve donanmadaki hareketin önderlerinin, esas olarak sanayi işçileri arasından ve, istihkâmcılar gibi, daha fazla teknik eğitim gerektiren kesimlerden çıkması dikkat çekicidir. Gene de, geniş kitleler hâlâ çok saftılar. Ruh hâlleri çok pasif, çok iyi niyetli, çok Hıristiyancaydı. Gayet çabuk alevleniyorlardı; herhangi bir adaletsizlik durumu, subayların çok sert davranışı, kötü yemek vb. isyana yol açabiliyordu. Ama sebattan yoksundular. Hedefi açık seçik kavramamışlardı. Silahlı mücadeleyi en gayretli biçimde sürdürmedikçe, bütün askerî ve sivil yetkilileri alt etmedikçe, hükümeti devirip ülke çapında iktidarı ele geçirmedikçe, devrimin başarısının güvence altına alınamayacağını anlamamışlardı.

Geniş denizci ve asker kitleleri kolayca isyan edebiliyordu. Ama eş kaygısızlıkla, tutuklu subayları aptalca serbest bıraktılar. Subayların verdikleri sözlere inandılar, kendilerini kandırmalarına izin verdiler, yatıştırılmayı kabul ettiler. Bu yolla subaylara değerli zaman kazandırdılar. Subaylar da takviye kuvvet getirip isyancıların gücünü kırdılar. Ardından da, hareketin en vahşi biçimde bastırılması ve önderlerinin idam edilmesi geldi.

1905'teki bu ayaklanmaları, 1825'in Dekabrist (Aralıkçı) ayaklanmasıyla karşılaştırmak özellikle ilginçtir. 1825'te siyasal harekete önderlik edenlerin neredeyse hepsi subaydı, hem de soylu subaylar. Onlar, Napolyon savaşları sırasında, Avrupa'nın demokratik düşünceleriyle temas etmiş ve bu düşüncelerden etkilenmişlerdi. O sıralarda, hâlâ yarı kölelerden oluşan asker kitlesi pasif kalmıştı.

1905'in tarihi, tamamen değişik bir manzara sunuyor. Birkaç istisna dışında subayların ruh hâli ya burjuva liberal, ya reformcu, ya da açık açık karşıdevrimci idi. Askerî üniforma giymiş işçiler ve köylüler ayaklanmaların ruhuydu. Hareket halkın bütün kesimlerine yayıldı ve, Rus tarihinde ilk kez, sömürülenlerin çoğunluğunu kapsadı. Ama hareket iki şeyden yoksundu. Birincisi, kitlelerin sebatı ve kararlılığı –güvenme hastalığı kitleleri kasıp kavuruyordu. İkincisi, askerî üniforma giymiş Sosyal Demokrat işçilerin örgütlülüğü. Onlar önderliği kendi ellerine alma, devrimci ordunun başında yürüme ve hükümete karşı bir taarruz başlatma yeteneğinden yoksundular.

Sonuçta, bu iki eksikliğin –belki istediğimizden daha yavaş biçimde, ama kesinlikle– sadece kapitalizmin genel gelişmesiyle değil, şimdiki savaşla da ortadan kaldırılacağını söyleyebilirim.

Rus devriminin tarihi, tıpkı 1871 Paris Komünü'nün tarihi gibi, bize, şu reddedilemez dersi öğretiyor: Militarizm, ulusal ordunun bir kesiminin diğer kesime karşı muzaffer mücadelesi dışında, hiçbir zaman ve hiçbir koşul altında yenilemez ve yok edilemez. Militarizmi sadece kınamak, kötülemek, "reddetmek", eleştirmek yetmez; onun ne kadar zararlı olduğunu kanıtlamak yetmez; askerlik yapmayı barışçı biçimde reddetmek aptalcadır. Görevimiz, proletaryanın devrimci bilincini sağlam tutmak ve proletaryanın en iyi unsurlarını, yalnızca genel bir biçimde değil, somut olarak eğitmektir: Böylece halk arasındaki kaynaşma en yüksek düzeye ulaştığında, bu unsurlar devrimci ordunun başına geçeceklerdir.

