Hepimizin 8 Mart'ı kutlu olsun. Ne acıdır ki, kadınların 8 Mart'ı alanlarda özgürce kutlamaları bu yıl da engellendi. Kadınların eşitlik, özgürlük taleplerine en küçük tahammülün bile gösterilmediğine yeniden şahit olduk. Gerek parti ve sendikalara üye kadın grupları, gerekse bağımsız kadın grupları seslerini diledikleri gibi mitinglerle veya şenliklerle duyuramadılar. Hatta kapalı salonlarda yapılan toplantılar dahi polis ablukası altında baskının gölgesinde yapıldı.
Bu yıl da, her yıl olduğu gibi, parti veya sendikalara üye kadınlarla, bağımsız kadın örgütlenmeleri olarak faaliyet yürüten kadın grupları arasında tartışmalar yaşandı. Bu iki kesim bu yıl da asgari ortak görüşlerde birleşerek eylemde de olsa birlik yapamadılar. Ayrıca hem parti veya sendikalara üye kadınlar hem de bağımsız kadın yapıları kendi aralarında da homojen değiller. Bu yapılar da gerek diğer kesime yaklaşımları, gerekse emekçi kadınlar günü mü, yoksa sadece kadınlar günü mü, yapılacak bir mitinge erkekler katılsın mı, katılmasın mı tartışmasında farklı görüşlere sahip bulunuyor. Dolayısıyla bir kesimin ön plana aldığı cinsel sömürü ve kadının kimliği sorunu ile diğer kesim açısından ön planda bulunan sınıfsal sömürü eksenli tartışma ortak bir hata kanalize edilemedi. Ne yazık ki tartışmalar bir süre daha sürecek gibi görünüyor. Halbuki ilkeler çerçevesinde yapılacak eylem birlikleri, kadın hareketini de işçi hareketini de ileriye götürebilecektir. Hem kadın hareketinin hem de işçi hareketinin yükselmesi, birbirine karşıt değildir. Birbirinin karşısında duran her iki kadın kesimi de düzenle sorunu olan kesimlerdir. Öte yandan, bu konular düzenle hiçbir sorunu olmayan çevrelerin umurunda bile değildir!
8 Mart'ı kutladıktan sonra ve alanlarda özgürce kutlayacağımız nice 8 Mart'lar diledikten sonra, bugün bütün toplumu adeta kıskacına almış olan ve toplumsal bilincin yanı sıra kadın bilincini de etkisi altında bulunduran medya konusuna değineceğiz.
Günümüzde Yasama, Yürütme ve Yargı organlarından sonra '4. kuvvet' adıyla anılan basın, radyo, televizyon ve benzeri kitle iletişim araçları, yani, kısa adıyla medya, çoğunlukla iktidarda bulunan burjuvazinin özel mülkiyetinde ve hizmetindedir. Dolayısıyla yazılıp çizilenler, radyo ve televizyon yayınları doğrudan sermaye sınıfının, yani kapitalistlerin siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda yayınlanmaktadır. Düzene muhalif olan ve işçilerin-emekçilerin ve tüm ezilen kesimlerin sesini duyurmaya çalışan basın, radyo veya televizyonlar daima susturulmak istenmektedir. Muhalif gazeteler, dergiler ve radyolar, televizyonlar ya kapatılmakta ya da yayımladıkları haberler veya programlar sansürlenmekte, bu haber ya da programları hazırlayanlar hem hapis hem de para cezalarına çarptırılmaktadır.
Televizyon kanallarına ve basın organlarına kimlerin sahip olduğunu incelediğimizde, bu kişilerin büyük sermaye sahipleri olduğunu görürüz. Ayrıca, bunlar diğer basın-yayın alanlarında da birkaç gazete ve dergiye sahipler ve bu şekilde büyük yayın kuruluşlarını oluştururlar. Bunun ötesinde, kolları o kadar geniş bir ağa yayılmıştır ki, tekstil, gıda, otomotiv vb. belli başlı sektörlerde de yatırım faaliyeti içerisinde bulunabiliyorlar.
Kitle iletişim araçları, toplumu yönlendirmede çok büyük bir etkiye sahip araçlardır. Bunlar arasında en yaygını televizyondur. Neredeyse her evde televizyon vardır ve sabahtan akşama kadar açık bırakılır. Televizyon seyretmek insanları tutsak eden büyük bir alışkanlıktır ve aynı zamanda okuma alışkanlığının gerilemesine de sebep olduğu apaçık ortadadır.
Ama tüm bu sayılanlarda kadın ile medya, ya da burada özel olarak ele alacağımız televizyon arasında nasıl bir bağlantı vardır?
