Sosyalist Dergi: 15 |  Ali Kinalı |
Euro Emekçilere Yoksulluk Getirir

     İsveç'te 14 Eylül 2003'te yapılacak EURO mu KRON mu oylamasına az zaman kala, politik ortam, deyim yerinde ise, bir kaos görünümünü aldı. [İsveç Halkı, referandumda büyük bir farkla "Euro'ya Hayır" dedi. Ürün'ün Notu.] Başbakan Göran Persson ve EURO karşıtı bakanları arasındaki söz düellosu tam bir kavga havasını yansıtıyor. Bu yazıyı yazdığımız sırada gelen haberlere göre Euro karşıtı bakanlardan ikisi, Göran Persson'un tavrının anti-demokratik olduğunu ve kişilerin demokratik, özgür davranma hakkına saldırı niteliği taşıdığını ileri sürdüler ve hükümetten istifa ederek ayrılacaklarını
     açıkladılar. Diğer yanda, hükümet ortağı olan Sol parti (Vänster partisi) ve Çevre partisi (Miljö parti) ile başbakanın arası iyice bozulmuş durumda. Çünkü başbakan öyle bir bunalım geçiriyor ki, kim ki EURO'ya karşı çıkıyor, onu vatan ve demokrasi karşıtı olarak göstermekte hiç tereddüt etmiyor.


     Bu sürtüşmelerden istifade eden işveren örgütünün (Svensk neringliv) yüksek oranda harcamalarda bulunarak kampanya başlatması ve Euro'ya evet taraftarı toplamaya çalışması da iyi düşünülmesi gereken ilginç bir gelişme. Böylece devrimci ve demokratik güçlerin üzerine basa basa tekrarladıkları gibi EURO'nun kapitalistlerin çıkarına hizmet edecek bir proje olduğu tanımı, işveren örgütlerinin denetimsiz çok boyutlu harcamalarla kampanyaya katılmalarıyla, bir kere daha doğruluk kazandı.
     Bu arada, önüne gelene saldıran Göran Persson'a bir başarı puanı vermek gerekirse, o da sonunda LO'nun (İsveç İşçi Sendikaları Konfederasyonu) yönetiminin, başta genel başkan Lundby-Wedin olmak üzere, yarısını yedeğine almakta başarılı oluşudur. Sosyal demokrat partiyle EURO konusunda, konfederasyon olarak önceleri aynı görüşte olmadıklarını ve bu yüzden tarafsız olunacağını açıklayan LO yönetimi, Göran Persson'un üstlerine gitmesiyle, sosyal demokratlığın tipik bir örneğini sergileyerek adeta kar gibi erircesine, tarafsızlık kararından vazgeçtiler.

Sağcı sosyal demokratlar
     Sosyal demokrat partisinin sağcı kanadıyla LO yönetimi arasında yapılan anlaşmaya göre, EURO'ya evet denmesi halinde, ortaya çıkacak ekonomik krizde kullanılmak üzere, ek bir bütçe oluşturularak yedekte tutulacaktır. Ancak, bu ek bütçe salt işçi çıkarlarında meydana gelecek kayıpların karşılanmasında değil, ama aynı zamanda işverenlerin (devleti her alanda dolandırdıkları yeterli değilmiş gibi) ortaya çıkacak açıklarının kapatılmasında da kullanılacaktır.
     İlgili anlaşmayla bağıtlanıp imza altına alınan başka bir maddede ise, (tıpkı Türkiye'de yıllardır uygulanıp işçi sendikalarının uzlaşmacı sendikacılar yüzünden, işveren örgütlerinin yedeğinde pasifize edilip satılması örneğinde olduğu gibi), iş hayatını uzlaştırma doğrultusunda, işçi örgütleri ve işveren örgütleri ile birlikte hükümetin de yer alacağı üçlü bir sac ayağından oluşan bir Öneriler Komitesi'nin oluşturulması anlaşmasıdır.
