Küreselleşme Emekçi Halkları Köleleştiriyor ve Irkçılığı Geliştiriyor
Irkçılığın AB boyutunda hızla gelişmesi, kaygı verici bir durum
olarak nitelenmektedir. Bu sorunu ikinci dünya savaşı öncesiyle
özdeşleştirmekten de kaçınmayan araştırmacılar, ürkütücü biçimde yükselmekte
olan ırkçılık dalgasının daha çok ekonomik ve sosyal dengesizliklerin
derinleşmesinin bir sonucu olduğuna işaret etmektedirler.
Özellikle ileri derecede sanayileşip gelişmiş olan kapitalist
ülkelerdeki ırkçılığın problematik bir hal almasına bakılınca, ideolojik
prensibi liberalizm olan AB kapitalizminin tüm çelişkileri bir potada
eritebileceği hesabının tutmadığı anlaşılmıştır. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı
örneğinde olduğu gibi, bunun da pratikle çeliştiği görülmüştür.
Kapitalist kampın içinde yaşanan azgın rekabetin akla
getirilmesiyle anlaşılacağı üzere, şahinlerin dünya halklarının başı üzerinde
döne döne hesaplaşmaları sonucudur ki emperyalist büyümenin içindeki ülkelerde
olumsuzluklar da derinlemesine gelişmektedir. Bu bağlamda ırkçılık da,
emperyalist, kapitalist çıkarların etkisiyle ve bu politikaların bir ürünü
olarak orta yerde boy göstermektedir. Kapitalist gelişmenin başlıca dayanağı
kârlılıktır. Toplumsal olmayan kapitalizmin gelişmesi daha fazla sömürerek elde
edilen ekonomik güçle ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası Kapitalist Sistem
Emperyalizmi, kısaca başka halkları ve devletleri sömürü
yoluyla elde eden, iktisadi, askeri ve siyasi bir güç odağı olarak tanımlamakla
yetinelim. Emperyalist devletler ortak amaçları olan daha fazla kâr ve egemenlik
hedeflerine yine ortaklaşa organize ettikleri uluslararası kuruluşlar
aracılığıyla, halkları daha fazla sömürerek ve insanlık yaşamını en geniş
biçimde daha da kontrol ederek ulaşmaktalar. Bu kuruluşların en başında Dünya
Bankası, G8'ler zirvesi olarak bilinen zenginler doruğu, IMF ve Avrupa Merkez
Bankası ECB gibi finans kuruluşları gelmektedir.
Tarihten biraz gerilere doğru yolculuğa çıktığımızda, görüyoruz
ki başta Dünya Bankası (başkanı değişmez biçimde sürekli Amerikalı) emperyalist
ortaklığın bir kurumu olarak ikinci dünya savaşı sonrası ve 1950 yılları
başından itibaren aktif biçimde kapitalist devletleri finans ve yönlendirme
girişimlerine koyulmuştur. Aynı kurumun içinde tasarlanmış olan bir başka
örgütlenme IMF olmuştur.
IMF kapitalist devletlere kemer sıkma kredileri açması ve
faizli borçlandırmalarla devletleri emperyalizme itaat ettirmesi amacıyla
kurulmuştur. 1960 yılları itibariyle ABD'nin bir mali örgütü olarak varlığını
direkt olarak etkili biçimde emperyalist politikaları uygulamakla duyurmuş ve
dikkat çekmiştir. Bu kuruluşun ABD yanlısı kredi ve finans politikalarıyla bir
çok devleti kontrol edebildiğini, Türkiye halkı da kendi öz deneyimiyle
bilmektedir. IMF'nin sicili, halklara düşmanlık anlamında oldukça kabarıktır. Bu
emperyalist finans kuruluşunun karıştığı uluslararası düzeyde sayısız
provokasyon ve şantajlar vardır. En başta Allende öncülüğündeki Şili devrimci
halk iktidarına karşı 1973 yılında Pinochet
öncülüğündeki faşist darbenin yürürlüğe sokulmasındaki rolü akıllardadır.