Televizyon
Kadın, televizyon aracılığı ile seslenilen toplumun yarısını oluşturur. Kadınlar dışında elbette erkekler de yayın politikasının konusudur. Kadın ve erkek arasında, yaşlılar, gençler, çocuklar, çalışanlar, emekliler, öğrenciler, hastalar, spor yapanlar v.s. birçok diğer kategoriler bulunduğu gibi, tüm bu kesimlerin her biri için ayrı ayrı yayın politikaları söz konusudur. Yani, genç kadınlar, çalışan kadınlar, ev kadınları, öğrenci kadınlar vb. vb. tüm yaş gruplarından ve kesimlerden kadınlar medyanın politikalarına dahildir.
Televizyon yayıncılığının amacı özel olarak kâr etmek, bunun için tüketimi körükleyici yayınlar yapmaktır. Genel olarak ele alındığında ise, amacı kâr etmek olan kapitalist sistemin koruyucusu ve kollayıcısı bulunan iktidardaki egemenlerin resmi ideolojisini kitlelere yaymaktır. Çok değişik türde hazırlanan yayınların ortak özelliği, kapitalist tüketim çılgınlığını, daha doğrusu hırsını hep körükleyecek nitelikte olmalarıdır.
Kapitalist sistemde, bu tüketim nabzının doğru şekilde kapitalistlerin kârlarına daha fazla kâr katmalarının aracı olarak tutulması reklamcılık olarak adlandırılan sektör aracılığı ile sağlanmaktadır. Reklamcılık sektörü, küçümsenmemesi gereken ciddiyetle üzerine gidilmesi gereken bir güce, etkiye ve yaygınlığa sahiptir.
Televizyon reklamlarında belirli ürünlerin "hedef kitlesi" kadınlardır. Reklamı yapılan ürünlerin kadınlara ulaşması istenen bölümü büyük oranda ev işlerine, annelik rolü nedeniyle anne ve çocuk/bebek ürünlerine yönelik olarak üretilen ürünlerdir. Bunlar, deterjanlar, temizlik maddeleri, gıda ürünleri, çocuk bezleri, şampuanlar, kozmetik ve bakım malzemeleridir. Bu reklamlarda kadınlara dayatılan toplumsal rol olabildiğince yeniden ve yeniden üretilir. Evde temizlikten sorumlu kadın olduğuna göre, anne olarak çocuğun bakımından da kadın sorumlu olduğunu göre, bütün bu ürünler pazarlanırken kadınlara seslenilir. Ne ilginçtir ki, söz konusu ürünün, nitelikleri bakımından diğer markalar arasında en iyi ürün olduğu konusunda can alıcı reklam spotu (bu işin uzmanı!) erkek tarafından seslendirilir. Kadınlar ise soru soran, bilgisi olmayan, şaşıran ve reklamın sonunda sevinen taraf olurlar. Uzman erkek sesi, kadının alması gereken ürünü tanıtmıştır. O "öğreten", kadın ise temin edilmesi gereken doğru ürünü "öğrenen" taraftır.
Temizlik işleri, en iyi deterjanlar, en güzel yemekler; ev işlerindeki mükemmellikten sonra, sıra yine kadının kendini erkeği hazırlaması gerektiği 'kadınlık' rolüne gelebilir. Bu reklamların konusu olan ürünler sıralanacak olursa, şampuanlar, bakım ürünleri, kremler, makyaj malzemeleri, saç bakım ürünleri vb. sonsuz kozmetik ürünleri dünyasına gireriz. Bu ürünlerin tanıtıcısı da yine erkeklerdir. Kadınlar ise ikna edilmeye hazır 'alıcı' taraf. Mesaj ulaşmıştır. Bu ürünle kadın şimdi güzelliğini satın alabilir ve bu güzelliği ile erkeğine karşı kadınlık görevini yerine getirebilir. Kapitalist sistem istenilen kadın rolünü yeniden üretebilmiştir.
Seslendirme yapılırken elbette her reklam konuşması çok bilinçli şekilde seçilmektedir. Bu nedenle, alıcısı kadın olan ürünlerin tanıtımını yapan seslendiricinin erkek olması kasıtlı bir tercihtir.