     İlgili anlaşma değişik yorumlara yol açarken, LO'nun üst yönetiminin, EURO oylamasında üyelerini serbest bıraktığı ve sosyal demokrat partiye doğrudan destek vermeyerek tarafsız kalacağı yolundaki kararından vazgeçtiği ve EURO'ya evet yanlısı kampın yanında yer aldığı yorumları ağırlıklıydı. Bu yorumlar üzerine basına cevap veren LO başkanı, EURO'nun işçilere yarar getireceğini belirterek, sonunda bir kere daha işçi sınıfını sosyal demokrasinin kuyruğunda satışa getirdiğini ortaya koydu.

İsveç İşçi Sendikaları Federasyonu
     1898 yılında kurulmuş olan 105 yıllık İsveç işçi sendikaları federasyonu LO'nun, bünyesinde ilk İsveçli işçi önderlerini yetiştirmenin ve çeşitli sınıfsal kazanımların elde edilmesindeki tarihsel başarıları bulunmasına rağmen, şimdilerde giderek prestij yitirerek, saygınlığını kaybetmekte olduğu görülmektedir. Özellikle son 15 yıldır oldukça uzlaşmacı ve temel ilkelerinden adım adım uzaklaşmakta olan bir LO görmekteyiz. Böylece ister politikacı kılığında olsun, ister sendikacı kılığında olsun ve isterse dost kılığında olsun, ama ne gibi görünürse görünsün, hangi kılığa girerse girsin, sosyal demokrasinin öncülüğünde hiçbir yere varılamayacağı gün gibi açığa çıkmış ve bilinmektedir.
     Sosyal demokrasinin, işçi sınıfının ayağına takılmış bir engel olduğu gerçeği ortadadır. Bu yüzden bu akıma karşı çıkılması gerektiği doğrultusundaki biz marksistlerin tespitini, yaşamın pratiği bir acı deney olarak yeniden ortaya koymuştur.
     Bu gidişle LO, isçi sınıfında yerleşik güvenirliliğini yitirmek üzeredir. İşçi yataklarında artık yüksek sesli eleştiriler yapılmakta, yeni bir konfederasyon kurulmasının kaçınılmaz olduğu dile getirilmektedir. Kaldı ki bu yolda elle tutulur derecede gelişmeler de görülmektedir. Esnaf ve sanatkârlar sendikası (handeli) ve nakliyat isçileri sendikası (transport) şimdilerde LO'nun kabul görmeyen kararlarına karşı daha yüksek sesle karşı çıkmaktalar. Bu gelişmeler geleceğin LO içi muhalefetinin boy atarak yükseldiğini gösteren işaretler olarak algılanmaktadır.
     Evet, İsveç'te gidişat iç açıcı görülmüyor. Gelişmeler ışığında denebilir ki İsveç'in geleceği de iç açıcı olacağa benzemiyor. Şu günlerde içinde bulunduğumuz EURO'nun halk oyuna sunulmasına ilişkin çalışmalar, İsveç halkının kendi gündemi değildir. Bu halka dayatılmış olup halkın sorumluluk altına sokulmasına çalışılan, Euro'cu kapitalistlerin ve onların emrindeki iktidar güçlerinin gündemidir.
     Gündem halkın olmasa da, halka dayatılmış durumdadır. Bu nedenle ülke genelinde halk iki alternatifli seçeneğe kilitlenmiş durumdadır. Yapılan araştırmaların birbirini tam olarak tutmamasını da hatırlatarak, elimizde olan son bir kamuoyu yoklamasını aktaralım. Bu araştırmaya göre, EURO'ya Evet yanlısı % 34 (bu kesim bir ay önce % 29 prosent barajında iken bugünlerde % 5 artışla % 34 barajına çıkabilmiş durumdadır) kalırken, Hayır diyenler % 49 sınırında çoğunluğu koruyarak mücadele etmektedirler. Tarafsız ya da kararsız konumundaki kitle (bunun çoğunlukla göçmen kökenlilerden oluştuğu sanılmaktadır) ise 15 % prosentlik bir kesimi oluşturmaktadır ki, işte evetçilerin ve hayırcıların tam da peşinde oldukları bu kesimdir. Çünkü hangi cephe bu tarafsız kesimi tam olarak etkileyip yedeğine alırsa, o durumda bilek güreşini kazanmış olacağı gibi, oylamayı da kazanmış olacaktır.
