12 Eylül'den beri neredeyse hiç ara verilmeyen aramalar, ev baskınları,
kültür merkezi baskınları, mitinglerin, gösterilerin, hatta konserlerin ve
tiyatro oyunlarının yasaklanması gündelik yaşantımızın olağan görüntüsü haline
gelmişti. Çok hassas ve zayıf dengeler üzerinde yürüyen ülke yönetenleri, en
küçük bir hak arama niyetini çoğu zaman en ağır şiddet yöntemleriyle bastırmaya
çalışırdı. Biraz daha fazla özgürlük; biraz daha aydınlık isteyen tüm sesler,
nedense hiç bitmeyen bir süreç haline gelmiş bulunan "ülkemizin bu dönemde
içinde bulunduğu zor günlerde" ve "birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyacımızın
olduğu böylesi bir dönemde" dikkate alınmazdı; hâlâ da alınmıyor.
Genel şiddet ve terör uygulamalarının yanısıra, ülkemizde "huzuru temin
operasyonu" adı altında, özellikle büyük şehirlerimizde polisin uyguladığı baskı
politikası, bilindiği gibi Öcalan'ın yakalanmasından sonra had safhaya çıktı.
Kimi yerlerde masum halkı da hedef alan intihar eylemleri, ardından kimi
mağazaların yakılması, bir sürü kısıtlama yetmezmiş gibi yeni "acil önlemlerin"
alınmasına yol açtı. İstanbul valiliği de, mart ayında "sıkıyönetim tedbirleri"
olarak anılan bir önlemler pakedi çıkarttı. Gerçi, valiliğin kullanmaya
niyetlendiği bu "tedbirler" çoğunlukla uygulanma şansı bulmadı. Çünkü valiliğin
saydığı bu uygulamaların hepsi birden günlük hayata geçirilseydi, insanların
kıpırdamaya bile imkânı kalmazdı; o yüzden bu "tedbirler" iptal edilmedi ama,
ileride kullanılmak üzere bir kenara koyuldu.
Valiliğin bu açıklamalarından bizim gibi Milliyet'te yazan Tunca Bengin adlı
bir gazetecinin de haberi olmuş. Yalnız bu arkadaş çok kızmış, bu nedenle de 25
Nisan 1999 tarihli yazısında valiliği ağır bir şekilde eleştiriyor. Haftada bir
kaç gün "Halkın Kürsüsü" adlı bir köşe hazırlayan Tunca Bengin açmış ağzını,
yummuş gözünü, "kaynayıp giden acil önlemlerin akıbetini" yetkililere
soruyor:
"Yangın merdivenleri, ikinci çıkışlar tamamlandı mı? Her yerde yeterli
personel var mı? Kameralar yerleştirildi mi? Uymayanlara ne gibi cezai işlem
yapıldı?"
Tabii, bu sorumsuz yetkililer Tunca Beyi bu kadar kızdırırlarsa, o da
araştırmacı gazeteciliğin görev bilinciyle en can alıcı sorusunu pat diye
sormayı bilir:
"Toplu ulaşım araçlarında ne gibi önlemler uygulanıyor? (elini kolunu
sallayan biniyor)"
Eminiz bu acar gazetecinin haddini bildirdiği yetkililer titreyip kendilerine
dönmüşlerdir. Şimdi harıl harıl otobüs ve minibüslerdeki başıbozukluğu çözmenin
yollarını arıyorlardır. Biz de Tunca Bengin'e yardımcı olalım. Şu "toplu ulaşım
araçlarına elini kolunu sallaya sallaya binen" teröristlerden bizim çevremizde
de var. Siz de eminiz farketmişsinizdir, hiçbir yolcu uygun adım binmiyor. Bazı
duraklarda sıraya bile girmiyor bu teröristler, kimisi sıraya kaynak yapmaya
çalışıp kavgaya sebep oluyorlar. Hatta, bir arkadaş görmüş, kimileri binerken
yalnız elini kolunu sallamakla kalmıyor, eğer binememişse minibüs ya da otobüs
hareket ettikten sonra "hoop, hoop, usta; bizi unuttun" diye şoförün arkasından
seslenmeye bile yelteniyormuş. Sen ne hakla sesleniyorsun kardeşim? Utanmıyor
musun otobüsün arkasından böyle bağırıp düzeni bozmaya? Bu sorumsuzluğa bir an
önce son verilmesini, disiplinli ve sağdan hizaya bakan yolculardan müteşekkil
bir halkımız olmasını biz de yetkililerimizden talep ediyoruz. Olur mu?