Ayrıca devrimci güçler başta olarak, geniş anlamda Türkiye halkını terörle
yıllarca inim inim inlettiren 1980 yılı 12 Eylül askeri faşist darbesinin Kenan
Evren önderliğinde yürürlüğe sokulması da hâlâ sonuçlarını en acı biçimde
yaşamakta olduğumuz olaylardandır. Bunlar belli başlılarıdır.
Son yıllarda hızla örgütlenen ve de ABD emperyalizmine yandaş
emperyalist bir pay sahibi olarak gelişmekte olan AB teşkilatına bakıldığında
da, görülen ilginç orandaki benzerlik ve iç içelik dikkatle göz önüne
alınmalıdır. Sermayenin bu üst katlardaki iç içeliği öylesine köklüdür ki, daha
bir süre önce AB parlamentosunda görüşülüp karara bağlanmış olan, birliğin çevre
kanununun dahi Amerikan çevre kanunu kopya edilerek aynen kabul edilmiş oluşu
bile salt bir rastlantı olarak tanımlanamayacak kadar iç içeliği ve benzerliği
ortaya koymaktadır.
Ne ilginçtir ki, ABD son iki yıldır tüm dünyanın üzerinde
uzlaştığı çevresel anlaşmaların hiçbirini kabul etmeye yanaşmayan tek devlettir.
Yani dünyayı en çok kirleten ülke olduğu halde, hiçbir sorumluluk üstlenmemekte
olan ABD çevre politikasının AB tarafından aynen kopya edilmişliği de
aralarındaki benzerliği ortaya koymaktadır.
Elbette emperyalist kampın böylesi iç içeliği beni ve durumu
bilen başkalarını da şaşırtmamaktadır. Ancak o ki, işbirlikçi iktidarlar bu iç
içeliği gizlemekteler ve halkın AB'nin gerçek yüzünü görmesini ve emperyalist
bir odaklaşma olduğunu bilmesini engellemekteler. Bu durumda halklara sorunun
içyüzünün açıklanması ve belletilmesi görevi anti emperyalist güçlere düşüyor.
Çünkü konunun açıklanmamış oluşu kafa karışıklığına neden oluyorken, çıkarcı
güçlerin halkları aldatmasını da kolaylaştırıyor. Bu sebeple bu iç içeliğin
devamlı olarak dile getirilmesi gereklidir.
Emperyalist kampın teknik olduğu kadar, siyasi alandaki
ilişkisinin kurumsal olarak konumlandırılması dahi aralarındaki işbirliğinin
derinliğini göstermesi bakımından, oldukça önemli bir durumdur. Sermaye kampının
küresel bağlaşıklığı elbette salt bu bağlantılarla da sınırlı değildir. Avrupa
Merkez Bankası direktörünün Dünya Bankasının eski bir şefi oluşu da tek örnek
değildir. Fakat en azından işbirliğinin ve iç içeliğin görülmesi için önemli
olduğu su götürmez bir durumdur. O yüzdendir ki, emperyalist politikaları çok
boyutlu olarak gören ve tarihsel açıdan etkilerini de hesap edebilen çevrelerce
bile bu örnekler kolay kabul edilir olamıyor.
Ayrıca ne ilginç bir rastlantıdır ki, AB'ye üyelik yolundaki
Türkiye'nin başbakanı Tayyip Erdoğan da Amerika'da ünlü ve de çok pahalı
burslarla tahsilini bitirmiş oğlunun IMF'de işe başlayabilmesi için, Amerikan
Başkanı Bush'un aracı olmasını rica etmektedir. Ancak bu arada Turgut Özal'ın da
vakti zamanında IMF kökenli olduğu akla getirilmelidir. 12 Eylül askeri
cuntasının da sivil kurmaylarından olan Özal'ın, Türkiye'ye paha biçilmez
derecede işbirlikçilik ve bağımlılığı kökleştirici katkıları olmuştur. Bu
yüzdendir ki, sağcı güçler ve kapitalist odaklar halen arkasından hayıflanarak
ağlamaktalar.
Avrupa Birliği
Ileri derecede gelişmiş olan AB devletleri, küreselleşme olarak
da belletilen, emperyalist politikalarla en çok çıkar edinen devletlerdir.