     Böylesi bir konumda olup, evet ya da hayır olarak ikiye bölünen İsveç halkı, yaşam alanının her bir karesinde EURO'yu tartışmaktadır. Ancak yine de Euro hakkında gelişi güzel bilgilere sahip halkın değişik kesimlerinin, tam da kendi çıkarlarını ayrıştırabildiği ve o doğrultuda EURO hakkında karar sahibi olduğu söylenemez. En başta asıl itibariyle İsveç kökenli halkın ilgi gösterdiğini gördüğümüz EURO oylamasına, diğer seçimlerde olduğu gibi, göçmen kökenlilerin çok az ilgilendiğini kaygıyla görüp izliyoruz. Buna neden olan etmenleri çoğaltarak aktarmak mümkün.

Entegrasyon siyaseti
     Ancak kısaca değinmek gerekecek olursa, göçmenlerin İsveç yasam tarzıyla tam olarak bağdaşıp kendilerini İsveçli halk olarak görmeyişleri, İsveç'te olan bitene karşı kayıtsız durmalarının ana zeminini oluşturmaktadır. Ayrıca göçmen kökenlilerin kendi ananevi gelenekleri içinde kalarak, İsveçlilerle birlikte demokratik örgütlerde yer almayışları da aradaki mesafenin artmasına yol açmaktadır. Göçmen kitlesi daha çok kendi çevresi içinde yaşayıp orada gördükleriyle İsveç'te yaşamını devam ettirirken, bu yolla dışlanıp hiçten sayılmasına da zemin hazırlamış olmakta. Bu bağlamda, entegrasyon diye tanımlanan yerli ve yabancı uyrukluları birleştirmek, kaynaştırmak mücadelesi, tepeden bir politik proje olarak kalmakta ve bu yolda ciddi bir program oluşturulamadığından, halkın geniş kesiminin ilgisini çekmemektedir.
     Göçmenlerin entegrasyona soğuk bakmalarındaki en önemli neden, daha ziyade hep yabancılar olarak tanınıp o biçimde yaşamalarının değişmez kader olduğu duygusunun kendilerinde köklü olarak yer etmesidir. Bu duyguya, kendini küçük görme duygusu da denebilir. Bu da "İsveç'te ne olursa olsun bu göçmen kökenlileri ilgilendirmez" hissi uyandırmakta ve sisteme kayıtsız kalmalarına yol açmaktadır. Bu durum, sonuçta göçmen kitlelerinin sistemin dışına atılmalarına neden olmaktadır.
     Dolayısıyla göçmen hayatı İsveç'te, İsveçlilerin hayat tarzıyla bir çok alanda ayrışma göstermektedir. Dahası, yaşam biçimleriyle de olduğu kadar amaçlarında da çok köklü farklılıklar içindedirler. Örneğin İsveç asıllı kapitalistler, doğuştan kendi devletleri olduğu avantajını da kullanarak, çok büyük oynayıp çok büyük kazanmalarının yanı sıra, devlet çarkını da kontrol edebiliyorlar. Buna karşın, göçmen uyruklu kapitalistler çok çok daha az kazandıkları halde ve çok daha küçük oynama imkânı bulabildikleri halde, İsveç asıllı kapitalistten geri durmayıp işçi sınıfı karşıtı olabilmekteler.
