Önce hep birlikte bir gazete haberini okuyalım:
İşverenlerin maliyetleri düşürmek için kaçak Romen işçileri tercih etmesi,
Teksif sendikası Çorlu şube başkanı Adem Aras'ı çileden çıkardı. Aras,
düzenlediği basın toplantısında üyelerinden Romen işçileri gördükleri yerde
dövmelerini istedi. Aras, Romenlerin ucuz, sigortasız ve sosyal güvenceden
yoksun çalıştırılmalarının Türk işçilerini işsiz bıraktığını vurguladı.
(Milliyet, 9 Ekim 99)
Irkçı ve şovenlerin hemen her alanda cirit attığını görmüştük. Faşistlerle
sıkı işbirliği içinde olduğu duyulan sendikacıların varlığı da biliniyordu. Ama
bir fark vardı; bunlar kendilerini genellikle gizlerlerdi. Sağcılıkları
kendilerine hatırlatıldığında bunu "iftira" diyerek reddederler, işçi sınıfı
için "ideolojik olmayan" bir şekilde mücadele ettikleri söylerlerdi.
Yurdumuza başka bir ülkeden çalışmak üzere gelen işçilerin dövülmelerini
isteyen bu sendikacı beye de sorsak, bunda bir yanlışlık görmediğini
söylecektir. Türk-İş'e bağlı, tekstil işçilerini örgütleyen Teksif sendikası
hâlâ yabancı sendikacıları kimi zaman kongresine kimi zaman da karşılıklı bilgi
alışverişi için çağırmakta. Acaba, yabancı bir sendikacı misafirleri geldiğinde
bunlar misafirlerini dövüyorlar mı? Yoksa, onların karşısına geçip
enternasyonalizm, sınıf dayanışması, işçilerin birliği nutukları mı atıyorlar?
Emin olun, hepsi de ikinci yolu seçiyorlar.
Teksif Çorlu şube başkanının söyledikleri, öyle pek de gülünüp geçilecek bir
olay değil. Bu sözler, en azından bir kesim işçide mevcut bilinçaltı veya
bilinçüstü duyguların dile getirilmesidir. O nedenle de çok ciddiye alınıp
eleştirilmesi gerekmektedir. Bugün tüm Avrupa ülkelerinde ırkçı hareket
güçleniyor. Almanya'da da, Fransa'da da, son olarak Avusturya'da da ırkçı-faşist
hareketlerin en temel argümanı, hangi milletten olursa olsun yabancı işçilerin
yerli halkın işini elinden aldığıdır. Faşistlerin güçlenmeye başladığı bu
ülkelerin ortak özelliklerinden biri de, en büyük yabancı işçi topluluğunu
Türkiyeli işçilerin oluşturmasıdır. Dolayısıyla, bu ülkelerde faşizmin
güçlenmesi doğrudan Türkiyeli işçileri hedeflemektedir.
Şimdi biz bu durumu ve Adem Aras'ı nasıl değerlendirelim? Her ülke
burjuvazisinin yabancı düşmanlığını el altından körüklediğini biliyoruz. Çünkü
yabancı düşmanlığı hem işsizliğin gerçek nedenlerini perdelemeye ve işçi
sınıfının mücadele hedefinin şaşmasına yarar, hem de işsizlik korkusu ve azınlık
duygusuyla işçilerin daha fazla hak talebinde bulunmasının önüne geçer. Komünist
partileri ve sendikalar bu durumu engellemenin yolunun halklar ve işçiler
arasında enternasyonalizm duygusunun güçlendirilmesinden geçtiğini bilirler.
Sendikaların propagandası da işçiler arasında bölünmeye yol açan bu türden suni
ayrımları yok etmeye yönelik yapılır.
İşçilerin düşmanının burjuvazi olduğunu öğütlemeyen, işsizliğin kapitalizmin
zorunlu bir sonucu ve kapitalistlerin tercihi olduğunu söylemeyen bir
sendikacılık, adım adım kuşatılmaya mahkumdur. Önce dünya işçilerinden kopulur
ve ülke içine hapsedilir, ardından ülke genelinden soyutlanılır ve işyeri
sınırlarına geriler, sonunda ise işveren karşısında yüzyıl öncesinde olduğu gibi
yapayalnız kalınır. Adaleti, hukuku, siyasal kurumları sadece özel mülkiyeti
korumaya yönelik olan bir düzende işçilerin birbirinden kopması, kölelik
koşullarını peşinen kabul etmektir. Bu bilinçle hareket etmek işçi sınıfını
temsil etme iddiasında bulunan herkesin, özellikle de sendikacıların görevidir.
Sendikacıların, işçilerin görevi ekmeğini kazanmak üzere ülkeye gelen Romenleri
ya da herhangi milletten birini dövmek değil, onlarla kardeş olmak, onları
bilinçlendirmek ve örgütlemek, patronlara karşı bütün işçilerin birliğini
sağlamaktır.