Herhangi bir kapitalist ülkenin günlük deneyimi bize aynı dersi öğretiyor. Kapitalist bir ülkenin geçirdiği her "küçük" bunalım, bize, büyük bir bunalım sırasında kaçınılmaz olarak büyük çapta yaşanacak olan çatışmaların unsurlarını, başlangıçlarını minyatür ölçeğinde gösterir. Örneğin, grev, kapitalist toplumun küçük bir bunalımı değildir de nedir? Prusya İçişleri Bakanı Bay von Puttkammer meşhur cümlesini, "Her grev, ortalığa devrim canavarını salar" cümlesini söylediğinde haklı değil miydi? Bütün kapitalist ülkelerde, en barışçı, en "demokratik" –deyimi bağışlayın– olanlarında bile, grevler sırasında askerlerin çağrılması, gerçekten büyük bir bunalımda işlerin nasıl biçimleneceğini göstermiyor mu?

Biz yine Rus devriminin tarihine dönelim.

Sizlere, işçi grevlerinin bütün ülkeyi ve sömürülenlerin en geniş, en geri tabakalarını nasıl harekete geçirdiğini, köylü hareketinin nasıl başladığını ve silahlı kuvvetlerdeki isyanın köylü hareketine nasıl eşlik ettiğini göstermeye çalıştım.

Hareket doruğuna 1905'in sonbaharında ulaştı. 19 (6) Ağustos'ta çar, halk temsiline yer verecek bir sistemin getirilmesine ilişkin bir ferman çıkardı. Bulygin Duması5 denilen şey, gülünç derecede dar bir seçmen topluluğunu kapsayan oy hakkı temelinde yaratılacaktı. Ve bu garip "parlamento" hiçbir yasama gücüne sahip olmayacaktı. Dumanın sadece danışma gücü, tavsiyede bulunma gücü olacaktı!

Burjuvazi, liberaller, oportünistler, korkuya düşen çarın bu "armağan"ına iki elle sarılmaya hazırdılar. Bütün reformcular gibi, bizim 1905 reformcuları da, reformların ve özellikle reform vaatlerinin sadece tek bir amaca hizmet ettiği; halkın huzursuzluğunu yatıştırma, devrimci sınıfı, mücadelesini bırakmaya ya da en azından gevşetmeye zorlama amacını güttüğü tarihsel durumların ortaya çıkacağını anlayamadılar.

Devrimci Rus Sosyal Demokrasisi, Ağustos 1905'te halka hayali bir anayasa verilmesinin gerçek anlamını iyi kavramıştı. Bu nedenle, bir an bile duraklamadan şu sloganları ortaya attı: "Kahrolsun Danışma Duması! Duma'yı boykot edin! Kahrolsun çarlık hükümeti! Çarlık hükümetini devirmek için devrimci mücadeleye devam! Rusya'nın ilk gerçek halk temsilciler meclisini çar değil, geçici devrimci hükümet toplamalıdır!"

Tarih, devrimci Sosyal Demokratlar'ın haklı olduğunu kanıtladı, çünkü Bulygin Duması hiçbir zaman toplanamadı. Daha toplanmaya fırsat bulamadan, devrimci fırtına tarafından süpürüldü. Ve bu fırtına, çarı, seçmenlerin sayısında dikkate değer bir artış sağlayan yeni bir seçim yasasını ve Duma'nın yasama gücünü kabul etmek zorunda bıraktı.

Ekim ve Aralık 1905'te, Rus devriminin yükselen dalgası tepe noktasına ulaştı. Halkın devrimci gücünün her pınarı her zamankinden daha geniş bir ırmakta akıyordu. Size daha önce söylediğim gibi, Ocak 1905'te 440 bin olan grevcilerin sayısı Ekim 1905'te (tek bir ayda!) yarım milyonu aştı. Sadece fabrika işçilerini gösteren bu sayıya, birkaç yüz bin demiryolu işçisi, posta ve telgraf çalışanları vb. eklenmelidir.