Görüntülü medya aracı televizyonda kadının bedeni de fütursuzca ve acımasızca sömürülmektedir. Masum gibi görünen güzellik yarışmalarıyla, artistlerin, mankenlerin dünyası ile, sinema oyuncularıyla, magazin programlarıyla beyinlere yerleştirilen örnek kadın vücutları. Kesilip biçilen vücutlar, 'sapkın' bir estetikle dayatılan 'güzellik' anlayışı. Halbuki örneğin bu güzellik yarışmalarının sponsorluğunu yapanlar da yine kadınlara yönelik çeşitli kozmetik malzemeler, temizleyici ve hijyenik ürünler, vücut ve yüz bakım ürünleri imal eden, spor sektörüne yönelik üretim yapan vs. sayılamayacak kadar çok geniş bir alana hakim bulunan büyük şirketlerdir. Genç kızlarımız ve kadınlarımız, bu ürünleri satın alacak ekonomik güce sahip olmayan geniş emekçi kesimleri ise gün be gün tüketim canavarı tarafından rahatsız edilmektedir. Ama ekonomik koşulların getirdiği yoksunluk bu gençlerimizi mutsuzluğa itmektedir. Artık hayatın tek amacı, hep birşeyleri, daha çok şeyler satın almaktan ibaret olmaktadır.
İşte egemen ideoloji böylece, mutlaka doğrudan fiziki baskı oluşturmadan da kitleler tarafından benimsenir. Çünkü egemen ideoloji öyle bir niteliğe sahip ki, kadınlar kendilerine erkekler tarafından biçilen rolü içselleştirebiliyor ve ona yıkılması zor bir sağlamlık kazandırıyor.
Savaş, Medya ve Kadın
'Sanal savaşlar', 'Naklen savaş' yanıltmacalarıyla halkları zehirleyen; acımasızca vurdumduymazlığa ve komşu ve dünyanın diğer halklarına karşı duyarsızlığa sürükleyen medya, adeta timsah gözyaşlarını akıtarak, bu savaşlarda en mağdur duruma düşürülen kadınları, çocukları ve yaşlıları da sömürmektedir. Savaşlarda tecavüze uğrayan, göç etmek zorunda bırakılan, evini yitiren, açlıkla karşı karşı kalan, çocuklu olup da onları salgın hastalıkların pençesinden kurtaramayan kadınların sayısı bugün dünyanın her köşesinde günden güne artmaktadır.
Medya kuruluşları için haberin öznesinden çok haberin haber olma niteliği önem taşımaktadır. Çünkü kâr getiren haberin kendisidir. Hatta medyanın günümüzde, daha çok haber üretmek amacıyla, çoğunlukla çıkan savaşları körükleyici bir rol oynadığı ve adeta 'savaş telallığı' rolünü oynadığını tespit edebiliriz. Kadınların uğradığı zulüm bir haber malzemesi olarak sadece kadınların düşürüldüğü 'zavallı' koşullar olarak görüntülenmektedir. Kadınların savaşın kurbanları olarak 'haber malzemesi' olması bu durumda yeterlidir. Oysa bu savaşlar yapılırken kadınlara fikirleri sorulmamıştır, çünkü böyle bir soruya kadınların vereceği cevabın 'çocuklarımız için, geleceğimiz için savaşa hayır' olduğu çok iyi bilinmektedir. Ancak ne yazık ki, bugün kadınların gücü savaşları durdurmaya yetmemektedir. Onlar her savaşta sürüklenmeye devam etmektedir. Halbuki kadınlardan çıkacak güçlü bir ses bu gidişata dur diyebilir.
Kapitalizmde herşey kâr etme ve kapitalist düzeni her ne pahasına olursa olsun sürdürme mantığı üzerine kuruludur. Sınıflı toplumların karakteristik özelliği olan erkek egemenliği kapitalizmde de derin köklere sahip bulunuyor. Medyanın, günümüzde erkek egemen yapının yeniden üretildiği güçlü araçlardan biri olarak karşımızdadır. Öyleyse, kadınların medya politikalarına karşı tavır geliştirmeleri ve bir karşı politika üretmeleri gerekmektedir. Bu konu, öznel tutum ve yetersiz kalabilecek grup çalışmalarından çok, kadının kurtuluşu için mücadele yürüten komünistlerin üreteceği politikalarla mümkündür.
Medyanın politikalarıyla uzlaşmaz bir karşıtlık konumunda bulunan kesimler, yani işçi sınıfı ve çıkarları işçi sınıfının çıkarlarıyla ortak olan ezilen kesimler, televizyon da dahil olmak üzere, kendisini uyuşturan, yönlendiren, yanlış bilgilendiren medyanın politikalarına karşı bilinçli protesto eylemleri yapmalı, sürekli basın açıklamalarıyla halkı bilinçlendirmeli. Kitle iletişim araçlarının kamulaştırılması ve halkın yararına eğitim, eğlence, kapitalizme karşı bilinçlendirme amaçlı basın-yayın hazırlanmasını talep edilmelidir. Ayrımcılığa uğrayan kadınların haklarının savunulduğu, kadınların cinsel obje olmaktan çıktığı, kadınlarda okumayı, daha çok bilgilenmeyi teşvik edici sosyal faaliyetler yaygınlaştırılmalıdır.