     Yabancı uyrukluların bir kısmı küçük bir pizza dükkânıyla veya küçücük bir bakkal dükkânıyla her istediğine kavuştuğu kanısındadır. Dolayısıyla bilinçaltında artık toplum gündemlerine bağımlı bir hayat sürdürmedikleri yanılsaması içinde, akıllı bir tutum olmadığı aşikâr olan, kayıtsızlık ve aymazlık içinde yaşamaktadırlar. Kimileri de, on yıllarca İsveç'te olduğu halde ve bir çoğu İsveç'te öldüğü halde, halen bir gün nasıl olsa bu ülkeyi bırakıp geldiği ülkeye geri döneceği hayaliyle yaşamakta ve suya sabuna dokunmayan birileri olarak kalmaktalar. Ancak en acı olanı, öyleleri sonuçta sermaye sınıfına bir güzel hizmet etmiş olarak hayatlarının son bulduğunun farkında bile olamadan, göçüp gidebilmekteler.
     Çoğu göçmen kökenlinin bilinçaltındaki duyguya göre, İsveç'te gelişen sorunlar onları hiç ilgilendirmemektedir. Entegrasyonun başarısızlığı nedeniyle gençlerin iki kültür arasına sıkışarak, çıkış yolu bulamadan yanlış alışkanlıklara sapışları da asıl sorumluluk duyması gereken yabancıları ilgilendirmemektedir. Onları ırkçılığın boy göstererek tırmandırılması, gizli açık ayrımcılığın atbaşı gidişi de ilgilendirmemektedir. İşsiz kitlesinin en çok göçmenlerden oluştuğu ve dahası devlet dairelerinde ayrımcılığın ileri derecede arttığı da aynı şekilde ilgi alanları dışındadır. Örneğin işçi bulma kurumu, sigorta kurumu, ev şirketi, sosyal büro, çocuk bakım yuvaları, yüksek okullar ve hemen her çalışma alanında olan biten, buralarda göçmenlerin üçüncü sınıf muameleye maruz kalmaları da öne çıkması gereken göçmen kökenli önderleri ilgilendirmemektedir. Daha buna benzer yüzlerce sorun ilgilenenleri beklerken, suskunluğun hakimiyeti ürkütücüdür.
     İnsanı insan yapan en büyük erdem, insan olmanın sorumluluğu içinde yaşayabilmektir. Çevrede zelzele oluyorken, ağaca tırmanıp tek başına kurtuluş aramak, tamamen aptallık, bencillik ve saflıktır. Bir kenarda kaybolmuşluğa gömülerek olan bitene gözünü kapayıp kulağını tıkayarak, kılını bile kıpırdatmadan yaşamak, insan olana hiç de mutluluk verici gelemez. Yabancı uyrukluların durumu bu yönüyle gerçekten insanda umutsuzluk yaratır haldeyken ve sorunlara karşı ilgileri sıfır denecek düzeydeyken, öyleyse hangi şartlara ve gerekçeye dayanarak kendilerinde İsveç'teki halkın gündemine ilgi duymalarını ve onların içinde onlarla birlikte örgütlenerek var olmalarını isteyebiliriz diye bir soru akla gelebilir.
     Ancak böyle bir soruya cevabımız, yine de ısrarla gelecekten umutsuz olmadan mücadele etmek olduğunu tekrarlıyoruz. Sonuçta kayıtsızlık ve umutsuzluk tehlikesine sapmadan, yaşamın her alanında bizi ilgilendiren ya da bizleri topluma bağlıyacak olan ortak sorunlarla devrimci amaç doğrultusunda mücadele etmek gerekiyor. Bunu yılmadan usanmadan, dur durak tanımadan ve kimseye havale etmeden, sınıfsal doğrultuda bir yaşam tarzı olarak yapmalıyız. Aksi durumda ilkesiz, felsefesiz, olan bitene ilgisiz, içi boş bir aptal konumuna düşmüş oluruz.