Genel demiryolu grevi, bütün demiryolu seferlerini durdurdu ve hükümetin iktidarını en etkili biçimde felce uğrattı. Üniversitelerin kapıları ardına kadar açıldı. Barış zamanında, genç beyinleri bilgiç profesörlerin bilimiyle sersemletmek; öğrencileri, burjuvazinin ve çarlığın uysal hizmetçisi olarak yetiştirmek için kullanılan ders salonları, şimdi binlerce işçinin, zanaatkârın ve büro işçisinin siyasal sorunları açıkça ve özgürce tartıştığı halk toplantılarının sahnesi olmuştu.

Basın özgürlüğü kazanıldı. Sansür yok sayıldı. Hiçbir yayıncı zorunlu sansür nüshasını yetkililere göndermeye cesaret edemedi ve yetkililer de buna karşı herhangi bir girişimde bulunamadı. Rus tarihinde ilk kez, St. Petersburg ve öteki şehirlerde devrimci gazeteler özgürce çıktı. Tek başına St. Petersburg'da, tirajı 50 bin ile 100 bin arasında değişen üç Sosyal Demokrat günlük gazete yayınlanıyordu.

Proletarya, hareketin başında yürüyordu. Sekiz saatlik işgününü devrimci eylemle kazanmak için yola çıkmıştı. "Sekiz saatlik işgünü ve Silah!" St. Petersburg proletaryasının savaş sloganıydı. Devrimin kaderinin yalnızca silahlı mücadeleyle belirlenebileceği ve belirleneceği görüşü, gittikçe artan bir işçi kitlesi tarafından benimseniyordu.

Savaşın ateşi içinde, özgün bir kitle örgütü, bütün fabrikalardan gelen temsilcileri kapsayan ünlü İşçi Temsilcileri Sovyeti kuruldu. Birkaç şehirde bu İşçi Temsilcileri Sovyeti, gitgide geçici devrimci hükümet rolünü, ayaklanmanın organı ve önderi rolünü oynamaya başladı. Asker ve Denizci Temsilcileri Sovyetleri örgütlemek ve bunları İşçi Temsilcileri Sovyetleriyle birleştirmek için çeşitli girişimler yapıldı.

Bir süre için Rusya'daki birkaç şehir, küçük yerel "cumhuriyetler" oldular. Hükümet yetkilileri görevden alındı ve İşçi Temsilcileri Sovyeti gerçekte yeni hükümet olarak görev yaptı. Ne yazık ki, bu dönemler çok kısaydı, "zaferler" çok zayıf, çok yalıtlanmıştı.

1905 sonbaharında köylü hareketi daha da büyük boyutlara ulaştı. Tüm uyezdlerin üçte birinden fazlası "köylü karışıklıkları" denen şeyden ve düzenli köylü ayaklanmalarından etkilendi. Köylüler en azından iki bin malikâneyi yaktı ve yağmacı soyluların halktan gaspettiği yiyecek stoklarını aralarında bölüştü.

Ne yazık ki, bu iş yeterince tam değildi! Ne yazık ki köylüler, toplam toprak mülklerinin yalnızca on beşte birini, büyük feodal toprak sahipliği ayıbını Rus toprakları üzerinden silebilmek için yıkmaları gerekenin yalnızca on beşte birini yıktılar. Ne yazık ki, köylüler eylemlerinde birbirlerinden çok kopuk, çok dağınıktılar; yeterince örgütlü, yeterince saldırgan değillerdi. Devrimin yenilgisinin temel nedenlerinden birisi budur.

Rusya'nın ezilen halkları içinde bir ulusal kurtuluş hareketi alevlendi. Rusya nüfusunun yarısından fazlası, hemen hemen beşte üçü (tam söyleyelim, yüzde 57'si) ulusal baskıyla karşı karşıyadır. Onlar anadillerini kullanmakta bile özgür değillerdir, zorla Ruslaştırılırlar. Örneğin, sayıları on milyonlarca kişiyi bulan Müslümanlar, çabucak bir Müslüman Birliği örgütlediler –zaman, her türlü örgütün hızla büyümesi zamanıydı.