Ancak, bu adeta bir savaş havasında sürdürülen rekabet çabaları sıkıntıların
çoğalarak ortaya çıkışını da beraberinde getirmektedir. Işte bu yüzdendir ki,
böylesine gelişmiş olmasına rağmen, kapitalist bunalımın sebeplerini giderme
yanlısı da değiller. Tam tersi, içine düştükleri her çıkmazın yükünü bir nebze
de olsa kendi kârlarından karşılamak yerine, faturayı halklara çıkararak, emekçi
halklara yaşamı zindana çevirmektedirler.
Gelişen ekonomik bunalımın en başta patronların kâr hırsından
kaynaklandığını halklardan gizleyen AB önderleri, boşuna vaatlerle zaman
kazanmaya çalışmaktalar. AB Anayasası üzerinde anlaşan kapitalistler, liberalist
kafa karıştırıcılığının tipik bir örneğini orta yere çıkarmış oldular. Bu
kitapçığın her bir paragrafının başında sıkça özgürlük ve adaletten
bahsediyorlardı. Oysa, pratik olarak yaşamın her alanında tersi ortaya çıkmıştır
ve halklar da bunu yaşayarak görmüştür. Avrupa ülkelerindeki halklar bundan on
yıl öncesine oranla, şimdilerde daha ziyade engellerle ve çıkmazla
boğuşmaktadır. En başta emekçi halk yığınlarının, yani nüfusun çoğunluğunu
oluşturan kitlelerin, ülkelerdeki kamu sektörlerinin hızla özelleştirilmesine
paralel olarak, devlet üzerindeki görece kontrol olanağı da ortadan kaldırılmış
ya da oy vermekten ileri gitmeyen biçimde minimum seviyeye düşürülmüştür. Bu
sayededir ki, patronların devlet üzerindeki denetimi de o doğrultuda artmıştır.
Işte bu yüzden, Fransa'da ve ardından Hollanda'da halk Avrupa
Anayasasını reddetti.
Tarihsel deneyimlerden yola çıkan Marksist-Leninist öncü
güçleri, kapitalist emperyalist üstünlüğünün geçici olduğunun bilincindedirler.
Bu bilinçle geleceği kazanma savaşımının mutlaka üstün geleceğine
inanmaktadırlar. Bu inançla toparlanıp devrimci cepheyi gelecek savaşımlara
hazırlama çabası verilmektedir. Ileriki yıllar, emperyalist, kapitalist kampın
ideolojisi olan liberalizm belasından kurtulmak ve halkların eşit, ortak
kollektif yönetimi olan sosyalizmi inşa etmek için savaşım yılları olacaktır.
Burada önemle işaret edelim ki, bunu böylece kayıt ediyorken, bu baş döndürücü
gerileyişten, yeni liberalizmin şantajından kurtulmak için dileklerin
yetmeyeceğini de belirtelim. Kurtuluş savaşımla olacaktır. Kapitalist kampın
etkisinin kırılması ve emekçilerin ortak, demokratik yönetimi sosyalizmin inşa
edilebilmesi, savaşımla olacaktır. Yani sorumluluğunun bilincindeki güçlerin
dayanışması ve birleşik güç olmasıyla savaşım utkuya ulaştırılabilecektir. Ortak
çabaların değişik iş ve araçlarla birleştirilmesiyle, daha da önemlisi devamlı
kılınmasıyla, savaşım ivme kazanacaktır. O doğrultuda düşünerek ve arada kamplar
meydana getirilmemiş olarak (çünkü devrimci güçlerin kendi aralarında
kamplaşması sadece ama sadece çıkar çevrelerine yaramıştır) yığınların saygısı
ve güveni sağlanarak, halkların kapitalist, emperyalist politikalara dur
diyebilmesi yanında, liberalizmi ve onun gözlere sis perdesi olan küreselleşme
politikalarına da son verilebilecektir.