     Uyarılarımız, geçmişleriyle marksizme bulaşmış, ancak sonradan rehabilitasyondan geçip sessizliğe gömülmüş durumdaki pasifistleredir aynı zamanda. Değerlerini yitirmişlerin sergilediği tehlike, doğrudan düşman tehlikesinden de beterdir. Bu sebeple öylelerine karşı savaşmak görevi artık boynumuzun borcu olmuştur. Bu görev kenara itilmeyecek ve ihmal edilemeyecek kadar zorunludur bizim açımızdan.

Göçmenlerin politikaya ilgisi
     İsveç'te, gerek işçi sınıfı saflarında ve gerekse toplumun diğer kesimlerinde yaşayan yabancıların ülke ve toplum gündemine dair politik ilgisinin yabancı nüfusa oranı şu biçimdedir: Latin Amerikalılar 6/10, Doğu Avrupa kökenliler 3/10, eski Yugoslavya ülkelerinden gelmiş olanlar 2/10, Türkiyeli Türkler 3/10, Türkiyeli Kürtler 4/10, İranlılar 4/10, Irak'tan gelen Kürtler 2/10, Asya ve uzak Doğu kökenliler 2/10, Afrika ülkelerinde gelenler 2/10; Arap ülkelerinden gelenler 1/10, Çingeneler 0.5/10 oranlarında ilgilenmektedirler.
     Yukarıdaki oranlardan görüldüğü gibi, pek çok halkın politikaya ilgisi çok azdır.Arap kökenlilerin ve Türkiyelilerin de azdır.
     Ancak bir başka Türkiyeli kesim var ki, bunları irdelemek ve bilmek gerek. Bunlar devrimciliğe bulaşmış olup şimdilerde yılgınlıklarına bahane olarak insanların değişebileceğinden söz edenlerdir. Öyleleri kapitalizmin yedek lastiği, Gorbaçov'cu, glasnost yanlısı artıklar olduklarını gizlemeye açıktan cesaret edemediklerinden, devrimcinin olumsuz yönde değişebileceği saçmalığına sarılmaktalar.
     Devrimci insanın değişebileceğini ileri sürerken, sınıflar arası kavganın gerçeğini ve acımasızlığı karşısındaki zaaflarını ve yok oluşlarını gizleyemiyorlar. Öylelerine diyecek çok sözümüz var, ancak aynı zamanda kaybedecek zamanımızın olmadığını da bilirler. Çünkü biz devrimcilerin her bir zaman dilimi paha biçilmez değerdedir. O nedenle kısaca yeniden diyebilirim ki, saçmalıklarınızı kendinize anlatın. İçine düşmüş olduğunuz bataklık sizleri çekip yutacaktır. Son olarak kurtuluşunuzun ancak marksizmde olacağını hatırlatıyoruz. Bilgiçlikleriniz sizin olsun ve eğer bir kenarda biraz dürüstlük kalmışsa içinizde, bizi dinleyin. Yüzyıllardır kapitalizmin ve kapitalist dünyanın ileri gelenlerinin hiç değişmediği gerçeği de mi sizleri uyandıramıyor, bu durumu da mı göremiyorsunuz? Sabancı'nın, Rahmi Koç'un, Refik Baydur'un, Ericsson yönetimindekilerin, Volvo, Saab, Skandian'ın yönetimindeki kapitalistleri de mi göremiyorsunuz? Bunların hiç miligram değişmeden aynı amaçta olduklarını bildiğiniz halde, hangi gerekçeyle ve neyin değişimini yaşamakta olduğunuzu kime anlatabilirsiniz?
     Ancak devrimcilerin aynı zamanda hümanist olduklarının bilinci ve sorumluluğu içinde olarak, bu gibilere ulaşmak ve öyleleriyle yeniden bağ kurmak elbette denenmelidir. Ancak gömülü bulundukları yok olmuşluğun bataklığına bizleri de çekmelerine asla fırsat vermemeliyiz. Ellerinden tutarak bataktan çıkmak isteyenlere olanca çabayı sarf etmek gerekliyken, bataktan çıkmak istemeyenlerle vakit yitirmemeye özen göstermeliyiz. Çünkü devrimcinin zamanı helak edilmemelidir.