Şimdi anlatacağım olay, dinleyicilere, özellikle gençlere, o sıralarda Rusya'da ulusal kurtuluş hareketinin işçi hareketleriyle birlikte nasıl yükseldiğini örnekleyecektir.

Aralık 1905'te Polonyalı öğrenciler, yüzlerce okulda, bütün Rusça kitapları, resimleri ve çarın portrelerini yaktılar ve "Defolun! Rusyaya dönün!" diye haykırarak Rus öğretmenlerine ve Rus okul arkadaşlarına saldırdılar, onları kovdular. Polonyalı ortaokul öğrencileri şu istekleri de içeren bir talep listesiyle ortaya çıktılar:


"1  Bütün ortaokullar bir İşçi Temsilcileri Sovyetinin denetimi altında olmalıdır.

2  Okul binalarında ortak öğrenci ve işçi toplantıları yapılmalıdır.

3  Gelecekteki proleter cumhuriyetine bağlılığın bir göstergesi olarak, ortaokul öğrencilerinin kızıl gömlekler giymesine izin verilmelidir."


Hareketin dalgası yükseldikçe, gericilik, devrimle savaşmak için daha gayretli ve kararlı biçimde silahlanıyordu. 1905 Rus devrimi Karl Kautski'nin 1902'de Toplumsal Devrim kitabında sözünü ettiği gerçeği doğruladı (o sıralarda Kautski hâlâ, hasbelkader devrimci Marksistti ve şimdi olduğu gibi, toplumsal yurtseverliğin ve oportünizmin savunucusu değildi). Şuydu yazdığı:


"… Yaklaşan devrim… hükümete karşı kendiliğinden bir ayaklanmaya daha az ve uzayan bir iç savaşa daha çok benzeyecektir."


1905 devriminde böyle oldu ve gelmekte olan Avrupa devriminde şüphesiz böyle olacaktır!

Çarlık, kinini özellikle Yahudiler üzerine kustu. Yahudiler devrimci harekete önder yetiştiren en büyük kaynağı (toplam Yahudi nüfusuna oranla) oluşturuyordu. Ve şimdi de, Yahudiler, diğer uluslara oranla, aralarından en çok enternasyonalist çıkaran ulusturlar. Çarlık, halkın en cahil tabakalarının en alçakça Yahudi düşmanı önyargılarını, kıyımları örgütlemek için (belki de kıyımlara doğrudan doğruya önderlik etmek için) ustalıkla sömürdü –100 kasabada 4 binden fazla Yahudi öldürüldü ve 10 binden fazlası sakatlandı. Barışçı Yahudilerin, eşleri ve çocuklarıyla birlikte, gaddarca katledilmesi, uygar dünyanın her yanında tiksinti uyandırdı. Tabii ki, uygar dünyanın gerçekten demokratik unsurlarının tiksintisinden söz ediyorum. Ve bunlar da sadece sosyalist işçiler, proleterlerdir.

Batı Avrupa'nın en özgür, cumhuriyetçi ülkelerinde bile, burjuvazi, "Rus mezalimi" hakkındaki ikiyüzlü açıklamalarını en utanmazca mali işlerle, özellikle çarlığı mali açıdan destekleme ve Rusya'yı sermaye ihracı vb. yoluyla emperyalistçe sömürme uygulamasıyla birleştirmeyi çok iyi becerir.

1905 devriminin doruğu, Moskova'daki Aralık ayaklanmasıyla geldi. Dokuz gün boyunca az sayıdaki isyancı, örgütlü ve silahlı işçi –sekiz binden fazla değildiler– Moskova garnizonuna güvenemeyen çarın hükümetine karşı savaştı. Gerçekten, çarlık Moskova garnizonunu kilit altında tutmak zorunda kaldı ve devrimi ancak St. Petersburg'tan Semenovski Alayını getirerek ezebildi.