Kısaca ve basit bir tanımlamayla mali gücün, yani sermayenin
tek tek ve daha da azınlığın elinde toparlanması, piyasayı kontrol eden paranın
hedefinin, devlet çarkını da kontrol etmesi demek olan küreselleşmenin, AB
örgütlemesinin temel ilkesi olduğu biliniyor. Ancak, AB'nin bu yolu otobanda
gider gibi bir rahatlıkla kat etmesi mümkün değildir. Başta tek tek Avrupa
ülkelerindeki emekçi halk hareketlerini alt edebilmesi gerektiği gibi, diğer
taraftan paylaşım yanlısı emperyalist ülkeleri de bu yarışta izole edebilmesi
gerekir. Işte, hem bir yandan içteki muhalefeti depolitize ederek uyuşturabilme
çabası içinde olan AB görevlileri, ileri gelenleri ve birlik üyesi ülkelerin
iktidar çevreleri, öte yandan, dünya ölçüsünde sürmekte olan kapitalist
devletlerarası rekabeti, ya da diğer deyimiyle emperyalist bölüşüm savaşını en
kârlı olarak kazanmak üzere çaba vermektedirler.
Suç Ortağı Uzlaşmacılar
Rekabeten üstün gelmeleri başlıca amaçları olan Avrupa
kapitalistlerinin, daha ziyade kârlarını düşünmeleri makul bir durum olarak
belletiliyor. Bu durumun makuliyetinin halklara kanıksandırılması görevini
elbette kapitalist sermayedarlar tek tek bizzat kendileri yapmıyorlar. Bu görevi
ilgili devletlerdeki siyasi iktidarlar yerine getiriyorlar. Dahası, son yıllarda
moda olduğu üzere bu çabaya reformist (uzlaşmacı) oportünist sendikal örgütler,
sosyalist partiler de ortak edilmişlerdir. Bu duruma tahlilci gözlemle
bakıldığında böylesi reformist, oportünist, yedek lastikler sayesindedir ki,
Avrupalı kapitalistlerin, yer yer emekçi halk yığınlarını da peşlerinden
sürükleyebildikleri görülmüştür. Böylece, kapitalistlerin işi daha da
kolaylaşmıştır. Yani, Avrupa örgütlenmesinin parsasını kapitalistler toplarken,
emekçilerin aldatılmasına yardımcı olan ilkesiz sosyalist çevreler de liberalizm
dalgasına kapılmış olarak ve boş sözlerle avunarak, AB'li kapitalistlerinin
işlerini kolaylaştırmaktadırlar.
Sınıf savaşımını mümkün olsa hepten rafa kaldırma amacında olan
bu karışık kafalılar, daha da ileri giderek Avrupa Sosyalizmi diye bir
belirlemede bulunmaktalar. Böylece gerçek yüzlerini daha açık biçimde
göstermekteler. Yani, Avrupa şovenizmi peşinde, üçüncü dünyayı dışlayan ve dünya
halklarının arasına sur çekme politikalarına arka çıkmış olarak milliyetçilik
yapmaktadırlar. Dahası küçük hesaplar içindeki bu güçler, salt AB
parlamentosunda sandalye kaparak boy göstermekle avutulmuş olduklarını, Avrupalı
emekçi halklarına politika olarak yedirmeye çalışmaktalar. Oysa, günümüz Avrupa
Birliği'ni, bizzat birlik üyesi emekçi halklarının yaşamında görmek gerekir.
Çünkü, ilerici bilinç, devrimci bakış açısı bunu gerekli kılar. Şu durum gayet
açıktır ki, birlik üyesi ülkelerde tarihte benzerine ender rastlanılacak şekilde
geniş boyutlu işsizlik yaşanıyor. Ekonomik büyümenin yerinde saydığı artık inkar
edilemiyor. Hesaplar tutmamıştır.
Bu durum açığa çıktıkça, birlik içindeki çatlamanın
derinleşmesine de engel olunamıyor.
Tüm birlik ülkelerinde işsizlik stresi yüzünden ağır hastalık
vakalarının sıklaştığına işaret ediliyor. Bu sıralar en büyük kötülüğün işsizlik
olduğu genel bir kanı olarak Avrupalının düşüncesinde yer ediyor.
(Önümüzdeki sayıda devam edecek.)