Yeniden Euro tartışmaları
     İsveç genelinde gelecek açısından tehlikeli ve acı olan, ister işçi sınıfı sıralarında, isterse küçük esnaf ve memur katlarında olsun, EURO'nun kendilerinden neyi alıp götüreceğini ve de neyi getireceğini anlamışa ya da bilimsel ve sınıfsal anlamda tahlilini yapmış olana pek sık rastlanamıyor. Daha çok iktidar partilerince ve parlamentodaki diğer partilerce, aralarında uzlaştıkları propaganda prensipleri dahilinde ileri sürülen tezlerden başka gündem tartışılmazken, sınıf çıkarları bazında tartışmalara hemen hiç yer verilmiyor. Bu durumda EURO'nun özünde bir kapitalist emperyalist kamp inşası olduğu emekçi sınıflarca tam anlamıyla bilinir olmadan, kalın bir sis perdesi gerisinde kalmaya devam etmektedir. Dolayısıyla özünde farklı olmaları gereken emekçi sınıfı örgütlerinin tam olarak sorumluluklarını yerine getirdikleri söylenemez.
     Belirleyebildiğimiz kadarıyla açıklayacak olursak, bu duruma neden olan, sol parti yönetiminde ve de sendika yönetimlerinde işçi kökenli olup, sınıfsal anlamda mücadele amacında olan yöneticilerin azlığından kaynaklanmaktadır.
     Daha çok kapitalist pazar ekonomisi programları doğrultusundaki olası başarıların ya da başarısızlıkların neler olacağı ve oylama sonucunda ülke ekonomisinin ne gibi bir seyir izleyeceği türünde tartışmalarla sınırlı bir gündem yaşanıyor. Böylece işçi sınıfı da kendisinin direkt sorunu olması gereken gündem yerine, doğrudan ilgili olmadığı ve sorumluluğunu üstlenmemesi gerektiği, çarpık ve tek yanlı empoze edilen gündemin içine çekilerek esas hedeften saptırılıyor. Dolayısıyla gündem sınıfsal içeriğinden uzaklaştırılıyor, kapitalist euro'cuların Amerikancı piyasa ekonomisine ilişkin bilinen şeyleri topluma yeniden tartıştırmalarına ortam sağlanıyor. Bu arada gündeme ilişkin tavrını sınıfsal amaç doğrultusunda, ilkeli biçimde belirlemiş olarak ortaya çıkması gereken işçi sınıfı, öndersiz ve ne yapacağını bilmez durumda bırakılmıştır. Böylece kapitalist euro'cuların propagandasının ortama tek başına etki etmesine meydan hazırlanmıştır.
     Örneğin toplumun en geniş sınıfı konumundaki işçi sınıfının EURO ile KRON'un yer değiştirmesi halinde, ne gibi sonuçlarla karşılaşacakları konusunda kafalarda tam bir boşluk hakimdir. Sendikalar dahil, Sol parti içinde ve diğer guruplar arasına da, özellikle işçi sınıfının sınıfsal çıkarları salt ekonomik düzeyde ele alınarak kayba uğrayacaklarından çok cılız bir biçimde de olsa söz ediliyorken, esas tehlikenin sınıfsal olduğuna işaret etmekten kaçılmaktadır. Bu durum sonuçta kapitalizmin öncülüğünde örgütlenip dayatılan EURO'nun gelecekte işçi ve emekçi sınıflarının kendilerini kuşatılmış vaziyette görmelerine neden olacağı ve bu doğrultuda önleyici tedbirlerin neler olması gerektiği konusunda, anlaşılması oldukça zor açıklamalar yapılıyor. Özellikle de hedefi gösterici hiçbir açıklama yapmamaya özenle çaba sarf edilmektedir.