Burjuvazi Moskova ayaklanmasını yapay bir şey olarak nitelemekten ve onunla alay etmekten hoşlanıyor. Örneğin Alman sözde "bilimsel" edebiyatında, Bay Profesör Maks Weber, Rusya'nın siyasal gelişimini incelediği uzun araştırmasında, Moskova ayaklanmasından "darbe" olarak söz ediyor. "Lenin grubu" diyor bu "çok bilgili" Bay Profesör, "ve Sosyalist Devrimcilerin bir kesimi, bu anlamsız ayaklanmaya çoktandır hazırlanmışlardı."

Korkak burjuvazinin profesörce biliminin bu bölümünü uygun şekilde değerlendirebilmek için salt grev istatistiklerini hatırlamak yeter. Ocak 1905'te tamamıyla siyasal amaçlı grevlere yalnız 123 bin kişi katıldı. Ekimde bu sayı, 330 bine çıktı. Ve Aralık'ta tepe noktasına ulaşıldı. Tek bir ayda 370 bin kişi tamamen siyasal amaçlı grevlere katıldı! Devrimin ilerlemesini, köylü ve asker ayaklanmalarını da hatırlayalım. Aralık ayaklanması konusundaki burjuva "bilimsel" görüş yalnızca saçmalıktan ibaret değildir. Bu görüş, proletaryada en tehlikeli sınıf düşmanını gören korkak burjuvazi temsilcilerinin kullandığı bir bahanedir.

Gerçekte, Rus devriminin amansız akışı, çarlık hükümeti ile sınıf bilincine sahip proletaryanın öncüsü arasında silahlı, belirleyici bir savaş yönündeydi.

Biraz önce, Rus devriminin geçici yenilgisine yol açan zayıflığının nedenlerini zaten belirtmiştim.

Aralık ayaklanmasının bastırılması, devrimin geri çekilmesinin başlangıcını oluşturdu. Ama bu dönemde de çok ilginç ânlar görülüyor. İşçi sınıfının en ileri savaşçı unsurlarının, devrimin geri çekilmesini durdurmayı ve yeni bir saldırı hazırlamayı iki kez denediklerini hatırlamak yeter.

Konuşma sürem neredeyse doluyor; dinleyicilerimin sabrını kötüye kullanmak istemem. Yine de, Rus devriminin en önemli yanlarını –sınıf niteliğini, itici güçlerini, mücadele yöntemlerini– ana hatlarıyla (böylesine büyük bir konu üzerinde kısa bir konuşmanın elverdiği ölçüde) verebildiğimi sanıyorum.

Rus devriminin dünya çapındaki anlamı üzerine birkaç söz söyleyeyim.

Coğrafi, ekonomik ve tarihsel açıdan Rusya yalnız Avrupa'ya değil, Asya'ya da aittir. Rus devriminin sadece Avrupa'nın en büyük ve en geri ülkesini sonunda uyandırmakla ve devrimci bir proletaryanın önderlik ettiği devrimci bir halk yaratmakla kalmamasının nedeni budur.

Rus devrimi daha fazlasını gerçekleştirdi. Bir uçtan öbür uca bütün Asya'da bir hareket doğurdu. Türkiye, İran ve Çin'deki devrimler, güçlü 1905 ayaklanmasının derin bir iz bıraktığını ve yüzlerce milyon insanın ileriye doğru hareketinde ifadesini bulan etkisinin silinmez olduğunu kanıtlıyor.

Rus devrimi, dolaylı bir şekilde, Batı ülkelerini de etkiledi. Çar'ın anayasa fermanına ilişkin haber Viyana'ya 30 Ekim 1905'te ulaştı ve Avusturya'da genel oy hakkının nihai zaferinde belirleyici rol oynadı.

Ellenbogen Yoldaş –o sıralarda henüz toplumsal yurtsever olmamıştı, yoldaşımızdı– siyasal grev konusundaki raporunu sunduğu sırada, bu haberi bildiren telgraf Avusturya Sosyal Demokrat Partisi Kurultayı'nın konuşmacı kürsüsüne konuldu. Tartışma derhâl ertelendi. Avusturya Sosyal Demokrasisini temsil eden delegelerin toplandığı salonda yankılanan haykırış şuydu: "Yerimiz sokaklardır!" Sonraki günler, Viyana'da yapılan en büyük sokak gösterilerine ve Prag'da kurulan barikatlara tanık oldu. Avusturya'da genel oy hakkı için yürütülen savaş kazanılmıştı.

Rus devriminden söz ederken, bu geri ülkedeki olayların, mücadele doğrultusunun ve yöntemlerinin Batı Avrupa örneklerine pek az benzediğini ve bu nedenle herhangi bir pratik önem taşımadığını öne süren Batı Avrupalılarla sık sık karşılaşıyoruz.

Bundan daha yanlış bir şey olamaz.

Yaklaşan Avrupa devriminin yaklaşan muharebelerinin biçimleri ve nedenleri şüphesiz birçok açıdan Rus devriminin biçimlerinden farklı olacaktır.

Yine de, Rus devrimi –sözünü ettiğim o özgül anlamda, proleter niteliği nedeniyle– yaklaşan Avrupa devriminin önsözüdür. Şüphesiz, yaklaşan bu devrim ancak bir proleter devrimi olabilir, hem de sözcüğün daha derin anlamında, içeriği de proleter, sosyalist olan devrim. Yaklaşan bu devrim, sadece sert muharebelerin, sadece iç savaşların insanlığı sermayenin boyunduruğundan kurtarabileceğini daha da büyük ölçüde gösterecek. Yalnızca sınıf bilincine sahip proleterlerin, sömürülenlerin geniş çoğunluğuna önderlik edebileceğini ve edeceğini daha da büyük ölçüde kanıtlayacak.


Avrupa'nın bugünkü mezar sessizliğine aldanmamalıyız. Avrupa devrime gebedir. Emperyalist savaşın canavarca dehşetleri, hayat pahalılığının yol açtığı acılar her yerde devrimci bir ruh hâli doğuruyor. Ve hâkim sınıflar, burjuvazi, ve onun uşakları olan hükümetler, gün geçtikçe, muazzam ayaklanmalar olmadan içinden asla çıkamayacakları çıkmaz bir sokağa giriyorlar.

1905'te Rusya'da demokratik bir cumhuriyet kurmak amacıyla, çarlık hükümetine karşı proletaryanın önderliğinde bir halk ayaklanması nasıl başladıysa; önümüzdeki yıllar da, bu yağmacı savaş yüzünden, Avrupa'da da proletaryanın önderliğinde mali sermayenin iktidarına karşı, büyük bankalara karşı, kapitalistlere karşı halk ayaklanmalarına yol açacaktır. Ve bu kalkışmalar burjuvazinin mülksüzleştirilmesinden, sosyalizmin zaferinden başka bir biçimde sonuçlanamaz.

Biz eski kuşaktan olanlar, bu yaklaşan devrimin belirleyici muharebelerini görecek kadar yaşamayabiliriz. Ama, ben inanıyorum ki, İsviçre'nin ve bütün dünyanın sosyalist hareketinde böylesine mükemmel biçimde çalışan gençlik, yaklaşan proleter devriminde yalnızca savaşacak kadar değil, kazanacak kadar da talihli olacaktır. Bu umudumu güvenle ifade edebilirim.


22 (9) Ocak 1917'den önce Almanca yazıldı.

İlkin Pravda, sayı 18, 22 Ocak 1925'te yayımlandı.

İmza: N. Lenin

Toplu Eserler, c. 23, s. 236 253

1 Lenin bu konuşmayı 22 (9) Ocak 1917'de Zürih Halkevi'nde genç İsviçre işçilerinin düzenlediği toplantıda Almanca olarak yaptı.