     Daha ziyade işçi ve emekçilerin vergileri ile oluşturulan ve yönlendirilen devlet bütçesinin, toplumun denetiminden adeta kaçırılırcasına, Frankfurt'taki AB bankasının ECB'nine (Merkez Bankası) tepeden atanmış dört tane memurunun denetimine ve kararlarına terk edilmesine neden olacak EURO oylamasının evet'le sonuçlanması halinde, bundan en fazla zararlı çıkacak kesimlerin işçi ve emekçi kesimleri olduğu gerçeği, İsveçli yönetici sınıflarının demokrasi, yurtseverlim anlayış ve geleneklerinden olsa gerek ki yığınlara olması gerektiği gibi anlatılmamaktadır. Dahası adeta bilinçlice bu çıplak gerçek saklanmaktadır. Bu durum sonuçta İsveç demokrasinin, iddia edildiğinin aksine ne denli bir elit gurubun hakimiyeti altındaki azınlığın demokrasisi olduğu gerçeğini bir kez daha göstermektedir.
     "İsveç parlamentosunun denetimindeki merkez bankasının", yılda bir kez maliye bakanlığınca tespit edilerek ve parlamentoda oylanarak yürürlüğe sokulan ilerideki dönemlere ait kararları, EURO oylamasının evet ile sonuçlanması halinde, AB ekonomi bankasının ECB'nine vereceği kararlarla yönlendirilir konuma girecektir. Bu doğrultuda daha evvel EURO'ya geçen ülkelerdeki duruma bakıldığında durum hiç de iç açıcı olmayacaktır.
     İsveç kendi başına hiç bir ekonomik iyileşme kararı alamaz duruma gelmenin yanı sıra, toplumun sosyal gruplarının ortaya çıkacak istemleri karşılanmayacaktır. Çünkü ECB'nin bütün üye ülkelerin ekonomik durumunu, en iyi durumdaki üye ülkenin ekonomisine göre planladığı göz önüne alınırsa, diğerleri alınan kararlara uymak zorunda kalacaklar. Kendi ekonomilerini düzenleyemeyeceklerdir. Ve de paralarını istedikleri gibi devalüe edip, kendilerine en uygun gelecek biçimde ayarlama yapamayacaklardır. Bunu yaptıkları durumda çok külfetli cezalar ödemeye mahkum edilirler.
     Durum bu kadar açık ve bariz olarak ortada duruyorken, eğer evet'çiler oylamayı kazanırlarsa, İsveç'i gelecekte nelerin beklediğini sıralamakla bitmez. Gelecekte İsveç halkını ve başta emeğiyle hayatını kazananları hiç alışık olmadıkları zorluklar beklemektedir. Bir çıkmaza itilecek ülke ve halkının yeni durumdan çıkışıysa o denli kolay olmayacaktır. Çünkü tüm yapılıp bağıtlanmış olan birliğe üyelik anlaşmalarının getirdiği külfetli ceza ve bu cezaların öngördüğü yaptırımlar sonuçta hiçbir ülkenin EURO'dan ya da AB'den çıkışı söz konusu olamayacak kadar zorlaştırılmıştır.

Bölünen sosyal demokratlar
     Avrupa Birliği parasına geçişin teskeresini elde edeyim diye, karşı güçlerle birlikte olmaktan ve onlarla hareketten çekinmeyen Başbakan, kendi ayağının altındaki dalı kestiğini hâlâ anlayabilmiş değil. Göran Persson EURO işine öyle bir angaje oldu ki, EURO karşıtı güçlerin kimliğini ayrıştırma gereği bile duymadan ve bunun nelere sebep olacağının hesabını dahi yapmadan, en başta EURO karşıtı bakanlarıyla ayrışıp sürtüşmelere girdi. Bakanları ve partisinin kimi yetkilileri hakkında medyaya açıklamalarda bulunup onları bilinçsizlikle suçlayarak aşağılamaktan geri durmazken, aynı zamanda, kamuoyunda partisine, bakanlarına ve başkanlığını yaptığı hükümete güvensizliğin gelişip serpilmesine ortam hazırlamış oldu. Bunun yanı sıra, hükümetin devamını tehlikeye düşürmüş durumdadır.