2 9 Ocak 1905'te bayraklar ve aziz resimleri taşıyan 140 binden fazla St. Petersburg işçisi çara dilekçe vermek üzere Kışlık Saraya yürüdü. Yürüyüş Papaz Gapon tarafından 16 (3) Ocak 1905'te Putilov fabrikasında başlayan ve 20 (7) Ocak'ta genel greve dönüşen St. Petersburg işçilerinin greviyle bağlantılı olarak örgütlenmişti. Bolşevikler, çarın, bir işçi katliamı düzenleyebileceği konusunda işçileri uyardılar. Uyarıları doğru çıktı. Çarın emriyle, askerler silahsız işçileri, eşlerini ve çocuklarını kurşunlar, kılıçlar ve Kazak kamçılarıyla karşıladı. Binin üzerinde insan öldü ve yaklaşık 5 bin kişi yaralandı. Kanlı Pazar olarak ün kazanan 9 Ocak, 1905 devriminin başlangıcını oluşturdu.

3 Soylu kökenli devrimcilerin yarı köleliğe ve istibdata karşı düzenlediği 14 Aralık 1825 silahlı ayaklanması.

4 1904 1905 Rus Japon savaşı çarlığın yenilgisiyle sonuçlandı. 5 Eylül (23 Ağustos) 1905'te Portsmouth'ta (ABD), Rusya ile Japonya arasında barış anlaşması imzalandı. Çarlık hükümeti kiraladığı Port Artur'u ve Dalni'yi bıraktı. Güney Mançurya demiryolunu ve Sahalin'in güney bölümünü Japonya'ya verdi. Japonya'yı, Kore'nin hâkim gücü olarak tanıdı. Üstelik, Rusya Japonya'ya, Japon ve Ohotsk denizcilerinin Rus kıyısında ve Bering Denizi'nde balıkçılık yapması için ayrıcalık verecekti. Çarlık hükümeti, barış anlaşmasının, ülkede büyüyen devrime karşı mücadele için ellerini serbest bırakacağını umuyordu.

5 19 (6) Ağustos 1905'te, çarın fermanı, Devlet Dumasını kuran yasa ve Duma seçimlerine ilişkin kurallarla birlikte yayınlandı. Bulygin Duması, adını, çarın tasarıyı hazırlama görevini verdiği İçişleri Bakanı A. C. Bulygin'den alıyordu. Tasarıya göre, Duma, hiçbir yasa çıkarma hakkına sahip değildi; sadece çarın danışma kurumu olarak bazı sorunları tartışabilecekti. Bolşevikler, işçilere ve köylülere Duma'yı aktif olarak boykot etme çağrısı yaptı ve ajitasyon kampanyasını, silahlı ayaklanma, devrimci ordu ve geçici devrimci hükümet sloganlarıyla yürüttü. Bolşevikler Bulygin Duması'nın boykot edilmesini, bütün devrimci güçlerin seferber edilmesi, kitlesel siyasal grevler yapılması ve silahlı ayaklanmaya hazırlanma yöntemi olarak kullandılar. Duma seçimleri yapılmadı. Böylece, hükümet Duma'yı toplayamadı.



 
Yazarın Diğer Yazıları
 POPÜLİZME AÇIK MEKTUP / Sadık Ekrem
 YOL / Hüseyin Umut
 Sendikal Bakış ve Örgütlenme İlkeleri / Selçuk Kaya
 Emperyalizmin Özelleştirme Saldırısı / Bircan Uğurlu
 Yeniden ve Her Zaman Yol / Kenan Sancar
 Kapitalist Devlet Değişti mi? / Harry MAGDOFF
 ÖZELLEŞTİRSEK DE Mİ YESEK? / İsmet Aktan
 İŞÇİNİN PENCERESİNDEN / Hüseyin Umut
 1917 Büyük Ekim Devrimi / Sadık Ekrem-Ö. Alpsar
 Marks'a Dönüş / Ellen Meiksins WOOD
 Düşüncemizi Nasıl Yayalım / Leo Hubermann
 Partili Bireyin Sorumlulukları / Ali Yıldız
 15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ / HÜLYA YEŞİL
 "POST" TEORİLER VE KÜRESELLEŞME / DOUG HENWOOD
 SAĞLIK YASA TASARILARI VE SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME / SELÇUK KAYA