     Aldığımız duyumlara göre, oylama sonrasında hükümetin kimi bakanlarının değiştirilmesi gündeme gelecektir. O anlamda görülen o ki sosyal demokrat partinin bölünüp küçüleceği günler uzak değildir. Dahası sosyal demokrat partiden dışlanacak olanların da yeni bir partinin kurulmasına girişmeleri gündeme gelebilecektir. Salt bunlarda değil; daha başka alternatif oluşumların duyumlarını da almaktayız.
     Tüm bu olası durumların alternatif konumda tartışıldığı günümüz İsveç'te, aynı anda sosyal demokrat partinin iktidar kanadının çoğunluğunu teşkil eden sağcı kesiminin de alternatif arayışları içine girdiği de topluma yansıyan duyumlar arasındadır. Bu kanadın alternatif olarak tercihi büyük olasılıkla, sağcı halk partisiyle yeni bir hükümet modeli ve programı üzerinde anlaşarak koalisyon oluşturma olasılığıdır ki, bu bizce de mümkün görülmektedir. Çünkü Göran Persson'un EURO kampanyasında en iyi anlaşıp birlikte olduğu ve güvenilir olarak yansıttığı kesim bu kesimdir.

Komünistlere düşen görev
     Yukarda aktardığımız İsveç gündemini bağlarken, yaşadığımız şu anti-İsveç gündeminden çok şeyler çıkarılacağını hatırlatmalıyız. İsveç'te yaşadığımız müddetçe, İsveç halkının gündemini devrimci ve enternasyonalist sorumluluğumuzun bize yüklemiş olduğu yükümlülük doğrultusunda kendi gündemimiz olarak görüp omuz vereceğimizi ve vermemiz gerektiğini, altını çizerek bir kere daha belirtiriz.
     Sözümüzü bağlarken, önemle yineliyoruz. Marksistlerin kapitalizmin her yorumlanışı karşısında, kendi sınıfsal alternatifleri mutlaka bulunmalıdır. Bu doğrultuda hazırlanmış ve kapitalizme karşı cephe de yerini almış olmalıdır. İşçi sınıfına ve emekçilere, AB ve EURO konusunda uyarı olacak bilgi niteliğinde, yığınla konu olduğu akılda tutulmalı ve bu doğrultuda uyarıcı olunarak emperyalist kampın karşısında sağlamca örgütlenmeliyiz. Marksistlerin görevi teori ve pratiği birleştirmek ve her alanda kapitalizme karşı stratejilerini belirlemiş olarak atağa geçmektir. İster uluslararası ve isterse ulusal düzeyde olsun, kapitalizmin dayattığı gündemlere şüpheyle bakmak ve yığınlarla birlikte, yığınların önünde olunarak, bunlara karşı durmak komünistlerin tarihsel ve sınıfsal sorumluluğudur. Bu ilke ve amaç unutulmadan, atlanmadan her yerde ve her durumda harekete hazır olunursa, savaşımın atılıma geçtiği ve bu doğrultuda da ivme kazandığı görülecektir.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 İsveç Dersleri – I
 İkinci Dünya Savaşı'nın 60. Yıldönümü
 Küreselleşme Emekçi Halkları Köleleştiriyor ve Irkçılığı Geliştiriyor - İsveç Dersleri - II
 Cumhurbaşkanınız Lâdinî mi, Yoksa Klerikalizmci mi Olsun?
 Tabela Biçiminde Bir İşsizlik Sigortası Kalıcı Sosyal Kazanımdan Sayılamaz
 “Örgü”ye Katkı"
 Euro Emekçilere Yoksulluk Getirir
 Euro'ya Kaçış